3 Haziran 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

3 Haziran 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ö 1-6-035 V.W — ÖZ DİL SAYFASI Ekonomimiz için Çok gerekli bir iş Ankarada toplanan “Tecim Ve Endüstri Odaları,, kurulta - Yınm belli başlı görüştüğü ko- kulardan biri de istandardizas- Yon işi oldu. Karışık ve çokçeşit ürün geri Ve dağınık ekonominin karakte Tistik unsurlarındandır. Düzen- Ni ve ileri ekonomi, gerek tarım Ve gerek endüstri alanlarında Standardize malı esas prensip tdinmiştir. İstandardizasyon — meselesi, Yalnız bir hammadde üretmeni $lan Osmanlı imparatorluğun - hiç hatıra gelmemiş ve ko - Tüşulmamış bir işti. Türkiye- ki yabancı tecimler, pazarla- Tımızdan gelişi güzel topladık - ları ürünleri dışarı - gönderirler Ve bunların istandardizasyon i- #i yabancı memleketlerde yapı- . Piyasaların pek bol oldu- ğu, dünyanm bir ekonomik buh Tan içinde kıvranmadığı ve dış larm gümrük sımırlarile Simsıkı örtülü bulunmadığı de- :;;:trde belki bu meıeleı;'in ko- ilması birinci derece ihtiyaç- larımızdan değildi. Ancak buh- Tan dolayısile kapalı gümrük Siyasasının bu en ateşli zama - Tında uluslar arasında mal sür- Mek için büyük bir önürdeşlik N!hymcı ekonomik hayatımız hüküm süren gevşeklik ve Adamsendecilik alışkanlığımıza bir son vermek lüzumile karşı- laştık. Rasyonel Üretim esaslarile edilmiş, tam bir şekilde iz- k dardize ve üstelik te çok Üvvetli propagandalara daya- Tan yabancı mallarının bolluğu ğ'.'nmdı mallarımızın istok ha- de çürümesinin önüne geç- Mek için başkalarının gittiği Yolda; i * topraklarımetŞeydeni çok, is- !andard.izasyon işine büyük bir z*ğn vermek birinci derecede T ihtiyaç oldu. Yeni filizlenmekte olan en - trimiz için de durum aynı - ir. Yabancı memleketlerin çok &ki deneçlere ve örgütlere da- Yanan, kuvvetli uzmanların kon altında yapılan rasyonel :“lllerle elde edilen malları ya- inda bizim endüstri ürünleri - îı"—"" hammaddelerine kadar lite bakımından daha yüksek Ve fiyatları ne kadar daha dü - g Olsa da, kendi pazarlarımız- 3 sürülebilmesi için alıcıda tam tir Küven uyandırması gerek - - Bir çok fabrikalarımızın mal 'b::'î'd" €en eksik olan tarafın da İStandardizasyon işi olduğur hepimiz biliriz. Bir gün yerli k 'll bir diş patrahır ve hoşnut & Ki Ancak, bir ay sonra ! marka ve etiketi taşıyan ikinci tüp aldığınız zaman, n gitmek ürünlerimizi ken | — L BULMACA | Bulmacalarımız türkçedir. Şek- limizin boş gözlerine karulıklarını yer leştiriniz Yedi gün arka - kaya bul- meacamızı doğru çözülmüş olarak gön- derenler arasnıda kurga çekiyoruz. Armağanlar veriyoruz. Bulmacaları- mızı istediğiniz gün çözmeğe başlaya- bilirsiniz elverir ki yedi gün arka ar- kaya çözülmüş olsun. Karşılıkları “Te. tanbul (Tan) bulmaca servisine yol- layınız. 12345678 91011 SOLDAN SAĞA : 1—Cidal (5). miz (5). 2 — Pay (4), Bir nevi çalgı (2). 3 — Yemek (3). Nota (3). 4 — Beygir (2). Aşikâr (4). 5 — İdamet (2), Damen. 6 — Urak değil (5). Tatlı değil, 7 — Sersem (4). Şart edatı (3). Arkadaş (2). 8 — Sukutu hayal (5). 9 — Erkek (2). Ruzgür (4). Bayır () 10 — Bir renk (4). 11 — Enin etmek (7). Pislik (3). YUKARDAN AŞAGI : 1 — Anadoluda bir nehir (7). 2 .— Kamer (2). Nota (2). 3 — Bir vilâyetimiz (3). Bücüm ). 4 — Beyar (2). Abus (4). Doğur- tan (3). $ — Tek değil (2). Akıl (2) 6 — Ziya (4). Yardım (5). 7 — Keldanın arkadaşı (4). t 8 — Bir yemiş (3). Rüzgâra emir (2). z ”Büy Di 11 —Eİ şakırdısı (8). Sahra (3), ——— — — gerek koku, gerek çeşni ve kö- pürme derecesinin pek çok de - ğiştiğini Şaşarak görür ve bir daha o markadan almaya tövbe edersiniz. Bu eksiğe ben, yiye- cek ve giyecek yapan pek çok fabrikalarımızın — ürünlerinde rastladığım halde bir tek defa olsun bir yabancı malinda aynı halle karşılaşmadım. Halka yerli malını sevdirmek için yaprlacak en iyi propagan- da, bu iumndndiuıymmpişînin başarılması olacaktır. Yaşar Nabi NAYIR ——— Tecim — ticaret; endüstri — sana yi, konu — meyzu, ürün — mahsul, tarım — ziraat; üretmen — müstah. sil, tecimer — tacir; kotarılmak — halledilmek, önürdeşlik — rekabet: üretim — istihsal, önem — ehemmi- yet; durum — vaziyet; deneç — tec- Tübe; örgüt — teşkilât; uzman — mütehassıs. Bir cenup vilâyeti. İstanbul bir çiçek şehri olabilir. İstanbul kokuları ve boya- larıyla bir kocaman bahçe biçimine sokulabilir. Bu şehrin 'hav.ı_ıı, toprağı, suyu, güneşi en görülmemiş çiçekleri yetiştirebilir. Oysa ki, bütün İstanbulda bir tek büyükçe çiçek pazarı vardır. O da şu yukarda Tresmini gördüğünüz biçimde... KILAVUZ t | iÇiN DERSLER_J Ka emmaa FN | SH 'a Bu derste beşka bir deneme yap- mak istiyoruz, Bilmediğiniz kelime- leri, cümleler içinde kullanacağız. Osmanlıcalarını en sonra yazacağız. Ozsmanlıcalarına bakmadan, bu keli- melerin, bildiğiniz köklerine göre, nc anlamlara geleceğini sir tasımlayı- nız. Göreceksiniz ki, kılavuzu ezber- lemek ihtiyacında değilsiniz. Kökler, bildiğiniz köklerdir. Yalnız türkçe- nin kelime yapış usullerini bilmek Tâzımdır. “Hava tehlikesini bilenler” kuru « muna üye olmak, bütün yurttaşlar için savsanmaz bir düşerge olmuştur. Bu misaldeki “savsanmaz” keli- mesinin “ihmal edilmez” demek ol- duğunu daha önce yazmıştık. Acaba ğimiz. *i kullandığımız “dilergı yapılmış kelimelerdir. 'Düşerge” de- mek “düşen şey” osmanlıca ile, “te. rettüp eden şey” yani “vecibe” de- mektir Romanın gazetenizde otuz bölem kadar olacaktır. —a (TANLIN OYKUSU (HIKAYE) HUYSUZ.. v« Çok geçimsiz bir adamdı.. Uzun boylu, geniş omuzlu, kuvvetliydi... Çehresini süsleyen beyaz sa- kalı, kuvvet ve zekâsını topla- yan boncuk gibi iri parlak göz- leri onun heybetini bir kat daha başkalaştırırdı... Zengin bir adam değildi... Fakat çalışkandı... Bir yün fabrikasında amele- lik ediyordu, Sabahleyin erken den kalkar. Çok sevdiği tavuk- larına yem verir, itina ile bah- çenin etrafına diktiği çiçekleri gular,, hiçbi: ee drleti sonra işine giderdi. Fabrikada huysuz, geçimsiz olarak tanın- mıştı, Söz söylerken bile kaşla- rına çatar, sağ elile ak sakalını sıvazlar, gözleri büyür, sert, kı- sa cümlelerle cevap verirdi, *« Geçirdiği sıkıntılı, uzun se- nelerden sonra beyaz saçları arasında kalan birkaç siyah sa- çı da artık beyazlaşmıştı... Eski kuvvet ve heybeti kal- mamiış, boncuk rengindeki göz- leri artık parlaklığını kaybet - mişti. Çalışamıyordu da... 'nu fabrikadaki işinden de çıkarmışlardı... Şimdi geceleri eve yakm olan kahveye dadan- mış, orada geç vakitlere kadar oyun oynuyordu.. —Öraya çok dadanmıştı..., Eve yemek zamanları bile uğ ramaz oldu... Günler, aylar geçiyor... Soğuk, karlı bir kış günü, her taraf bembeyaz... Donduru- cu rüzgâ. ltında durmanın im- YOSMA! Etem İzzet BENİCE a. Diye yürüdü. Ayaspaşa'ya ::ğnnı yürümek istiyordu. Sor- — Nereye gidiyoruz?, .; Şöyle yürüyelim.. Birisi Ecek diye.. ödüm kopuyor.. %Kıı_' lığını verdi. Dilirne bir- Te bir güc geldi, makineli tü- bir atışı yapar gibi takırtılı ve M $ırprda çıkan kelimeleri he- beni Sıraya dizdim. Kendisine İ unutmadığı, geldiği için Reçi, MZün — teşekkürler ettim, ;“’dlğîm üzüntülü ve heye- Yaşlt günlerin kısa bir izahını nıöcııwhın sonra: ç Böyle yürümektense bir ğ"myı girelim, hem yemek ıq' konuşuruz ve bugün & yapacağımızı da orada beâl_!tmnı.. im. Kestirdi, attı: Olmaz olmaz.. imkânı yok, » Hiçbir yere giremem. Sizinle ancak beş on dakika kalabilece- gim.. Annem Galatasaray'da terzide bekliyor. O provasını yapınmcaya kadar ben bir kitap almak bahanesile savuştum. Dedi. Ne söyledim, neler önerge ettimse hiçbirini iste- medi. Yürüdük. Alman elçilik evinin yanındaki yokuşa kadar gittik: Dera bugün terziye geleceğimizi bildiğim için size haber verdim. Ve.. iş- te ancak böyle heş on dakika- lık bir kaçamak yapabildim.. Diyor, ikide bir: — Aman geç kaldım. Artık dönelim. Hatta ben buradan bir etomobille Galatasaray'a kadar gideyim, Oradan nasıl olsa bir kitap uydururum.. Diye üzüntülerini döküyor- du. Ö böyle yaptıkça benim di- lim dolaşıyor; ona: — Daha beş dakika bile ol- madı! Demekten kendi derdimi aç- mağa, içimi dökmeğe fersat bu- | lamıyordum, Yokuşun başın- | dan bir iki dakika denizi sey- rettik. Orada da hep kendisi söyledi: — Bilmezsiniz. Babam ve an- nem o kadar aykırı düşünürler ki, bana hiç göz açtırmazlar, Babam benim bu azılığımı duy- sa, buraya geldiğimi bilse, ku- lağına en küçük bir şey gitse beni kıtır kıtır keser, niçin, ne- den, niye bile demez!.. Eski “harem hayatı” neyse ben de tıpkı tıpkısına o kadınların gör- memezliği ve kapalılığı içinde yaşarım. Hiçbir şeyimi eksik etmezler. İyi giydirirler, iyi ya- şatırlar, gezdirirler, okumama, yetişişime en iyi özeni verdiler. Ancak hürriyetim yok. Bir ke- recik kendi kendime sokağa çıktığımı, bir arkadaşımla gez- meğe gittiğimi bilmem. Sizin- le konuşmam, buraya kadar ge- lebilmem, gelebilmeği yoluna koymam hayatımdaki ilk düzen ve cesaretimdir!.. Sözlerini bitirince de benim ne söyliyeceğime bakmadan: — Haydi hemen dönelim! Dedi ve şiddetli bir üzüntü - kânı yok. Siyah bacalardan Jlumanlar... rüzgârla beraber yağan kara karışıyor... Kapı eşiklerinde mangal yak - mağa uğraşan “adınlar cllerini yükselen uğuşturuyorlar... Yine kar yağmağa başladı... Donduran rüzgâr... büzülmüş, ellerini kapıyı yavaşça itti... daydı... Çok dalgın, oyun oynuyordu. ler yapıyor. söyledi. Duymadı bile... Bu tutmuştu. ihtiyar, en nihayet ölmesine se- bep oldu... Nüzhet Erel nün çırpıntısı içinde ellerini uğuştura uğuştura: — Eyvah. Geç kaldım. Bir böş otomobil geçse de binsem! . Diye tutturdu. Sözlerinde beni hem ürküten, hem de ce- saretlendiren kelimeler vardı. Birden iki elini tuttum: — Nesrin, ben seni seviyo. rum. Deli gibi seviyorum, Ha- yatımda ilk sevdiğim kadınsın. Sana âşığım!, Dedim. Bu, damdan düşer gi- bi bir söylenişti. Kız afalladı: — Nasıl olur Bay Ferit?. Ben sizin sanabileceğiniz gibi bir kız değilim! Buraya sadece sizin özel bir tanışınız gibi geldim.. Annem, babam beni öldü- rürler., Diye cevaplar verdi. Yine cl- lerini stkı sıkıya tutuyor: — Sözlerime inanınız. Sizi çok seviyorum! Yürekten seviyorum., Kalbimle seviyorum!, Gitmeyiniz.. Konuşalım! soğukta ceplerine sokmuş bir çocuk dar sokaktan saptı, Camları buğulaşan kırık bir teneke ile tutturulmuş bir Burası alçak tavanlı, huysuz ihtiyatın sabahladığı, oradan Çocuk soğuktan üşüyen elle- rini sıcak nefesiyle ısıttı, gözlek ri toplanan kalabalık arasında ak saçlı babasını aradı... ora - İrkildi. Babasını bugünkü kadar sinirli görmemişti. Öyün oy- narken bile bir takım hareket- Çocuk korkudan yavaşça babasımna yaklaştı. Eğil- di, kulağın: anasının ağır has- ta olduğunu ve onu beklediğini ©O oralarda değildi. Yine huysuzlu- __îhtiyan son bir defa yine gördüm... Sinirli eski hali üze- rinde olduğu belliydi... Yan so- kaktaki bir evden acı acı bir Çocuk feryadı... Kapıya topla- Nan birkaç kadın aralarında ha- fifçe söylüyorlardı... Huysuz Halk arasıma ayırga sökarak, bu- günkü birliği bozmağa kalkışanlar, politikacı değil, yurd karalarıdır. Anadolunun yüzölçesi ne tuttuğu- nu söyler misiniz? Cumuriyetin asıl güvenci, aydın ve uyanık kafalı bir gençliktir. Bu gençliğin başlıca ayırmaçların- dan biri, yurd işlerine öz vermektir. Biz seçkinler için başka, halk için başka bir dil istemiyoruz. Eskiden halk: “— Cıgara kullanır mısınız?” Sözde seçkinler iset “-— Cıgara isti- mal buyurur musunuz?” derlerdi. Biz seçkinliğin ayırmaçı küstür yüksekli- ği olduğu fikrindeyiz. Atatürk, devrim yürüyüşünde he « defe büksül yollardan dolaşarak de- ğil, dosdoğru gitmeği sever. Devrim iplerinde örtün konuşan Kamâ- Dist değildir. eee eh SANKATACA Saim. -BOyİE bir şey konuşulduğunu duymadım. Onun için, bu haberin belginliğinde şüphe ediyorum. İşte kelime karşılıkları: Düşerge — Vecibe Bölem, ayırına — Tefrika biri ge- zete tefrikası, öteki nifak anlamma), Yüzölçe — Mesahai sathiye Aydın — Münevver. — Mübhem Belgin — Mevsuk . Bu genç kızın tayını dediğiniz ka» dar güzel bulmuyorum. Taylan delikanlı, genç kızların gö- zü üstünde kalarak, uzaklaştı, gitti. Atatürk eşsizdir. Çantanızın eşini bulamadım, fakat benzerini bir mağazada gördüm. Bu iki kız, biti ötekinden güçlük- le aytılabilecek kadar, benzeştirler. İki esvap arasında bu kadar ben- zeşlik hoşuma gitmez. Kamâlizm ile faşirm arasında gi zin bahsettiğiniz benzeşikliği ben bir türlü bulamıyorum. San'atta benzeticilik değil, özgün- Diyordum. Bir taraftan da kafamın içinden kendi kendime konuşuyordum: — Benden, konuşmak - iste - meseydi niçin buraya gelecekti? Bir genç kızın dürup durür- ken üç dört kere çüpheli du- rumlarda gördüğü bir erkekle tanış olmasının anlamı nedir?. üphesiz bu da benim duy- gu benzerini kendinde buluyor ki buraya kadar geldi. Nazlanıyor.. Zorlamak lâzım.. Ö da üst üste bir cümleyi üzerinde durarak söylüyordu: —Rıca ederim Bay Ferit, tanı şıklığiımıza bu düşünüşle bak- maym. Ben sizin sandığınız, görmeğe alıştığınız kızlar gibi bir kız değilim!, Biz bu his ve söz uğraşında iken Taksim'e çıkan boş bir arabayı gördü, çevirdi, — Aman Nesrin, canım Nes- rint. Demeğe vakit kalmadan adı- mını taksiye attı: —- Esenle kalın Bay Ferit.. 1 Birden şaşırmıştım, Ne yapa BARAAAAAAAAARA Hergün 5 Söz ON YEDİNCİ LİSTE 1 — Mütaahhit — Üstenci Taahhüt — Üstencilik Örnekler: 1 — Arkadaşım geçen yıl odun üstenciliği etti. 2 — Üstenciler, iş yapar ken, yalnız kendi kazanç - larını düşünmemelidirler. 2 — Taahhüt — Yüken Örnek: Makdonald, İngil- terenin Avrupada yeni hiç bir yüken altına girmeye « ceğini söyledi. 3 — Taahhüt etmek — 1 — Yü kenmek 2 — Üstenmek 4 — Nezaret — Gözet Örnek: Üç suçlu, polis gö zeti altına alınmıştır. $ — Malzeme — Gereç Örnek: Şimdi en çok işle- yen fabrikalar, harp gereç. leri yapanlardır. Not: Gazetemize gönderilecek ya- — zılarda bu kelimelerin Osmanlıcaları kullanılmamasını rica ederiz. ae Yük aranır. Para benzetliyenler, ağır ceza gö Tüt. Kahve, iyi bir uyatıçtır. Tik danışıt kurulu toplandığı za « man, Moskovada idim. Dost sırrımı dile vermek en büyük ayıplardandır. Bu gizli haberi kim açığa vurdu? Siyasada giz açmak, çoğun bilerek apılır. Öyle samanlar olur ki, küçük bir gizaçı, memleket için ağır bir sınat Bütün umaylarımın birer birer söne düğünü gördüm. “Alpay düşe geliyor: Osmanlı Ime paratorluğu bilmiyerek, Büyük Bri» varya-tmparatorluğu gibi görerek ve hesaplıyarak...” “Işıklar şavdı, kuşlar şakıdı. Ben senin bakışını, senin sesini bekliyo rum.” Türkçe şuvağ, arapça şua'dan da- ha güzel değil midir? Kelimelerimizin kargılıkları — şun. lardır: Tay — Endam Taylan — Endamı mevzun sabibi Eş — Nazir Benzer — Şebih Benzeş — Müşabih Benzeşlik — Müşabehet Benzet — Taklid Beneztlemek — Taklid etmek Uyatıç — Münebbih Danışıt — Şüra Dile vermek, açığa vurmak — Faş etmek Gü —- l il Ürmereani SAa gada Gizaçı — Hişa cağımı bilmiyordum, — Sizinle beraber ben de ge lebilirim.. Dedim, — İmkânı yok... Görülürüz! Dedi, — Bir kere daha ne zaman konuşacağız?., Diye sordum. — Allah bilir! Den başka hiçbir şey söyle. medi, Çıldırtan, gözü, gönlü bü- yüleyen, enerjiyi yenen, kalbi didikliyen o her vakitki büyülü gülüşünü yine yüzünde dağıttı, kısa bir baş sallaması ile beni esenledi ve şoföre emretti: Çekl Refet hiç bu sonu beklemi- yen bir tavırla: — Eeyyyy. Sonra ne oldu?, ,Diye gözlerini parlattı, Feri- din gözleri içine baktı. Bu ba- kışta hem merak, hem apaçık sezilen bir anlam vardı! (Arkası var) ... Gnerge — — teklif, Azılığımı — Cür'et, Özel — hususi, Tanş — ahe bab, Anlâm — mânâ, ŞA Tğl

Bu sayıdan diğer sayfalar: