FİLOZOFİ Miguel de yillardanberi (Salamangue) Üniversitesinin rektörü ve Yunan dil Ve edebiyatı profesörü bulunan (Una- Muno) bugünkü İspanyanın en bü- Yük, en tanınmış mütefekkiridir. Geçen yıl, 70 yaşını doldurduğun- dan artık dersinden ayrılması lâzım- Eeliyordu. Fakat bütün İspanyanın Arzusu, bu mecburi çekilmeğe engel Oldu. Ölünciye kadar, başında bulun- duğu üniversitenin rektörlüğüne ta- Yin edilen Unamuno'ya ayrıca daimi bir kürsü ayrıldı. Ustat bura Bterse, ne zaman isterse, nasıl ister tt" okutacaktır. Don Migucl & hakkında çok şey söylenemez. Onun yatı, fikirlerinin hayatıdır. 29 Eylöl 1864 te Bilbao'da doğdu. İlk çocukluk yıllarını bu şehi: firdi. Denizin ve dağların çı diği bu yerde taze hulyasını gelişi gi 2t koşturdu. Sonra dolu kollej yılla- T... 16 yaşında kolleji bitirdi; sonra Madrid'e gidip kendisini edebiyat ve filozofiye bağışladı. Artık Unamuno- hun hayatı çılgın bir okumadır. An- lamak ve anlamak için okumak ihti- Yazı kalbini yakıyor. Tozlu kitapların İçine gömülüyor; lâtinceyi, eski yu- Rancayı, sanakritçeyi, ibraniceyi Öğ Teniyor. Portekiz, Frantız, İtalyan, ngiliz, Alman ve Felemenk dillerile Yazılmış eserleri asıllarından okuyor. Romanlarından birinin kahramanı blan (Pachico Zabalbide) in şahsında Hamuno'yu tanımak kolaydır. Pa- thico'yu bir mumun titrek ışığı karşı- Bında, bitmek tükenmek bilmeyen bir Güşünceye dalmış görüyoruz. Tıpkı Unamuno gibi. Pachico'nun ruhu İman ile akıl arasında sallanıyor. Tıp- kı Unamuna'nun ruhü Unamuno, okudukça, okuduğunu Yaşadıkça, ruhu korkunç sorunun, Slümün, genişlediği yer oldu. — “Ce- hennemin, kendisini hiçlikten daha az korkuttuğunu” anladığı andan itiba- ten bütün korkulu ve ıstıraplı araş- firmaları, tek bir ışığa, “ölümden son- TA varlığın devamına” çevrildi. Sonra Yavaş yavaş, hafif tepmelerle, bu Ülüm korkusu silindi ve yerinde ha- ;"_';': kasalığından doğan bir endişe Unamuno çok yazdı; ve her edebi- Yat şeklini ayni kuvvetle kullandı. Omanları, şürleri, denemeleri, bet- € (makale) leri biribirinden üstün- dür, Şekillerin bu başkalığına tağmen eserlerde Hade olunan fikir hep Ayni fikir, tüten endişe ayni endişe | ir. Bütün yazdıklarını burada saya- tak değiliz. En çok tanmmış iki eseri trinde duracağız. Bunlardan biri 1513 te basılan (Hayatın Verdiği Âcın Hissi), öbürü de 1903 te çıkan Çuijote ve Sancho'nun Haya- yEPtgünkü — betkemizde —(Hayatın 'erdiği Acın Hissi) ni gözden geçi- Teceğiz (1), ; Bu eser, ruhun yok olmasını bir tlü onaylamıyan bir (visionnairc) n eseridir. Çok zaman Pascal'ın ba- Ti düşüncelerinin trajik tonunu ha- fırlatır. (septicisme) i yenmekteki eksinliğin *zemenliğini hisse kabul ettirmek is- feyen aklın karşısındaki sendeleme- ini, ütiraf ediyor. Fakat Ober- düşünmekten kendini ala- n 1nsan ölez (fani) dir; ölebi- hr, Pakat mukavemet ederek ölelim, Ve, eğer hiçlik bize mukadderse