3 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KAL ASA aei BB Türk Safosunun Huyah TEFRİKA No. 1 enediğe Giden Elçi Bütü n Şehir Donanmış, Venedik Halkı Yedisinden Yeimışıne Kadar, Büyük Meydanda Toplanmıştı —- Deli Caferle Kara Kadı T ürklerin İtalya topraklarına K asker — döktükleri, Polya bölgesinde at koşturup cirit oyna- Odıkları ve Papayı can korkusuna “düşürerek hicret hazırlığı yapmı- (ya mecbur bıraktıkları tarihten- beri 87 yıl geçmişti. Venedikliler 'u uzun devre içinde Türklerden sille yemişler, fakat Türk ka- akterini iyiden iyi bellemişlerdi. 'Türkün güler yüze, tatlı söze ve kirsiz öze çok değer verdiğini ar- tık biliyorlardı, onun için de Türk- ' lere karşı candan döst görünme- ğe çalışıyorlardı. -Fakat onların Akaenizde (Hiten- di) geçinmek hulyasından feragat etmemeleri, Kıbrıs ve Girit gibi her bakımdan mühim adaları el- lerinde tutmaları, o denizin ger- çekten Efendisi olan Türkleri si- nirlendirmekten geri kalmıyordu. ele Malta korsanlarını Venedi- ' ğin daima himaye — etmesi ve o adayı Türklerin muhasarası sıra- da el altından şovalyelere yar- dımda bulunması, Türklerde bü- “yük bir hınç uyandırmıştı. Bunun- la beraber İstanbul henüz neza - ketini, sağukkanlılığını muhafa- :za ediyordu. Öç alma temayülleri stermiyordu. Hattâ Kanuni Sul- an Süleymanın ölmesi ve yerine oğlu Selimin geçmesi üzerine ça- "Kubadi Venediğe göndermek- *ften de — saray ve sadrazam -— kinmemişlerdi, sulhperverlikte mümkün olduğu kadar sebat ede- klerini hissettirmek istemişler « * Venedik işte bu elçiyi ağırla - —makla meşguldü. Bütün şehir bay- yaklarla süslenmiş, — büyük ka- nala — fenerler dizilmiş, Sen Mark meydaninda taklar kurul - muş, Duçeler sarayı baştan aşağı ş(_ çekle ve fenerle örtülmüş bulu- /—nüuyordu. Bir Haçlı Seferi esnasin- da, İstanbuldan aşırılıp Venediğe -getirilen tunç atlar âbidesinin zir- vesinde de Türk bayrağı dalga - lanıyordu. Venedik halkı, üstüste yıkılmak suretile ve yedisinden yetmişine kadar, büyük meydanda toplan - mişti. Gecelerini, gündüzlerini o- rada geçiriyorlardı. Bu heyecan- li merak, yalnız elçi Kubat Ça- vuşu görmek arzusundan doğmu- yordu. O sirada Venediğe bir Türk — yelkinlisi de gelerek Halep alacası, Bursa dokuması gi- bi Türk işi eşya getirmiş ve gemi- deki tâcirler, büyük meydanda sergi kurup mal satmıya girişmiş olduklarından halk, bu küçük ser- giyi de temaşa iştiyakına kapıl - mıştı. Birbirlerini — çiğniyerek, Türk kumaşlarını görmeğe koşu- yorlar ve bu temaşa sırasında sa- tıcı Türklerin kılıklarile, bedeni tenasüplerile de ilgileniyorlardı. Türk gücünün samedani küd - retlerle boy ölçüşecek kadar en- gin ve derin olduğunu bilmelerine rağmen Venedikliler, kendi şehir- lerinde bir Türk sergisi açılması- na kolay kolay rıza göstermezler- di, o sergiyi açmak. istiyenlerin başına mutlaka çorap örerlerdi. Lâkin bir Türk elçisinin Venedik- te bulunduğu sırada Türk tâcirle- rine yan gözle bile bakmak hat- leri değildi. Onun için büyük mey- danda yapılan alış verişe göz yum- dukları gıbı sergıye konülan mal- lardan resmi almıya da usulile alış verişe başlamış olan iki kıranta Türkü büyük sarayda elçi şerefine verilecek — ziyafete davet etmek düşüncesiydi. Duçe ve bütün cümhuriyet