(Hikâyeden Mabaat) BIR HIRSIZ (Başı 5 ıncida) cemiyet içinde yaşıyoruz ve buna mecburuz, ceriiyetin sükünunu ve hayatı müşterekesini efali gayri zaeşrualarile ihlâl edenlere olcemi- yetin bünyesine vermiş oldukları zarar ve ziyan nispet ve derecesine muadil ve müsavi olmak üzere te- za verilmelidir. (Maznuna bakarak ve onu göstererek) işte ancak bu sayededir ki, bu ve bunun gibi - redaati ahlâkiye sahibi olanlar 1$- lahıbal edecekler ve cemiyet haya- tında edep ve namusile yaşıyanla- ra da bir teminat verilmiş olacak- tır... Hiddetlenip mükâlemeyi bir nu tuk şekline sokan müstantik bey kalın bıyıklarını burarken — Bana bak bana... Ben ister - sem sana bu mali mesruku nere - den?... Ve nasıl?.. Aldığını... Birer birer ve tıpkı bir bülbül gibi söyle- teyim. LAf değil bu. Ben tam otuz üç senelik müstantiğim.. Otuz üç... Şimdi anladın mi sen? Maznun hayretle başını yerden kaldırıp: — Elbette Efendi Elbette. Dedi. Yalan söyliyecek değilsiniz ya... Müslümanlığın bi - rinci şartı doğru söylemek, ikincisi de inanmak imiş. Ben size inanıyo- rum, Otuz üç değil belki kırk se nedir bu masa başında böylece o- turur durursunuz?! Hem benim dediğim değil elbette sizin dediği- niz olur. Onun için nasıl isterseniz. öyle yapınız! — Sus... Sus, Kâfi... Yeter artık! Müstantik sonra kapıda bekliyen iki jandarmaya dönüp: — Götürünüz! Diye bağırdı. Sıska, omuzları çökmüş, orta boy lü bir adam iki iri süngülünün orta sında dışarıya çıktı, Hazretleri... arar günü kasabanın ufak mahkeme salonu maznu » nun arkadaşları ve tanıyanları ta- rafından doldurulmuştu. Ona kasabada; “kaygusuz oğlan,, derlerdi. Senenin alti ayını şunun bunun tarlasında çalışmakla müte- bakisini de kahvelerde, pâzâryerin. deki berber dükküntarında delido- Ju konuşmak we-akşamları “havuz Iu bahçede,, masa kurmuş akşam- cıların sofrasından birkaç kadeh iç mekle geçirirdi. Hayatta ne yemeği, ne gezmeyi ve ne de giyinmeyi düşünmiyen bu delikanlı, bu işi neden yapmış- 117 Şimdi hükümet kapısından ya- kasını kurtarabilecek miydi?.. Mahkeme birkaç şahit daha din- lendikten sonra kararını verdi. Ve başkâtip ayağa kalkıp tam üç eso- ricedit süren ve otuz beş dakika devam eden; anlaşılması güç uzun ve terkipli birtakım cümlelerden mürekkep olan bu kararı okumuya başladı. Bu sırada maznun bermu- tat caketinin düğmelerile, şalvarı- nın uçkurile oynuyor ve İnadına gelip yüzüne gözüne konan iri bir at siheğini kovmakla meşgul bulu- nuyordu. Yalnız bir aralık kulağı» na “hapis,, ve “mahpus, sözleri & lişti. Ve gözlerinde hükümet mey danıhın arkasındaki büyük, sarı bâ danalı hapisanenin hayali canlandı. O bazı yaz akşamları tarlalardan, omuzundaki tırpani ve elindeki ki rık, saplı-su testisi ile dönerken bu- radan geçerdi. Ve akşamın indiği bü saatlerde, demir parmaklıklı pencere içlerine oturmuş, beyaz benizli siyah sakallı mahpusların şarkı söylediklerini, saz çâldıkla- rını duyardı. Neden onu da oraya kapatacaklardı? İşte bunu bir türlü anlıyamamıştı. Kimsenin malınâ göz dikmemiş, kimsenin canıma kıymamıştı. Aklına bir türü pazar içinde satılığa çıkardığı kaz palazla rile bir babahindi