| Bir Şeyhislâ Vasi Âli Rıza beyin Samatyada, Arap kuyusunda Nuri bey sokağındaki €vini pek kolaylıkla buldum, bul düm ama kapısına sokulmağa ce- Saret edemedim bir türlü, çünkü <vin bulunduğu sokağın iki başla- Tında, birbirlerine karşı cephe al- MIŞ sokak köpekleri gibi, azılı ve il çorarlar duruyordu. Biraz (Sdbirli bulunmasaydım, içlerinden Selâl adlısı, az daha beni tanıya- cak Ve üzerime salıp dalayacaktı. ar savuştum oradan, Biraz sonra Silivrikapıda es - Ki dostlarımdan bahçıvan Bulgar Vasilin bostanında idim. Birdenbi. İS beni tanıyamajan ve bir hoca- : toprağına bastığını uğur saya- ak güler yüzle, bostan kapısına doğru koşan Vasil karşısında beni e afallamıştı. Çok iyi kalp- bir adam olan muhatabım kendi »İ hemen toplamış ve: — Ooo Sadık hoca, Hoş geldin. Bahçeme Halil İbrahim bereket leri getirdin. Gibi lâtifelerle bereber, kıyafe- timden kaçak gezdiğimi anlamış, kulübesinin kapısına © abanmıştı. Kuru dallarla ve karnıbahar sapla- Hile parlattığı ocağın başında biraz beşten, biraz da işgalelleri ve belediyecileri çekiştirdikten $onra ziyaretimin sebebini anlıyan asil, dostça bir tevekkül ile boy- nunu bükmüş ve: — Bir değil bin gece kalsan o- damda yüksünmem senden kaptan. Cehenneme de yollasan giderim. Demiş, "hemşerilik saygı ve sev- kad, 8 Sermişti. Gece de Yanına aldığı bir işporta sebze ile kaymakam Al Riza beyin evine #idip, yazdığım mektubun cevabımı Betirmişti. Ufak bir bahçede alni- Hn terile ve payılarının kuvveti ile 8eçinen bu fakir ve faka: gözü tok adam, 0 gece beni misafir etmiş, ümit edilmiyecek şekilde de ağırla- Miştı. Ertesi sabah, ayrilırken, a- Yucuna sıkıştırmak istediğim bir İngiliz lirasını, pek yerinde ve çok Yakışıklı bir itiraz ile geri çevirişi beni het kızartmış hem de duygu- tandırmıştı. Kaymakam Ali Riza beyle, mek İubumda randevu yeri olarak gös- terdiğim Kazlı çeşmede Ermeni hastahanesinin yanındaki şimendi- İer köprüsü altında ve tam vak» tinde birleşmiştik. Sığındığımız bir bostan hendeğinin içinde, Zeytin- ui fabrikasından Karamürsele Beçirilecek (silâh ve cephanelerin kapsül ve fişek makinelerinin, İş Belcilere ve onların gözeülerine Sezdirmeden taşınması suret ve şe- killerini kararlaştırmıştık. Nakliyatı düşman gözlerinden “orumak ve icabında boğuşmak va #esini, çetemdeki arkadaşlardan Bulgurtulu Mevtüt pehlivan, Üskü- dar askerlik şubesi reisi binbaşı 'ehmet Beyin arabacısı Mehmet Ali, kunduracı Mecit, kesici Meh- met, Çerkes Rüştü, Sırrı, Küçük Yamlıcalı Aziz, Karamürselli Boş- Mak Asım ve Kara Mehmede ver- Mistik, Karakol cemiyetinin de ayrıça Attığı 4 arkadaşla © kuvvetlenen gizli ekip hemen sahaya atıl MIŞ, nakliyat oyunu başlamıştı. Gayretli delikanlılar, Zeytinburnu Karamürsel arasında, mekik gi- * durmadan dinlenmeden işliyor, Anadoludaki kardeşlerine silâh ve “ephane yetiştiriyorlardı. B U sırada ben meydanı müsait bulmuş, yine Alemdağı yolunu tutmuştum. Maksadım istirahate çe kilen arkadaşları toplamak, ilk İş olarak ta, Şiledeki bakkal Todori hâdisesi münasebetile ele çeçen VE Şile hapishanesinde inliyen ars kadaşları kurtarmaktı. Gerçekten sadık bir dest olan Kosoyla orman memuru Serezli Msutafa bey, yeni kıyafetimle be- Mi cidden bir seyhülislamı imzen- hele Zeytinburnu fabrikası müdür muavini Ali Rıza Bey direcek şekilde karşılamış, ağırla- muşlar, hemen adamlarını köy - lere salarak