G— 'it -6-935 e— Paris Ve Yukule-let! | ., Bulvar Raspay'dan geçiyor - lik, Otobüsün şişman tekerlek- leri; siyah bir köle kadar sadık Sufalta birşeyler mırıldanıyordu ©l boyunca Mösyö Briyan'ın tyıklarını yetiştiren saç sula » Tından tutun da fare kapanları- a kadar afişler diziliydi ve o | &ralık Bulvar Raspay Mon Par- | Tas'tan geçiyordu. Asfaltın ne- Teden çıktığını düşündüğünü Sandığım Çinli dostum Yuku- lele birden döndü, ve — Sana bir şey söyliyeyim Ti, dedi. Ben Paris'ten korku- Yorum.. — Niçin Yukuüle-le, dedim. İmuzlarını “bilmem ki” der gi- ! gilkti ve sustu. Bulvar Raspay'ın bitip tü- €nmeğe niyeti yoktu. İndik ve Mon Parnas kahvelerinden bi- Tinde oturduk. Çinli dostumun Ş9 türlü rengini kestiremedi- Sim gözlerinde korkuya benzer bir şey aradım. Yoktu. Ve mü- Emadiyen susuyordu. Karşımız daki kahvelerde renkli bir ka - lik kaynaşıyordu... İçinde Tansızdan başka bütün mil- tlerin Paris'e san'atkâr ol- :fn_ı_ diye, gönderdikleri ve Pa - s'in Mon Parnas'a havale etti- Bi bu güzel elbiseli insanlar gü- | Tün hemen her saatinde bu kalı- Yelere dolar boşanırlardı. Önümüzden gayet iyi giyin- Miş, çekik gözlü bir kızla ktra- y ik renkli ve pantalonu çok ü bir delikanlı Yukule-le'yi Selâmlıyarak geçtiler: .— Kim bunlar Yukule-le de- im, B Delikanlıyı tanımayorum, akat kızcağızla Çinden beraber Reldik. O da benim gibi resim pmak için geliyordu. Fakat €tleli beş sene oluyor, resim Ptığını görmedim. Yüküle-le içini çekti ve: — Haydi bu kızcağızın resim Yapmağa niyeti zaten Çinde iken bile yoktu. Fakat çok iyi ğ"lldxğım ve istidadına inandı- im birkaç a vardı ki, Mon Parnas onla- dansör, garson yaptı. k Şimdi bir parça Yuküle-le'nin Orkusunu anlar gibi oluyor - üm. Fakat dostumla beraber ü htan akşama kadar atelye- © harıl harıl çalışıyor ve bir *k sergi kaçırmıyorduk. , —Yukule-le, dedim. Zannede "İm senin dansör olmağa hiç te İYyetin yok. Güldü. » — Değil... dedi. Yalnız içim- ) © bir korku ,bir dövüş var, Din- 8: Ben Paris'e yalnız san'at apmağa gelmiştim, Gelirken bafamda ak sakallı muhterem ». hoca tipi ve yalnız resimden, tsmin ameleliğinden, felsefe - iüden, edebiyatından konuşu - ::1 bir atelye ve cıgaradan baş- keyif verici içki kullanmıyan *kidışlzr tasavvur ediyordum. telyeden çıkıp Louyr'a, Louvr SN çıkıp sergilere, galerilere ecektim. Paris benim için zam bir resim atelyesi ola- kağtı. Kartpostallarda Paris'in h ’_'tzınden fışkıran Eyfel ku- hsini ben bir resim sehpası gi- “'mbu atelyenin ortasına dikmiş- 'kıl,ı;k sene Paris o kadar gözle- kamaştırdı ki, unduklarımı | meğe başladılar, Klâ | kadar ciğerlerile körükliyen dâ- ressam arkadaşım | | olmayan bambaşka hir âlem ya- bulduğumun farkında bile ol- madım, Fakat bir parça sonra muhterem hocaların, ak sakal- ları yerinde yeller estiğini ve Paris'in muazzam bir atelye de- gil, muazzam bir kahve, daha doğrusu muazzam bir ol- duğunu anladım. Beni her saatinde kahveye sürükli - yen arkadaşlarıma uymamak | için kendimi güç tuttum.. çalış- | tım. Fakat şu son