——u O Parisin en eski ve en tarih? lokantası Bir insan bir memleketin şe- hirlerini, kasabalarını, köyleri - ni, nehirlerini, dağlarını, orman- larını bilmekle © memleketi ta- nımış olmaz, Bir memleketi ta- nımak için o memlekette yaşı- FRANS , Fransız, tam manasiyle bir induvidealisttir. Belki de dünya üzerinde induvidealizmin son bir bakiyesidir. Fransızın yaşa- Yaşı, Fattilyanın çerçevesi, dört | duvarlı evin içinde olup biter. O, zamanın tekâmülüne uymıyan eskiden kalma kaidelere göre kudukları yan insanların âdetlerini, çalış- ma tarzlarını nasıl yeyip içtik- lerini bilmek lâzımdır. Şimalde yaşıyan uluslarla cenupta yaşı- yan ulusların yaşayışları arasın- da derin farklar vardır. Acaba juva gınıfı, usülden olan günün yemek saatlerine el sürmez. Es- ki teamülleri değiştirmez. âarı, Öç meği saat 12 - 2 arasında, ak- şam yemeği de 7 -9 arasında ye- nir. Bu kaide Fransada ebedi bir kanun gibi caridir. Günün öcla ye- Fransada sucuklar çok yenilir gününü geçirir. Tekâmül etmiş | milletlerde paydossuz çalxşmıl usulü, bugün taammüm etmiş- tir. Bu usulü Fransada tatbik W etmek imkânsızdır. Çünkü Fran sız işçisi, memuru öğle paydo- sundaki “Dejeune,, sini feda edemez. Pariste ve bazı büyük şehirlerde olduğu gibi, o kadar ideal bir şerait içinde işlemiyen münakalât araçlarında her gün bin türlü rahatsızlık ve eziyet- lere katlanır. Bu koönservatif ulusun işçisi, mMemuru hatta bur- | programı bu saatlerle çizilmiş- tir. Vakti olanlar, ilâve olarak, iştiha için yemeklerden evvel bir iki kadeh çakmak için mey- haneye giderler. Haftada bir si- nemaya veya tiyatroya giderler. Bazı defa akşam üzeri çolukço- cukla birlikte bir saat için bir pastahaneye veya bir kahveha- neye gidilir.. Bununla günün programı bitmiştir. Vasati bir Fransız tavuk gibi erken yatar. Fransada son senelerde pazar günleri civar yerlere gezintiler mız, Duyduklarımız; Avrupada Nasıl Yaşarlar? Fransız Elli Yaşına Girince Çalışmak İstemez | sonra çalışmak istemez. Rahat e 5l bu uluslar daha iyi mi? Veyahut daha fena mı? Veyahut ucuz mu veya daha pahalr mı yaşı- yorlar? Bu noktadan srrası gel- dikçe Avrupadaki uluslardan bahsedeceğiz. Bugün Fransayı alıyoruz: yapmak âdet olmuştur. Esasen Fransada küçük kimsçlerin de otomobili olduğundan gezinti kolaydır. İşçi ve köylüden tutu- nuz memur ve burjuva sınıfına kadar herkes hayatını hesapla- maktadır. Bunu ifade edecek bir kelime vardır: Tasarruf. Halkın ruhunda iratçılık -ren- tier zihniyeti hâkimdir. Santim santim para biriktirilir. Çünkü Fransız elli yaşıma girdikten etmek, biriktirdiği paraların fa- izleriyle ölmiyecek kadar orta halli bir yaşayışla yaşamak is- ter. Bu zihniyet su katılmamış bir Fransızın en tatlı rüyasıdır. Fransada, bahusus Pariste ha - yat pahalılığı noktasından geniş halk tabakasının iratlarının pek iyi olmadığı görülür. Pariste bir işçi yaptığı işle ve çalıştığı fab- rikanm vaziyetine göre saatte 3,5 - 10 frank ücret almaktadır. Fakat unutmryalım ki kriz dola- yısiyle birçok fabrikalar "kısa gün,, tarifesini tatbik etmekte ve bazıları da haftanın birkaç gününde çalışırlar. Küçük me - murların maaşları 700 - 1000 frank, orta memurların maaşla- rı 1000 - 2000 franktır. Hükü- met memurları, subaylar aşağı yukarı bu maaşı alırlar, Bir aile reisi aldığı maaşla hem geçinir ve hem para biriktirmeği