8 Temmuz 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

8 Temmuz 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ğ —— 38.7.-0935 imilîâian Hanlıgınin * Son Günleri | | ;__Ni__zamettirj _Nazîf — WNo, 2 -l Karı; _)_*aınııçılı ,Yalçın Kayaya In- dirilmiş Bir Kılıç Sesile “ Heyt! Kim Var Orada ?,, Diye Bağırdı Acaba bu adam buraya ulaşmak için mi saatlerce atını dörtnala koş- turmuştu? Burada birile mi buluşa- caktı? Yoksa buraya bırakılmış bir “Şey mi arıyordu? Her halde böyle olacaktı. Yoksa yoluna devam edecek bir yolcu boz- kırın tam ortasında atını başı boş bi- rakır mıydı? | Yirmi otuz adım kadar sağa doğ- ru yürüyünce durdu. Yine çilerini kulakları ardına dayıyarak etrafı din- ledi. Yine yüzükoyun yere uzanarak bir kulağını toprağa yasladı; bekledi, Sonra ağır ağır doğruldu. Şimdi, yüzünde, bir sırrın düğü- münü çözmeğe uğraşıyormuş gibi bir hal belirmişti. Bu yüz ki, saatlerden- beri ne bir hattı kırpışmış, ne bir ma- nası olmuştu, birden canlanıvermişti. Gözlerindeki o donukluk kaybolu- vermişti. Avurtlarını oynatıyor ve dudaklarını ısırıyordu. Kafasını top- lamağa çalışıyor gibiydi. Bir iki kere alnını yumrukladı. Sonra iki yanında iki kubur sallanan kemerine, ellerini, başparmaklarından takarak yine sağa doğru yürüdü. Hem yürüyor, hem de etrafa kulak veriyordu. Yirmi otuz adım ötede sazlıklar sıklaşıyor ve çamurlu su birikintisi genişleyip derinleşiyordu. Oraya yaklaşırken irkilerek durdu, Ve kuburlardan biri- ni eline aldı. Bir şıpırtı işitmişti, İhtiyatlı. ve çekingen bir yürüyüşle dört beş adım daha attı. Şimdi gözlerini av kokusu almış bir tazı gibi sazlara dikmişti. Bir ikinci şıpırtı daha işitince yalçın kayaya indirilmiş bir kılıç gibi, sert ve keskin bir çelik sesile: — Heyt! Kim var orada? diye ba- Zırdı. Buna, üçsüz bucaksız kel ovada bir tevap veren olmadı, Yalnız bir kiş « neme düyuldu. Kara yamçılı biraz daha ilerledi. Kişnemeye ehemmiyet — vermemisti, daha sert ve keskin bir sesle bir da- ha kükredi: İ — Hetey! Yardım arıyan varsa seslensin ! Yine bir cevap alamadı. Fakat bu sefer yüzünde bir gülümseme belirdi. gı:nk:ı çînııurlu suların halka halka leri gelmişti kulağına. — Tahaf şöy. — diye söylendi — İki at şakalaşıyor. Ve bir parça daha artan bir me « rakla nal seslerine kulak verdi: — Biri dörtnala koşuyor.. Bu be- nimki, Biri de iyi tırıs yapabiliyor. Acaba bu kimin? Bir geri, bir ileri, bir sağa, bir sola gidip geliyorlar. Her halde bu at ta başrhoş kalmış olacak.. Bir süvarinin bu saatte bozkırda böy- le hayvan oynatması için delirmiş ol- ması lâzım... Her halde bizimki serse- Ti bir arkadaş bulmuş olacak.. cilve- leşiyorlar... Vayyy... Şimdi çamurlu suda halkalar — bir parça daha kalınlaşmışlardı. Ve biraz ötede, sazlarda, bir kımıldanış sezdi. Bu sefer aradığını elile koymuş gibi' bulmuştu. O tarafa doğru koştu. Otuz kırk adım ilerde sazlar kalın- Taşryor ve sıklaşıyordu. Ayağile bir saz kümesini ayırınca merak ve hay- retle baka kaldı. —Yalnız burnu ve gözlerile alnı su üstünde duran bir insan kafası görmüştü. Gözbebekleri yarı korku ve yarı hırçınlıkla fildır fildir