zamanlarda yine içimde döğüş başladı. Şim- di Paris'in tanımadığım yolları adım başında bana göz kırpıp duruyorlar, Geçen gün Eyfel kulesine çıkmıştık... Yarahbi, | meğer Paris ne kadar büyük - müş!.. Bir aralık kendi oturdu- | ğum mahalleyi bulmağa çalış- tım, Atelye ile evimin arasına bir hat çektim. Bu hattı müze- ler ve galerilere kadar uzattım. Bu milyonlarca çizgi arasında benim dokunduğum çizgiler ne kadar zavallı kaldılar. Bir aralık Eyfel'in üzerinden bağırmak, bütün Paris'i kucak- lamak için Allahtan kocaman kollar istemek için, yalvarmak, ağlamak istedim... Bir aralık san'atı gülünç bir iddia, san'atkârı -ıavallı bir muhteris buldum... San'atla Pa- | ris içimde o gündenberi döğüs- larm sabırlarını düşüni periyordum. Onları, o bü, sanları nesilleri kurumuş mu - | azzam mamotlara benzettim. “Eğer Mikelânj da sinemaya gitmek isteseydi, Vatikan'da beş şaheser eksik olacaktı” di- ye kabahati medeniyetin, oto - mobillerin, —etroların, tramvay ların sırtına yüklemeğe çalış- tım,-Sonra bana bütün şaheser- leri göstermek fırsatını veren şeyin yine medeniyet olduğu aklıma geldi, ürperdim. Beni ta Pekin'den buraya ka- dar soluyarak getiren buhar kuvvetlerine küfür ediyordum. San'ati bir ihtiras halinde ölene | hilere küfür ediyordum. San'atı bir eğlence olmaktan çıkarıp o- nu korkunç bir ilim, ucu bucağı panları artık dinlemez oldum. Yüküle-le'nin bu kadar heye- canla konuştuğunu ilk defa gö- rüyordum. Yüzü kıpkırmızı ol- muştu ve rengini bir türlü kes- tiremediğim gözlerinde akma - yan yaşların parıltısı vardı. En ince çizgileri çizerken titremi- yen güzel elleri titriyordu. Onun bu güzel heyecanmma hür- met ediyor, susuyordum. Onda- ki san'at aşkımnın, birçoklarını silip süpüren “Paris'i yaşamak” | aşkına galip geleceğinden emin- dim, Yukule-le güzel bir resim yaptığı zaman bir çocuk gibi se- vinir ,yanındakilerin boynuna sarılır, hiç âdeti olmadığı halde şarkı söylerdi. Onu kaç defa çok sevdiği bir resim karşısında ağ- | larken gördüm, Bedri Rahmi (1) Çinli dostumun asıl ismi “Yu- kule-le” değildi. Bundan daha uzun, fakat buna benzer bir ismi vardı. Atciyede herkes onu kısaca bu isim- le çağırıyordu. ga— — — ; G 'N_ —a A - Türk tarihi ve medeniye- araştırmalar tine dair Sumerlerde . k . Musiki Şimdiye kadar Sümer şehirle- | rinde bulunmuş olan kabartma- lar, Sümer'lilerin yalnız musiki sevdiklerini değil, fakat bu ba- kımdan da çok ileride bulunduk larını ispat etmişlerdir. Sümer'- ler, henüz Mezopotamya'ya gel- meden önce, orta Asyada bulun- dukları esnada bu çalgıları kul- landıkları gibi, Sami milletlerin bu çalgılara verdikleri aynı ad- ; lardan dolayı, bunları Sümer' - lerden almış ve öğrenmiş olduk ları anlaşılmaktadır. Sümer'lerin kullandıkları çal- giları üç çeşide ayırabiliriz: 1L Vurularak çalman çalgılar: a) Davül,âla; Sami: âlu. Bir kabartmada, sol elile davul ça - lan, insan boyunca yüksek bir davul resmi vardır. Kenarı yer- de durduğuna göre, yuvarlana- rak götürüldüğü anlaşılmakta - dir. b) Tef, liliz; Samt: lilisu, Bu- gün kullanılan teflerden farklı değildir. Yalnız bazan kenarla- | tında ziller bulunmayanları da vardır, €) Ziller: Arkaları yuvarlak olanları tutmak için bir ilmik, | mahruti olanlar için sabit bir çubuk vardır. IL. Telli çalgılar: a) Çenk, balag; Sami: balag- | gu yahut balangu. 