arkadaşlarımı bana ve beni arkadaşlarıma kavuşturmuş- lardı. Bütün arkadaşlar, zalim kuvvet- lerin aramızdan ayırdığı üç arkada- şı kurtarmak hususundaki teklifimi canla, başla kabul etmişlerdi. Ya- pacağım hususi bir teşebbiis müs- bet netice vermediği takdirde, Şi- leyi basmak, yalnız arkadaşları de- Bil, bütün hapisleri zorl almak kararını da vermiştik. O gece Alemdağından ayrıldık arkadaşlarımı göz hey şanın Libade köyü yakınındaki çif liğine yerleştirdikten sonra, 0 za- manlar Üsküdar müddei umumisi olan Mazhar beyin Maltepedeki köşküne uzandım. Eskidenberi ta- nıdığım, memleket ve milletine karşı beslediği yüksek muhabbet ve hürmetini bildiğim Mazhar bey, arkadaşlarımın kurtarılması için yaptığım teklif ve ricayı kabul et- mek âlicenaplığını gösterdi. Yalnız bu husus için, bir defa da Üsküdar müstantiği Yordanaki »fendi ile gö rüşmemin ve onunla da münasip bir şekilde arlaşmamın gerekli ve faydalı olacağını söyledi. Yordana- ki efendi, Üsküdarda Bağlar bs- sındaki evinde beni cidden bir hâ- kime yakışacak ağır başlılık ile kabul etmişti. o (Devanu var) kimi Esat pa * Bir okuyucunun mektubu: 21-2-939 günlü Tanın Sual Cevap sütununda Bulgar Sadığın yazıların. da hayal karışık olduğuna zahip o lan arkadaşımıza Sadık Babayı te- yiden biz de bildiklerimizi söyle mek İsteriz. Menlik, Demirhisar ve Siroz havalisinde Makedonya komi telerinin takibatı dolayısile cereyan eden vâkınlarını, dağa kaldırılan A- merikalı Mistonun O fidyei o necatı- na mukabil pek mahirane aldığı on beş bin lira hakkındaki hatırattan başlıyarak Menliğin Dereli Müslim köyünde Sandaneski çetesini imha ederken cinsinden aldığı yaranm te- davisi için Selânik hastanesine gi- dinceye kadar hikâye ettiği bütün müsademe, takibat ve tenkilât vâki. alarında ilâve edilmiş fazla bir k lâm ve bir hayal görülmemiştir. 316 'dan 324 e kadar her sene için Menlik kazasında silâh altında seferber bir hayat geçirdiğimiz sebeple bunlara vukufiyetimiz vardır, Bu müsademe- lerin birçoğunda bizzat bulunmuş Antebin Akyol mahallesinde iki göz- den mahrum olmuş Kör Mehmet A- li, görüştükçe hâlâ bu müsademeleri saymaktadır. O sıralarda Menlik kaymakamlık- larında bulunmuş Muslihuddin Adil, General Kâzım Özalp ve Leskovik eşrafından Rauf ve Demirhisar kay- makamı Mustafa Arif, Razlık kay- makamı ve bilâhare Drama mutasar. rıfı bulunmuş şimdiki Dördüncü n Gibi Ağırlanıyordum! , Bostanına Bir Hocanın Girişini Uğur Sayarak Hemen Kapıya Koşmuş, Beni Sevinçle Karşılamıştı Bomba sandıklarını Karamürselde Dayı Mesuda teslim eden Sırrı Ef, Müfettiş oTahsin Uzer gihi ha hazırda o büyük © adamlarımız da bu başarılan işlerin çoğunu bildikle- rini saniyoruz. Diğer vâkıaları bi- lenler de söylesinler. Bu babayiğit arkadaşa Türklük namma tarihte hir yer ayırmak doğru olacağını ortaya | sürmekle hürmetlerimizi sunarız.” Selâniğin Demirhisar mübadil. | lerinden Boru nahiye kâtibi sabıkı, Gaziantebin Akyol ma- hallesinde Mektep üstü cadde- sinde 57 numaralı hanede Namık Demir HİKAYE EŞLER skere gitmemek için Halil A- ğa doğuştan kötürüm olan Zehra ile evlendi. Zehranın epey- ce malı da vardı. Halil Ağa hemen bir aktar dükkânı açtı, Bütün ken di yaşıtları Yemende sürünürler - ken o mütemadiyen dünyalık bi - riktiriyordu. Altı çocuğu oldu. Be- şi öldü. Birsıska kızı yaşadı. Bu Kezban adlı kız babasının bütün servetine varis