——? # TAN " g tefrikası : 38. KAV Hit MEİN KAMPF GAM ler'in yazdığı kitab S Seİn . yazdığı kitab IBU ESERDE İLERİ SÜRÜLEN DÜŞÜNCE VE DUYGULARLA HIÇ BİR BAĞIMIZ YOK - TUR. BU TEFRİKAYI BÜTÜN DUNYADA DE- DIKODU UYANDIR - MIŞ SİYASI BİR VESİ- KA OLARAK NEŞRE. DİYORUZ.) Atletizmin bu programda ge- niş yeri vardır. Fakat Hitler boksu tercih eder, Der ki: “— Münevver geçinen sınıfın boksa karşı alâkasızlığı, hatta nefreti vardır. Meselâ meç oyun- larını beğenirler. Ama boksu kaba bulurlar, neden? Halbuki taarruzi zihniyeti beslemek için bundan daha güzel bir spor ola- maz, Yalnız o kadar da değil. Boks insanı seri karar vermeğe alıştıran en iyi usullerden biri- dir. Adaleleri ayrıca çelikleştir- de başka..,, Hitler boksa o kadar ehem- miyet veriyor ki, şunları da söy- lüyor: _“— Eğer bizim münevver sı- nıfimiz boksu öğrenmiş olsaydı, Almanyada ahlâk kaidelerini hiçe sayarak geçinenlerin adedi hayl_i azalmış olurdu.,, Hitler bu bahiste şençliğin kryafcgine de temas eder. Mo- danın inkişaf halinde bulunan genclerin üzerinde sıhhatleri aleyhine hâkim olmasına müte- essiftir. Hitler delikanlıların vü- cutlarını mümkün mertebe açık tutmalarını temenni ediyor. Bir delikanlı nihayet para ile satı- nalınan elbisesi ile değil, müte- nasip vücudunun güzelliğiyle, bir taraftan da kendi eseri de- Fıe.k alan bu güzellikle övünme- idir, Irkın daha sağlamlaşması için yarı çıplaklık (Tam çıplaklığa taraftar olduğunu zannetmiyo- Tuz) genç kıza da intihap edece- ği erkekte vücut sakatlıkları olup olmadığını göstermeğe de bir vesile teşkil eder. Eğer vü- güzelliğine ehzmmiyet ve- rilseydi, iğri bacaklı yahudi gençleri yüz binlerce Alman kı- zını iğfal etmeğe muvaffak ola- mazlardı. O zaman böyle bir fe- lâketin de önüne geçilmiş olur- du En güzeli daha başka bir güzellikle zenginleştirmeğe yar- dim etmek milletin menfaati icaplarındandır. Beden terbiyesinden sonra da manevi terbiye.. İlkönce gözö- nüne alınacak şey zihni istidat- lar değildir. Evvelâ karakteri yaratmalıdır. İrade ve karar sağlamlığıma, mes'uliyetten kaç- mamak duygusuna — bilhassa €ehemiyet verilmelidir. Bununla beraber Hitler terbi- yenin son derece kuüvvetli bir âmil olduğuna da kani değildir. Bilâkis karakterin esaslı hatları bir insanda zaten evvelden te- şekkül etmiştir ve bunl!>r kolay kolay değiştirilemez. Doğuşun- “OTAN " in tefril Gpza 1 34 Edgar Wallace — Milly insanın güleı:eğinâ getiriyorsunuz. Evet, ben Yale n yanında çalışıyorum, — fakat sadece mektuplarını yazıyorum, masasını — düzeltiyorum, o ka - dar.. Emniyet müdürlüğünün yüksek âmirleri kimlerdir, hiç tanımam. Flush için ne yapabi - lirim ki?.. — Sizden istediğim şey ba - sittir. Parr'a dersiniz ki, Flush size abayı yakmış. Son derece kıskanç olduğu için, o gece sizi Marl'ın evine kadar takip et - miş. — İyi ama, ya benim şerefim, gamusum ne olacak? Hayır, ha- yır, Milly daha başka bir şey bul,.. Zaten ben bu sabalı Yale dan egoist olan adam ölünceye kadar egoist kalır. Tabil ve irsi karakterin bu derece geniş payı olmakla beraber, - genç — bir adamda üzerinde tesir yapılabi- lecek, işlenebilecek gayrimah- dut bir hüviyet vardır, Doğuştan sarsılmaz hakiki karakterlere de nadir tesadüf edilir. Buna mukabil terbiyenin üzerinde tesir icra ederek te- kemmül ettirdiği belirsiz karak- terler çoktur. Anasından cani doğan adam, | gene cani kalacaktır. Fakat ci- | nayete temayülü ne olursa ol- sun, bu adam iyi terbiye gördü- ğü zaman, cemiyete pek âlâ fay- dalı olabilir. Hitler, terbiyede sükütu mu- hafazaya da büyük bir yer veri- yor. Bir