—Ğ GAŞ E Mi gaa DA e L TAN iF | Tefrika No. ““M”M Üt “Hemen Enver Pş. ya Git!,, "Sadrâzamın Kendisini Tevkif Ettirmek Fikrinde Olduğunu, Fakat, Buna Mâni Olduğumu Anlat,, Bu suretle hünkârın kabaran hırs ve kinini, hiddet ve infialini yatış- tırmış, kendisini huzurdan dışarı atmıştı. O teessürle biraz söyleş- Mek, dertleşmek için baş mabeynci Lütfi Simavi Beyin dairesine uğra- mıştı. Izzet Paşanın vaatlerindeki İ kuruluğu hissedemiyecek, Eîremiyecek kadar dimağı bulanan, Bözleri kararan desiseci hünkâr, sadrazamın arkasından gülmüş, ba- $ini sallamıştı. Hemen ikinci mü- îâhibi Hayrettin ağayı çağırtmıştı. e: .— Şimdi, demişti. Enver paşaya git. Sadrazamın, kendisile Talât ve Cemal paşaların ve diğer İttihat ve Terakki erkânının tevkifi tasavvu- Tunda bulunduğunu ve benim de buna mâni olduğumu söyle. Birkaç saat sonra saraya dönen Müsahip, Vahdettine Naciye Sultan ile Enver Paşanın minnet ve şük- Tanlarını, hürmet ve tazimlerini bildirmiş ve Enver paşa ile arka- daşlarının, Muvakkat bir zaman i- çin, memleketi terketmek kararını verdiklerini de müjdelemişti. Entrikacı hünkâr, o gündenberi p.îşaların kaçacaklarını biliyor. Her gün ve her saat kaçtıkları habe- rini bekliyordu ve nihayet işte o haberi de eniştesi getirmiş, doğru- luğunu temin etmişti. Sevincinden padişahlık gurur ve ululuğunu birden unutüveren Vah- dettin resmiyeti ortadan kaldırmış, Damat Feridin boynuna atılmıştı. Unından, yanaklarından tekrar tek- Tar öpmüştü.Vahdettin o güne ka- dar Hü ormiyenvu vanaan nare- ketleri, iltifatları Dâmat Feridi çok duygulandırmıştı. Gözlerini ya- #artmıştı. Velinimetine karşı besle- diği yüksek sevgi ve saygısını, min- Net ve kulluğunu göstermek için yere kapanmıştı. Padişahının mü- barek ayaklarını öpmüş, bastığı yerlere yüzünü, gözünü sürmüştü. Vahdettin de bendeliğini bilen, kulluk borçlarını ödiyen eniştesini tutup kaldırmış, okşıyarak karşısı- ha oturtmuştu. Tatlı sözlerle gön- lünü almış, Ümitli vaatlerle de yü- reğini doldurnmştu— Son Osmanlı tarihinin bu iki ka- Ta yüzlü entrikacısı yüz yüze soh- bete dalmışlar, İttihatçıları ele a- lp dile dolamışlardı. Saatlerce a- tıp tutmuşlar ve artık yorulmuş- lardı. Sükünetle geçen bir kaç da- kikadan sonra söze yine Vahdettin başlamıştı ve: — Paşa, demişti. Harbin deva- Mi kadar tehlikeli olan zorbaların Musibetlerinden, hakkın izin ve i- Nayeti ile, çok şükür kurtulduk. Âncak kabul etmek mecburiyetin- kaldığımız mütareke - şartlarını ğek ağır gördüm, derin bir ümit- Sizliğe düştüm. Karşılaşacağımız sulh Şartları, daha şimdiden gö- zümde büyüyor. Çok korkutuyor, titretiyor beni. Bilinem ki, Ahmet İzzet Paşa, bu zor geçitten bizi ge- çirip selâmete eriştirebilecek mi?.. Çok düşündürüyor bu mesele be- ni. Vahdettînin. acı duyuyormuş / Bibi güvenerek açtığı bu bahis Feridin pek hoşuna gitmişti. Esasen o da, İttihatçıların kaçtık- larını haber vermekle beraber, bi- Taz da yeni sadrazamı çekiştirmiye, pa_dişahm gözünden