oldu. Çil Alinin tarlası vardı. Bu bir. Bir de kendisi vardı. Etti iki, Mal canın yongası derlerdi. Çil Aliye göre can malm yongası idi. Kendi- si insandı. Acı patlıcana kırağı vur mazdı. Fakst ekine kırağı vurabi- lirdi. İşte meselâ şimdi ihtiyarla « mıştı. Romatizmadan kolu bacağı tutmuyordu. Neyse oğlu Süley.» man askerden geldi. Oğluna “hemen evlen. Çünkü tarlaya insan lâzım olacak, de- di. Oğlu da bu fikri doğru buldu. Halil Anğaların Keziban hastalık» lı idiyse de parasi vardı. Süleyman Kezbanın parası ile satın alacağı dört tarlayı yine Kezbanın doğu - racağı çocuklarla belletip çapalata- caktı Hayalinde çocukların hep bir tarlada sürüp, çalıştıklarını, kız - ları da, sığır sıpayı yedekte sü - rüklediklerini, veyahut & sopayla kışladıklarını, gübre kümesinin de ev damını aştığını görüyordu. Evlendi. Kezban hep ikiz ikiz doğuruyordu. Fakat bitişik ikizler. Bunların hepsi çifter çifter gö - beklerinden birbirlerine bitişikti - ler, Hem de ameliyatla ayrılamı - yacak tarzda. Çünkü her çiftin karnı birdi. Sonra daha fenası. Bu bir karınlı iki kafalı yürekler acısı inahlük - LOKMA EU N ““HEKİMİN TLERİ APANDİSİT KİMLERE GELİR? Apandisit adı, heniiz otuz kırk yıllık, yeni bir şey olduğu halde şimdi bütün dünyada en meshur hastalık budur. Bu kadar şöhret bulmasında onu Ilkin Amerikalı o- peratörlerin tanıtmış olmalarının tesiri bulunmakla beraber, söhre- tin asıl büyük sebebi, şimdiki İn- giltere kralının o büyük bahası VI nci Edvard'm 1901 yılında tahta çıkmasından biraz sonra - 0 zaman adı peritiflit İle apandisit arasmda müşevveş kalan - bu has- talığa tutulmuş olmasıdır. O kralın annesi Kralice Viktoryanın altını; yıldan daha uzun süren saltana- tında, taç takınma alavmı seyret- mekten mahrum kalmış olan İngi- Yizlerle onların dostları tam da yve- ni bir alay seyretmeğe hazırlanır larken yeni kral gene hastalığa tutulduğundan alay gecikmis ve bütün âlem onu merak etmisti. O zamandanberi apandisit şöh- retinden hiçbir sev kaybetmemis- tir. Her hangi bir yerde, adı bel- Ni bir adam bu hastalıktan ameli- yat edilince bunu duyan hircok kimseler, hastalığın kendilerinde bulunup bulunmadığı merakına düşerler. Operatörlerin yaptıkla- ri en çok ameliyat apandisltli has- talar üzerinde olduğuna göre on- dan korkmak pek te haksız say lnmaz. Bir zaman, onu daha ziyade An- glosakson ve İslâv ırklarından o- lanlara musallat olur, derlerdi, Fa- kat sonraki istatistiklere göre hastalığım erk ayırdetmediği anla- şılmaktadır... Yüzde kırk nisbe- tinde soya çeker hastalık olduğu hâlâ kabul edilir, Onun icin <6 yunda bu hastalığı gecirmis biri bulununca tetik davranmak olur. Pek küçük, beş yaşından asağı çocuklarda pek nadir olur, derler, O yaşta çocukların karnı pek cok şeylerden ağrıdığı için belki baş- ka bir hastalıkla karışır. On beş yaşımdan daha küçük çocuklarda görülen apandisit hastalığı üzeri- ne tutulan bir istatistiğe göre, 200 cocuktan yalniz 24 ü beş yasmdan aşağı, 82 si besle on yaş arasında, 94 ü onla on beş vas arasında bu- Tunmustur, Demek ki cocuk büyü- dükee karın ağrısı daha büyük e- hemmiyet alır, Bu ehemmiyet r0- cuk büyüdükten sonra da, otuz va- şma kadar devam eder. O yaştan sonra apandisit hastalığma tutu- lanların sayısı azalırsa da, seksen yaşında bile tutulmuş olanlar var- dır. Yalnız bir nisbet farkı. Kadmla erkek nrasında da bu hastalığa “karşı ehemmiyetli bir nisbet farkı vardır. Apandisit sö- şünü işitince onu en ziya de merak edenler (osinirli ba- yanlar olduğu halde kadınların bu hastalığa tutulmak şansı, ya hut sanssizliği varı yartyadır. İs- tatistikler iki erkeğe karsı bir ka- dın gösterirler... Apandisit hasta- hığma tutulanlar hirbirlerile ev- lendirmek hatıra gelmediğinden (bu usul ancak, eskiden, miskin illetine tutulanlara tatbik edilir. di) bu nisbetsizlikten telâşa dülş- meğe de lüzum yoktur... Bu yastakilere de apandisit, ta- bii, durup dururken gelmez. Has- talığın adı veni çıktığı vakit, apan- disit hastalığma tutulanlar kiraz yerken cekirdek yutarlar, sonra dans ederken onu npandis İçerisi- ne kaçırırlar da ondan hasta olur- lar, diyenler olmuştu. Bunun üzeri ne hastalığı, apandisi içerisine, toplu iğne, diş fırçasınm kılları kacmasından ileri gelmesine bağ- yanlar da çıkmıştı... Vâkıâ kiraz çekirdeğini de. öteki tuvalet eşya» lışlıkla yutan yek de- in 'abancı cisim” girebilir, bar- saklarda hasıl olan kumlar bile, Fakat bunlar ancak O mikropların apandis içinde İhap yapmasını kolaylastıracak ikinci | derecede sebeplerdir. Asıl büyük sebep mik- roplardır. Hangi mikroplardan apandisit gelebileceğini merak ederseniz, bu hastahğa sebep olarak sayılan mikropların coğu henüz ne olduk- larını bilmediğimiz. grip, kızamık, kızıl, rümatizma, kabakulak has- talıkları, yahut bayağı bir çıban yapan mikroplardır. Adları belli olan daha başka mikroplar da a- pandisit hastalığı yapar, diye sa- yılırsa da. barsakların içinde bu- İlnan ve her vakit kendilerile hosça geçindiğiniz mikroplar, işi arıtmca, İltihap yapmağa yetişir. Yazan: ların her birisinin huyu başkaydı. Siyah ile beyaz karışırsa kur - şant olurdu. Fakat bunların huy- ları hiç karışmıyordu. Daha ziya- de karası kara, akı ak çizgiler teş- kil eden bir hind kumaşı gibi idi - ler. Biri sülerse öteki ağlıyordu. İlk çifi doğunca babaları Sü - leyman işi alaya boğdu. İnsanla - rın bir sözü bir öz olur. İşte ben daha kârlıyım. Bir özlü çift söz - lü çıkarttım; diyordu. Ne var ki ondan sonra doğan - lar da dünyaya hep bitişik ikiz o - larak gelmekte devam edince Sü - leymanı bir tasadır aldı. Göbekle- Tİ anadan doğma birbirlerine bağ- Tı olanların içtikleri su ayrı git- miyordu. Amma ikiside” beraber çalışamıyorlar, bir iş göremiyor. lardı. vu çifter insanların birisi su- mayınca, öteki konuşamı - yor, birisi gerilemey'nse öteki i - lerliyemiyordu. İşte bundan dola- yı ikisi de yengeç gibi yan yan se- kiyorlardı. Çocukların her biri te - peden tırnağa iki ayakb bir ahenk olacağına, dört (ayaklı iki kafalı bir tezat oluyorlardı. Tarla larsa bakımsızlıktan yöhana gidi - yorlardı. Doyurulacak karınların çoğalmasına bedel; toprağı kazan bir kul yoktu. Sileyınanm canı fe na sıkılıyordu. Çünkü bunları bo - şu başuna yedirip içirmemeliydi. Süleyman karısına içerliyor - du. Neden başka kadınlar gibi do- Buramıyordu da çifter çifter karga cık burgacık çocuklar çıkartıyor - du? İşte böyle düşüne düşüne köy kahvesine vardı. Kahvedekiler o - na bıyık altından güldüler. Yahut Süleymana öyle geldi. Süleyman bir ikisine fena çattı. Ve neticede güzel bir dayak yedi. Hem kendisinin #lemce te - fe konmasına, hemde elâilem. den dayak yemesine sebep olan ka rısı idi. Gidip ondan hıncını ala - caktı, Evindeki hava bıçakla kıyım ki- yım kıyılacak