bu- Hu bir adalet bilmiyelim.” Kalbin (rationnel) doktrinlere aç- İğı kavgada dramatik bir güzellik Yatdır. Bu kavgadan, bazan kurutan 'mitsizlikler, bazan kuvvet veren ve- himler doğar. Bu kitabın yanan yap- Taklarında kalbin bütün mtaraplı şüiri, Telânkolik şaşaası var. Unamuno, insana hisli bir hayvan Genileceği yerde, akıllı bir hayvah de- Rildiği için şaşıyor. Ona göre İnsanı iğer hayvanlardan ayırt eden, akıl- fdan ziyade histir. Bu fikirden hare- €t eden Unamuno, her felsele siste- Minde, o sistemi kuran insanı, “do- ?"” retırap çeken ve öÖlen, etten ve tmikten insanı” arıyor. Herbangi bir filozofun tasarladığı mücerret in- l aramıyor. Aristo'nun “siyast hayvan” :, Rous Mau'nun “mukavele yapan İnsan” 1, Mancbester mektebinin “homo eco- ömicus” ü, Linnt'nin “homo sapi- *N" ( birer uydurmadır. » Pinaenaleyh, şahsiyeti, yapma gi üşlerinden, dış ve ekleme şekille- ihden kurtarmak, ve kurtarıcı göresi (iştiyak) yi bulmak üzere onun derin- Mğine girmek istiyor. Unamuno'nun mema göre filozofi ilimden ziyade hüre yaklaşır: “Filozoli, dünya ve bayat hakkında «0 (D Ba eserin NO R. A kölleksiyo- Unamuno MİGUEL DE UNANUMO bütünsel ve birsel bir telâkki edinmek ihtiyaermeza cevap verir. Felsefemiz, yani dünyayı ve hayatı anlamak ve anlamamak tarzımız, bizzat hayata karşı olan hissimizden fışkırır.” Pascal'a göre: “Geldiği hiçliği, git- tiği Bo ğu görmekten eksin” olan insan, hiç olmazsa şuurunun de- rinliğinde — bütün illüziyonları in- kâr eden ilmi akla karşı — ölmemez- lik hakkında gizli bir ümit besler. Insani mukadderatın büyük istifha- mile uğraşmış olan büyük filozofların uğramış olduğu zorluğa Unamuno da uğruyor. Sonrasızlık akılla ispat edi- lemiyor, öblür taraftan, akıl yaşamak için bize bir sebep te vermiyor; ha- yata bir gaye de göstermiyor. Aklın, kendi üÜzerinde yaptığı çöze ile vardı ğt son durum, şiphe ve tereddüttür. Bu temel üzerinde ümit yükselemez. Alcıl ile hi& arasındaki savaş durmu- yot. Artık bir barış imkânı da yok. Onların çarpışması ile yaşamamız, ve b kavgayı ruhan? hayatımızın şartı | yapmamız lâzımgeliyo: "Dünya, objektif realite hissi, zaru- Ti olarak sübjektiftir, insanidir, an- thropomorphigue'tir. Dima rasyon; lizmin karşısında vitalizm yüksele- cektir, daima irade aklın karşısına di. kilecektir. Ne akıl, ne hayat kendile- rini asla yenilmiş saymazlar. Müte- her şeye rağmen insanlığı be- rakmadığından — bilsin, bilmesin — aklı, hayatın emrine veriyor, Hayat aklı, akıl hayatı aldatıyor. Akıl ve hayat mütarekeyi imzal malarına rağmen, biribirine düşman- dırlar, çünkü menfaatleri biribirine karşıt (zıt) ter. Bütün bunlara, hayat Jakla tâbi olmalıdır. cevabını verecek biri bulunacaktır; biz buna cevap ola- rak deriz ki, hiç kimse yapamadığı şeyi yapmağa mecbur değildir. Ve h yat akla tâbi olamaz. Bir Kant'çı “Mccburdur, o balde muktedirdir” di- Hutanlez