düşürmiye gel- Mmişti. Tesadüfün hazırladığı fırsa- tı, münasebeti kollamış ve hüzünlü îu- eda ile: — Evet şehriyarım, demişti. Dün Ahmet Rıza Bey kulunuz da, söz'a- Tasında, sulh şartlarının pek ağır olacağını tahmin ettiğinden bahis ile vafir derecede teessür gösterdi. !r_adg ve ferman buyurulduğu gibi bir kaç gündür Ahmet Rıza Bey bendenizle birleştik, günün mese- leleri üzerinde görüştük. Dahili, harici vaziyetlerimizi tetkik ettik. Bu badireden kurtuluş yollarını a- radik. Makamı muallâyı hilâfet ve saltanatınızın devam ve bekası, mülk ve milletinizin saadet ve se- lâmeti çarelerini araştırdık. Bunu ancak Fransızlarla anlaşmakta bul- dük. Fakat.. Ahmet Rıza Bey kulu- nuz, sadrazam paşa bendelerinin çok namuslu, pek malümatlı hane- dan ve zatı şahanelerine sadakatle bağlı bir vezir olduğunu kabul ve tasdik etmekle beraber, ötedenbe- ri ifrat derecede Alman dost ve ta- raftarlığı ile tanınmış olmasını, bu gün için bir kusur telâkki ediyor. Izzet Paşanın şahsiyetine, kabinesi- ne, hattâ gösterecekleri azami de- recedeki temayül ve cemilekârlık- larma İngiliz ve İtalyanların ve hele Fransızların katiyen em- niyet ve itimat etmiyecekleri ni muhakkak addediyor ve bu vı"aziyette kabinenin millet, memle- ket hakkında hayırlı bir sulh ak- dine muvaffak olabileceğini çok şüpheli görüyor. Kabul edilen mü- tareke şartlarının ağırlığını da, mü- talealarının doğruluğuna misal gös- teriyor ve diyor ki, gönderilen he- yette kendisi veya âciz bendeniz bulunsaydık, mütareke daha mute- dil ve müsait şartlarla aktolunabi- lirdi. Yazık, çok büyük ve ele geç- mez bir fırsat kaçırıldı.. ahdettin gömüldüğü koltuk- tan hızla kalkmış, gözlerini yuvalarından fırlıyacak gibi aç- mıştı, ve: — Aferin Ahmet Rızaya, demiş- ti. Çok güzel düşünmüş ve ne ka- dar da doğru söylemiş ya. Kabul e- anen Mütâreke şartlarını bana ar- zetmek için gelen İzzet Paşaya ben de bunu söyledim ve tersledim. Se- ni murahhas intihap etmemek su- retile bana karşı yaptıkları ısrar ve emri vâkiin verdiği acı neticeleri birer birer başına vurdum. Karşı- lık olarak ta, mütarekenameyi im- za jle bir marifet yapmış gibi sa- raya kadar gelen murahhas heye- tini huzuruma kabul etmedim. Bu suretle İzzet paşaya, arkadaşlarına da açık bir hakarette bulundum. Elbette anlamışlardır. Ötedenberi İttihatçılara kuklalık etmekle ge- çindiğini bildiğimiz, bugün ve şu e- lim vaziyette bile, bazı İttihatçı be- kayalarına kabinesinde yer vermek le, taraftarlığını esefle gördüğü- müz bu adamı başvekâlete getir- mek, itiraf ediyorum ki, yanlış bir hareket, affedilmez bir gaflet ol- du. Tevfik Paşanın kabine teşkilin- deki beceriksizliği, vaziyetin neza- ket ve ehemmiyeti beni bu adama müracaat mecburiyetinde bıraktı. Bu hatamızı elbette ve ileri fırsat- ta tashih edeceğim. İki kafadarın görüşmeleri, ayni mevzu üzerinde iki saatten fazla sürmüştü. İkisi de fesatçılık ve münafıklıktaki fıtri istidatlarını, kabiliyetlerini hakkile göstermiş- lerdi. Bu