ricali, seç- kin bir kafadan doğan bu fikri alkışlarla kabul ettiklerinden he- men harekete geçmişleri ve Sen Marko meydanındaki sergi sahip- lerile resmi surette temas etmek çarelerini araştırmıya girişmişler- di. Türk, tâcir değil, seyis bile ol- sa, Venedikliler için korkunç bir mahlüktu. Bütün İtalyanlar o de- virde, Vesuve'nün lây püskürme- sinden, ateş kusmasından ne ka- dar çekinirlerse, Türkün de ga - zaba gelmesinden o kadar kor- karlardı. Bu sebeple Venedik ri- cali, büyük meydanda mal satan tâcirleri damdan düşer gibi ziya- fete davet etmeyi doğru bulmadi- lar, bu işi güzel bir ağzın sihirli tebessümüne yüklemeyi tercih et tiler. Bir Türkü teshir edecek kadar güzel ağız?... Bunu bulmak ta güç- tü. Fakat onlar ve Yüzler Mecli- si, uzun bir toplantı ve sıkı bir müzakere — sonunda bu müşkülü yendi, Venediğin en güzel kızını seçti, Sen Marko meydanında mal satan iki Türkü büyük sarayda verilecek büyük ziyafete çağır « mak vazifesini o kıza verdi! cüret gösteremiyorlardı. Türke saygı, hele bir Türk elçi- sinin Venediğe şeref verdiği gün- lerde, hükümetin yegâne düşünce- si, yegâne emeli ve yegâne işi ol- muştu. Düçe (Jerom Priyoli) başta olmak üzere on iki has mü- şavirin, Senatoyu teşkil eden yüz Prigadi'nin, Büyük Meeclise dahil 470 âzanin hepsi elçiye kavuk sal- lamak, hulüs çakmak yolunda ye- nilikler keşfetmeğe uğraşıyorlar « dı. Bu cemileperverlik müsabaka- sı sırasında bulunan “Hoşa git - me,, çarelerinden biri de Venedik limanına demir atmış ve karaya gümrüksüz mal çıkarıp açık sergi Venedikte- 8: ve kükümet kurulalıdanberi bu . kadar. isabetli bir karar verilmemiş, hiç bir se- çimde bu derece dürüst netice el- de edilememişti. Türk elçisine ve dolayisiyle Türk gücüne cemile göstermek kaygısından alinan il- hamla has müşavirlerin de, Sena- toların da idrâki âdeta genişlemiş gibiydi ve iki Türk tâcirini ziya- fete gelmek yolunda kandırmak TAN -< “de ve güzellikle söhreti kemalde oldu- N bbb ö çai NNN AD ie d aND 8 Ç AA aai B nanaaa d Ü DA a "e 11 ——— 3-14-93)9 — Sinyor Leonardo Bafanın kızı Sin- yorita Agrippine Bafaydı. Bu aile bir yândan Senatoya, has müşa- virler meclisine âza yetiştirmek- le, bir yandan da İtalyaya güzel kızlar doğurmakla şöhret almıştı. Gerçi Bafalardan — o güne kadar Julia Gemzaga veya Gionna d'a- rağona ayarında bir kız yetişmiş değildi. (1). Fakat Sinyorita Ag- tippin, biraz daha serpilip geliş- tiği takdirde, o iki ölmez şöhreti gölgede bırakacak gibi görünü - yordu ve şimdiden yüzlerce er - keği köleleştirip rikâbında yürü- tüyordu. Kendisine bir çok şeyler vaarlo- lunan Bafa, görünüşte basit, ha- kikatte ise ağır bir hizmet olan davetçiliği kabul etti, Senato ta - rafından hazırlattırılan zarif se- diyeye bindi, on iki silâhşorun çizdiği mızraktan çerçeve içinde Türk sergisine gitti, büyük mey- dandaki — kalabalık silâhşorların zoruna değil, onun deniz kadar yeşil ve deniz kadar derin gözle- rindeki sihre mağlüp olarak sedi- yeye yol veriyorlar ve ardından “Bafa, güzel Bafa,, diye alkışa tu- tuyorlardı. ğ Sergi önünde toplanan dişili er- kekli seyirciler de onun önünde tek bir kucak gibi açılmışlardı. Bafa, © kucağın içine düşer gibi sediyeden süzüldü, yere indi ve Düçe sarayından yanına katılmış