gelmiyordu. Çün kü o bunları Osman ağadan; tarla” sindeki iki aylık çalışma ücreti o- lan dört buçuk kâğıtlık alacağına mahsuben almamış mıydı? O hak de bunları satmak suç olamazdı. Pe ki suçu ne idi? Bir aralık bunu ans lamak ve sormek istedi. Fakat bü sefer de reis beyi kızdırabileceği- ündü. Zaten bunu sormıyâ da ne İizum “vardı, Onlar elbet ne yaparlarsa herşeyin iyisini ve ha- yırlısını yaparlardı?! Şimdi gene gözlerinde hapisa- ne ve kulaklarında mahpusların şarkıları ve sazları vardı. Ve her nedense gözleri kararıyor ve hafif ten başı dönüyordu. İşte o bunları düşünürken sert ve kalın bir ses kulaklarını “gıcıkladı: — Ben bir türlü bu adamın na- sıl bir adam olduğunu anlıyama - dım. Deli midir.. Divane midir?. akşamdan içip te kaldığı nasıl belli, Samlin sıralarının önündeki tah ta parmaklıklara dayanmış kısa boylu, gri pardesülü müstantiğin bu sözleri üzerine etrafını saran ha yallerden ve seslerden silkinerek sıyrıldı. Ve iki süngülü kendisini kapıya doğru sürüklerken henüz terlemiş $arı bıyıklarını çekerek; yavaşça: — Hah şimdi anladım. Dedi. Töv A Run sonu işte budur, i mahpusaneye tikarlar, — —— KAYIP — Beyazıt nüfus daire- sinden aldığım nüfus kâğıdımı ve kendimeait bazı evrakımı kaybet- tim, Nüfusumu ve evrakımı bulup Kaner. anı böyle İgetiren memnun edilecektir. Aksi takdirde yenilerini alacağımdan hü- kümleri yoktur. Mahmutpaşada Çakmaçılar yoku- şunda Sünbüllü han odabaşıs 330 doğumlu Nusrettin Atadan ZAYI — Istanbul Defterdarlığı- na teminat akçesi olsrak yatırdığım kırk liralık tahvilâta ait 24/4/936 tarih ve 3/99 No. lı makbuzumu za- yi ettim. Bedelini tahsil edeceğim- den zayi olan makbuzun hükmü yok- tur. Galata Makaracılar caddesi 20/24 Ragıp Kutman (Aş irkiyede sar) Kanun Hakimiyeti (Başı 1 incide) temizlik ve emniyet hüküm sürme- sini her şeyden üstün tutan ileri ruh- lu, yüksek rejimlerden biri olduğu- nu bir defa daha ortaya koymuştur. Kemalist rejimin, ; üzerine aldığı yüksek tarihi mesuliyetler bakımın- dan başka türlü hareket etmesi ha- tıra bile gelemezdi. Türk rejiminin iki türlü vazifesi vardır: Birincisi eski idarelerin ih- mmallerini az zamanda. tamir ederek Türk milletini, her bakımdan lâyık İ olduğu mevkie çıkarmaktır. İkincisi de demokrasi sahasmda yepyeni bir tecrübe başarmak ve dünyaya örnek olmaktır. Bu tecrübe de; sınıf ve zümre menfaati tanımı- yan bir millet içinde umumi menfa- sti, kanuni, tesirli bir mürakabeyi hâkim kılmak ve milli birliğe daya- han plânlı ve devamlı bir milli si- yaset tatbik etmektir. Yani demok- rasileri zâfa düşüren âmillere karşı Türkiye bir tedavi ve şifa yolu bulk muş ve bu yolda ilerlemiştir. Şiddet üzerine değil, kanaat ve sevgi üze- rine birlik aramıştır. Vatandaşlara müsavi hak ve fırsat temin etmek, hususi menfaate karşı hassas setler kurmak, müspet manada Omüna- kaşa serbestisi üzerinde titremek, mürakabeye kıymet vermek sureti- le insanlık için güzel bir tarihi ağır açmıştır. ürkiyenin tuttuğu bu yol; kuvvet israflarının önüne ge- gen, birlik ve ahenk uyandıran, te- mizlik ve berraklık temin eden ya- Tatıcı bir yoldur. Bu güzel çerçeve