birleşmeler sık sık devam ediyor, çevrilen dolapların gıcırtı- ları yavaş yavaş etrafa aksediyor- du. ir gün evvel, hükümetin an- sızın yaptığı kısa bir tebliğ, İstanbul tarafındaki hayatı söndür- müş, Türkleri mateme büründür- Mmüştü. Beyoğlu ve Galata semtle- Tini de panayır yerlerine çevirmiş, © güne kadar vatandaş sayılan az- lkları birer azgına döndürmüştü. Bir taraf düşünüyor, inliyor, hiç- kırıyordu. Diğer taraf seviniyor, gülüyor, çıldırıyordu. O gün, müt- tefikler tarafından, mütareke hü- kümlerinin tatbikine Mmemur edi- len heyeti getirecek torpitoların İstanbul limanına gelmeleri bekle- niyordu. O gün Damat Ferit yine sarayda, Vahdettinin karşısında idi. Izzet Paşayı çekiştiriyor, kabineyi devir- mek çarelerini düşünüyordu. Tam o esnada, üç Fransız torpitosunun limana girdiği ve birer leke gibi Galata rıhtımının Karaköy ciheti- ne dizildiği haberini, yaşlı gözleri ile huzura giren başmabeynci Lüt- fi Simavi Beyden öğrenmişlerdi. I- ki hain teessür duymüuş gibi görün- müşler, çırpınıp dövünmüşlerdi. Bi- raz sonra yine mevzularına dön- müşler, saatlerce görüşmüşler ve nihayet kararlarını vermişlerdi. Hayri ve Cavit Beylerin kabineden çıkarılması hakkında evvelce Ab- durrahman Şeref Bey vasıtasile sadrazaâama tebliğ ettirilen arzuyu şahane, bu seferde âyan reisi Ah- met Rıza Bey vasıtasile tekit etti- rilecek, bu arada padişahın itimat- sızlığından da bahis ile, Izzet Paşa istifa mecburiyetinde bırakılacak- tı. Görüşülecek başka bir şey kal- mamıştı. Damat Ferit, yine her za- manki gibi, kulluk borçlarını ödi- yerek salon kapısına yaklaşmıştı. Gerileyip tam kapıdan çıkacağı es- nada, Vahdettin hızlı adımlarla e- niştesine sokulmuş ve fısıldar gibi:- — Paşa beni dinleyiniz, mühim bir şey hatırıma geldi. Bugünkü torpitolarla gelen askeri heyetle, sizin de gizlice temas hâsıl etme- niz, her halde menfaatli olur. E- hemmiyetle meşgul olunuz bu işle emi? Hemşirem sultana hürmet ve selâmlarımı söylersiniz tabii. Hadi hak muin ve zahirimiz olsun. Demiş, mabeyn dairesine geç- mişti. İÖ 32323 63>22322223233323>0 M ösyö Papeau hakkında sans malümat vermekliğimi is- tiyorsun. Vereceğim! Fakat tuhai olacak. Anlatmasına anlatacağıra sen artık ondan ne mâna çıkarır. san çıkar. Ben nokta noktasına olduğu gi bi anlatacağım. Olduğu gibi... de- dik a. İlâve etmeden hiç bir ta: rafını budamadan.... Olduğu gi bi. Şu gördüğünüz kulübe yok mu İşte onu kiralamak istemişti. Ba na: “Aman araya gir de, ne ya parsan yap, şu kulübeyi benir için kirala!,, demişti. Kulübeye bir bakınız. İşte kulübede mösyi Papeau'nun ne olduğunu... Yahut daha doğrusu o zamanlar ne ol. duğunu anlarsınız. Efendim, kıtça paralı ufak bir memur. Olur a. Her gün rastgeli- nir. Bini bir parayadır. Kulübenin içini beraber gez « dik değil mi? Orada ne vardı? Basbayağı bir kaç masa, sandal- ye ve koltuk. Duvarda mösyö Pa- peau'nün büyütülmüş alelâde res- mi, elektrik —ne gezer; bir gaz lâmbası. Velhasıl öyle — şatafatı, bolluğu, tamtarağı — gösterir bir şey yoktu. Yalnız düpedüz ve gös- terişsiz bir konfor. Kalendercesi- ne bir gel keyfim gel. İşte o kadar. K endisi hakkında şu malüma- tı da vereyim bari! Her sa- bah muayyen zamanda kahvaltı eder; muayyen zamanda işine gi- der; ve işinden gelirdi. Akşamları yemekten sonra mu- hakkak piposunu tellendirir, yu- muşak koltukta yangelirdi. Mösyö Papeau'nun ömrü ilele- -bet devam etseydi, hayatı da ile- lebet böylece devam edecekti. Ne Yazan : GNLT ELENR İPOFİZ GUDDESİNİN İŞLERİ Baş guddenin en meşhur işi in- sanın vücutça büyümesini temin etmesidir. Bu işi ön taraftaki kıs- mı ile görür. Oradan çıkan hor- mon fazla olunca insan pek İri o- lur, hormon büyük yaşta fazlal zehirliyecek olan aseton maddesi- nin böbreklerden çıkmasını temin eden de hep bu ön kıisımdan ÇI- kan bir hormondur. İpofiz guüddesinin arka tarafta- ki kı j şırsa elleri ayakları kocaman 0- lur. Hormon az olunca vücut ta küçük olur. İpofizin bu kısmın- dan çıkarılan hormon farelere şı- rınga edilerek normal ağırlığın üç misli fazla büyüklükte fareler yetiştirilmiştir. Ancak bu ön kısmın işi o ka- darla bitmez. İpofiz' öteki gudde- ler üzerine hâkimliğini gene bu kısmından çıkardığı hormonlarla temin eder. Kadınların o günle- rini görmeleri, gebe kalahilmele- ri, erkeklerin çocuk yumurtası çı- karabilmeleri ipofizin bu kısmın- dan gelen mahsus hormona bağlı- dır. Hem de kadın ve erkek için ayni hormondur. Ayni hormon er- keğe erkekliğini, kadına kadınlığı- nı bildirir. Bir kadın anne olduk- tan sonra çocuğuna süt verebil- mesi hep o kısımdan gelen pro- laktin adında bir hormonla olur. Bu hormon gelmeyince süt kesi- Tiroit guddesi de gene o kısım- dan gelen bir hormou vasıtasile aldığı emir üzerine işler, Çocuk bü- yüyünceye kadar kalan timüs guddesi, pıratiroiljxuddeler_l; bolıı- dan cıkan hor lar - ön taraftan çıkanlar kadar değilse de . haylice çoktur. Pitresin adın- daki hormon yürek ve damarlar üzerine tesir ederek damarlardaki tansiyonu arttırır. Bir tanesi ka- dınlarda çocuk yatağı üzerine te- sir ederek cocuğun doğmasını ko- laylaştırır. Bir üçüncüsü —cocuk annesinin sütünü arttırır... Fakat ipofiz guddesinin bu k d gördüğü işlerin en ehemmiyetlisi vücudümüzdeki su üzerine tesiri- dir. Bu kısımdan çıkan hormon a- zalınca vücudümüzdeki nesiçlerin su çekmek hassası da azalır. Bun- dan dolayı idrar pek ziyade artar, günde on bes İitreye kadar cıkar. İnsan sürahilerle, teneke ile su İç- tiği halde ictiğini hep çıkarır, ve daima susuzluk hisseder. Şekersiz diyabet hastalığı budur, İpofiz guüddesinin arkadaki kısmından çıkan hormon böyle şekersiz di- yabetli bir hastava şırınga edilince hastalık birdenbire kaybolur, in- san içtiği suyu cıkarmaz. Ortadaki incecik kismın tesiri derimizin rengi üzerinedir. Bu kı- sımdan cıkan hormenun azlığına rek üstündek d , yediğin yağları hazmettiren, şekeri eriten pankreas için de hep o kısımdan hormonlar çıkar. Bu hormonlar