11 yahut 12 tellidir. b) Santur: 5. yahut 7 tellidir. Mızrab ile çalınmaktadır. c) Ergunun ve kitara: Bun - lar da Sümer'lerin kullanmış ol- dukları, en eski çalgılar arasm- dadır. Fakat üzerinde resimleri bulunan kabartmalar, sonraki zamanlara aittir. Şekli mustatil- dir. Telleri 4 ile 10 arasında de- | gişmektedir. d) Kitara: Eski Mısırlıların nefer dedikleri bu çalgıyı, — F. W. Galpin'in tetkiklerine göre (Music of Bible, S: 45), Sümer- lerden almışlardır. HI. Nefesle çalınan çalgılar: Sümer'lerin a) Zurna, flüt, bunlara gid “uzun kamış,, yahut gi - sir “çalgı kamışı,, gi- bunları bi verdikleri adlardan, Sümer'de — yerleştikten sonra kullanmağa başladıkları anlaşıl maktadır. b) Trampet: Bu çalgıyı gös- teren kabartmalar, az bulünmuş tur. c) Boynuz: Kitabeler, her ne bir çalgı olarak | kadar bunun kullanıldığını — yazmamışlarsa da, bu maksatla kullanmış ol - dukları muhtemeldir. Sumer'ler boynuza si, derlerdi.Meşhur bil- gin, Langdon, Sümer'lerin ti; Sami'lerin tigâ dedikleri çalgı nın, kaval olduğu fikrindedir. Şarkı söyleyenler: bir kaç çeşidi vardı. a) Nâru (kadın: nârtu), ma- beıleı_-de ilâhi okuyan baş mu - ganni. b) Gala (yahut: mulu), a manası “erkek hi ise de, mabette ilâl i okuyan, yakos, manasında da kullanıl « maştır. €) (a) Sur: mersiye okuyan- lar. Bunların başmma sura - gala derlerdi. Bunlardan başka lir ve kitara çalanlara u balag ga derlerdi, Bütün bu şarkı söyleyenler ve çalgı çalanların — resmi memur oldukları anlaşılmaktadır, “Hilmi Ömer Budda 7 Kadın İstanbul halkevi tiyatro mek- tebinde çalışmak için yedi ka - dın isteniyor. Yeni kadroda beş ten sekize kadar çalışacak olan bu kızlar için kesintisiz olarak 35 lira verilecekmiş. Mektep, kış programında bu sene her akşam temsiller vere- | cektir. VSK <N ÖşLl R Ş SO Geçenlerde müzelerimize rağ- betsizlikten — bahseden satırlar yazmiştık. Dünya müzeleri için- e çok değerli bir müzemiz ver a, halk müzelere alışkın de - . Halbuki haftanın muayyen BRS u ZEL SAN'ATLAR. lerimiz parasız gezilebilirse ne mutlu. Bu, bizim bir dileğimiz- dir. Ve bu, sanmıyoruz ki müm- künsüz olsun, « ni ” eai Adriyanos kapısı Bugünkü Antalya şehri iki kr Bunların etçi,, demek sımdır biri eski kale dahilinde falan kısım diğeri sonradan şeh- rin büyümesi ile kale haricinde teessüs eden mahallerdir. Kale dahilinde kalan kısım daha es - ki, sokaklar gayri muntazam - dır. Kaleler havanın cereyanıma mani olduğundan ve şehire ha - rap bir manzara verdiğinden Antalya belediyesi- tarafından yıktırılmaktadır. Bu arada tari- hi ehemmiyeti olanların muha - faza edilmesini temenni ederiz. Bu kalelerin tarihi kıymeti olan ları pek çoktur. Antalya kalesi Milâttan 158 sene evvel Berga- tarafından inşa — edilmiştir. Ve Antalya ismi de buradan gelmektedir. O za- man Attalya deniyormuş.. Kale ler yıkılırken bazı heykellere, ki tabelere mermer sütunlara tesa- düf edilmektedir. Bu eserlerden Antalya kalesi yapılmazdan ev- vel burada büyük bir şehrin mev cut olduğu ve bu şehrin eski Yu nanlılara ait olduğu ve İranlılar tarafından tamamen tahrip edil diği anlaşılıyor. İşte bu enkaz - | ma krallarından ikinci Attalos | dan istifade ederek ikinci Atta- los Antalya kalelerini kurmuş - tur. Üçüncü Attalos'un ölümün - den sonra Antalya Roma impa- ratorluğunun eline geçmiş. Bu- gün Antalya kalesinde Romalı- lar zamanından kalma en kıy - metli eserlerden biri Adrianos kapısıdır. Bu kapı meşhur Ro - ma imparatoru Adrianm nâmma yapılmıştır. Adriyanos kapısı Antalya ka- lesinin şark tarafındadır. Halk arasımnda Üç kapılar,Çiçekli kapı namile maruftur. Bu kapı üç sü- tun üzerine yapılmış ve üç göz- lüdür. Sütunlardan soldaki son za - manlarda tamir edilerek yeni « den yapılmıştır. Vaktile toprak altında kalan bu kapıyı eski Antalya mutasar rıflarından Turhan Paşa etrafı- nı kazdırarak meydana çıkarmış tır. Kapımın üzerinde bulunan ve imparator Adyanosa ait al- tın yaldızlı hurufatın bir. kısmı İstanbul müzesine gönderilmiş- tir. Bu harflerin bir kısmı da İs panya müzesindedir. .| — Ankara Resim Sergisi: Ka iaşeln ğrarar ni Aakarada Güzel San'atlar Bi inin sergisi devam ediyor. Resmimiz bu sergideki Nazmi Ziya'nın bir manzarasıdır. AKADEMİDE Güzel Sanatlar Akademisin - de ameli derslerin imtihanları bitmiş, her şubede nazari ders- lerin imtihanları başlamıştı:.Bu imtihanlar bir ay sürecektir. Gemlikte heykeltraş Hâdi ta- rafından — yapılacak Atatürk heykelinin Akademide teşekkül edecek bir jüri tarafından tetkik edilmesi kararlaştırılmıştır. . Erzurumda yapılacak Ata -« türk heykeli heykeltraş İhsan'a havale edilmiş ve mukavele ya- pılmıştır. Yakında heykelin ine şasına başlanacaktır. italyan kadın San'atkârları “İtalyan ressam ve heykeltraş kadınlar cemiyeti,, reisliğinden Akademiye bir mektup gelmiş. Bu mektupta, Sovyetlere karşı gösterilen misalirperverlikten uzun — uzadıya memnuniyetle bahsettikten sonra kendilerinin de burada bir sergi açmalarının mümkün olup — olamayacağını soruyorlarmış. Akademi böyle bir sergi açmalarının tarafımız- dan memnuniyetle karşılanaca- ği cevabını vermiş. İtalyan ressam ,heykeltraş ve tezyinatçılardan mürekkep kadın — sanatkârları tarafından | tertip edilecek bu sergi, galiha, gelecek ayın içinde açılacaktır. | TİYATNO İstanbul Halkevi güzel sanat- lar şubesinin — tiyatro mektebi bu sene yeni bir faaliyet sahası- na giriyor. Teşrinievvel nihayı tinde mektebin imtihanları ya- pılacak, komedi ve - trajediden birinci ve ikinci gelenlere dip - loma verilecek. e Ankara — Halkevi İstanbul Halkevi güzel sanatlar şubesi tiyatro kısmından tiyatro mek- tebinin ders programlarını ve okutulan kitaplardan, takrirden irer nüsha istemiş ve mektep ıları Ankara Halkevine yol- Damıştır. bir veya bir kaç gününde müze-