—— — — z 50.3.018 Üsküdar'da Bir Gün:1 Bozuk bir plâkın sesini haykıran bir gramofon höparlürü gibi gişe homordandı : * » üç kuruş daha !., ,, 9 Çocuğunu 7,5 Kuruşa Aldığı Palamutla Doyuran Bir Baba! Gençliğinde bir tulumbacı imiş Dört köşe... Ve Şimdi bu Tetanos yuvasında dört başı mamur bir hayat kurmuş gibi memnun... göyle bir baktım: Köprüye yanaşan Üsküdar vapur- 1 1 Biri aktı. Ama ne ak! Nöbetten Yeni çıkmış bir ateşçinin yazlık pan- kllönu gibi, kömür tozu ile karışık rli, isli, pislikli bir ak . '.obunı karaydı. -Mavnaların kala- ilandığı yer de mi boyamışlardı ı!_vıu mo? Öyle baştan savma bir sü- ı:hı"ı'urmuolırdı ki, yalın kat boya $ürük süleğen temelinin üstünde 'sr yer köpürmüş, fıska fıska kabar- Tusti ve bu kabarıklar, güneş vur- Sukça çatlayıp dökülüyor, bardağa '*ni doldurulmuş bir gazozun habbe- cikleri gibi beşi kaybolurken onu be- Kriyordu. Öyle ki bir an evvel tek- nenin göze dümdüz gözüken bir sat- hı, birden, arı sokmuş bir deri gibi gişip kabarıveriyordu. Oogh! Bu ha- liyle şu gemi, budakları tomurcuk- lanmış iacir ağaçlarını hatırlatıyordu. İstemiye istemiye gişeye yaklaş- tım. Kadıköye, Haydarpaşaya her gün gidip gelen adamların alışkanlı- &i ile bir nikel yörmi beşlik uzatarak: — İki tane mevki..» dedim » Üskü- dara. Ve bekledim ki bu yirmi beş ku- Rumeli yakasında Ortaköy bile göze bir güleryüz gösteriyor. köpürdü ha köpürecek zannı veren engin likler... Ve en da kücük bi ruş şu vapurlardan birinde iki kişi- lik yer kiralamak için çok gelsin, yetsin ve artsın! Yanılmışım. Zira, bozuk bir plâğın sesini haykıran bir gramolon hopar- lörü gibi gişe homurdandı: — Uç kuruş daha... — Neye; kuzum? — İki tane birinci mevki yirmi sekiz kuruş eder de ondan. Çaresiz.. Bu üç kuruşu da - bayıl- dık. Ve o zaman, — yanımdan yüksek sesle konuşarak geçen - sekiz on gen- | cin Kadıköy iskelesine doğru hızlı | hızlı yürüyüp gitmelerindeki sımra a- kıl erdirebildim. Uzun boylu sarışım bir - delikanlı, mektep çantaları tiklim . tıklım dolu iki kızı kollarından yakalamış, adeta sürüklüyor ve bağırıyordu: — Deli misiniz be? Haydarpaşaya gidelim, bir kere biletler ucuz, gemi rahat.. Sonra dakikada bir Bağlarba- şına tramvay var. Ve az ilerde köprü merdivenlerin- m birinin arkasında — gözümden kaybolurlarken ince bir kız sesi ar- kadaşınm sözlerine payanda vurdu: “— Öyle öyle... Üsküdar iskelesinde tramvay bulamayız. — Bulsak - bile ayakta kalırız. Fotoğraf makinesinin bilmem han- gi vidasını düzeltmeğe çalışan arka- daşım Müfit bu-konuşmayı işitmişti. Göz göze geldik. Can sıkıntısıyle: — Be canım.., - dedi « Biz neye Haydarpaşaya gitmedik sanki? e Vapur yola düzüldükten sonra bir Üsküdara bir de boğazın Rumeli ya- kasına baktım: Yalnız bu Üsküdar değil, Haydar- paşa gerilerinden başlayıp Haremi, Salacığı, Üsküdarı ve ondan sonra gelen yeşilliklere gömülü sayısız köyleriyle bütün şu Anadolu kıyısı, adına Anadolu denilen — canlılık ve kan kaynayışı ülkesine nekadar ta- ban tabana zıt bir surat gösteriyor Marmaraya!... Ölü bir surat.. Ve gündüzelrin bu ölü, ölgün ve solgun Üsküdarında gece bir. geceye değil, Karacaahme- din bütün bir coğrafya parçası üze- rinde eriyip yayılışma Zin.aynı mağazadan ayni fiatla alınan yni markadan iki ampul Üs- küdarda başka ve Rumeli başka bir ışık - veriyor. türbe kandili gibi yanıyor da, Niçin mi? * ü olmıyan hir — cereyan, eSörlim gi tabanı marden toprağa değebilmiş bir Mısırlı pren- ses gibi, denizin altından inçecik bir kordonla bu betbaht Üsküdara ulaş- tırılabilmiştir de ondan. Tramvaylar da öyle. Üvey bir ev- Tâda kırk bayram bekletildikten sonra hediye edilmiş oyuncakları andıran bu tramvaylar niçin Üsküdarda kul- lanılmaktadırlar? Rayların Kadıköye, Haydarpaşaya uzatıldığı günden bir dakika sonra © yepyeni, gicir. gicir arabaları yoktan var edebilenler ne- den Üsküdar yollarında bu döşeme- leri yırtık süprüntü arabalarını do- laştırmaktan çekinmezler? sormayınız.. Cevap hazırdır. Baylar, — Üsküdara bu kadarı çook bile.. Derler ve geçerler. Elektrik bir Üsküdar. e Kurşundan külâh giymiş, saçakları yaldızlı bir çeşme.. Kül renkli, sarı siyah, mor güvercinler ki cilveleşerek uçuşuyorlar.. Kulaklara dinmiyen, bitmiyen “Huu Huu!,, lar geliyor ve arkada biribirinden ak biribirinden sülün iki minaresiyle Mihrimah... İşte Üsküdar iskelesinin göze ver- diği manzara, Bir otamobile binip Çamlıcaya gitmekti niyetim. Fakat birden, göz- Terimden çengellendim bir adamın tabanlarına.. Bu adam bir elinde bir palamut ve arkasında üç çocuk, gülerek ötekiyle berikiyle şakalaşarak yan sokaklar. dan birine sapmıştı. Ve o anda kimi ip atlıyan, kimi kaydırak oyaryan al. tı çocuk daha ona doğru koşarak; — Babha! Baba! Diye bağrışmaya başlamışlardı. Bunl en büyüğü on yaşında var miydi bilmem? Demek ki her se- ne bir kadım bu adamdan bir döl ye. tiştirmişti. © gitti, ben gittim. Epey yürüdük. Bülbülderesinden az beride ona — Hepsi senin mi bu yavruların? — Evet.. — Hepsi bir anadan mı? — Evet... — Allah bağışlasın. — Nasıl bakzi liyorsun bununra? Sana zorluk vermiyorlar mı? Güldü: — Bana gençliğimde tulumbacı ar- kadaşlarım Dörtköşe derlerdi. Bunla- rı meydana getirdikten sonra “Dört başı mamur,, oldum... Çocuk bakmak çok zor bir şeydir. Eğer her baba be- nim gibi dokuz çocuğunu 7,5 kuruşa aldığı bir palamutla doyuruyorsa ya- suklardan, hayı TÇT TTTT RÇTA TTTT T —a A Kurşundan külâh giymiş, saçakları yaldızlı bir çeşme... Gülrenkli, sarı, siyah, mor güvercinler ki cilveleşerek uçuşuyorladı... Kulaklara dinmiyen, bitmiyen * Huu Huuu , lar geliyor ve arkada birbirinden ak, biribirinden süğlün iki minaresile Mihrimah.., Ha köpürdü ha köpürecek zannını | veren engin bir yeşillik denizi arasın. dan yürüyorduk. En ortada küçük bir kazığa bağlı bir kuzu yalnızlıktan korkıyormuş gibi acı acı meliyordu. Dört köşe çeneşiyle onu göstere- — Benimkiler de buna benzerler... -dedi- Bak şu kuzuyu sahibi buraya bağlamış gitmiş.. Yeşillik bol ya.. Ye- sin, büyüsün demiş. — Ben de öyle. Her gece sürüyorum palamutu ço- cuklarm önüne.. Bir adam oğlu böy- le mi yetişir? Kazancımın yarısını vapura — veriyorum. Hele - etkiden Bağlarbaşında otururdum. Bir © ka- dar da tramvaya verirdim. Bak şu mahalleye.. Paslanmış tenekeleriyle evden zi - yade Tetanos yuvasma benziyen pis evler... Yer yer birilmiş süprüntüler. Karasinekler uçuşuyor. — Buraya Solaksinan — mahallesi derler. Burada / barındık, tekerlenip gidiyoruz. Halbuki musevinin birinin d—daıııdı:n dedesine bu yerler rehin- üŞ A di bizi mahkemeye TERME T A d y titriyoruz. Aksi bir karar çıkarsa hepimiz yer - siz, yurtsuz kalacağız. Şimdi tozlu bir yokuşun başına gelmiştik. Bana veda etmeden ayrıl- dt yanımdan. Onlara dalgın gözlerle baktım : İki çocuğunu iki yanma almıştı ve onlar gibi küçük, onlar gibi yalmayak olan yedi çocuğu ciğer ko- kusunu almış kodi yavruları gibi ko- şarak, oynaşarak, palamuta - bakıp yutkunarak arkasından gidiyorlardı. Sonra gözüme tekrar yeşillikler, kuzu ve bu kulübelerin tam — karşı- sındaki mezarlıklar ilişti. Süt gibi beyaz mermerleriyle bu mezarlık Solaksinanın küflü tenekele- ri yanında Endülüsten bir parça gi- bi duruyordu. Ve az ötede, yuları gene — sağlam kazığa bağlanmış bir #pa gördüm ki, büyüklükleri iyi ayar edilmiş bir çift kulağın gölgelediği bol tüylü kafası- ma sallryor ve bu kafanın iki yanmda- ki iki “Aristetâlis,, gözüyle bu insiz, cinsiz harabeye bakıyor... Nizamettin NAZİF | *..» İki çocuğunu iki yanına almıştı ve onlar gibi küçük, onlar gibi yalınayak olan yedi çocuğu eiğer kokusunu almış kedi yavruları gibi koşarak, oynaşarak. hpalamuta hakıb Ve yine yuları, sağlam karzığa bağlanmış bir sıpa ki büyüklükleri iyi ayar edilmiş bir çift kulağın gölgelediği bol tüylü kafasını sallıyor ve kafanın iki yanındoki Aristetâlis gözile bu KAB ASN insiz, cinsiz harabeye bakıyor...