kadar karanlık ve kasvetliydi. Süleyman © karısınm nerede olduğunu sesinden anladı. Bir nacak saldırışı ile onu öldür - dü. Yan yana yürüyen ikizler rüz gürda eski püskü sarkan elbisele - riyle korkup kaçan birer bostan korkuluğuna benziyorlardı Evden dışarı fırladılar ortalık köpek gibi uluyuşlarla doldu. Köy karmaka- rısik oldu. Arada beş yaşındaki Hüseyini bir akrep ısırdı. Akrep on yaşına kadar, çocukları mutla « ka bir saatin içinde öldürüyordu. Akrebe karşı doktor Erlikin a- şıları, ancak kaza merkezinde var- dı. Kaza merkezi ise köyden üç sa- at uzaktaydı. Oraya telefon ettiler. Merkezde de otomobil vakmuş ak- si olacak o gün köyde ne bir atne de bir eşek vardı. Hüseyinin baba- sı oğlunu koynuna basınca yola fır ladı. Adam olanca gücü ile koşuyordu Çocuk evvelâ ağlıyor kıvranıyor - du. Sonra sustu. Her tarafı morar- dı. Arasıra silkiniyordu. abası Halikarnas Balıkçısı cuğun ölmek üzere olduğunu sa - niyordu. Fevkattabii bir gayretle koşuyordu. Çocuğuna baktı. Çocu- ğun ağzından köpük çıkıyordu. Sarsılışları git gide aralaşıyordu. Adamın ayağı bir taşa çarptı. Ye- re devrildi. Bacakları kan revan ol du. Yine koştu. Çocuğu yavrum ö- lüyor musun diye yüzüne tuttu, Çocuğun kararan göz yuvalarmın dibinde, kara kaşlar arasında yal- niz durgun göz akları görünüyor « du, Herif “Amanin! gidiyor,, diye bir çığlık saldı. Sıçrarlı. Çocuk bir kere daha silkindi. Babası yüzünü yüzüne getirdi. “Hah nefes alıyor daha,, dedi. Olanca kuvvetini ba- caklarına verdi Çocuk artık silkin- miyor, faket geriliyordu Babasmâ çocuk son nefesini veriyormuş bi geldi. Adam hem koşuyor hem çocuğu dudaklarından — öpüyordu. Adam göğsünde bir ağırlık duyu - yordu. Tam soluksuzluktan ceği zaman önünde bir hırıltı duy du. Bu, kazadan, otomobili - ne binerek, serumla o yetişen doktordu. OHemen vol orta - sında serumu yaptılar. Doktor ço- cuğun babasına “korkma bir saat yağa kalkıp hiç bir şey ol- sonra, adam a aldı, ve de- yolunu Akşamdı artık uzakta Rados adası yağlanıp ilâçlanan bir ekzama gibi işıldıyordu. oraya seyyahlar gelir- erdi. #eyyanıar naxixaten seyyaa ve geçici idiler. Paris ve Lon- dra mağazaları ve tüccarları yüz gözlerini, üst başlarmı pa « ket sarmış gibi sarıp sar « muladıktan sonra, onları, et dolu ebiseler halinde, otomobillerle terenlerle, vapurlarla dünyayı do laşmağa yollarlardı. Şimdi adanın lüks otellerinde akşam yemeği me- rasimi hazırlanıyordu. Yüzlerce garsonlar ve aşçılar, adları tamtı- raklı aşlar piştriyorlardı. Binlerce banyolar edilmektey - di. Binlerce erkek, kırayatlarını ayna karşısında çekip çekiştirmek- te, binlerce kadın ayna karşısında yüzlerini yapıp hazırlamaktaydı - lar. Hemen neredeyse, bol bol yi- yecekler, bol bol içecekler, dan - sedecek, flört edecek, kumar oy - nayacaklar ve nihayet geç ve rü - yasız bir uykuya dalacaklardı. Hüseyinin babası o gün köyde olup bitenleri ve şimdi karşıdaki pırıltılsrin ona bildirdiklerini düşü nüyordu. İçinden “ne olacak in - san değil mi, tahakkuk etmeyen intizarlardan, erişilmeyen ümit - lerden, tatmin etmeyn gayeler i- gin uğraşıp didinmekten, kaygu - lardan vahşi arzulardın. yahut boş gösterişten, hiçbir şey yaratma - yan, yapmayan, bir lüksten do - kunma bir ayat!,. diyordu. Çocuğu | oynunda oynadı. O ha Yata dönüyordu. Çocuğumu kurta. ran o Erlik serumu adamın aklına geldi. Çocuğu sağdı ve yuşayacak-