adam susmasını bilme- lidir. Umumi harpte Almanların susmasını bilmediklerinden az mı şikâyet edildi? Bu yüzden düşmanın bazan ne mühim sır- ları öğrenmesine mâni olmak için az mı müşkülât çekildi Böyle bir sual sorulabilir. Harpten evvel Alman terbiyeci- leri talebesine sükütu muhafaza etmek faziletini öğrettiler mi? Maalesef hayır! Çok defa mek- teplerde, sessiz bir arkadaşını ihbar eden talebe el üstünde tu- tulurdu. Hulâsa insan sıfatını taşıyan bir adamım vasıflarından biri de susmasını bilmek olmalıdır. Hitler bazı çocuklar arasında görülen sıkı bağlılık rabıtalarını adeta takdis eder. Bu çocuklar biribirletini ifşa etmezler. Ar- kadaşının herhangi bir hatasını gelip ihbar etmiyen çocuğu azar lıyan hocalar, Hitlerin gözünde takbih edilecek insanlardır. Arkadaşının hatasını gidip haber veren cocuk haince bir iş görmüş demektir, memleketine ihanet eden bir sefil ile mukaye- se edilebilir. İntisap edilen grupa sadakat, şahsf metifaatini müşterek men- faat uğruna fedâ etmek, mes'ü- liyeti korkusuzca üzerine almak, | bütün bunlar bir Alman yurd- daşında bulunması lâzımgelen faziletlerdir. Bir milletin bü- yüklüğünü vücuda getiren âmil- ler, böyle faziletlerdir. Sonra tehlikeyi göze almasını da bilmek lâzımdır. Bir Alman cenerali demiş ki — Ben bir işi, başarmak ihti- mali yüzde elli bir olmazsa üze- rime almam, Hitler de diyor ki: “— Bizim — yıkılışımızın feci sebeplerinden biri de bu zihni- yeti Vaziyet gayrimümkünü bile k_uhramancı karşılamağı emret- | tiği zaman, artık. muvaffakıye- tin yüzde ihtimalleri hesap edi- lemez. 1918 de ve onu takip | eden senelerde de mefkut olan şey silâh değil, cüretli ve cesa- retli insanlardı. (Arkası var) | A N 25 -5-035 BAHÇEYE, EVE VE GÜZELE ÂŞIK BİR ÜLKE JAPONYA KK Japon kadını ç'çeğin alşkıdır 3ana sorsalardı; yer nün bin bir türlü halini düşüne- bilmek, dünyayı ondan ayrıla - rak bir feylesof gözile görebil - mek için en iyi yer; yüksek bir tepede kuracağımız bir çadır - dir derdim.İşte Japon evi insan- da sessizliği ve sadeliği ile bu hissi uyandırıyor. Bazen can sıkıcı bir hal alan sisli, bazen ortalığı ka- sıp kavuran tayfunlu bir ikli - min her türlü şartlarına. karşı koyabilmek için Japon evi sağ - lam ve dayanıklıdır. Fakat evin yine asde ve sadeliği içinde gü - zel bir benzeyişi; . lardaki beyaz kâatları gözü ok- yan titreyen gölgeleri ve dö- şemesinin üstündeki yeşil renk li hasırı ile en çok yine bir çadırı andırışı, ilerlemiş bir medeniye- tin ecdattan kalma serseri ruh - taki şarmdan bir şeyler sakla - mak istediğine işarettir. Medeniyet; hiç şüphe yok ki, tabiati biraz değiştirmiş, hırpa- lamıştır. Fakat hiç bir vakit in- sanlar ona tamamile hâkim ola mamışlardır. Japonyanın kü - Ççük; gözden uzak bahçelerinde tabiat mesut bir esaret, fakat öy le yumuşak ve tatlı bir esaret ki, bahçeyi kaplayan parmak « lık bile parmaklığa değil; daha ziyade bambudan örülmüş bir kafese benzer) altında yaşa- yan; kocasının her gelişinde yü zü gülen bir kadına benziyor. Evin içini tezyin hususunda Japon mimari her şeyden evvel renk ve gölgeyi düşünüyor. Ha- sır döşeli odaların drvarları kum rengindedir, Alçak tavanlar da- ha tatlr bir kahve rengidir. Re- simsiz bir çerçeveye benzeyen bu dekor içinde gözleriniz bo - şuna o resmi arayacaktır. Bu resim her mevsimde değişen, dıvara değil,verandanın dışma asılmış gibi görünen bahçedir. Garp mimarlığında manzara- ya çok ehemmiyet verilir. Hal « buki Japonlar, gözelrinin önün - de vâsi panaroma gibi yayılan kırlara, dağlara graplilerin anla dıkları manada “manzara,, diye