öğünia <imdlkek | yecek! Biz ona cevap olarak deriz ki: rno, İ “Muktedir değildir, © halde mecbur değildir.” Muktedir değildir. çünkü hayatm gayesi, anlamak değil, yaşa- maktır.,, “Hakikatte,akıl bizi şüpheciliğe gö- türmez, hayır! * Akıl, kendi varlığı hakkında bana şüphe vermez, vere- mez. Fakat akıl beni hayattan şüphe- ye, daha doğrusu hayatı inkâra gö- türüyor; akıl beni şüpheye değil, fa- kat şuurumun ölümden sonra yaşadı- âra sürüklüyor. Hayati sep- me akıl ile arzu arasındaki çar- pışmadan ileri gelir. Ve bu çarpışma- dan, ümitsizlikle inanmamazlık ara- ki bu kucaklaşmadan, son te- limiz olan aziz, tatlı, kurtarıcı te- reddüt doğar. Bellğ, kendi de bili den, ruhun en gizli bir köşesinde öl mile beraber şahsi şuurunun ve hafı- zasının ebediyen biteceğini düşünen kimseye, bu gizli bir müphem gölge, bir tereddüt göl- gesinin gölgesi kalır. O kendi kendi- aydi! Mademki başka hayat yoktur, bu geçici hayatı yaşamak 1â- zım!” dediği köşenin ği ona der: “Kim bilir?”. Onu işitmediğini sanır, fakat ne de olsa işi- tir, Ve gelecek hayata en çok inanç besliyen inançimın ruhunun bir kıv- tımında boğulmuş bir ses, bir tered- düt sesi vardı set ruhunun ku- lağına fısıldar: “Kim bili Bu sesler, belki, ormanın ağaçların- da rüzgâr uğuldadığı vakit bir böce- ğin vezıltisr gibidir. Bu vızıltıyı duy- muyoruz, bununla beraber, fırtınanın gürültüsile birleşerek kulağımıza ka- dar gelir. Yoksa bu tereddüt içinde saemaklediL ) Na hir oğr kirn. | rak zamanıma aykırı gelir. köşede bir gölge, | KÜLTÜR BATI Eser Ve Halktan ne bir alkış, ne de bir pul koparamadan ölen bir san'atkârdan konuşuyorduk: — San'at kendini mecburiyetinde midir? — Şüphesiz.. dedim; fakat her ra- man ve herkese değil.. — Kendini beğendiremiyen san'a- 'tın kıymetinden şüphe mi etmek lâ- zım? — Elbette, dedim; düşünelim. Meseleyi her halde şöyle kurmak lâzım: Daima bir alıştığımız san'at ve beğen hadisele- ri arasında bir münasebet var mıdı Varsa niçin, yoksa niçin?.. Fikirlerin müspet ve menfi iki kutpa ayrıldığı- ğını görüyoruz. Birçoklarına göre eserin beğenle hiç bir alâkası yoktur. Eserin gayesi kendindedir. — Ve beğen bize eserin kıymeti hakkında hiçbir şey öğret- mez. Çünkü o, zamana, muhite ve harici birtakım şartlara bağlıdır. Hal- buki dahi, bir devir ve bir muhit için değil, bütün devirler ve bütün mu- hitler için yaratır. O cemiyetin gizli temayüllerini, bir peygamber gibi, sezdiği ve ifade ettiği için zaruri ola- Diderot, ya gön âhi, etrafındakilerin de. ğil, gelecek nesillerin malıdır.,, İşte bu yüzden !