içinde; umuma sit hak, menfaat ve fırsatları istisnai şekilde kendilerine ayırmaya çalı- şanlar, Kemalist Türkiyede kanun- ları ve umum! menfaatleri bozmanın cezası çok ağır oldğunu, muvakkat| hususi ve şahsi menfaatler mukabi aMĞE “ÇOK “üçer veuerrer — ÖĞENAYLİNN mutlâka Keşfederler, Türk milletinin karşılaştığı yük- sek tarihi fırsatları kendi şahsi men- İaatleri namına körletecek, ahenk ve itlmadı sarsacak yoldâ hareketlere cüret edenler Türkiyede hiçbir mü- samaha bekliyemezler. Kendilerine| acınmaz. Çünkü onlardan çok evvel, | bu kadar ıstıraplar çeken millete a- cımak lâzımdır. Türk vatandaşları için devamlı su- rette kâr ve İstifade temin eden ye- gâne yol; zekülarımı, istidatlarını, te- şebbüs kudretlerini müsavi hak ve fırsat çerçevesinin-haricine çıkarma» ya uğraşmamak, kendi menfaatlerini umumi menfastle bir hizada giden, yollarda aramaktır. de niyetinde olduğunu, İngiliz hükü- İMussolininin 30 martta söylediği nu- Nazileri Ayaklandılar (Baş: 1 neide) sif edilmektedir. Çünkü bu eleman- larin ekserisi, hakiki ekalliyetleri temsil eden kimseler değildir. Kar- gaşalık yâlnız ekalliyetleri arasında kalmamakta, partiler de dehşetli bir anarşi içinde bulunmaktadır. Geçenlerde Heinlein'in — parti birleşmek istediğini ilân eden Alman demokrat liberal partisi de bir beyan name neşrederek müstakil kalmaya karar verdiğini ilân etmiştir. Polonya sosyalist partisi Polonya blokuna iltihak etmek istememiş ve muhtariyet istiyenlerin taleplerine i- tiraz etmeye karar vermiştir. Südetlerle müzakereler Diğer taraftan hükümet te Südet lere karşı gittikçe daha mülayim dav ranmaktâ devam ediyor. Bu arada Südetlerin taleplerile bir Çekoslovak hükümetinin verebileceği azami im- tiyazları telif etmek üzere Heinlein'in partisi ile istişarelerine faaliyetle de- vam etmektedir. Öğrenildiğine göre Südetler henüz muayyen bir plân tevdi etmiş değil dirler, Görünüşe göre Almanyanın bu husustaki mütsleasını beklemektedir ler, İy! haber alan mahfiller, Berlin ta- rafından Helnlein'e verilen talimatın bilmukayese daha makul olduğunu beyan etmektedirler. —— (Başı 1 incide) nan siyasetin bütün memleket tara- fından tasvip edildikten başka, Bel- ki de Sovyet Birliğinin istisnasile bü tün dünyaca tasvip olunduğunu söy- lemiştir B. Chamberlain daha sonra, “Altı hafta içinde dördüncü defadır ki harici siyaseti münakaşa ediyoruz. Harici siyaset üzerinde yapılan bu tenkitlerin umumi seçimi hazırlama» sına İmgân yoktur. Muhalefet yalnız tenkit ediyor, fakat başka bir siya- set tavsiye edemiyor. Memleketir ilâhlar programanı tatbik ettiği imkânsızdır.” demiştir. Chamberlain;, siyasetini müdafaa ederken B. Hodza'nın, £ geçenlerde ylediği nutkunu huls davasına Kiz- met etmiş saydığını anlatan sözl tekra retmiş ve Milletler Cemi; nin halen hakiki kollektif emniyet sisteminin esaslarını verebilecek va- ziyette olmadığını teslim etmekle be raber, bu müessesedon azami istifa- metinin İspanyada ademi müdahale politikasından aslâ vazgeçmek tasav- | vurunda bulunmarığını ilâve etmiş- tir, Mussolini'nin nutku karşısında İşçi mebuslardan Arthur Hender - son, Noel Baker, Bayan Ratbon ve Corç Straus, hükümetin dikkatini B. Ahmet Emin YALMAN tuk üzerine çekmişler ve İspanyada 5-4-950 Anarşistler Barselonu Tahrip Ettik (Başı 1 incide) Londra, 4 (Hususi) — Ispanyadan gelen en son haberlere göre, tahmin edildiği üzere, Leridanmn asiler ta- rafından işgali, Frankist İleri hare- ketini hızlandırmıştır. Asiler, üç koldan Barselonaya doğ ru İlerlemektedirler. Akdenizden 15 mil mesafedeki Murel zaptedilmiş ve birinci Frankist kolu, bu cephe üze- rinden denize inmek için taarruzla- rını şiddetlendirmiştir. Lerida harbinde Frankistlete re- fakat eden Havas ajansı muhabiri, Lerida önlerinde yapılan muharebe- lerin çok şiddetli olduğunu, ve şeh- rin çok çetin taarruz bahasına elde edilebildiğini bildirmektedir. Franko kıtaları, ilk olarak ancak dün saat 13 de şehre girebilmişlerdir. Saat 17 de Büyük Kilisenin kule- sine Frankist bayrağı çekilmiştir. Le- ridanın top ve mitralyöz ateşinden çok müteessir olduğu görülüyor. Sol sahildeki Yenişehire bağlıyan büyük demir köprüyü berhava etmişlerdir. Leridanın zaptından evvel, Cümhu- riyetçiler tarafından en son teknik | esaslara göre, vücude getirilmiş alt- miş kilometre uzunluğunda çift hat ile dört tayyare meydanını ihtiva e-| den müthiş bir müdafaa sistemi ele geçirilmiştir. Bu müdafaa hattının da harp tekniğinin en son icaplarına uygun olduğu kabul edilmektedir. Adım, adım çarpışma Bir kelime ile Lerida muharebe- si, iki seneye yakın bir zamandanbe- ri korkunç bir şiddetle devam eden | Ingiliz Parlâmentosunda Gürültü tuk karşısında hükümetin hattı ha -| reketi ne olacağını sormuşlardır. B. Straus, bu nutka rağmen B Chamberlain'in İtalyan hükümetile | müzakereye devam edip etmiyeceğini | de sormuştur. Hariciye Bakanlığının parlâmento müsteşarı B. Butier verdiği cevapta, İspanyada muharip olan her iki tara- fın da dışarıdan gerek İnsanca ve ge- rek malzeme itibarile yardım gördü günün herkesin malümu bulunduğu nu söylemekle iktifa etmiştir. Stiraus, B 'Mussolininin ğunda wrar ve hükümetten cağını bildirmesini rica et in : Butler, İngiliz hükümetinin âdemi müdahale poltikasına sâdık kaldığı cevabını vermiştir B. Straus'un diğer sünline B. Cham berlain cevap vererek, İngiliz hükü- metinin İtalya ile müzakerelere de- vam kararında sebat ettiğini bildir- miştir. Bir tokatlama hödisesi Londra, 4 (A.A.) — Bazı işçiler hükümeti vaitlerini -tutmamakla it- ham etmeleri üzerine celse çok gü- rültülü bir şekil almış ve bu sırada muhafazakâr Bover, işçi mebus Şin- vele “Niçin Lehistana dönmüyorsu- nuz?,, diye bağırmıştır. Bu söz Üzerine Sinvel, Boverin Üzerine atılmış, tokatlamıştır. Sükü- net bis ölünce Bovar ve Şival bi- müdahaleyi alenen itiraf eden bu nu- ribirine tarziye vermişlerdir. itirafmın | Ispanya harbinin en şiddetlisi © tur, Her iki taraf da, dört gün b rin etrafında adım adım çarp lardır. Asi kuvvetleri, sol cen bulunan Cümhuriyet kuvvetleri rine mütemadi obüs, misket yağ mış ve çok küçük fasılalarla hil dan borübardımanda bulunmuşla! Büna mukabil Cümhüriyet kuvve ci, gece gündüz üç kilametre defi liğinde bir sahayı fasılasız bir altina