gelmeyince o guüddelerin isi bozu- lur. İpofizin başka guddeler için çıkardığı hormonlara münebbih hormonlar denilir. Gıdalarımızla yediğimiz azotlu maddelerin, yağların ve şekerlerin metabolizması, yani türlü türlü kimya şekillerinden — geçtikten sonra vücudümüze yarıyacak ha- le gelmeleri hep o ön kısımdan cıkan hormonlarla olur. Bunlar- dan bir tanesi karaciğer vnsıtısı!e kanda şekeri arttırır. Onu,n İiçin bu h fazla ol şeker hastalığı gelir. İnsanın ken- di kandine hasıl ettiği ve kendisini veya cokluğ göre insan az ve- ya çok esmer olur. Bu saydığım işler, simdiye ka- dar en iyi tetkik edilmiş olanlar- dır. Bunlardan başka yemekleri- mizde yediğimiz madenlerin işi- mize yarıyacak hale gelmelerinin insanmn vücudündeki harareti -pek, az değismeyle- daima ayni derece- de muhafaza etmesinin, uykunun bile hep ipofiz guddesinden cıkan hormonlarla temin edildiğini iddia edenler vardır. Bu guddenin üy- kuya da hâkim olduğu günden güne daha ziyade kabul edilmek- tedir. İşleri bu kadar çok olan bir uz- vun hastalıkları da ne kadar çok : nı;hhhn olduğu kolayca tahmin <—< c — LA HİKAYE GÜZEL SUZAN Germaine Beamont Ş var ki, günün birinde müzayede- de antika eşyanın bol fiyata sa - tılmakta olduğunu duydu. Ken- disinin babadan atadan kalma bir kaç eski püskü — ıvırzıvırı vardı. Onları antikaya okutmak hevesi- ne düştü. Bana: “Ben St. Ouen'e - kadar bir gideyim de, eşyayı mösyö Oc- topon'a bir göstereyim. O böyle şeylerden anlar. Eşyaya bir kıy - met biçsin ki, müzayedede alt ol- mıyayım!,, dedi. Fakat asıl işin tuhatı mosyö Octopon'nun fikrini alayım — der- ken, mösyö Octopon'un ona şişe içinde bir kayik satmış olmasıy- dı. Şişe içinde kayık? A canım sormağa lüzum yok, bir kayığın direklerile serenlerile dar ağızlı bir şişeye nasıl sokulduğunu sen de, ben de, herkes te bilir. Neyse sözü uzatmıyalım. Şişedeki kayı- ğa lâyık merasimle, şişeyi şömi- nenin ortasına koyduk. Bir iki gün sonra Papeau'ya yine uğradım. Beni görür görmez; “Biliyor musun? Kayığın adı La belle Suzan'dır. Pertevsizle oku- dum. Hem de merak ettim. Me - selâ şu direğin ta tepesindeki yel- kene Papafingo diyorlarmış. İkin- ci direkte kıça doğru açılan yel- ken yok mu, onun adı randaymış. Arkadaş sana bir şey söyliyeyim mi? Hiç bir şey değil! Şişede bir kayık! Amma insanın hayalini işletiyor, ve insanın hayaline val- lah yol veriyor.,, diye harıl harıl anlattı. Üç gün sonra mıydı, dört gün sonra mıydı, ona yine uğradım. Herifin bakışı bayağı değişmişti. Bakışı daha derin daha parlaktı. Size bakarken, sizin ötenizde bir yere bakıyormuş gibiydi. Bana şişeyi gösterdi, ve “Sana söyliye- yim mi? Bu şişedeki La belle Su- zan yok mu, bahriye müzesinde gördüklerime kiyas hiç bir şey değil!,, diye başladı. Vay efendim vay! Adam bülbül kesildi. Kor - vet'lerden, Kotralardan, gületler- den, Cirnıklardan, Peramalardan keman başlılardan, balta başlılar- dan söz söylemeğe öyle bir ko - yuluşla koyuldu ki, deymeyin