20-6-035 TKR N AYAKKABICILAR TERLİKCİLER Ayakkabı Borsasında Dolaştım... Bütün Terlikciler, Hep Bir Ağızdan, İşsizlikten Şikâyetçi! Çarşıkapıdaki ayakkabıcı bor sasında, satıcılar, her gün oldu- ğu gibi bugün de sinek avlıyor- lardı. Renk renk, biçim biçim terlikleri, irili ufaklı kavaf işi kunduraları işportalara sırala - mış, yağmur duasına çıkan ümit siz köylü gibi, derin bir tevek- külle, mallarından üç beş çeşit alacak müşteriyi bekliyorlar. Beni görünce, etrafımı aldılar. Dertleri o kadar çok ki, hangi birinden başlıyacaklarını bilemi- yorlar: — Hasan, be, sen söyle!... — Beti ne söyleyim, ağzı lâf yapan biri söylesin ki, efendi de yazsın!.. Nihayet aralarında anlaştı- lar: — Mahmudu çağıralım... Çorlu medresesinin bir sinde kira ile oturduğunu sö: yen altmışlık bir adam, içini çe- ke çeke anlattı — Bunca işçiyiz, şunun şura- sında kaç paralık mal satarız, diye bir sorsana!.. Neredeyse, paydos çalacak. Çoğumuz daha siftah etmedik. — Burada perakende kundu- ra satmaz:mısınız? — Satsak da alan kim... Söz- de toptan vericiyiz ama, gel alı- | cıyı göster. — Sen, kendi başına kaç ter- lik çıkarırsın günde... — İşçiliği bilir, onun orasını.. Yalnız olursam, altı çift yapa- rım, kalfa çalıştırırsam, 12 çift çıkarırım, Ama, ne fayda? Ter- lik başıma beş kuruş kalır, kal- | Maz. — Cemiyet bunları sizden alıp müşteri buldukça hesabnı- za satsa, sizi bekletmese olmaz m? — Olmasına olur.. Ve lâkin onlarda da para yok. Bir koope- ratif yaptılar, Açlığa idmanın varsa, ver malını kooperatife.. Sen aç ağzını poyraza.. Müşteri çıkacak, malım satılacak, diye bekle, dur... Derken, öteki işportacıların dabirer birer dilleri çözüldü. Edirnekapıda, Çukurbostanda Arif, iki terliği biribirine vura- rak bağırdı: — 75 kuruşa, iskarpin satryo- rum efendi... Bundan ucuzu can sağlığı... Sor, bakalım, on kuruş kalır mr iskarpin başında.. Bitti bu zanaat ama, biz hâlâ pabuç- ları sürter dururuz. Çorlu medresesinde oturan 'Abdi söze karıştı: — 60 yıllık terlikçiyim! Kun- duranın da âlâsını yaparım. On yaşındayken bu zanaata girdim. Girmez olaymışım, olmuş bir ke- Ye... Altmış yıl içinde bir kulübe sahibi olamadım. Medresede oturduğum odanım kirasını vere- miyorum. Sana daha açıkça, bir lâf., Karım öldü, bir yenisini bu- Tup evlenemiyorum. Bizimki de yaşamak mı? Bir aralık, sordum: — Sizin en yaşlınız kimdir? Hemen aradılar, — buldular, avuç avuç sakız leblebisi yiyen bir ihtiyarı önüme sürdüler: — Meşhur Hacı Tatyos, işte budur! Catır çutur leblebi çiğniyen ihtiyarm seksen beşlik bir adam olduğuna güç inanılırdı. — Nasılsın, Haci Tatyos, iyi- Biİn ya,, dedim. idü: — Görorsun ya.. Daha ölme- dik, eş dost sayesinde yaşıyo- vuz. .