almışlardır... » Bilhassa dün saat 18 de Cümh' yet küvvetleri görülmemiş bir detle mukabil bir taarruzda bul muşlardır. Bu taarruza 10 bin KiŞi yakın bir kuvvetle yirmi tank işti etmiştir. Göğüs göğüse, süngü güye, korkunç bir çarpışmadan ra Cümhuriyetçiler, geri çekilir mecburiyetinde kalmışlardır. Bilbaodan Frankist kaynaklaf verdiği bir habere göre, Franko Ki vetleri ileri yi devâm etmişler, ve Esera rieliri rindeki elektrik fabrikalarını iş muvaffak olmuşlardır. Bu fabrij lar, Katalonyanın en büyük sa merkezlerine elektrik temin etm te idiler. Son vaziyet, Ispanya cümhuri ın diğer bölgelerile Katalonyâ rasındaki muvasalayı tamamile dit eder mahiyettedir. Bizzat, General Miaha tarafınd! idare edilen Cümhuriyetçilerin Gü dalhar cephesindeki taarruzları kişaf etmektedir. Cümhuriyet ki vetleri, bugün de yeni muvaffsj yetlör elde etmişlerdir. Franko, İcephedeki kuvvetlerini, yeni aski İve tayyare kuvvetlerile takviye İmiye mecbur kalmıştır. Madrit, bombardıman edildi Havas sjansı muhabirinin Mi ritten verdiği bir habere göre, dü | akşam saat 18 den 20 ye kadar hir şiddetle bombardıman edil: ilkbahar güneşinden istifade için gezmiye çıkanlarla dolu ol şehrin başlıca sokaklarına birçok © İbüsler düşmüştür. Bombardıman # tieesinde Kortes sarayı etrafınd birçok binalar harap olmuştur. ölü, birçok da' yaralı vardır. si F ko tarafına geçmek istemiş, ve mültecilerinden, ancak 250 panyol beynelmilel köprüsünden £ çerek Frankist Ispanyaya gitmişiei dir. Diğer kısmı da yine kendi rsi larile, sonuna kadar Cümbhuriye! Ispanya için dövüşmek üzere lonyaya gönderilmişlerdir. Hood zırhlısı Barselonada İngilizlerin meşhur Hood zırh Barselonaya gitmiştir. Zırhlının giliz tebaasının tahliyesi işile meş olacağı anlaşılıyor. Bu bususta Isp yol hükümetile lâzım gelen tem yapılmıştır. Ingiliz tebaasının In ticaret gemileri Ispanya hudut İda uğradıkları taarruzlardan şikâğf etmektedirler. İngiltere hüküm asiler nezdindeki mümessiline şi di li bir protestoda bulunması için 1 mat vermiştir. Onunla aramıza giren renk renk, şekil şekil, boy boy mahlükları unutsam bile, bütün kâinatı bir ta- rafa bırakarak yalnız, kendi varlığının kudretile kalbimi kapıyan © büyük insandan, Fahir ağabey- den sonra artık ben Hasan için de, herkes içinde kaybolmuş bir insandım... Ara sıra Istanbula dönmek sözü olunca Hasan bempeyaz kesiliyordu. Zavallıya nekadar acıyor- dum; belki de Kolejli kuzinden uzaklaşmak için bir daha yurda dönmek İstemiyordu; zavallı Hasan, za- yıf iradesinin, her şeye kapılıvermenin; paranın, dahâ iyi yaşamak düşkünlüğünün cezasını nekadar ağır olarak çekecekti... Hasan hasta idi; onu bir budala, cahil kadının eli- ne bırakırken çocuğunu üvey ana eline bırakmış bir anne gibi üzülüyordum; belki kendi önümde ebedi saadet yolu açılmakta olduğunu bildiğim halde. Bir hafta içinde ben de hazırlandım; pasaportla- Tımı yaptırdım; her şeyim tamamdı; Kolejli kuzin Parise çıktığı gün, ben de Istanbula giden ekspres- le dönecektim. Nihayet, o gün geldi; sabahleyin Hasan daha yatak- ta iken ben bir bahane ile sokağa çıktım; doğru (Gar dö Liyon)) a, giderek Kolejli kuzini karşıla- dım. Beni önünde görünce şaşaladı; sarardı; ben ona dostça gülümsedim; bundan cesaret alarak bi- raz kendine geldi. Iki elinde iki çirkin çocukla şaş- kın şaşkın etrafına bakınıyor, besbelli Hasanı arı- yordu... YAL, —— — DONUYORUM YAZAN: ŞÜKUFE NİHAL — Hasan biraz rahatsız, sizi karşılamak için be- ni gönderdi; dedim. Bana yine hem kin dolu, hem utanan, sıkılan, bi- raz da korkak gözlerle baktı; söylediklerime cevap vermedi. Bir otomobile bindik; otele geldik; odamıza çik- tık. Hasan hâlâ tembel tembel karyolada yatıyor- du; odaya önce ben girdim; onlara dönerek: — Buyurunuz, Hasan burada, dedim. Hasan sordu: — Kim geliyor? — Yabancı değil, dedim; karınla çocukların! Hasan öyle bir fırlayışla yataktan fırladı ki; bü- tün otel sarsıldı, sandım. Kolejli kuzin de iki çocuğuyla ürkek, şaşkın oda- ya girdi. Hasan yataktan atlıyarak haykırdı: — Tul. Allah belânı versin; beni rezil ettin; cı — Yüzü mermer gibi, saman gibi, patlıcan gibi biri- biri ardından renk değiştiriyordu. Kolundan tuttum, bir koltuğa oturttum; su ver- dim. Kolejli kuzin Hasandan gördüğü bu külürlü karşılamadan bir şey anlıyamıyarak büsbütün ap- tallaşmış, taş kesilmişti.. İki yanında, çocuklar bu halden ürkerek yüzlerini annelerinin eteklerinde saklıyorlardı. Hasan, koltukta, son günahını da ele verdiği için bitkin, mütevekkil ve olanlara aklı ermemiş bir halde yüzüme bakıyor, sanki yine benden bir af ve kurtuluş umudu bekliyordu... Ana babayı ve çocukları başbaşa bıraktım; dışa- rı çıktım; evvelce hazırladığım küçük bavulumu al dım; otölden çıktım. Rüzgâra katılmış yapraklar gibi, Paris sokaklarında iki saat rastgele dolaştım. Öğle olmuştu; bir lokantada yemek yedim; biraz dinlendim. Bir sinemaya girdim; film başlar baş lamaz cıktım; Louvre müzesine uğradım; hiçbir şe- ye bakmadan tabloların, heykellerin önünde dur” dum; son defa Pafisi şöyle bir kuşbakışı göreyim diye (Eyfel) e çıktım. Akşam oluyor, şehir sisleni"! yor; yolculuk saati yaklaşıyordu... İçimde tuhaf bir boşluk vardı; hiç bir şey düşün” müyor, hiçbir şey duymuyordum. Galiba yalnız us” viyetim işliyordu; yine acıktım; yine rastgele bir 10"? kantada yemek yedim. Hava karardı; saate baktımi tam vakit... Tren sekizi kırkta... Küçük bavulumu gündüz alış veriş ettiğim bif dükkâna bırakmıştım; onu aldım, bir otomobile ladım; çek, dedim; (Gar dö Liyon) a... Yağmura rağmen Paris sokakları hıncahınç dö Yuydu... Insanlar, otomobiller, tramvaylar, otobüs” ler bütün yolları kaplamıştı... Hayat için, insanlı için, kendim için bir şey düşünmeden sağa, sola baki” yorum. Elektrik ışıklarile şeffaflaşan kaldırımla pembe aynasında bir fkinci Paris dalgalanıyor. #aç tepeleri gümüşlenmiş; şafaklara bürünmüş ten bakir renkli, halesiz, aptal bir ay bakıyor.. Ot” mobilden indim; bir elimde küçük bavulum; öbü” elimdeki pasaportu memurlara göstererek muar9€” lelerini yaptırdım; trene on dakika vardı; telgrsf haneye girdim; Fahir ağabeye bir telgraf çekti” Bu akşam, (Orient Express) le Paristen ayrılıyf rum; beni karşılayınız. © Yalnız dönüyorum... N Maltepo: 1930; Yıldız BITTI