rek bahçelerine sadece sahiple - rinin estetik arzularına cevap ve recek hususi şekil ve renk vere mekle gözlerinin resim ihtiyaç- larmı tatmin ediyorlar. Bu bah-" çenin verandadan görünüşü in- sana daha ilk bakışta, artisinin tabiati kendine dost kazanmış ve bu dostluk ilhamile ikisi bir leşerek nadir bir sanat eseri vü cut bulmuş hissini verir. Bu canlı tablo, sanatta Japon ların “dualism,,e inandıklarının bir misalidir. Çünkü bir resim yahut bir şiir iki bakımdan tet- kik olunmalıdır. Artist yahut şairin düşündüğü ayrı bir iş, res mi gören, şiiri okuyanın aldığı ilharn yine ayrı bir histir. Bir şi ir yahut resim çok güzel olabil- mek için onu okuyan yahut se- yir edende, resim yahut şiirde olmayanı tamamlamak için il- ham küdreti yaratması lâzım - dır. Sanat şahsiyetini ne kadar saklarsa biz ondan bir şeyler an lamak, ilham almak için o ka - dar onu anlamağa çalışırız. Bu itibarla artist resmi yaparken, tabiati kendi arzusuna göre mey lettirmeğe uğraşsa da, tabiatin içindeki gizli kanunları ihlâl et- mekten çekinmelidir. Japonyalının bir resim, bir tablo telâkki ettiği bahçe güzel- liğini muhafaza etmek için çi - çeklerin geçici heyecanından ziyade; ağaçlarının, taşlarının, havuzlarının, küçük köprüleri - nin her mevsim değişen sakin manzarasından istifade eder. Ağaçlar arasında senenin her mevsiminde yeşil kalanları ter- cih olunur. Bunların bazen bü- yümesine müsaade olunmaz; bo dür bırakılır. karın altında a - çan erik ağaçları, meysiminde açan şeftali çiçekleri ve buna benzer türlü türlü ağaçlar, taş - lar, Japon bahçesinin değişme - yen süsleridir. Bahçeden evin içine dönünce, buradaen göze çarpan şey ; eşya yoksulluğudur. Fakat mev cut eşya üzerinde zerre" kadar toz yoktur. Bir vazo içine konmuş bir kaç çiçek yahut bir kaç yaprak, sadeliği içinde © kadar güzeldir ki, adeta nefes almaktan kor - karsınız. Japonyanın tabloları, sulu bo yaları, tunç, fil dişi işleri, por » selenleri, buhurdanlıkları, fener leri nerededir acaba? Bunlar - dan ancak bir iki tanesini bir ev de bulabilirsiniz. Fazlasını arar- sanız şark eşyası satan dükkân- lara müracaattan başka çare yoktur. Esaslı bir süs teşkil etmiyes eşya, Japon evinde, işi bittikten sonra kaldırılır. Meselâ yemek mâsası, yemekten sonra orta - dan kaybolur, Çünkü Japonyalı, bir yemek masasında estetik ba- kımdan güzellik göremiyor. Japon evinde'en belli başlı perdedir. Japon ressamların « dan bir çokları, başlarında Ko - tin olduğu halde, eserlerini bize perde üzerinde bırakmışlardır. En baygın renkli perdeler üze rinde havalanan beyaz kuğular; yahut insana su sesini hatırla - tan bir şelâle resmi ve buna ben zer tabiat manzaraları insanm gözünü okşar, Japon evinin, Ja- pon bahçesinin güzelliği, şarmı garp medeniyetinin mikyaslari- le ölçülmeğe gelmez. Bizde e - sas olan gürültü, patırdı ve par- laklık yerine onlara hâkim olan sessizlik ve sadelik içinde güzel lik başka başka düşünüş tarzları nın tezahürüdür. Japon evleri dünyanın en sade fakat en zevkli evleridir. Her Japon evinin içinde çiçek vardır. | ile konuşulurken işittim.Flush'u tinayetten dolayı suçlu tutma - yacaklar. Thalia ayağa kalktı, dolaşmağa başladı: | Sonra dostünuz beni ne - | den bu kadar — alâkadar etsin? | Ne diye onün lehinde bulunmak | için kendimi yorayım? — Sebebini söyliyeyim. Miliy de yerinden fırladı ve anlattı: — Çünkü Brabazon meselesi yakında mahkemeye — ge'iyor. Ben de pekâlâ mahkemeye gi - der, Brabazon'un yanında çılış- tığınız zaman nasıl kolayca pa- ra tedarik ettiğinizi anlatıverı - rim. Böyle yaparsam, hoşunuza gider mi? — Brabazon'u yakaladılar mı muhakeme edecekler? — Evet, dün akşam yakaiadı- lar. Tevkif eden de Parr'dır. Flush'un bana bırakacağı para meselesini anlamak için kara - odada rak muhatabını süzüyordu. Bu kızı hiç sevmemişti, fakat şimdi iğreniyordu. Bir taraftarı da on- dan çekiniyordu. Çünkü bu kız - da anlaşılmaz bir kuvvet sezi - yordu. Thalia nihayet dedi ki: , — Ben Flush için ne yapabi- lirsem, — ancak onu yaparım. Mahkemeden — korktuğunı da yoktur. Sizin mahkemede yeri- niz şahitlerin — sırası değildir, başka yerdir. Onu da bi'irim. Ben Fl_u.ıh'urı lehinde - şahıtlik edeceğim. Çünkü katilin o ol - madığını da biliyorum. Bir fır - satı çıkarsa bunu Yale'a da söy- liyeceğim. 4 — Teşekkür ederim, Milly çok memnun görünü - yordu. Tekrar yazıhanenin ra - haılığm_dın ve — güzell:.ğinden bahsetti. Thalia misafirine daj; - reyi dolaştırdı. — Miliy son bir kapının önüne gelince sordı: — Burası? kola gitmiştim. O sırada banke- ri içeriye getirdiler. — Vah, zavallı Brabazon! Milly gözlerini yarım kapata- — Burası mutfak! Thalia kapıyı pek açmak ni - yetinde görünmüyordu. Öteki * ni de bir şüphe almıştı. — Yoksa içeride bir dostu - nuz müu var? dedi. Mutfak küçücük bir yerdi. İ - çeride kimseler yoktu. Fakat e- lektrik yanıyordu. Milly kapıyı çaldığı zaman, Thalia'nın mut - fakta olduğu zannına düştü. Miliy musluk taşma yaklaşa- rak, oradaki şişeyi alınca, Thal- ia'nın kaşları çatıldı. Genç kız: — Bu ne? diye sordu ve şişe- nin etiketine baktı. Şişe renksiz bir mayi ile yarı yarıya doluydu. Etiketin üzerin- de “Kloroform ve eter” yazı - sı vardı. — Aman, Miss Thalia, siz bu mayiden kullanıyor musunuz? Bu, tehlikeli bir iş... Thalia gülerek dedi bi: — Tehlikelidir ama, faydası da vardır. Ben rutubetli bir ko- vuşta inleyen Flush'u düşündü- ğüm zaman, kederimi unutmak için bu mayiden bir parçasını koklarım. Milly şişeyi yerine koydu: — Bilmem ama, bana siz bir az hızlı gidiyorsunuz gibi geli- yor. Belki bugünlerde bir gün sizi de buradan gelip alırlar da, eşinize dostunuza söyliyecek bir şey var mı? diye sormağa ge - lirler. — Ne diye cevap verecekmi- şim, Beni de muhterem hırsız Flush'un — yanına gömsürler. Başka bir şey istemem, Milly cevap — vermedi, çıkıp gitti. —1 Parr'ın anası ,Jack banker Brabazon'un tev- _k:[mı haber alınca, derhal Parr ile görüşmek üzere emniyet mü dürlüğüne gitti. Müfettiş'n e - vinde bulunduğu cevabını ver - diler. Nöbetçi memur; — Eğer mühim bir şey söy » liyecekseniz, Parr'ı şimdi Stam- | ford sokağındaki evinde bula - bilirsiniz. Fakat Jack tereddüt etti. O kadar isticale lüzum yoktu,Yale öğrenilen yeni malümatı tele - fonla kendisine bildirmişti. Ha- fiye telefonla şunları da söyle- mişti; — Parr, bu tevkiften mühim neticeler elde edilebileceğini zannediyor. Ben daha Braba * zonu görmedim. Fakat yarın sa* bah Parr'la birlikte hapishane * ye gideceğim, Yale tiyatroya gideceğini de söylemişti. Lâkin Jack hangi ti” yatroya gitmek istediğini sOr * mağa cesaret edememişti. Delikanlı, otomobilini sav * dıktan sonra, yaya dönmeğe Kâ* rar verdi. Adalelerine biraz Hâ” reket vermekle kederli düşün “ celerini dağrtabileceğini zanne ” diyordu. Yürürken bir taraftafi da düşünüyordu. Acaba Part'il oturduğu ev nasıl bir yerdi? BtF niyet müfettişi ailesinden, HU * susi hayatından hiç bahsetm? mişti. Tam bu sırada tenha tbir bül” çeden geçerken, arkasından 3 yak sesleri duydu ve geri dm_ dü. Başka bir yerde belki eht miyet vermeyebilirdi, Fakat *” rada, tenha ve karanlık bah? de âni bir korku du)'"’“_'m)' (Arkası VA