— Hâlâ çalışryor musun? — Çalışmasam, ekmek para- sını allah gökten indirecek?.. Çok delikanlıları — elini cebine sokup bir avuç leblebi aldıktan sonra — aha şu cebimden çıkar- tırım. Midem demir gibidir, de- mir... Taş tutsam, tanrı izni ile suyunu... Sözünü bitirmeğe - vakit kal- madan hep birden atıldılar: — Siz Tatyosa bakmayın.. O bu zanaatta çok genç sayılır.. — Evet., Evet.. Ondan ihti- yar terlikçi de var. Sırplı İsmail derler. (90) a merdiven daya- mıştır.. Bizde eski adam mı a- rarsın sen.. Darıca enginarı gi- bi boy boy. Tatyos, kendinden daha yaşlı | bir terlikçinin bulunmasına kız- dı: — Sirplr İsmail de kim olu- yormuş.. Benim gibi leblebi çiğ- nesin de göreyim onu.. Alay eitiler: — Takma dişlerine çok gü- venme! Büzkütün fitili aldı: — Kim demiş, takma diş.. Be- nim babam, irahmetli, iyi ma- rangoz idi. Çürük mal yapmaz idi. Ağzımdaki dişler de irah- metlinin bıraktığı gibi ağzımda duruyor... O sırada, bir. terlikçiyi daha tanıttılar: — Meddah —Aşkı'nın oğlu Hakkı!., Gerçekten çok - tatlı adamdı bu... Ortalığı gülmekten kırıp geçiriyordu. Bir aralık, bana dönerek: —- Senin anliryacığım, Hak be reket versin kuru fasulyeye.. de- di, kilosuna ver yedi buçuğu, at tencereye,. Kaynat kaynat yı Kuru fasulye de olmasa, şu gör düğün esnaf, çoktan tahtalı kö- yü boylardı. Sordum: — Baban Meddah Aşkti ne yapıyor? — Ne yapsın? tık.. Eve yan geldi oturuyor. | E.. Şaka değil, 93 yaşında... — Terlikçilikten günde ne kazanıyorsun? Başını salladı: — Bizimkisi dostlar alışveriş- te görsün... Şimdi birazdan, iş- Portaları vuracağız sırtımıza... Çalmadık kavaf dükkânı bırak- mıyacağız... Alan olmadı mıydı, Zararına verip döneceğiz. Dedim ya, dostlar alışverişte görsün... Çoğumuz, işi balıkçılığa dök- tük... Terlikçilik sökmeyince gelsin balıkçılık... Al eline olta- yı, çık köprü üstüne.. Artık kıs- metine ne çıkarsa... Hayatlarından sık sik, olür olmaz şikâyet etmeği âdet edi- nen kimseler, bu az kazançlı, fakat bol neşeli adamların ara- sında, tavsiye ederim, yarım saat dolaşsınlar. Derhal üzüntü- | leri, sıkıntıları geçer. Terlikçiler, burada geçirdikle- ri boş vakitlerinde şarkı söylü- yor, arada biribirleriyle şakala- şıyorlar. Ben yanlarından ayrılırken birisi gülerek kulağıma iğildi: — Neymiş Lokman Hekim?. “Gami zevk et, hüner odur âlemde..,, Bizim elimizde şimdi bir bu hüner kaldı. Bu filosof ruhlu adama: “Oku duğun şeyi yanlış okudun. Hem de onu söyliyen Lokman He- kim değil, filânca şairdir!,, de- meğe doğrusu dilim varmadı. RÖPORTAJCI ihtiyarladı ar- | | İstanbulda tamam 20.000 ki- şinin zvakkabı ve terlik yapa- bin esnaf, senenin ancak dört ayında muntazam çalışabilirler, Geri kalan aylar işsizdirler. Ayakkabıcılar, her şeyden ön- ce dsiplin altına alınmak ister- ler. Çünkü bugünkü tarzları, çok kararsızdır. Şu ka- darını söyliyebiliriz: Dünyanın en iyi ayakkabısı ile en kötü ayakkabısı Türkiyede çıkar. Ya- ni, Türkiye, en iyi ayakkabı ya- pıcısi ile en kötü ayakkabı ya- pıcısının, bir arada ve omuz omu za yaşadıkları bir yerdir. Yüksek işçi elinden çıkmış ayakkabı ile, gelişigüzel bir işçi da malzeme, dikiş, yapıcılık ve dayanma bakımlarından o ka- dar büyük farklar vardır ki; şa- şılır. Bizde kunduracılık yalr-- görgüye bağlıdır. Çırak çok de- fa ustasından gördüğünü ya- par. Zanaatı ilerletmeği pek az düşünür. Tabii, bunun müstes- naları çoktur. Netice şu oluyor: İyi ustadan iş görenler, tişiyorlar, Kö- tü ve bilgisiz usta yanında çalı- şanlar ise, oldukları gibi kalıyor- lar, Ayakkabıcılar kurumu başka« nı bize şunu anlattı: — Acemi kunduracılar elinde her gün binlerce Jiralık milli sermaye, mahvolup gitmekte- dir. Çünkü kunduracılarımığın çoğu *ptidaf olarak yetişiyorlar. Cemiyetimiz, bir aralık, ayakka- bıcılar için bir kurs açmayı dü- ü. Fakat maddi imkânsız. nden buna muvaffak z de başka yoldan k, hiç olmazsa, kötü malların sürümüne mâni olmak istedik ve bu maksatla bir koo- peratif açtık, Kooperatif, zanaa- Ayakkabısı istanbulda Yapılır !... Ayakkabı borsasında alıcı ve satıcı, karsı karşıya.. | kimse bilir. Ne yazık ki, bu 20 * çalışma | elinden çıkmış ayakkabı arasın- — Gonç bir terlikci , ti bilmiyenlerin malını kabul et- miyort. Buraya gelen malları sıkı bir muayeneden geçirmedik- çe, satışa çıkarmıyor. Bunun büyük faydalarını gördük, Ayak | Ayakkabı borsası, her sabah böyle müşteri arayan terlikciler, kunduracılarla dolar Dünyanın En İyi Ayakkabısı ile En Kötü Köseleleri Nasıl! Ağırlaştırıyorlar! Çabuk dabağlık Sistemi zarar Veriyor .. Son senelerde dabağat siste - mimizde, bir değişiklik oldu. “Seri dabağat,, yapılıyor, yani köseleler hiç bekletilmeden bir- takım eczalar vasıtasiyle ayak- kabı imaline başlanıyor. Bu ec- zalarla muamele gören kösele- ler, metanetlerinden çok kay- bettikleri için çarçabuk parçala- nıyorlar. Bir de köseleler, ağır- lık veren bir madde ile sun'i ola- rak ağırlaştırılmaktadır. Bu iş, gene halkın ve esnafın zararına oluyor. Çünkü kösele ağırla ca, kilo da fazla ç değersiz kosele_w yüksek vermeğe mecbur oluyor. Bu sistemin her halde değişti- rilmesi lâzımdır. Aksi takdirde, ayakkabıların çürük olduğuna dair ileri sürülen şikâyetlerin arkası alınmıyacaktır. fiat kabı yapmağa yarıyan köselele- rin hepsi yerli malıdır. Dışardan kösele gelmediği gibi, deri itha- lâtımız da yüzde ona inmiştir. 'Türkiye içinde, senede 6 mil- yon ayaklık deri, 10 milyon ki- lo da kösele sarfolunuyor. Ha- kikt zanaatkârlarımızı meyus eden şeylerin en boellibaşlısı, ucuzcu — esnafınım, karşı gelememektir. rekabetine Çünkü bir kısım ayakkabıcılar, en kötü | malzeme kullanarak yaptıkları ayakkabılarını gayet ucuza mal edebiliyorlar, Ve tabii ucuza sa- tıyorlar, Öte yanda ise hakiki zanaat ehli, malımı kıymetten duşurmemek için iyi harç ve iyi şçilik kullanıyor. Neticede ta- bit pahalıya mal ediyor, pahalı- ya satıyor. Bundan