dönen bu insan elleri ile, yeşil su birikintisini çeviren topraktaki cı- lız ve kuru otlara tutunmuştu. Kara yamçılı kuburunu kayışına ta- karak alaylı alaylı; 3 ve nal ses- |- hul Kız öğretmen oku- lunda dünkü tören Dün kız öğretmenler okulun da eski ve yeni mezunlar, toplan mış ve her sene yapmakta olduk ları tanışma törenini yapmışlar- dır. Bu tören, dört senedenberi her yıl diplomalar verildikten sonra yapılmaktadır. Bu sene de Çapa kız öğretmenler okulun - dan 92 öğretmen çıkmış ve mu - tat olan dünkü toplantıyı bu — Tam da yılk sun be adam.. dedi. Ve emreder gibi bir sesle ilâve etti: — Haydi... hop! Çık bakalım. Kafada hiçbir hareket olmadı. Bel- ki de söylenen sözleri işitmemişti; kulakları suyun içinde idi. O zaman kara yamçılı seri bir atılışla onu _el- lerinden kavradı. Bir çekişte beline kadar ve ikinci bir çekişte olduğu gi- bi sudan çıkarıp toprağa serdi. Serdi ama... Bu seriliş ancak bir saniye ya sürdü ya sürmedi. Zira saz- lığın yemyeşil suları içinde burnuna kadar batık duran adam, yardıma muhtaç, yorgun ve bitkin bir halde olmadığını derhal gösterdi. Çevik bir zıplayışla doğruldu. Bu, oşta boylu bir insandı. Koca - man kara kalpağına kafası, ensesi ve kulaklarile beraber dalmıştı. Çizme- lerinin yumuşak konçları dizlerinden bir karış yukarıya kadar çıkıyordu. Kara bir çakşırı ve parmaklarının ucuna kadar kolları sarkan içi kürk kaplı bir ipek hırkası vardı. Sırsıklamdı. Yağmur altında kal- mış bir dam gibi her tarafından su- lar sızıyordu. Bastığı kurak toprak parçasında küçücük bir göl olmuştu. Bol kirpikli yeşil gözlerini kara yam- çılıya dikmiş, tek kelime söylemeden bakıyordu. Kara yamçılr da kara gözlerini ondan ayırmıyordu. Biribi- rini tarttıkları anlaşılryordu. Nihayet kara yamçılı bir kahkaha attı ve: — Dinim hakkı için, hiç gülece- ğim yoktu... - diye bağırdı - kızma delikanlım... ne yapayım? İçimden geldi. E ! — be .. — Kendini benim yerime koy.. ya- hut.. bir ayna olsa da kendini bir gö- rebilsen... Haline sen de gülersin..; doğrusu, k yeri —.. Hü ./. — Bozkırın ortasında mandalar gi- bi çamurlara göbeğini yaslamış biri- ni görmek.., Sanırım ki bir hayli ta- haftır, T05 BU e GU —Değil mi? # Ve eyvvelkinden daha gürültülü kahkahalarla gülmeğe başladı. Öbürü, hiç istifini bözmüuyordu. gençler hazırlamışlardır. Saat on beşe doğru eski mezunlar gel meye başlamışlar ve salona alın mışlardır.Saat on altıda tören, hep beraber söylenen istiklâl marşile açılmıştır. Marştan son Ta mektep direktörü Tezer Ağa oğlu genç mezunlara bir çok tav siyelerde bulunmuştur. Bundan sonra toplantıya ge - lenler bir Başkan seçilmesini is- tediler. En yaşlı öğretmen (şim di Diyarıbekir saylavı) Huriye Başkanlığa seçildi. Bundan son ra Atatürke, İsmet İnönüne ve Kültür Bakanına birer tazim tel grafı çekildi. Mezunlardan üçü çok ilgi u- yandıran sözlerini söylediler. Galatasaray lisesi eski direktö rü, öğretmenler okulunun edebi yat öğretmeni Tevfik talebe ay- rilirken yerinde ve olgun tavsi yelerde bulundu, muvaffakiyet- ler diledi. Tanışma töreni çok samimi oldu. Herkes, toplantıya gelen lere kendini takdim etti. Bun - sonra üniversite kimya do- çenti Remziye mektebe 18 sene lik hizmeti olan ölü doktor Sab- rinin mezarının vücude getiril - mesini diledi ve ölen diğer oku- tanlardan Ragıp, riyaziye öğret meni Rahmi ile ebediyen kaybe dilen bütün mezunların hatırala âı' anıldı, bir dakika süküt edil - L c Bundan sonra davetlilere ha zırlanan salonda çay verildi ve tören sonuçlandı. c — Bir vapur karaya oturdu İzmirden buğday yükü ile hareket eden Yunan bandıralı Turkia vapuru Karaburun tivarında Pelikan feneri ve yüzünde en ufak bir çizgi bile 'be- lirmiyordu. Bu halile, tunçtan, in - san şeklinde dökülmüş, içi boş, çok delikli ve delikleri tıkalı bir fıskiyeyi andırıyordu ki ötesinden berisinden tekerlene tekerlene yere düşen dam- lalar, göze, tazyik eden bir suyun tı- kalı deliklerden güçlükle çıkabildiği zannını veriyordu. Sessizliğinde ve hareketsizliğinde öyle mağrur bir ifade vardı ki, kara yamçılı bir an lâübaliliğinden utanır gibi oldu. Kahkahalarını kesmek is- tedi. Fakat bir türlü sinirlerine hâkim olamıyordu. Dudaklarını ısırarak, sol elini ağzına dayıyarak kendini tut - mağa çalıştı; yine muvaffak olamadı. Nihayet güldü, güldü, güldü... Bu çılgın kahkahalarla bu gülüş kim bilir ne kadar sürecekti. Birden bozkırın sessizliği içinde koşan birkaç atın gürültüsü ve bu gürültüye ka- rışan haykırmalar, naralar işitildi. Kara yamçılı adam irkilerek bir iki adım geriledi. Elleri kendiliklerinden kuburlarına gitmişti. O çılgın kah - kahalar tırpanlanmış gibi kesiliverdi- ler. Sazlıktan çekip çıkardığı adama baktı. O, yalnız gözlerini kapamıştı. Yerinde duruyordu . ve kımıldanmı- — Şimdi Basibrin'e dönünce dok- No. 77 onlar Atik yoluna giderlerken jandar- ma ki M - AMĞ A S n &lll toru otomobille yollryacağım. Bu he- A VI AW | | iflerin işi biterse kendim de gelirim. Bürhan CAHIT Erguvan göğsünden iki temiz men- ğ çıkardı. Bunları. katlayıp yaranın — üstüne koydular. Genç kadın ipek bo- yun şalı ile bunları — koltuk altından Turgut: — Hayvanlarmız nerede! diye sor- du. Şaşkınlıktan onları görmemişti. 'Taş duvarlar arkasında başıboş bıra- kılan iki hayvan kişneyip duruyorlar- dı, Onlar Şahin'i dışarı çıkarırlarken — Bağlayın öteki serserileri, Kad- ri Onbaşı sen de yaralılara bak. Kumandan Şahin'in halini görünce şaşırdı. Onu çok severdi, ) bage 'Tehlikeli mi? , — Hayır, hayır. Çabuk bir pansı- “man yapmak lâzım. — En yakımn yer yine Atik. Şahin'i Erguvan ve Turgut araları- — pa aldılar. Delikanlı dizgin idare ede- — miyordu. Sol kolu ile ancak tutuna- — biliyordu, — Yanlarında çavuş ta olduğu halde Turgut onlarla meşgul olmuyordu artık. Kumandan ilâve etti: — Elebaşlarını kaybettik, yazık ol- du, dedi. — Kaçtı mı? — Hayır. Biz gelmeden önce vu - rulmüş. Ne ise sonra konuşuruz. Hay- di selâmetle, Kafile ağır ağır Atik yolunu tuttu. Yaranın ilk sarılışr faydalr olmuş- tu. Artık- kan gelmiyordu. Çiftliğe gelir gelmez Erguvan'ın daima hazır bulundurduğu sıhhiye ıı;:ntıunda lâzım olan her şeyi buldu- , Erguvan oksijenli su ,alkol ve ten- türdiyotla yarayı temizledi. Gazlı bez- lerle tekrar kapadı ve sardı. Şahin artık rahatlamıştı. Fakat ara- dan vakit geçtiği için epey kan kay- betmişti. Turgud'un hâlâ çatık duran-kaşla- yar kurtarılması için çalışılmaktadır, TAN BR DERSLERIİ Yeni başlıyanlar için : 76 Eğer hiç el kaybetmeden hasım kozlarını düşüreceğinize emin değil- seniz ilk koz lövesini hasma veriniz, Meselâ morda: Kör: 8. 4. 3 Karo: 4 Trefl: A, R. D. 6. 4 Pik: R.9.4.3 Elinizde de: Kör: A, R.D. 9, 7 Karo: A. 7, 6. 5. 3 Trefl: V. 3 Pik: 8 yar. Kör oynuyorsunuz. a/yüme karo ruası ile başlanmıştır. Karo ası ile alımız ve hasımlardan birinde dört koz çıkması ihtimaline karşı ilk löveyi hasma veriniz, Bazı kere de mordaki kozlar, has- min size elden kâğıt kestirmesine mâni olur, bu gibi hallerde de ilk koz lövesini hasma veriniz, Meselâ morda: Kör: 8.5 Karo: 9.5 Trefl: A.R.D. V.7 Pik: D. 9. 6.2 Kör: A.R.D.9.4 Karo: A. 6.4.2 Trefl: 8. 3.2 Pik: 8 Koz dört kör — Oyuna karo ruası ile başlanmıştır. Eğer hasımlardan birinde dört koz varsa, dördüncü löveye egemendir. Taahhüdünüz kozdan bir löve kay- betmeğe müsait olduğundan hemen bu löveyi, mordaki kozlar hasmr bir defa daha karo oynamaktan — mene- derken hasma veriniz, Bilenler için fazerbelie ( S aiPAr. Bkebi wRI? 41052? bA31 &117 W o1075 v v ŞAvı6 |. PDALER 4 DY0 9875 4154 $ ADv53 vıvısı .7 AĞA aBD? Kâğıdı (S) vermiştir. z (S) bir, (N) dört kör söylemişler- mıştır, yordu. Nal sesleri yaklaştıkça yaklaşıyor- du. Kulak kabarttı. Şimdi gelen sü- varilerin haykırışları da apaçık duyu- labiliyordu; bunlar durmadan küfür ediyorlardı, — Kim olabilir bunlar? - diye söy- lendi - Hiç te iyiye benzemiyorlar... Ve bir sekişte yeşil gözlüye yak - laştı: — Tanıyor musun bunları? İşte bu sual, olgun bir yaraya do- kunan nişter gibi karşısındakini deş- i, ti, Di larından mıh- lanmış gibi duran adamın biribirine yapışık dudakları bir bıçak ağzı ka »« dar aralandı vebu aralıktan soluktan farksız, hafif bir ses cıktı: z — Haydi artık.. eğlenme benimle, - ut Öle K ' Mü t — Elinize düştüm ,esirinizim iste, — Ne dedin? Kime esirsin: sen? Ve gittikçe artan bir merakla çene- sine vurarak ilâve etti; — Âç gözlerini., —ivs we we — Bunlar seni mi kovalıyorlar? —iğdütücünü [Arkasxvar] ya geçtik. Onlar iki cepheden ateş eı!iyor -Adım adım sokuluyorlardı. Biz de iki parti olduk. Ben bulduğum bir delikten ateş ediyordum. Cepha- nemizi tüketmemek için ihtiyatlı ol » mamız lâzımdı. Bir aralık önümdekilerin sıçrıya sıçrıya yaklaştıklarını gördüm. Açık- tan Tahat ateş etmek için yerimden kalktım. Fakat o anda bir kurşun..; Delikanlı karısına baktı: — Bereket Erguvan hem ihtiyatlı, hem çok iyi nişancı.. Benim cephemi de o müdafaa etti . Erguvan gülümsedi: . — Fakat senin cephendekilere ni- şan almadan atıyordum. Sırf senin yaralandığını anlatmamış olmak için. Şahin acısını belli etmemeğe çalı- şarak vak'ayı aydınlatmak istiyordu: — İlk silâh sesleri başlayınca' bu sefer büyük bir pusuya düştüğümüzü anladım. Ergüvan: — Taşlığa girelim! Dedi. Tam zamanı idi. Hayvanla- rr oraya sürdük. Çünkü önümüz ve arkamız kesilmişti. Geri dönmek im- kânını kırmak için arkamızdan da si- rr tehlikenin geçtiğine sonra çözüldü. Şimdi Şahin kırık, kısa kelimeler- le anlatıyordu: — Biz bir pusuya düştüğümüzü anlayınca çiftlik harabesine sığındık. Bu sefer kalabalık bir çete hücumu- na uğramıştık, Erguvan'la müdalaa- lâh atıyorlardı. Nasıl olmuştu ki, geçtiğimiz yerde kimseyi görmemiş - tik. Bunlar eğer tüfek kullansalar hiç kurtuluş yok; Turgut: N — O göze çarpar, dedi, hattâ onla- rm tabanca - taşıdıklarını bile haber aldık, İ &y (S) bir pik ve bir trefl kaybede- cektir. Empas geçmezse bir de karo verecektir. Koza gelince empas ya- par da damı iki yanlı olarak (E) de bulursa bütün kozları yapacaktır, fa- kat (O) da dam, onlu ve iki —ufak koz çıkarsa iki löve verebilir. Şu hal- de (S) in koz oynamadan evvel, şüp- heli lövelerinin sayısını öğrenmek ihtiyacı vardır. Bunun için, karo em- pası ile işe başlar. Bu başarılınca (S) in amacı iki koz kaybetmemek olmalıdır. Şu halde dam, onlu ve iki ufak kozu, (O) da bulmak ihtimaline karşı oynamalıdır. Bunun için koz asını, Sonra elindeki ufak kozu öy- nar, eğer bu ikinci löve üzerine (O) küçük koz koyarsa mordan dokuzlu- yu koyar ve (O) nun kozdan bir tek iöveden fazl yap imkâ kalmaz. Yok eğer, dam, onlu ve iki ufak koz (E) de olsaydı, (S) ikinci elde bunun farkına varırdı, çünkü (0) koz vermezdi. O zaman morun dir, . , M (OY oyuna treti “damı ile başia- | (TAN)IN ÖYKUSU “ Büyük *x » x Kapının zili evin içinde kes kin, keskin dolaştı. Nahide mutbakta yemek hazırlıyordu. Koşa - rak merdivenleri çıktı. Kapıyı açma- dan cam penceresini araladı. Soka « ğın alaca karanlığı içinde orta boylu, şapkası inik bir adam vardı. Genç kız yavaşça: — Kim o« t Ş Dedi, Dışardaki kim o diyen Sesi duyunca, elektriklenmiş gibi titredi. Ürperen bir sesle: — Nahide... Dedi. Nahide kulağının, çok alışık ve özelli olduğu çağırışa: — Ekrem sen misin? Yıllardan beri biribirlerini görme- mişlerdi. Biri kapının ardında, öbürü taş merdivende titreşiyorlardı... Göz- lerinden bir anda bütün beraber ge - çen çocukluk yılları geçti. Sonra genç kız kendini toplayarak kapıyı açtı. De likanlı içeri girmişti. Avuçları birer buz parçası gibi soğuktu. Nahidenin elleri onları eritecek kadar sıcak.. Dipteki odanın aralık kapısından, sı - zan ışıkta biribirlerini görüyorlardı... Genç kız, birden bire: — A, Ekrem dur dçdi.. Anneme sürpriz yapalım.,. Sen şu odaya gir. Ben onu, seninle birisi görüşmek is- tiyor diye odaya sokayım... Gülüştüler... Delikanlr yumşak a- dımlarla odaya girdi. Nahide yukarı- ya seslendi: , —— ÂAnne jl ça Yukardanm_:esı — Ne var yavyrum?, - Diye cevap verdi. — Anneciğim — seni birisi gör- mek istiyor, çabuk gel... : Çabuük yürünen ayakların çıkardığı sesler, sonra merdivenlerde adımlar.. Daha genç denecek yaşta alırmlr bir kadındı anne.. Odaya girince bir çığ- lık koptu: — Ah Ekrem evlâdım..: — Teyzeciğim.. Teyzeciğim.. ğ Sarmaş dolaş oldular. Nahide bir köşede yaşlı gözlerle bakryordu. Son ra onları bıraktı mutbağa indi. sama Sevda ,, Cahit UÇUK — B Tak tina TusI dım neşi cid dün cesi ben A varı futk argı düf Tını — Teyze bu küçücük kız ne kâ kar; dar büyümüş ve güzelleşmiş.. GözletE zını rim kamaştı doğrusu.. Annem görme — İı;ıd sin... Bilirsin ya düşünceleri neydi-we u Gülüştüler... Yemek zevkli geç îğ’l Küçük Ardanın kimsesizliği dinmiş Eî; ti: — Teyzeciğim, bundan sonra sizdi :“k kalacağım.. Üniversitenin son sınıfif ak dayım (türkçedir)... Pansiyonda n mal ye kalayım. Mademki siz buraya gel ““I’ diniz.. — Özkes (özkes - elbet) oğlum Yabancı yerlerde kalmana lüzunl İb (türkçedir) kalmadı artık.. e Ekrem o geceden sonra teyzesinif r evine yerleşti... Yuvaya keyif gelmiş Hî ti... Yemekleri tatlı geçiyor, gezmel yapıyorlar, Eğleniyorlardı. Delikanli | evin erkeği gibi olmuştu. Akşamla elinde paketlerle de geldiği oluyordus ır:r,ı Birgün teyzesi sordu: # « — Ekrem çocuğum bu kadar parâ Şe bozuyorsun, Nereden buluyorsun k! | zum, merak ettim. Babanın ne kadaf — « | gönderdiğini biliyorum. da Delikanlı başını önüne eğdi... Şim4 Yal diye kadar sakladığını söyliyen bif — yi halle: taz — Çalışıyorum teyzeciğim dedi. ji Bir mektepte ders& veriyorum, kal Teyzesi sevinçlenmişti: j yen| — Okay çocuğum. (okay - aferin)i —— pıl Dedi, p salllim aa a “Ekremle Nahide arasında sıcak birf anlaşma başlamıştı. Örneği bir kanla* rı biribirini çekiyor, bütün duyg uyuyordu. Annesi genç kıza boş va kitler bırakıyor, Ekremle geziyorlar« dr... Bir gün Nahide evde yalnızdı..t Ekrem geldi... Elinde güzel plâklar getirmişti. Çaldılar dansettiler. Soni delikanlı: — Nahidecik dedi. Bilirsin ki, ser çocukluğumdan başlayan bir sevgile ci Ne iyi rastlamaktı. Güzel y yapmıştı... İçine doğmuş sanki.. Işık- h bir şarkı söylüyor, bir yandan da yemekleri tabaklara boşaltıyordu. Işi- ni bitirince bir tepsiye bunları koydu yukarı çıkardı.. Annesile, Ekrem eski günleri konuşuyorlardı.. Uzak diyar - larda kalan fakir kardeşinin oğlu. Bü- tün merak ettiği şeyleri anlatıyor, ©- na taze haberler veriyordu... Nahide güzel kurulmuş, temiz örtülü masaya ruası ile alır ve üçüncü kozu elindi ki valeye doğru gelirdi. y i koydu: ş — Buyurunuz yemeğe... Prensip: Morda rua, dokuzlu ve bir ufak, elde as, vale ve üç ufak koz kombinezonu ile, maksat bu renkten iki löve kayb kse el- den asr, sonra bir ufak oynamalı, eğer soldaki oyuncu küçük. verirse Vak'anın heyecanı iki gence vazi- yeti unutturmuştu. Şimdi akılları baş larına geldi. Erguvan: — Sahi, diye haykırdı. Siz nereden çıktınız şeytan gibi. Bu bir tesadüf değil. Ve siz gelmeseydiniz.. Benim ancak yirmi beş kurşunum kalmıştı. Turgut kısaca anlattı. Şahin kulak kesilmiş, dinliyordu. Bu işin Vatson'un grubundaki iş başılardan geldiğini anlayınca kaşla- rı çatıldı. Zaten kuşkulanmıştı. Bu tuzağın da Nadya'nın parmağı ile ha- zırlanmış olduğunu tahmin ediyordu. Fakat Vatson iki ecündenberi ortada yoktu. Bü meş'um adam acaba bir yere gizlenrniş, Nadya'nın ihtirasla- rına alet mi oluyordu. Şahin'in gözlerindeki ağır düşünce- yi merak eden Turgut: — Bütün bu hâdiselere karşt ağır, ciddi tedbirler alacağız. Yalnız adli- .| ye, zabıta değil, şirket te Basibrin'in eski sükünunu temin edecek çareleri atryacaktır. Şimdi b la meşgul olmıyalım. Sen istirahat et. Şimdi nerede ise doktor gelir. Acele bir şey lâzım olur belki. Onu getiren ötomo- bil burada kalsın, Demir Beyin bir şeyden haberi ya koymalı. O henüz avluda hayvanına binmiş- ti ki, doktor, jandarma kumandanı şirketin otomobili ile geldiler, Kumandan Turgud'a işaret etti. Yanına geldiği zaman £ d seviyorum, Eğer senin de bana birağ ta olsun heyecan duygun varsa, evlene na lim... Ben ayda elli lira kadar bir p dı ra alıyorum. Sizin de geçinecek ka nı iler | dar p var, geçinir gideriz... Bel le annenle konuştum. Nahide bilir, betl Fı kızımı sana vermek isterim dedi... (C) Genç kız gülümsüyordu: — Ben de seni çocukluğumda b Genç kız gülümşiyordu: — Ben de seni çocukluğundan baf' lıyan bir sevgile seviyorum dedi... Sesinde öyle sıcak bir uyum (uyutl » âhenk) vardı ki, delikanlı titredi Kızardı... Birdenbire genç kızın ell! rine kapanarak ağlamaya başladı.. Nâ' hide şaşırmış: — Niçin ağlıyorsun' Ekrem? Diye soruyordu.. İçine korkulâ dolmuştu. Bütün yalnız ve kim hayatlarında onları herkes alda! i iş, birçok acı çekmişlerdi bu den... — Ekrem dedi. Söyle benden ladığın bir şey mi var? Niçin ağlıy? sun.., Birden bire niçin yüzün acı d0 du?.. endişeli görünüyordu: — Bir şey sezmek kabil değil. Bu bir muamma oldu, diyordu. Sağ ola- rak ele geçenler bu işi Bedirhan'ın hazırladığını, fakat ne için yaptığını bilmediklerini ıöylüyıorhr. —— Di k — Onun ölüsünü çalrlar arasında Delikanlının yaşlı gözlerinde bir W tanış vardı. Bir sinir buhranı (tüf çedir) geçiriyordu, Genç kız ont saçlarını seviyor: — Söyle Ekrem ne oluyorsun? , Diye soruyordu... Erkem yerindt” fırladı: . — Ben senin elini isteyemem hidecik... Buna hakkım yok... An bulduk. Kurşun tam kaf, gelmiş, — Erguvan'ın işi. — Öyle olacak. Bir ölü daha var. İki de yaralı. Bizim ateşimizle düşen- lerden de ikisi yaralı. Biri yolda öl- dü u. — Peki bu herifler kör gibi ateşe, ölüme nasıl giderler. — Bunlar reislerine gözü kapalı itaat ederler. O kadar çalıştığım hal- de ağızlarından bir ipucu koparama- dım. — Dedikleri ne? — Bedirhan bunlara para vaadet- miş. Büyi lacağını söy- Ben alçak bir adamım... Genç kız şaşırmıştı.. Ekrem 'bif hıziyle odadan çıktı. Biraz sonra, F, pt örtülmüştü... Pencereden ardın baktı. Kaçar gibi koşuyordu... Nal de yaşlı gözlerini sokağa dikmiş nüyordu... Sonra sorgulu İ ranlıkları bir buluşla ışıklandı... kaç gün önce onun urbalarını ü ken bulduğu kâat aklına gelm Bu kâatta çarpık bir kadın yazıst ' dı: z — Seygilim diyordu. Eğer bü 'gelirsen sana istediğin plâtin bir vurgun ğ lemiş. Ötekiler çapulculuğa îl'xşmıg kîf' Onu okuduğu vakit genç insanlar hemen peşi sıra g yoktu. O krı; ve her- günkü sabah gezintilerine çıktıkları- nı görmüş, kendisi de badem bahçel rinde dolaşmağa çıkmıştı . K Turgut, o gelince meseleyi büyüt- tmemelerini de rica ederek çıkta. y şler. Diyarbekir'li Alişan : — Silâhımız yok. Demiş. Bedirhan: — İş o kadar büyük değil, demiş. Tabanca ile de olur, (Arkası var) şey anl ştı. Fakat şimdi, cukluğunda başlayan sevgisinin iğrenç bir sonu olduğunu içi S12? rak düşündü... Yavaşça kalkı yük Sevda” ismindeki plâğı £ fondan kaldırdı... Başını avuçlaf? sına alarak ağlamaya başladı.a

Bu sayıdan diğer sayfalar: