18-6-038 Servetle Bugünkü Maç i. İsviçrelilere Karşı Bugün Taksimde, Bükreşe | B AAA MA SA ÇARARRALA, Fenerbahçe ve Güneş futbol- cularının Bükreşe giderek ora- da iki maç yapacaklarını ge- genlerde haber vermiştik. İki kulübün idarecileri, seya- hate çıkmadan evvel hem bir deneme, hem de bir hazırlık ol- mak üzere, bugün ikinci maçını yapacak olan Servetin karşısına Romanyaya gidecek futbolcu - lardan bir taktm çıkarmağa ka- rar vermişlerdir. Bugünkü maç / Servet son maçını bugün saat (17,30 da Taksim stadınde ya- pacaktir. Servetle karşılaşacakı takım da yukarda yazdığımız gibi bir — Fenerbahçe - Güneş muhteliti olacak demektir. Fenerbahçenin İsviçreli fut- bolculara karşı pazar günü aldı- ği çok güzel sonuçtan sonra Bükreşe gidecek iki kulübümüz futbolcularının nasıl bir sonuca varacakları merak edilecek bir şeydir. Kazanabilir miyiz? Bize kalırsa bugün Servetle karşılaşacak takımımızın Fener bahçenin kazandığı zaferi kaza- nabilmesi biraz, hattâ biraz de- gil epey güçtür. Çünkü Fener- bahçeyi güzel ve farklı bir ga- libiyete ulaştıran sebepler var- dır. Bunlardan bazılarını saya- lım: Fenerbahçe Servetin karşısı- na çek iyi yapılmış bir takımla çıkmıştır. İki seneye yakın bir Zaman içine tesadüf eden yazı- larımda merkez muavin mevki- | inde daima- hafif kaldığını Ali MRiza-nih 1 hâci Gidecek Fenerbahçe - Güneş Oynıyacak! | Bugün “Servet,, e karşı çıkacak İlk maçta Servet'e mükemmel Mevkine almarak ve yeri- ne Esat getirilerek hem hücum hattına daha faz- la yakışan ve yatan bir mu- hacim kazandırılmış hem de takımın en can alacak noktası olan merkez muavin yeri daha ehline verilmiştir. Sakalda istemez ama... Eski zamanlarda söz dinlet - mek için sakal ve bıyığa ihtiyaç varmış. Vakıa sakal ve bıyığım yok ama eski zamanlar çoktan geçmiştir. Böyle olduğu halde iki seneye yakın bir zamatnı Fe- nerbahçe takımının en zayıf bir noktasını teşkil eden merkez muavinlik hakkındaki sözlerimi kimseye dinletemedim. Eğer Fenerbahçe takımındaki bu de- ğişikliği yeni antrenörleri mis- ter Elyot yapmışsa futboldan anlayan bir adam olduğunu he- men şimdiden kabul ve Fener- bahçeyi böyle antrenöre maliki- yetinden dolayı tebrik etmek lâzımdır. İkitci sebep, gerek yapılan değişiklik ve gerek futbolcula- rın kuülüplerinin mesut bir gü - nünde galip gelmek azmile oy- nmamaları yüzünden Fenerbah - çenin çok güzel bir maç çıkar- mış olmasıdır. Sonra İsviçrelilerin vapurun bir gün geç kalması yüzünden maç sabahı gelmiş olmaları ve ne kadar olsa Yorgun bulunma- ları, bir de bir aksilik olarak merkez muavinlerinin ilk daki - kalarda sakatlanarak en iyi mu hacimleri Kielholz'un merkez muavin yerine gecmesi Fener- bahçenin galibiyetini kolaylaş- ktıran sebeplerden sayılabilir. Futbolumuzun kıymeti Bununla beraber, yine dinlete ümediğim bir hakikat vardır: Bu raya gelen Avrupa takımları ne | kadar kuvvetli olursa olsün, ça- | İışmış, iyi yapılmış, kuvvetli bir Türk takımının oynadığı fut - bi, hiç te yabana atılacak bir fut bol değildir. Daha — üç dört ay Bvval İstanhul Vile marlarında ŞABAN oynanan futbol arsa futbolüne benziyordise bunun yegâne se bebi, aynı ayarda olmıyan ta - kımların karşsılaşmasından ve kuvvetli tanmanların zayıflara karşı çalışmamasından idi. Başka memleketlerde futbol- cular lik maçları için çalışırlar, hazırlanırlar. Bizde ise lik maç- ları bittikten sonra çalışmağa başladılar ve belki de tam şu sı- ralarda forma girdiler. Çünkü ne de olsa ayarsız takımlar ara- sında ve üç beş yüz seyirci ö - nünde yapılan bir maçla, dört beş bin seyirci önünde ve kuv - vetli bir takım karşısında yapı- lan maç arasında dağlar kadar fark vardır. Bunun içindir ki yine seneler- denberi yazıyorum: lik maçları- nı enteresan duruma sokalım diyorum, arasıra arsıulusal maç lar yapalım diyorum, senede bir kaç kere bir İstanbul muhteliti çıkaralım ve yerli ecnebi şehir muhtelitlerile — karşılaştıralım diyorum. Ne çare ki spor işle - rinde kulaklarına pamuk tıka - yanların sayısı pek çok... Bu pamukları çıkarabilset ““Bir gol yapan Çabukluğu yüzünden Fenet- bahçeye son golü kazandıran NİYAZİ takımın en iyi oyuncularındans FİKRET ve ESAT hem futbolcuya hız, hem seyir- ciye zevk vermiş oluruz. Nemiz eksik Fırsat buldukça her ulusun boy boy, renk renk takımlarını görüyoruz. Bunların içinde bir çok defalar milli takımlarında oynamış, dünyaca tanınmış ve cidden futbolun üstadı denile- cek oyuncular var. İstisnasız hepsinin atletik meziyetleri mükemmel, takım için oynama- ları ve anlaşmaları güzel... Fa- kat insafla söyliyelim ki belki bir çok noksanları bulunmakla beraber bizde de hiç olmazsa ferdi oyunları itibarile bir çok Avrupa futbolcualrı ayarında ve belki de bazı bakımlardan daha yüksek futbolcular yok mu?, Yeter ki bunlar çalışsın - lar, çalıştırılsınlar; iyi yapılmış talrırmlarda oynasınlar, oynatrI- İlk maçta nefis bir şütle takı- mına bir gol kazandıran RIZA sınlar; kendilerine hız verebile- cek maçlar yapabilsinler! Misal olmak üzere burada ba * zı futbolcularımızı — göstermek iyi olurdu ama, nemize lâzım, bundan da mâna çıkaracaklar bulunur... Bugünkü takım Bugün Servet ile karşılaşa - cak takımımızda oynatılmaları düşünülenlerden kulağımıza çarpan futbolcular şunlardır: Fenerbahçeden: Bedii, Yaşar, Cevat, Esat, Fikret, Ali Riza, Niyazi. Güneşten: Faruk, Reşat, Sa- lâhaddin. Rasih, Rebii, Barıbi- | no. Belki de daha da vardır. Fa- kat şu yukarda saydığımız onüc futbolcudan çıkarılacak ve Bük reş seyahati için denenecek ta k:m, ivi teşkil edilmek şaitile hiç te fena bir takım olmıyacak tır. Pek ümmüyoruz ama, canı - mız öyle ıstivor ki, bugünkü ta- kım da İsviçrelileri farklı bır ga libiyete götürsün de, senelerce evvel kendi memleketlerinde büyük sayı farkile yendikleri futbolcularmnızın çifte bir inti - kamını almış clalım, Sadun G. Savcı 9 GÜL KRALININ HAS BAHÇESİNDE | 2826 iT Not defterimdeki adrese baka rak ve iki adımda bir ya kaydı - rak oynayan bir çocuğa veya do lu su tenekelerini ıkma tıkma taşıyan bir sakaya sorarak dar ve berbat sokaklar arasında epey dolaştıktan sonra yaşlı bir kadın bana bir tahtaperdeyi gösterdi: — İşte oğlum... Orasıdır Hacı Şükrünün evi. h. Mat renkli bir halkayı çek - tim. Tahta perdenin ortasındaki kapı, o anda arkasına dayandı. Ve kadife takkeli, güler yüzlü bir adamla karşılaştım ki, bir tanıdığı davet eder gibi: — Buyurunuz efendim buyu- runuz., Diyordu.... Şüphelendim: * — Gözleri iyi görmiyor ga- liba — diye düşündüm — beni bir dostuna benzetmiş olmasın. Tereddüdümü sezmişti. Bana daha fazla emniyet vermiş ol - mak içi — Gir oğlum gir... — dedi — burası Hacı Şükrünün has bah- çesidir. Günün her saatinde kim isterse gelir, Başım üstünde ye- ri vardır. o Girdim: Gözün alabildiği katdar büyük bir bahçe... Sarı, kırmızı, mor, beyaz, sa- yısız gül fidanları arasından ge- çen dar bir yol. bir çardağın altına girince bir de göğe baktım: Her taraf gülle dolu... Sağ gül, sol gül.. Salkım salkım gül ler. Top top güller. Gül, gül, gül! Burnuma İstanbulun hiç bir ye “rinde dolaşmayan bir hava,“ma verai bir koku ile dolu bir hava,, girerken sordum : — Size çok kazandırıyor mu bu bahçe? — Ne kazancı? Hangi ka - zanç? — Canım bu gülleri millet ge lip seyretsin diye yetiştirmiyor sunuz ya? Elbette bunları top-” layıp toplayıp satıyorsunuz.. — Size kim söylemişse yanlış söylemiş... Hacı Şükrü gül ye - tiştirir ama, gül satmaz. Bu gör düğünüz güllerin hepsi açarlar, gül meraklıları gelip doya do - | ya seyrederler, sonra her gül mevsimi geçtikçe sararır, solar, | dökülür.. — — Benim bahçemin masalı bu dur. — Fakat bir insanımm bu ka - dar çok çiçeği yetiştirdikten Elinde bir gözlük tutuyordu.. Bir sağa baktım, bir sola. Ve' Gül Kralı Şükrü sonra satmaması için çok zen - gin olması lâzımdır. — Bende zenginlikten eser arama. Öyle olsa burada otuür - mam. Bu benim illetimdir. Evet ben gül illetine müptelâyım., Bu babamdan miras kaldı. O çiçek- lerle uğraşmayı pek severdi. Ben gözümü dünyaya açtığım zaman kendimi bu bahçede bul dum. Sonra o ölünce devam et - tim, Ettim ama... Çok isterdim babam yaşamış olsaydı da be - ;nim bugünkü muvaffakiyetimi görseydi. — Siz gülcülüğü daha ileriye mi götürdünüz? — Ne zannettin ya? Onun zâ manında İstanbulda haydi hav - p '_';A_* y j KU Bu gülün adı Markiz Deşsinetti'dir di yüz elli, iki yüz çeşit gül var dı. Bu çeşitler de her yerde bu - lunmazdı. Bir saray bahçesin - de, bir de bazı vezirlerin, paşala rın evlerinde, Geriye kalan çi - çek bahçelerinde iyi topu kırk elli çeşit gül dolaşırdı. Paşalar - dan vezirlerden meraklı olanlar da sefirlere yalvarırlar, onlar vasıtasile Avrupadan üç beş fi - dan getirtirlerdi de bahçeleri bir şeye benzerdi — Eyy.. Şimdi sizin kaç çe - şit gülünüz var? Yüzünde haklı bir gurur be- lirmişti. En tatlı gülüşile karı » has bahçesinde şık cevap verdi: b — Tam iki bin sekiz yüz yir-« mi altı çeşit... gi — Demeyin.., — İnanmazsın zahir.. Ve bir mermer masa üzerin « de duran fransızca bir kataloğu burnuma dayayarak; — Al bunu... — dedi — için « de ne kadar gül varsa hepsini benim bahçemde bulabilirsin, — Siz fransızca bilir misiniz? — Tabii... Bu lisanı bilmeden gülcülük yapılamaz; Ve nasıl öğ rendim fransızcayı bilir misi « niz? — Kendi kendime... Alfabesi- ni aldım. Sonra hecelemeğe baş ladım. Sonra lügatten kelimele- ri araştırıp ezberledim; nihayet bu kataloğları okumağa başla « dım ve okuya okuya otuz yşdi senede lisanı da belleyiverdim, Bak şimdi şurada ne yazıyor: Markiz Desinetti değil mi? Gel benimle beraber... İki adım ötede sapsarı bir gü lün önünde diz çökerek; -- — İşte... —dedi —bu gül kataloğun tarif ettiği güldür. Yaprakları karıştırarak okü « mağa başladı: ' — Rengi sarı.. Parlak. Bol yapraklı.. Eniyi cinsten, Çok. dayanıklı. Sonra bir başka yaprağı aça« rak parmağını bir ismin üzeri « ne bastı: v Aleksandır Hill Giırey. Ve bir başka gülü, kıpkırmı «! zı büyük bir gülü tutarak yüzü me baktı: — İşte bu da odur.'Fakat bü tün bunların en iyisi benim ye « tiştirdiğim şu güldür. Buna Ebh« rüli Hacı Şükrü diye ad taktım, Kokusu, dayanması, rengi ve gü zelliği hepsinden — yüksektir. Fransada Şaplin kardeşler gül yetiştirirler de İstanbulda Hacı Şükrü onlardan geri kalır mı? * * ." . * « . D * .. . & Yanından ayrılırken daha baktım: Evkaftan aldığı küçük bir ma aşla yaşayan ve eline geçen her şeyi bahçesinin her sene bir par ça daha göz alıcı olması için har camaktan çekinmeyen ve gül satmayı bir izzeti nefis düşkün- lüğü sayan gül meraklısı ve gül lâı_'alı Hacı Şükrüyü pek beğen « im, ona bir' Ensari BÜLENT