git- sin. Oysa ki, bu adamın yeryü- zünde, yahut nehir yüzünde doğ- du doğalı gördüğü ancak mahal- leden Mahalleye yolcu taşıyan bir dilenci gemisiydi. A radan kaç gün geçtiğini val- lah hatırlamıyorum. Ona yine uğradım. Adam bambaşka ol- Müuş, tanınmıyacak surette değiş- mişti. Şaştım, kaldım doğrusu, Halbuki, bir âay evvel, bu adam artık değişmez, âdet edindiği şey- lerden kıl kadar ayrılmaz diye ye- min eder. İddiamın aksini ileri sürene karşı bahis koşardım. Aradan çok geçmedi. Mösyö Papeau'yu evinde bulamaz oldum. Adam boş vakitlerini hep limanda geçiriyor. Gemicilerle kaptanlar- la konuşuyor. Dubalar, mavnalar, yelkenliler hakkında sorup soruş- turuyor da. “Eh artık bizim mös- yö Papeau aklını oynattı,, diye hükmümü kondurdum. Bir pazar günüydü. Limandan dönüyordu. Ona sokakta rastla - dım. Bana “Biliyor musun arka- daş?,, dedi. “Ne?,, dedim. Devam etti. Bana, bizlerin bir bataklığa saplanmış olduğunuzu söyle- di. “Şu benim küçücük La belle Suzan'ı şişeye sokan gemici yok mu, işte o adam her halde deniz- leri gezmiş, yeni yeni yerler gör- müş, doya doya durmadan uçmuş bir adam olacak.. Hele şu büyük Okyanusun o sıcacık adalarını dü- şün. Ah Tahiti! Ah Tahiti!,, dedi. diye daldı kaldı. na “A yavrum ada deyince, — — ben şu Paris şehrimizin or- — tasından akan Sen nehrindeki Ci- te adasiyle iktifa ederim, Uzak de- nizler, neme gerek? Bana Cite yeter ve artar bile,, dedim. Fakat sözlerime kulak astığı yoktu. Kendi düşüncesinin izini kovalıyarak: — “Düşün bir kere? Hiç bir yer görmeden, hiç seya- hat etmeden, — olduğumuz gibi, toprak üstünde, toprak gibi yerli yerimizde kalıp ölmek?,, diye mı- rıldandı. j Ve o dakikadan sonra zavallı Papeau, artık rahat yüzü görme- di. Aklına felfelek kaçmıştı. Ha- ritalar satın aldı. Gözlerini saat- lerce onlardan ayırmadı. Parma- ğiyle öteyi gösterir beriye işaret eder dururdu. Günün birinde.... — Ben “Yoksa öldü mü, de- dim. — “Hayır gitti. Dünyada küçük ev, ve bir avuç toprak gibi nesi var, nesi yoksa hepsini satıp sav- dı. Ve bir daha geri dönmemek üzere seyahate çıktı.,, — Pekâlâ o şişedeki kayık? — Onu bana bıraktı. Ben de dolaba kapadım. Papeau bir ba- şına bir adamdı. Şişedeki kayık başka birisini de ayartır diye ben onu alıkoyup nah şuracığa kapa- dım e Bana bunu anlatan dostumu on - beş gün sonra ziyarete gittim. E- vinden onun da uzun bir seya - — — hate çıktığını söylediler. Konyada Ağaç Bayramı Yapıldı Konya (TAN) — bayramı yapılmıştır. Evvelâ Cümhu- riyet meydanında toplanılmiış, İstik- lâl marşi söylenilmiş, ağacın kıymet — ve ehemmiyetini belirten kısa hikâ- — Sonra, as- — ker, mektepli ve halktan mürekkep — yelerde bulunulmuştur. olan kalabalık, Alâeddin tepesine çıkmıştır. Orada evvelden munmzam A ağaçların — kordelâları vali Nazif Ergin tarafın- kısımlara ayrılmış olan dan kesilmiş, herkese verilmiş, böy- lece muhtelif cinste bin kadar iıdanî dikilmiştir. x ' ğ '—__ğâ___—a'_—#mı_ Kai t izı böler a ada l e Burada ağaç —