olan tercümana emir verdi: (Devamı var) (D Bu iki hemşire hakkında bir frenk tarihinde gu satırlar — vardır: «Barbaros Hayrettin Paşa 1534 senesi yazının ilk günlerinde Akdeniz boğa- zındari çıkıp İtalya sahillerine yelken açtı. Mesina boğazında biraz oyalana- rak Regyoyu aldı. Ertesi gün Sen — Lösido kalesini alarak gemilerine se- kiz yüz esir getirdi ve kaleyi yaktı. Çit- raro kalesiyle limanında bulunan on sekiz kadirgayı da ateşe verdi ve oradan Napoli sahillerine doğru yoluna devam etti, İsprilonga yağma edildi. Barbaro- ddi V vi döl DA Fondide Vespazyo Kolonanın. zevcesini ansızın ele geçirmekti. Jülya Gönzağa namında olan bu genç kadın —bütün İtalya şairlerinin güzelliğini terenntim ettikleri— Yuannadi Aragonya ismin- deki güzellik kraliçesinin kardeşi olup onun da sabahati hemşiresi derecesin- ğundan Türk sarayına revnak vermiye Galdlaçl_a lâyık kıymetli bir avdı. Hayrettin Pa- şa askerlerinin karaya inmeleri çok ses- siz vukua gelmekle beraber Jülya, kendini bekliyen felâketi haber alabil- di ve yalnız bir gecelik gömleğiyle ör- tülü olduğu halde bir atın üzerine at- layıp Fondiden uzaklaştı. Bir şövalye- den başka muhafıizı yoktu. Sonraları Jülya, bu adamı, o sayılı gecede bir ta- kım sarkıntılıklarda bulunmuş, yahut Tü: dan fazla şeyler görmüş oldu- lacaktır. için en münasip vasıta işte bu sa- yede bulunmuştu. Kararın isabeti gerçekten söz götürmezdi. Çünkü Sen Marko meydanında sergi kuran iki ki- ranta Türke gönderilmesi müna « sip görülen davetçi, Korfu valisi Günah Bende mi? TEFRİKA No. 13 ---t ... Yazan: Kerime Nadir X — Bir daha arkama bakmamak azmiyle yürüyüp git- Nüvid benim için unutulması lâzımgelen bir var- dıktı. Lâkin unutmak!. Onu unutmak!.. Bgayretime rağmen bu kabil olmadı, Kendimi çalışmağa vermek istedim; ve vazifemin İlk sayfalara kaydettiğim vakayıın cereyanından sonra elime bir mektup geçti. Bir mektup ki, onu bir sene evvel Nüveyt yazmıştı. Fakat ne maksatla ve niçin?.. İşte, bütün Bu “Niçin?,, teranesi kafamı bir tokmak gibi döğ- meğe başlamıştı. Onu bana Erzurumdan gönderen meçhul el de kimdi?.. Mektup ne suretle böyle haricinde bile bir dakika boş durmamak için meşgu- |liyetler icat ettim; Türkçe, Fransızca, Rusça olmak |üzere sayısı belirsiz birçok kitap okudum. /— Burada işaret edeyim ki; ben Fransızca ile Rusi;ayı -— Türkçe kadar mükemmel konuşurum.. Bunun sebebi çocukluğumda Rus ve Fransız komşularımızın ço « klarıyle beraber oynamam ve sonra da hususi ders- mdir, /"—Aradan aylar geçti. Fakat ben, günden güne benli- ,ğtni insanlığını kaybeden ve süfliyeti, duşkunlugu meziyet gören bir adam oluyordum. |— Seferberliğin ılnnı, bedbin ruhufn üzerinde iyi bir / tesir yapmıştı. Daha biten harbin işliyen yaraları ka- panmadan bir ikincisine hazırlanmak herkesi kan ağ- Tatırken, ben manasız bir sevinç duyuyordum. — Kendi kendime: |— — İşte bir melez ruh!. Diyordum. Ve gülmeğe ça: Jşarak: - — Damarlarımda babamın kanıyle annemin kanı çarpışırken, babamın vatandaşlarıyle annemin vatan. /| daşları niçin çarpışmasınlar?. Diye garip mantıklar icat ediyordum, ' Nihayet..., / okunmaz hale gelmişti?.. Günde bir kaç defa silinen satırları seçmek için uğraşıyordum. Fakat neticede eski kelimelere — bir tane daha ilâve etmek mümkün olmuyordu. * “Pasinler,, de bir hafta devam eden şiddetli harp- ten sonra, cepheden kıtamızı değiştirdiler ve bizi daha şimalde bulunan cephelere sevkettiler. Harbi ilk zamanlarındaki kadar zevkli — bulmu- yordum. Hele “Maslahat,, köyünde düşman süvari- lerile yaptığımız şiddetli bir çarpışmada sol elim- den yaralandıktan sonra harpten nefret ettim. Yaram ağır değildi. Fakat seyyar hastane cadı- rında onu sardırırken gözlerim doldu, hattâ taştı. Bu göz yaşları niçindi?.. Her halde akan bir kaç damla kanıma esef etmiyordum. Kanımın tamamı aksa ve vücudüm delik deşik olsa, yine menbaı ve hedefi meçhul olan büyük intikam duygularım tat- min edilmiş olmazdı. Bir iki gün istirahate muhtaçtım. Elim sık sık pansıman edildiği halde, kalbimin — azgın yarasını sarmak için hiç bir şefkatli el uzanmıyordu. Fakat ben şikâyet etmiyordum.. Çektiğim lşkencelerl ken- dime reva görüyordum... ğu için öldürtmüştür. Yuannanin gü- zelliğindeki incelik İtalyanın en bü- yük şair ve ressamlarına ilham kayna- Bi teşkil ettiği halde kardeşinin güzel- liği Barbarosün bu taarruzundan dolayı şöhret bulmüuştur. Yuannanın bugün dahi. Louvre'da, Kravfordta, Oksfort- ta, Viyanada, Romada birer resmi var- dir ve hayret toplamaktadır. anwmodl 3nllETİ. lirler. Yarılnndığımın ikıncı günü, öğleden biraz sonra idi. Yatağıma arkası üstü uzanmış, gözlerim bir noktada mıhlı, derin düşüncelere dalmıştım. Yanı- ma bir gölge yaklaştı. Ve tam bıq ucumda durarak lemeğe başladı. Önce eh iyet vermedim; fa- kat iki gözün mutemndiyen beni seyrettiğini hisşe- derek başımı çevirdim: Ayakta sıhhiye çavuşu üni- formasiyle duran adam, Bebekte eczacı kalfası olan ve bizim eve teklifsiz bir aile dostu gibi girip çıkan Şerifti.. Hemen doğruldum ve — Vay! Sen nereden çıktın Şerif?.. dim. Şerif kır bıyıklarını oynata — oynata güldükten sonra, öpmek için elime sarıldı. Gözleri yaşla do- luydu: — Ah efendim... Halük Beyciğim.. Bilmezsin bu tesadüfe ne kadar sevindim.. Seni ne kadar özle- miştim.. Harp bu!.. İnsan eşi dostu kaybediyor.. Ya- ralandın mı paşam.. Vah vah!.. Neyse hafif geçir- diğine çok şükür.. Maşallah iyisin de!.. Geveze tabiatını bildiğim bu tuhaf adam, eski bir âşinaya tesadüfün bütün sevincini gönlüme doldur- muştu. Ona öteden beriden sualler sormağa başla- dım. Fakat bu sualler yalnız harbe ve kendisine dairdi. Pek uzun sürmiyen bir muhavereden sonra, Şerif birdenbire dedi ki: — Beyim, siz hiç “Erzurum,, tup aldınız mı?.. Yerimden sıçradım: — Ne dedin?. “Erzurum,, damgalı mektup mu?. Yoksa bu haltı sen mi yedin?.. Şerif suçlu bir tavır takınmıştı. Ellerini uğuştu- rarak yalvarmağa başladı: — Beni affet Halük Bey.. Vallahi bu iş bilerek olmadı.. Dalgınlığımı bilirsin.. Bütün kabahat şu sersem kafamda!.. Vâkıâ aksi tesadüfler de oldu ya! Onu kolundan yakaladım ve yanımda duran bir iskemleve oturttum: — diye bağır- damgalı bir mek- Yalnız bir tüp kullandıktan sonra aynaya bakınız RADYOLİN Mükemmeliyeti hakkında en son ve doğru sözü size o söyliyecektir. # Bembeyaz, piril piril parlayan diş- ler, tatlı bir nefes, pembe, sıhhatli diş etleri, temiz bir dili mik- ropsuz bir ağız... İşte RADYOLİN in eseri! Bugünden itibaren sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra Günde 3 defa RADYOLİN KULLANMAYA BAŞLAYINIZ. ĞALA iriredenizasdandala' e S9 Cei Sei lli BN ea EETSR T EER FD Bi PR MEh H P P NEVROZİN Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık, ve bütün ağrılarınızi derhal keser. İcabında günde 3 kase alınabilir. MDKON D VA DAVETİYE Jlkbahar ve yaz mevsimleri münasebetile salonlarımızda teşhir ettiğimiz SON MODA ve ZENGİN çeşidlerimizi görmek için Galata EKSELSYOR büyük elbise ticarethanesini ziyaret etmeniz menfaatiniz icabıdır: KADINLARA son moda mantolar, pardesüler ve ipekli muşambalar ERKEK ve ÇOCUKLARA her nevi Hususi dairemizde ISMARLAMA KOSTÜM ve PARDESÜLER Teşhir ettiğimiz mallar.rekabet. kabul etmez. TAKSİTLE muame-; lemiz her yerden elverişlidir. , EKSELSYOB büyük elbısc tıcucüıanesı kostüm ve pardesüler, her cinsten en iyi yerli ve İngiliz kumaşlardan , diroktörlüğü — İstanbul Sıhhi Müesseseler Arttırma ve Eksiltme Komisyonundan : Heybeliada verem koltuğu açık eksiltmeye konulmuştur. 1 — Eksiltmesi 14.4.939 cuma günü saat 15 de Cağaloğlunda Sıhhat ve İçtimai Muavenet Müdürlüğü binasında kurulu komisyonda yapı- lacak olan 300 adet Sinema JAp 2 — Muhammaen fiyat: Beher koltuk için 10 lira 75 kuruştur. 3 — Muvakkat garanti: 241 lira 88 kuruştur. ş 4 — İstekliler şartname ve nümüuneyi her gün komisyonda görebi- 5 — Istekliler cari seneye ait ticaret odası vesikasile 2490 sayılı ka- nunda yazılı vesikalar ve bu işe yeter muvakkat garanti makbuz ve- ya banka mektubu ile birhkte belli gün ve saatte komisyona gelme- (2121) — Bana her şeyi açıkça ve bir noksansız anlat!.. Seni dinliyorum, dedim, Kekelemeğe başladı: — Şey.. Eferdim.. Beni askere aldıkları zaman doğrudan doğruya Erzincana sevkettiler.. Yola çık- madan bir gün evvel garip bir tesadüfün yardımile eve uğrıyabildim.. Bu meyanda yalıyı da ihmal et- medim.. İşte.. Öteden beriden konuşuldu.. Gelin hanım.. Yani şey.. — Her neyse.. Sana bir mektup verdi değil mi?.: — Evet efendim.. O sıralarda sizin Erzincanda bulunduğunuzu bir yerden haber almış.. Bana rica etti... “Postada belki zayi olur. Kuzum Şerif efendi sen bu mektubu kendi elinle Halük Beye teslim et!..,, dedi. Ve son derece müstacel olduğunu da ilâ- ve etti... — Sönra?!.. — Sonra.. Ah sersem kafam.. Mektubu alıp İç ce- bime yerleştirdim.. Fakat Erzincana geldiğim — za- man, siz Erzuruma gitmiştiniz... Bu suretle mektup unutuldu, kaldı.. Aradan aylar geçmişti.. Ben Er- zurum hastanesine verilmiştim Siz ise çoktan, Er- zurumdan ayrılmış bulunuyordunuz... Bir gün ağır yaralanan bir yüzbaşı hastaneye getirildi. Adamca- ğızın yaralarını sardık, lâzım gelen tedavisini yap- tık.. Bir kaç gün sonra, umulmaz bir süratle iyili- ğe dönmeğe başladı. Artik çenesi açılmıştı. Her halde o da benim gibi konuşmayı çok seviyordu. Yaptıkları harplerin teferrüatını, bu meyanda gös- terdiği yararlıkları anlatırken; “Mülâzim Halük ta yanımdaydı.. Mülâzim Halük ta filân şeyi yapıyor- du..,, deyip duruyordu. Birdenbire aklım başıma geldi ve mülâzim Halük'un kim olduğunu sordum.. — Anlattı.. Eşkâlini, yani eşkâlinizi tarif etti. Artık tereddüt edemezdim.. Derhal bildirdiği adrese mek- tubu zarflayıp gönderdim.. Çai M (Devamı var) Tet i AA Va di ! j MEV C PN

Bu sayıdan diğer sayfalar: