Öünya Gazeteleri UZAK ELLERDE Sergüzeşt Merakı Paris Soirden Markiz denilen adalardan bir kısmını idare eden jandarma bundan bir müddet evveli' içi ta limatname, nizamname ve saire dolu bir paket almıştır. Bütün bu kâğıtlar bilâistisna jandarmanın bürosunu, süsle - meğe yaramıştır, Çürikü bura - da nizamnameye tâbi olmak i - çin ne otomobil, ne motor, ne bi siklet ve hattâ n. e deniz mo - toru vardır. Buna mukabil her kibar Mar- kizlinin asgari bir köpeği ve bir de domuzu vardır. Jandarma Zomuzla meşgul ol maz, çünkü elin le buna dair bir talimi <ame yoktur. Fakat kö- peklere gelince, ona sayfalar dolusu köpek nizamnasei gön - derilmiştir. Ustelik bütün kö - pekler de, çoban köpeği, av, lüks gibi smıflara ayrılmış ve hepsi- ne değişik vergiler konmuystur. Markiz adasında muhafız kö- peği denilen mahlük vardır. A- ma muhafaza edilecek şey yok- tur, denilebilir. Fakat jandar - manın noktai ne-arı bu değildir, Av köpeği de yoktur. Çünkü av hayvanı yoktur. — Kala kala geriye lüks köpekler kalır, bun- ların da vergisi senede 40 frank tır. ,bandarma bunun için bu ver- giyi halktan istemiştir. Fakat zaten çırıl çıplak olan yerliler, ba parayı ömürlerinde toplu bir halde görmüş de” illerdir. Bunun için yerliler, köpekle. rini yemeği tercih etmişler, ve köpek neslini tüketmeğe başla- mışlardır, Bu ada'ardan Lir tanesinde bir tek otel bulabildim. Fakat sabahleyin kalkar kalkmaz mus lukta su olmadığını gördüm: Patron: — Sormayın başıma gelenle- ri, dedi. Hesabı ödemediğim i- gin suyu kestiler, Saat on bire doğru hiç olmaz- sa hazırlardan bir şey yemek is- tedim: — Aman, dedi, Olamaz, çün- kü haciz koydular Bu saurları sizi güldürmek i- çin yazmryorum Bütün hikâye ettiklerimi hulâsa edersem bun- dan şu sonucu çıkarıyorum: Nereye giderseniz gidiniz, ilk evvelâ bir jandarmaya sonra da bir tahsildara rastgelirsiniz. Siz, güaeş, ışık, hür bir hayat arayarak yola düzülürsünüz. Fa kat karşınıza çıkan ilk adam siz den ikamet tezkeresi, ikincisi, gelirlerinizi sorar, O halde bütün bu seyahatlar bu macera mıdır, bir sergüzeşt midir? Bakın size bir hikâye anlata- yım: İngiliz Sudanında bütün na - kil vasıtaları iki kardeş yaban- cıya aittir. Bunlar, bundan otuz sene evvel, — ceplerinde iki yüz frank olduğu t-'de buraya gel ı;ıîşleır ve nihayet müthiş sıca- ın altında güzel bir iş ku lardır. v Belünlle Buradan bin il'.metre uzak - ta, Belçika Kongosunda bir gün belinden aşağısı ot bir etekle ör tülü bir İngilize rastgeldim. Bu İngiliz eski sistem bir kurumu idare ediyordu. Tahki — kettim. Meğerse bu gayet şayanı dikkat bir adammış, 20 sene evvel mü- him altın madenleri keşfetmiş ve hâlâ da bunları işletiyormuş. İngilterede bir kadın tanıdığı varmış, arada sırada onunla mek tuplaşır ve para gönderirmiş... Kendisine gelince, 20 seneden- beri bir daha tekrar Avrupa top- rağına ayak basmamış. Kulübe gitmez. Beyazları gör mek istemez. Ve hattâ kaç ço - cuğu olduğunu bile unutmuştur. ge Bununla beraber çok zengin- ür, Onbangui'de bir Fransıza rast * KN Bir Mısırlı Kadın Türkiyede Gördüklerini Anlatıyor ET « Ahram'dan: Dün Bayan Huda Şa'ravi ile yeni Türkiyenin uyandırdığı du yuşlardan bahsediyordu. Bayan Huda Şa'ravi, Türkiye Dahiliye vekilinden dün aldığı bir mektu- bu bize gösterdi. Türkiye Dahi- liye vekili bu mektubunda Mısır Kadın Birliğini Türkiyede tem- sil etmiş olan Bayan Huda Şa"- larma takdiri- ni beyan etmiş ve Huda Şa'ravi- nin Mısır matbuatında Türkiye raviye ve hakkında verdiği diyevden ve 'Türkiye ile Avrupa devletleri a- rasında yaptığı eşitliklerden do layı teşekkürlerini bildirmiştir. Bayan Huda Şa'ravi bu mek - tup dolayısile diyor ki: “Ben ha kikati söyledim ve bu hakikat sarahatle, sadece ve bütün sami miyetle memleketimde anlat - tım., Bu beyanatım Türk ulusun da iyi bir tesir uyandırdı, ve bu iki ulusu bağlayan ruh ve dost - luk bağlarını daha ziyade pek - leştirdi.,, Bayan Huda Şa'ravinin beya- natı bana başka bir hâdiseyi ha- tırlattı. Bu da bir sefilin Türki- ye aleyhine bana gönderdiği bir yazıdır. Bu sefil daima uyuyan ve mezellet içinde yaşayan ve ölenlerdendir. Çünkü böyleleri- nin ruhları daima haset ve nef- retle doludur. Bu şahıs diyor ki: *Türkiyeye giden bir kimse gâ- bacağı topaldı. Ve o topal ba - | cağile elinde kırbaç köyden kö- ğe dolaşarak ahali çalıştırıyor - u, Bu da zengindi... Bundan başka cebinde bir kaç | memleketinde döndüğü zaman | Mitesinden fratıkla Parise, Nevyorka, Lon- draya gelip, otomobil, bira vesa- ire vesaire kralt olan nice adam- lar sayabilirim. Demek her yerde bir sergü - zeşt vardır ve bu sergüzeştte mu vaftak olamıyanlar-da mevcut - tur. Netekim her yerde de jan - darma ve tahsildar vardır. Bundan bir kaç ay evvel, size Okyanusta ıssız bir adaya gide- rek orada yaşamak istiyen fakat nihayet tabiatin müşkülâtına da yanamıyarak ölen doktor Rit - tenin hatıralarından bahsetmiş- tim. Bu adam ne istiyordu: Galpagos adalarında milyar - derler için bir otel yapmak ve gel keyfim gel yaşamak... Fakat muvaffak olamadı ve öldü. Bazıları insanlardan kaçmak, kanunlardan, nizamlardan kur - tulma kiçin uzak yerlere gider- ler. Fakat işte böyle bir köpek için 40 frank istendiğini gördük leri zaman hayrete düşerler, ve yalnız muzla yaşanamıyacağını anlayınca da daha bedter şaşkı- || Bir saat sonra bana şu habe- | geldim. Bu üç dört vilâyet bü - | na dönerler. Ti verdi: yüklüğünde araziye sahipti. Bin Hele bir hastalanmıya gör - || — Öğleyin yemek bekleme - | İerce zenci ve o kadar beyaz hep | sünler, doktor, hiç değilse 500 yin, çönkü gazi . kestiler. onun hesabına çalışıyordu. Bir No. 68 sarfederek Nadya için uzak yer- lerden getirdiği döşemeler, kol- tuklar, sedirler üzerinde şu duygusuz, katıbakışlı Amerikalı kimbilir ne tatlı dakikalar yaşı- yordu. Ve gene Nadyaya bin bir be- hanc ile verdiği o çeşit çeşit 1â- vantaların kokusunu o kaba, ya- ğız Amerikalı Sarı Bal'ın ne sı- . €©ak yerlerine burnunu sokup kokluyordu. Pirovani kafasını dolduran bu düşüncelerin, vehimlerin bi- rer paslı iğne, kambur çivi gibi beynine saplandığını — hissedi- yordu. ? -Nadya, eskisi gibi davetlerini “yapıyor, onları yemeğe davet ediyor. Piyano çalıyor, şarkı söylüyor. Tatlı tatlr konuşuyor we vücudunun en can alıcı çizgi- lerini belirten türlü türlü elbise- ker, kıyafetlerle onlara bedii zi- yafetler çekiyordu. Fakat işte hepsi bu kadardı. Buğüne kadar ona biraz daha yaklaşmak için attığı adımlar :':.Pl?'""d* saymakla neticelen- İŞti. Nadya onun bakışlariyle, hal- leri, hareketleri ile, lut& bazan elini sıkarken pek yanımda bu- Tunurken ihsas ettiği adali meyil ve temasları şuh ve kıvrak lâti- felerle karşılryordu. Daha ilerisine gitmek. Buna nasıl imkân olurdu ki, bu kadarı bile öteki misafirler. le beraber bulundukları sıralar. da olabiliyordu. Bu kaçamaklar arasmda yü- zünü kızdırıp ondan bir husust ziyaret müsaadesi almağa cesa- ret edememişti. Böyle olduğu halde nasıl olu- yor da onlar güneş altında, dağ başlarında, masa üzerlerinde kan ter içinde çalışırken Vatson kasabaya dönüp Nadyayı ziya- ret edebiliyordu? Pirovani artık en yakın raki- bi Moöreno'yu unutmuştu. Şimdi bütün hıncı bu ham halat, so- kilometre uzaktadır. ğuk, kalım kemikli Amerikalı üzerinde toplanmıştı. Bunu (Nadya) ya da açacaktı. Ame- rikalının vakitli vakitsiz, Basıb- rine dönüşünün kasabada iyi bir tesir bırakmadığını söyliyecek- | lirdi? Hem (Nadya) yı ürkütmek de doğru değildir. Amerikalıya verilen bu müsaadenin ergec k:ıâ'ıîno de verilmesi ihtimali li yeri almak için çalışmaktan başka çare yoktu. kendileri gibi maddi birçok fe- dakârlıklara bile — girişmeden muvaffakıyetin sırrını elde ct- mesi idi. Amerikalı şimdi doğrudan — doğruya ti. Fakat bunda ne fayda olahi- M Şu halde bu yeni rakiple mü- cadele edip onu geri ve bu şeref- Pirovaninin akıl erdiremedi- ği bir nokta da önceleri © kadar iştikasız, sönük görünen Ameri- kalınm birdenbire şahlanması ve onları gör- dükçe o kemikli yüzünün istih- zaya, alaya elverişli bütün çiz- vur sayılır.,, Bu şahıs Cafer Handan ayrıl- madığı halde Türkiyeyi iyi ta- nıdığ tiddiasında bulunmakta - dır. Halbuki biz 1933 senesinde Türkiyeye giden Mısır dostluk ve muhabbet heyetinde (El - Ah ram) gazetesini temsil ettik; ve | camilerde namaz kılanların Mı . sırdan daha fazla olduklarını ğil sokaklarda kendilerini arze- den fahişeleri, Mısır sokakların- daki sarhoşlar ile bar ve mey - haneleri de bulmadık. Mısırda olduzu gibi göbek dansı yapan çıplak kadınları Türkiyede görmedik. Kahirede- ki adi çalgı ve çalgıcılar Türki- yede yoktur. Türkiyede yalnız bizde eşi olmıyan bir hükümet ve bir ulus bulduk. Bunların bir- birine bağlı olduğunu ve mem- leketlerinin kalkınmasına çalış- tıklarını gördük. Bu cahile ve buna mümasil olanlarına vereceğimiz en iyi ce vap şudur: “El . Ahram gazete- si geçen günkü yazdığı bir ma- kalede diyor ki: Türk ulusu zen gin olmadığına rağımen - kendi | hükümetine bir çok tayyareler satın almaktadır; ve Türkiye vekilleri ve saylavları birer ma- gördük; ve Kahiredeki gibi de- | aşlarını devlete hediye etmişler. dir. Bu hareket tarzını bütün şarkta bulmak kabil değildir. Bir Marsilyal ıtanıyorum. 65 yaşındadır, Evlidir ve iki çocuk babasıdır, Bundan yirmi beş se- ne evvel Çine gitmiş, orada ti- caretle uğraşmış, sonra tekrar burada yaşayamamıştır. Söylemek istediğim şudur: Dünyanın büyük olduğu za- manlar geçmiştir. Asyada, Afri- kada, ve Okyanuslarda bile dün ya küçülmüştür. Ve sergüzeşte atılan herkes, her yerde iki a - dama rastgelmektedir. Jandarma ve tahsildar. Bundan ötesi kötü bir edebi « z'lttn'. Nüfus sayımı 20 ILK RİN 1935 PA-| ZAR GÜNÜ MEMLEKE- TİN HER TARAFINDA GENEL NÜFUS SAYIMI YAPILACAKTIR. 1— Nüfus Sayımına esas öl- mak üzere Belediyelerce bütün binalara numara konulmaktadır. 2 — Numarasız binalarda otu- | | ranlar Hükümete haber vermeğe mecburdurlar, Oturdu,u bina nu- marasız olduğu halde haber ver- | miyenlerle bu numaralarr bozan ! ve silen ve kaldıranlar için para cezası vardır, Başvekâlet İstatistik Umum Müdürlüğü K iZan a aa LA giletini göstererek üyor. Ağ- zından eksik etmediği piposu- nun dumanları çayıra saldırıl- mış bir aygır gibi burun delik- lerinden püskürterek atmı mah- muzluyordu. Bu ne acı hakaretti ? Tesadüfler çok ağırlaşryordu. (Nadya) nn salonunda top - landıkları vakit Sarı Balın vü- cudu onların kabaran - sıztlarını yatıştırmıya kâfi gelmekle bera- Gene biribirlerine yırtıcı göz- lerle bakmaktan vazgeçemiyor- lardı. İşte bu çetin ve buhranlı gün- lerde idi ki, Turgudun kısım mü hendislerine verdiği yeni bir renin batı sınırı üzerinde yapı - lacak tesisatın başında topladı. Her mühendisin ihtisasına göre fikrini söyliyeceği bu top- lantıya başkanlık etmek vazife- sini Turgut Muhtar Arife ver- mişti. Toplantımım zaten onun mıntakasında oluşu bu - tercihi yaptırmıştı. Barajdan bütün atölye ve tezgâhlara verilecek suyun ana vazife, onları bir sabah Gökde- | 29 - 6- 035 ne Göre Haâdiseler Yunan Borçları Yunanistanın dışarıya olan borçlarının en büyük kısmı İn- gilterede ve İngilizlerin elinde- dir, Bu işi bir sonuca bağlamak üzere geçen şubatta o zaman Yunanistan finans bakant olan Pesmazoğlunun Londraya git - miş olduğu da malümdür. Geçenlerde de Times gazete- si bu İşe ait olarak İngilterenin dış memleketlere verilmiş borç- lar komiteleri başkanları Sir Austin Chamberlain ile Lsu- bok'un bir mektubu çıkmış ve bu mektupta her iki haşkan, Yu nanistanın dış borçlarını, Po te- Pesmazoğlu kiz hükümetinin yaptığı gibi, faizleri indirerek nihai surette halletmesinin çok iyi olacağını ileri sürmüşlerdi. Times gazetesi aynı zaman - da, Sir Henry Beoumont'nin da bir mektubunu neşretmiştir. Ba zı hamillerin işe desteklik etme diklerinden dolayı hamiller ko - miteleri ile arsıulusal finans ko şikâyet eden Sir Beamont, lâzım olursa faiz yüz- desini de indirerek Yunanis'an borçları işinin bir sonuca bağ - lanmasının her iki taraf için ha- yarlı olacağını ve Portekiz devle ti için olduğu gibi, Yunanistan devleti finansının da buU süretle genel savaştan evvelki haline getirilmesi mümkürn bulunaca « ğgını bildirmektedir, Bu mektupları mevzuu bahse- den Proia gazetesi diyor ki: “İngiliz hamilleri başkanlırı | tarafından bu kere bu süretle i- ler isürülen — tahvil işi ve faiz yüzdesinin indirilmesi ,geçen şu batta Pesmazoğlu tarafından Londrada yapılan tekliflere tam surette uymaktadır. Pesmazoğlu o zaman, İngiliz ekonomistlerinin bugün '!eri sürdükleri teklifinin gerek Yu- nanistan gerek İngiliz hami'ler için hayırlı olacağını söylemiş ve borçların konsolide edilm »si suretile Yunanistanın her yıl mukannen bir miktar borcunu ödeyebileceğini bildirmişti. Diğer taraftan Yunanistanın finansal mahafili, genel borçla- j| rım halledilmesi ile birlikte Yu- nanistanın “arsrulusal tinıns yollarını belli etmek için yapılar toplantıya bütün mühendisler geldiler, Gökderenin her zaman yeşil olarak sakladığı bu serin vadi, bu sabah her zamankitiden fazla kalabalıklaşmıştı. Konuşmalar çok ciddi oldu ve çizilen krokiler patrona veril- îck üzere Muhtar Arife bırakıl- İşleri acele olanlar hemen hayvanlarına atlayıp geri dön- düler. Muhtar Arif kendi mınta- kasımna gelen arkadaşlarına çay hazırlatmıştı. Vatson, Moreno, Pirovani, Nuri, Conterac kaldı- lar. Amerikalı artık gemi azıya al- mış bir haldeydi. Diğer İspan- yolların pek acemice çevirdikle- ri manevraların kof çıktığını yüzlerine vurmaktan zevkalır gibi harcketler, istihzalarla on. larla konuşüyordu. Çok nazik Muhtar Arifin ya- nında üstü kapalı kelimelerle biribirlerini şişliyen — rakipler çaydan sonra hayvanlarına atla- dılar. Mühendi& Nuri ve Conte- kontrolu,, idaresinden de kur « tulması lâzım geleceğini söyle » mektedir. Çünkü yeni ekonomik durumda bu idarenin faydası kal mamıştır. Yunanistan ekonomik mahafili, uluslar cemiyeti finan sal komitesinin arzusu üze-ine | kurulan Yunanistan Ulusal ban kasının pek âl, idarenin ye- rine geçebileceği fikrindedir. Aynı işten bahsşeden Akropo- lic gazetesi ise, Elen borçları « nın Londrada plase edilmesin - de büyük rol oynamış olan İn « giliz bankerlerinden Hambıv' - nuün Elen borçlarının konsonde edilmesi şartlarını kararlaştır - mabk üzere Atinaya gelecek İn- giliz delegeleri arasmda bulu1 - masından dolayı kederlenmekte ve konuşmaların bu yüzrden çok çetin olacağına ihtimal vermek- tedir. Gazete yazısına şöyle devam etmektedir: Hükümetin şimdiden mukabil tel liflerde bulunmak üzere ha zulanması lâzım gelir. Geçici hal çareleri ile işi idare etinek zamanı geçmiştir. Elen ulusu ar tık ne fazla bekleyebilir, ne de eski borçlar için her yıl bütçesi- ne taşmamıyacak derecede bü- yük meblâğlar koyabilir. Yuüna. nistanın arzu ettiği tek iojik ça- re, bütün borçların uzun vadeli ve lojik faizli bir tek borca çeve rilmesidir. Bu çare bütün âala » gakların da fenfaatindedir. Yunanistanın on beş yıldır ge çirdiği büyük felâketlerden son- rTa ve dünyanın bugünkü ekono- mik halinde Yunanistanın, altın borçlarını ostronomik rakamla. Sir Austin Chamberlain «t ve faizleri ile ödeyeceğini dü. şünmek ve Yunanistan için bu- nun kabil olduğunu sanmak ka- dar manasızlık olamaz. Bunun için alacaklılarımızın şarapları» na biraz su katmaları ve horçlüe larına borçlarını ödeyebilmeleri için yardım etmeleri lâzım gelir. Yunanistan borçlarını, ancak bugünkü hakiki imkânlar dere- resinde indirildiği takdirde ö » deyebilir ve ancak bu sure*'a Yunanistan eski ekonomik var. lığını bulabilir. Hem bizim hem de alacaklılarımızın menfaati bunu icap ettirmektedir. rak, Atik yolundaki ham arazi- yi gözden geçirmek için doğuya doğru at sürerlerken ötekiler geldikleri yolda ilerlemeğe baş- lamışlardı. Üç süvari toplantı yerinden henüz yüz elli metre uzaklaş- mışlardı ki, Muhtar Arif arka arkaya duyduğu üç el silâh sesi ile başını o tarafa çevirdi. İlk bakışta gördüğü manzara şu idi, Pirovani'nin hayvanı boş-> tu. Moreno hayvanından atlı- yor. Ve Vatson güneye doğfu dört nala atını sürüyordu. Yanıtdaki kısım çavuşu Lice- li Ylsufa işaret etti: — Koş. Bir şey oldu. Ve kendi de beraber o târafa seyirtti. Silâh seslerini İşiten ve top- lantıda hizmet eden işçiler de onları takip etmişti. Vak'a yerine geldikleri zaman Moreno ellerini açmış. Gözleri yaşarmış, sapsarı bir yüzle on- lara haberi verdi: — Piravani öldü. Vatsonun kurşunu ile öldü.. (Arkası var)