dolayı, ayak- kabıcılar arasında bir ıyıklıma yapmak zarureti vardır. Ta ki, hakiki zanaat ehli, ara yerde e- Emektar terlikci, kazançsızlığın acısını, bir fincan acı kahveden çıkarıyor! Ucuz Ayakkabı, Pahalı Ayakkabı Bir kunduracı “ Kötü ayakkabı tetanos da yapabilir ,, diyor Postahane caddesinde 23 nu- marada Altın dikiş kundura ma- ğazası sahibi Mustafa işten an- lamıyan kimselerin, ayakkabıcı- lik yapmıya kalkışmalarındaki zararı anlatarak bize şunları söyledi: — Benim kendi — işçilerim, bütün gün çalışarak, ancak gün- de bir çift ayakkabı çıkarabilir- ler. Öte yanda ise, bir başka 2- tölyede ayni miktar işçi günde on çifte kadar ayakkabı yapabi- lir. Fakat bu iki mal arasında ne büyük farklar duğunu işten anlıyanların gözü derhal seçer. Meselâ, ben gizli demir çivi kul- lanırım, Bir başkası çivi yerine dikiş yapar. İşçilik, onda ayrı, Öötekinde ayrı, bende ayrı.. Müşteri ise hepsini bir görür. Ve ötekileri ucuzluğuna tamah ederek beğenir alır. Ayakkabr yapmak için biraz da sıhhi b ster. Derilerde, köselelerde, ve hepsinden fazla işçilikte fark vardır. Bir çift ayakkabı, üç dört kişi- nin elinden geçerek ancak bir günde çıkarken öteden üç dört kişi günde on çift ayakkabı ye- tiştirirse, bu ayakkabılarından ne beklenebilir? Kötü yapıl bir iskarpin, ayakların biçimini bozar, çorapları parçalar. Hatta çivilerin pasları içeri işlediği zaman tetanüs bile yapmak teh- likesi yardır. Türkiyede çok iler- liyen ;ayakkahıcıhk zanaatını birtakım acemi kalfa ve çırakla- rın eline bırakmamak lâzımdır. Ayakkabıcıların !En Büyük Derdi Ölçül.. Esnaf, derilerin Fabrikalarda ölçüsüz kesildiğin- den şikâyetçidir!.. Ayakkabıcılarımızın, başlıca, hatta en büyük derdi, memleket içinde yaprlan derilerin ölçüle- ridir, Hükümet geçen sene, bir ölçü kanunu çıkardı. Bu kanuna gö- re, satıh ölçülerinde metre siste- mi kabul olunuyordu. Fakat ara- dan geçen bir yıllık zaman zar- fında fabrikalar, derileri bir tür- lü doğru ölçmeğe alışamadı. Sözde ölçülmüş olarak, fabri« kalardan gelen deriler,en az yüzde on beş, en fazla yüzde o - tuz beş noksan çıkıyor. Bu yüzden her gün binlerce Hiralık hak kayboluyor. Elde metre sistemi gibi sağlam bir esas dururken, — derileri nasıl olup da eksik ölçtükleri anlaşı- lir şey değildir. Ayakkabıcılar, ölçüler kanu: nu çıktığı gündenberi, belediye- de ölçüler müdiriyetinde bu iş için uğraşmaktadırlar. Belediye kanunlarında, derilerin eksik öl- çülmesini suç sayarak cezalan- dıracak madde bulamıyor. Ölçü- ler müdiriyeti de, derileri ölçe- cek ölçü bulamıyor. Şikâyetleri- miz iktısat vekâletine de bildi- tildi. Fakat bir yıldanberi, he- nüz bir cevap alamadık. Netice. de bundan halk da çok ziyan ediyor. Çünkü esnaf, ölçüde kaybettiğini fiata zammetmek mecburiyetinde kalryor. Bunun her halde önüne geçil- meli, fabrikalar eksik deri çıkar« | mamalıdır,