ıhrı:rlerin beğeni bir yanku gibi dalma geç kalır. Beğen, bir moda gibi gelir geçer; şaheser ise her zaman için yenidir. Eseri beğenden ayıran bu töz en ateşli taraftarlarını - tomantiklerde bulmuştur. Aramızda hâlâ yaşıyadu- ran beğen düşmanlığı romantizmin bir yaftası sayılabilir. Romantiklere göre beğen hiçbir kıymetin görünüşü gibi, san'atı küçülten bir hadisedir: Kendini beğendiren eser başkaları için yazılmış bir eserdir. Bundan ötürü beğenilmemek daha ziyade hayra alâmettir. Neteki: kendilerini dâhi sanan bazı sa: kârlar rskık seslerinde — ölmezli; müjdesini duyarlar. Onlara göre be- genilmek, san'attan ekmek parası çıkarmak kadar ayıp bir şeydir! Ikinci töze göre, eserin kıymeti ile rasında tami bir uygunluk vardır: Kıymet beğenle ölgülür. Bı fikir doğrudan doğruya objektif san- at hareketlerine bağlıdır. Klasikler beğeni en doğru tenkit sayıyorlardı Molitr'e göre (hoşa gitmek) san'a- tın ilk Glküsü idi, Romantizmin kör- Jettiği bu an'ane pozivitizmin getir- diği içtimat san'at nazariyeleriyle yeniden yaşamağa başlamıştır.. San- at cemiyetin örünü “Taine,, ve dev- rinin aynası olduğuna göre beğenil- mek san'atkâr için bir zarurettir, Halkın bir eseri beğenmesi onda kendi hislerinin — ifadesini bulması demektir. Goethe: “San'atkâr yarata- bilmek için devrinin bislerinden i- ham almak mecburiyetindedir,, der. — —— ması gibi çabuk bir anda, ne de yal- na, bu tereddüt uğultusunun azla do- kunmadığını söyliyenlere inanamam. Ne ölüm ötesinin görüşü ile, ne de kendi yok olmalarının endişesi ile hiç bir zaman ürülmediklerini bana söy- liyenleri anlamıyorum. Ben kendi he- sabıma, kalbimle başım arasına barış koymak istemiyorum, — biribirile bo- tupmalarını tertih ediyorua.” şte Unamuno'nun hayatın facla hissi, dediği şey budur, Şüphe, tereddüt... Unamuno bundan — kurtulamıyor. Don Ovijote'un hayatını anlatan ki- tabımın sonunda — bu ayni endişe ile kavruluyor : *Can verdi! Canmı kime verdi? Bugün nerededir? Nerede hulya ku- ruyor? Nerede yaşıyor? Hayat rüya- sından, ölmemek deliliğinden uyanan ruhi gidip dinleneceği uçurum dir? Oh! Allahım, sen ki Don Çuijote'a, milletin hayatı ve düşün- cesi içinde, hayat verdin, sen ki Cer- vantös'e bu epopeyi ilham ettin,biz ki bu hayat rüyasını, gelecek asırlarda yaşamak deliliğinin pençesinde kıvra- narak geçiyoruz; söyle, ruhlarımızı nerede topluyorsun? Dünya geçe- cek... biz de onunla geçecek miyiz Al- Tahım?" Uzun yaz geceleri gibi sıtma- h düşünceler! Unamuno, düşüncesini o kadar ya- kıcı yapmak istiyor ki, o düşünce alev olsun ve ölümü, hiçliği yakam. Una- mumo'da “ebedi olmamalarını bir tür- dü hazmedemiyen insanlar”, Saint - Augustin, Pascal, Kiekegaard, — Ni- etzsehe yaşıyor. | — Don Miguel, bu büyük adamlar gi- | bi endişenin özdeşliğinde yaşamış, on- lar gibi hayatm manasını ıstırap için: de aramıştır. SuudKemal|l Yetkin Estetik Docenti beğendirmek | fakat... — dur, | arada düşünmeğe | nızlık ve istirap saatlerinde şuurları- | Beğen " Bu itibarla beğeni'rn varmıştır. Artık onun edilemez. B: in tercümai eser hedefine kıymetinden nilmiyen eser, olamamış, yani san'atın hakiki ülküsüne ulaşama- Beğen san'atkârın en emin kılavuzudur; ve alkışlanmıyan cser, tarif icabı, noksan yahut kötü Mühtelif san'at — teli yanan bu iki tözden birini alıp öte- kini atmakla meseleyi halletmiş ol- mayız. Ve bu ayni zamanda san'at için tehlükeli bir kabadayılık — olur. San'atın beğenle alâkası yoktur, d seniz san'atkârla halkın arasını açmış ve san'atı san'atın içine hapsetı olursunuz: Açlık - tehlikesi!.. Çünkü beğen san'atkârın ekmek parasıdır. Eğer san'atı beğene bağlarsanız al- kışlanmıyan şaheserleri sepete atmak mecbur Ölüm tehlikesit.. Çünkü beğenilmiyen san- atkâr için yapılacak başka iş kalmaz. Beğeni hiçe saymakla beğeni her şey bilmek ayni derecede sakat iki telâ kidir, Hakkiyle beğenilmiş eserleri: mevcudiyeti birinci tözi, alkışlanma: maş şaheserlerin mevcüudiyeti de ikin- ci tözi çürütmeğe kâtidir. Zannediyordum ki her iki — tö - zin — eksikliği, — mescleyi — çöz - mezden evvel beğen — hadisesini başlıbaşına memekten ileti ge- liyor. Beğenin - san'a! ne olursa olsun evvelâ bu ruhsel ve sosyal hadisenin şartlarını — araştır- mak lâzımdır. Ne zaman, ni ve nasıl beğeniriz? Beğen, beklenmedik tesadüflerin bir araya gelmesile ha- zırlanan bir hava içinde doğabilir. Beğen yapma birtakım hazırlı! meselâ reklamın neticesi olabilir. Be- ğen, kıymetin tesadülsüz ve hazır- bıksız tabli karşılığı da olabilir Bundan birinci tözin İchine olarak şu netice çıkar ki; beğen san'atkârın iradesini aşan ve eserin da bir- çok şartlara bağlı kalan bir hadise- dir. Werther, Le Mariage de Figaro, Meditatlons ve Cyrano de Bergerac- n kazandıkları — çılgın beğen, bu eserlerin edebi kıymetlerile izah edi- lemez, Edebi kıymetin tam karşılığı olan beğen, ekseriya durgun ve tem- kinli bir beğendir. Alkış yükı ı çok defa rin karıştığına — alâmettir. beraber beğenilmemek nan'at için hiç bir zaman hayra alâmet sayılamaz: San'at kendini beğendirmek mecbu- riyetindedir. Beğen kazanmamış bir eser, yarım kalmış bir senfoni, ateş almamış bir donanma fişeği gibidir.Be ğen san'atın özü değilse bile yaşama- sının ilk şartıdır. Beğenilmek istemi- yen bir güzelliğin aramızda işi ne?. Gitsin kendine göklerde bir yer b Sun, otursun!.. Okunmak ve beğenil. mek için yazmadığını iddia eden t romancı ya çok garip bir mahlük, ya- hut sadece bir yalancıdır. Beğen, san'atkârın cen derip ve en meşru bir ihtiyacıdır. Fakat bu ihtiyaç itiraf edilmez ve edilmemelidir. Çünkü be- geni düşündüğünü hissettirmemek be genilmenin bir şartıdır.Her eser ister istemez bir beğenici kütlesine hitap eder. Bu kütle ya hazır ve bellidi yahut mevhum ve idealdir. Hatta ya- Tatırken belki bir tek şahsın verece- ği hükmü düşünen san'atkârlar da vardır. Hiç kimseye hitap etmiyen güzellik yalnız tabiat — güzelliğidir. Deniz bize: “Beni istersen beğen!,, der. Fakat yüzlerce nüsha olarak ba- sılmış bir kitap: “Beni istersen be- gent,, diyemez. Sabahattin EYİBOĞLU Batı Edebiyatları Doçenti () Yeni / sözlüğümüzün — kılavuzunda ) kelimesi — fransızça — succte'nın olacak gösterilmektedir. Bana kalırsa (başarak) tam röussite'in karşılı- üadır: Başarılmış bir eser saccde yapmış bir eser demek değildir. Suceğa bir eserin beğenildiğini; rağbet gördüğünü ifade et tiği için (beğen) kelimesini daha yerinde buluyorum. münasebeti | SAYI EDEBİYATLARI oyuncakları hor | &l ve nmiçin, ( üzerinde ilk huyumuz vardır. küçüklük sayarız. Kolay bulduğu w manasını çabucak kavra € durmayr değersiz saydığı mız her şeye, ber hadiseye dudak uncağı,, der, geçe- | ir tren, vakti le yarattığımız oyun dünyasına ha- yallerimizi taşıyan büyülü bir varlık olmaktan çıkmış; bugünkü ölçülü ka- famıza yavaş yavaş boşanan bir zembereğin tekerlekleri döndür- mesiyle işliyen bir parça teneke ile biraz boyadan yapılmış kaba bir “ço- cuk oyuncağı,, olmuştur. Oyuncaklara karşı bu dudak bükü- şümüzün — arrmı, — çocukluğumuzu sevmemekte değil, onların bize bu- gün, ekesik, türlü baskrlarla, yasak- larla daraltılmış gelen bir haya: i küçüklüğümüzü, kudrets zi içten duyduğumuz bir devreyi ha- tırlatmasında aramak — icap ediyor. Fakat batırlamıyor veya hatırlamak istemiyoruz ki, gene çocukluğumu- zun tabif “mikromani,, sini bu ©) dermiş ve erginliğe olan üzenimizi bunlarla avutmuşuzdur. Kurşundan skerlerini tabur tabur dizerek ku- mandalar veren yavru ile “pay ver- di!,, diye bebeğini ararlryan minimini bayanda, psikolog gözüyle, erginliğe üzenme insiyakmın nasıl bir şekilde dışa vurduğunu görüyor ve seviniyoruz. Hatta diyebiliriz ki, kuş yuvaları- ni bozmak, kedinin kuyruğuna tene- zararsız | ke bağlammak, köpeğe eziyet etmekle | eğlenen yavrular, oyuncağı olmiyan bahtsızlardır ve bu bahtşızlar, oyun- caklar dünyasında avutamadıkları bir insiyakr, canlılara zülmetmekle hazza ulaştırarak kendilerini yârıma kötü. Tükten zevkalır bir adam olmak üze- re hazırlamaktadırlar. Oyuncaklar yalnız, ilerde tehlükeli bir huy gibi ruhi bünyemizde yerle- şecek bir insiyaka zararsız bir mecra açmakla kalmazlar; onlar bize, “na- &ıl ve niçin,, i sordurmakla gözlerimi- zi diış dünyaya çevirmemize ve böy- lece, insanlığa ilmi ve filozofiyi kur- duran “evreni kavramak,, temayülü- nün ilk kımıldanışını duymamıza se- bep olurlar. Bizim ilk fiziğimiz, ilk “bilgi mazariye,, miz, oyuncakların türlü renkli, türtü biçimli dünyasın- da “'ı»ı] almıştır. “Acaba namıl yüz yor, içinde ne var” diye kırdığımız her oyuncak, bize, kavranılması ge- reken bir. âlemin buluzduğu ve bu âlemi ancak görmek, parçalamak birleştirmekle — kavrıyabileceğimizi issettirmemiş midir? fransız filosofunun deı | oyun dünyasını ÇOCUK PSIKOLOJİSİ OYUNCAKLAR işleten oyuncakların hiçbir payı yok mudur? Finlandiyalı bir âlime, Yrjö Hirn'e göre, büyük icatların tarihinde bile, önceden salt çocukları eğlendirmek üÜzere oyuncaklarda kullanılmış bazı buluşlara raslamak imkânı vardır. İşte bar pesla.. Çinde donanma fişeği imaline yarıyan barutla bir “çocuk oyuncağı,, olan mıikmatısii ibre, ancak — binlerce yıl geçtikten sonra garpte harbe ve gemiciliğe ya- tamıştır. İlk tayyarelerin biraz daha iyi tertiplenmiş uçurtmalardan far» . d rıp alan — adami Pi de gene mütevazı bir uçurtma bulunu- d geçmiye. lim, Onlarla bazan erginlerin de öy- nad örüyoruz. Bundan iki sene önce memleketimize kadar gelen yo- © salgınını hepiniz ha Yoyo, ipek böceğinin geldi; yani Çinden 18 nmci asrın sonlarına doğru yola çıkmış ve geçen asrın başlangıcında, Avrupada gazetelere karikatür mevzuu — olacak kadar yae yılmıştı. Gene 18 nci asırda, en ta- nınmış ressamların fırçasından çıklı- t zaman tanesi 1500 liraya kadar & ar, le, 80 kakta, parkta, hattâ tiyatro ve saray- da bile elinden düşürmediği bir nesno olmuştu. « Çocuk, niçin ve hangi oyuncaklar. dan boşlanır? Çocuğun oyun dünya- sını bir yazımızda, gerçenin “şeni- yet,, egosantrik bir adeseden geçen gölgesi diye tarif etmiştik. Şu halde oyunda, — burada oyunu sadece bir vakığ olarak ele alıyoruz — erginin mekân, zaman, sebep ve netice kalıp- larına sığmıyan bir dünyanın yara- tıldığını görüyor, fakat bu âlemin, ancak gerçek dünyadan alınan ele- manlarla kurulduğunu iddia ediyot« duk, İşte oyuncak, gerçek dünya ile birbirine — bitiştiren öyle bir sınırdır ki burada her ger- çek şekil, hayalin “yanar döner,, el« bisesini giyerek ağırlığmdan ve katı- lığından kurtulür; çocuk — sınayının "muhayyile,, emrinde canlı, seyyal bir varlık olur. Oyuncaklar, “bizati- hi,, bir gerçe değildir. Ancak Üzerine hayalin işlendiği bir şeniyet kana' çasıdır. Minimininin —elinde ayni oyuncak otomobil, oyundaki rolüne göre, bazan taksi, bazgın itfaliye aro« zözü, bazan da tşş taşryan kamyon olur. Minimini bayanın bebeği de, icabına göre, yaşını, huyunu, batta cinsiyetini değiştirir . Oyuncaklar, çocuğun hükümdar olduğu bir ülkenin, olduğundan baş- ka görünen ve dalma değişen dekor- ları ve “bendegân,, ıdır. ve çocuk ofuncaklardan, oyun sahasındaki sı- nây faaliyetine hız verdiği için hoşa için bir vesileden başka bir şey değildir. Şu halde ço- cuğun hoşuna gitmesi için bir oyun- cakta bulunması lâzımgelen vasıfları, oyuncağın tarilinden çıkarabiliriz. Çocuğun hayal dünyasına girerek i orada bulacak olan bir oyuncağın, gerçekte bulunan eşya- nın tam bir kopyası, bir minyatürü olmasına hiç de lüzum yoktur. Ço cuk sınayı, bu küçültülmüş gerçeye sığamıyacak kadar geniştir. Ona öye le oyuncaklar Vâzımdır ki, her an de- ğişen fantezisine uyacak kadar kıv- rak “seyyal,, üzerine her çeşit hayal işlenecek kadar sade ve basit olsun. Çocuk, oyununu bizzat yaratır ve bu yaratmadan da büyük bir zevk duyar. İşte çocuğun en güzel oyun- ondaki bu yaratıcılığa her gün, hem yeni bir sebep hem de ye- ni bir mevzu olabilen oyuncaktır. Sabri ANDE!