düşü- nür, Fransız kazancının büyük bir kısmımı boğazına sarfeder az yer, fakat iyi yer.. Yemeklerin listesi aşağı yukarı her sınıfta | N Yanılmışım. * Evet... Ben, Nizamettin Na - zif yanılmışım. Bunu on dört gün taba,! teptikten ve bir haylı kafa yorduktan sonra, nihayet anlayabilmiş bulanuyorum: — Türkiyede, mesele halinde bir yenilik ve eskilik farkı yoktur... Kalmamıştır. a Bugünün bütün ilerleyişieri - ne, gençlerle yarış eder gibi bir hızla ayak uyduran bir eski nesil buldum ki, düşünenleri, bilenleri inkılâpta gençlikleri » nin nihayet tahakkuk edehilmiş bir idealini görmektedirler. Dü- şünemiyenleri, cahil kalmış o - lanları ise eski devirlerde azahı- nti duydukları bir takım ihtiyaç. lara inkılâbın istedikleri gibi bir cevap verdiğini gördükle-i için bugünün adamları olmuşlar tir. Bulduğum yeni yetişciiler nesline gelince... Bunların ka - falarında inkılâp bir senteziir ki münakaşa etmeğe lüzum gör- memelerinden daha tabil ne o - labilir? Bugünkü hava iç.nde doğmuşlardır. bugünkü hava içinde büyüyorlar ve elbette ki memnun olacaklardır vazıyet - lerinden. Eğer, konuştukları zaman kendi nesillerine pek büyük söz- ler söyletmek arzusunda bulun- masalardı bu arkadaşların “be - yanat” larını neşrettikten sonra çıkan neticeye bir tek kelime katmağa lüğum görmiyecektim. Fakat iki taraf konuştukça, gö- zümün önünde bazan öyle sah- | neler belirdi ki bunların bu iki 'Türk neslinden ne yaşlı olanı - na, ne de gencine maledilemi - yeceklerini düşünür gibi oldum. Faraza, bir yaşlı vatandaş Ab - dülhamit devrinde Fizan'a sü - rüldüğünü söylerken önümde bir mağdur edası takınarak kah- ramanlaşmak istemişti. Fizan... Acaba neden eski nesil bu Fi- zan'dan bahsederken her za man coğrafi ve topoğrafik haki- katları tekmelemek arzusuna kapılıyor? Fizan çöllerden geçilerek gi- dilen bir yerdir. Ama bir çöl değildir. Bilâkis harikulâde şi - irli bir vâhadır ki sayısız şelâle- leri vardır ve bunlardan yalnız berrak ak sular akmaz. Bazt hur malıklarının arasında da peri masallarının ©o yeşil ve pembe renkli, inanılmaz güzelliklerde- ki sularının yarlardan çalkana - rak, köpüklenerek aktıkları gö: Tülür. Bununla beraber Fizan bir menfadır. Bir kötüleşmeyi sem- bolize eder. Ve inanırım ki “do- ğum diyarından uzaklaştırılmış olmanm azabını refah dahi tat- lılaştıramaz..,, Ama... Abdülhamidin bunları oralara sürerken, kimini bâlâ ricali arasına soktuğunu, kimi - ne mirmiranlık verdiğini ve fa- raza sürgüne giden bir tapu kâ- tibine bir ' mutasarrıflık Maaşı bağladığını da nasıl unutabili - riz? Bol mehtaplı bir vâha gece- birdir. Bir işçi kahvaltıda sütlü kzhve_..frlnüla. tereyağı, öğle yemeğinde ordür, et ve balık, sebze, salata ve bir tatlı, peynir veya yemiş yemek ve bir kahve Fransada kahvelerin önüne iskemle atılın oturulur | günleri... Ve hiç YENİ — NIZAMEDDİN NAZIF 27 - 5 2935 ES Ki YAZAN : Yeni - Eskiyi Bağlarken sinde üniformalarının yaldızlı parıltıları ile Afrikalı genç kız- lara caka satarak tatlı uykusuz- lu r geçirmiş olan bu vatan - daşlar ne de olsa acı serencam ların tadını pek tatmamışlardır. Hele bu Afrikalı genç kızla « elikesi o meşhür Bel- t ile Peygamber- leri bile baştan çıkarmış olan o mukaddes kitaplar güzelinin bu- ikü torunları oldukları gözö- e getirilecek olursa... Hayır baylar pek acıklı olmamıştır en bedbaht sandığınızın sergüzesti bile. D Bunlar meşrutiyete tekaddü eden neslin evlâtlarıdır. Pek insanlardan mürekkep olabi bu nesil ama bu memleket kıymetli ve kendileri için büyük şerefli sergüzeştler geçirmiş ol- mahnın zevki bunlardan öğreni - lemez. Yeni nesilden bazıları da harp sonunun elemlerinden, yoksul - luklarından bahsetmek istemiş- lerdi. Onları da haksız buldum, Bu gençler, belki sıkımtı ile bu- hınmuş bir sütü içmişlerdir. Bel- ki çok yorularak kazanılmış bir paranın aldığı kundurayı top oynayarak yıpratmışlardır. A- ma ne sıkımtıyı, ne de o sıkıntı günlerinde para kazanmanın yorgunluğunu çeken onlar ol - mamışlardır. Anlayamazlar ©o phesiz o gün- lerin şerefi bu vatandaşlar için ancak bir tarihtir. Zaten inkılâp bile aktarılıp kotatıldıktan, sa - hanlara konulup “buyurunuz baylar sofralarat,, dendikten sonra onların olmuş de, Evet, bence bu Trablus otomobil yarışında Trablus arsıulusal - otomobil yarışında mükâfatı Alman oto- mobillerinden Benz - Mersedes kazanmıştır. Bu otomobil Mon- te Carlo'da da mükâfat kazan- içmek ister. Büyük bir bardak şarabın bulunması tabil şarttır. Küçük tabakanın karıları işe gittiklerinden öğle yemeğini öğ- le paydoslarında çabucak hazır edebilirler. Pariste kısmen ha - zır edilmiş yemekler satılmak- tadır. Akşam yemeği listesi öğ- le yemeğinin aynidir. Burada yemeğe ordür yerine çorba gi - rer. Bir Fransız, aylık kazancı- nın yüzde 34 ünü yemeğine, yüzde 18 ini ev kirasma verir. Ev kiraları çok yüksektir. Ve evlerde o kadar konfor yoktur. Giyinme için yüzde 12 ayrılır. Bu az para ile her sınıfın kadın- lıfı gayet zarif ve hoş giyinme- ği bilirler. Elbiselerini büyük bir meharetle kendileri yaparlar ve “Büyük Paris modası,, na uydururlar. Erkek — elbiseleri şapkaları ve ayakkabıları da pek pahalıdır. Erkekler esasen o ka- D Ane KK, tomobil Yarışında Birinciliğıir Almanlar Kazandı Cephe Nesli bütün büyük harbım, Balkanla « rtn, kurtuluş çabalayışlarımızın destan ve kahramanlıklarına ait olan tapular bir başka neslin ad- larını taşırlar... Dünyada şuurun yüzbaşı Mustafa Kemal merhalesinden Atatürk merhalesine ulaştığı gü | ne kadar kalemle, dille, fırça ile, elle, kafayla, fakat arada sırada mutlaka silâh ta kullanarak bu memlekette yaşamış ve bu mem lekette çalışmış olanların adla - rını, . Bu nesil, cephe neslidir. Eskiden ve yeniden sonra, es- kilerin küçük kardeşleri ve ye « nilerin ağabeyleri olan bu nesli, bu ortanca nesli konuşturmak | insafımızın bir zorluğudur sanı- rım. Ortanca nc:! Acçlığın, çok çalışıp az kazan- manın, memleket için siper ol - manın, siperlerde yaşamanın nesli..., Cephenin, Galiçyadan Kar - patlardan Kafkaslara, Gazzele- re, Cerabluslara, Mekkelere, Medinclere, Trabuluslara uza - nan cephelerde çarpışan, her a- dımında, ya bir kol, bir bacak, bir göz veya on dost, yüz arka- daş, bin yaştaş bırakan ve im « paratorluğun büyük bozgunun- dan sonra yan yana gelip, yus « yuümak olup muazzam bir yum- ruk haline girip kendini başku- mandanın bileğine takan ve o- nun sallayışıyla bütün eskilikle. rin, bütün düşmanlıkların bey - nine inen, ezen balyozun nesli, Ve madem ki bu böyle... Bir az da bunları konuşturalım. Nizamettin NAZİF birinciliği kazanan otomobil miştır. Koşu 220 kilometre üze- rinde yapılmıştır. Mükâfat (32) milyon İtalyan liretlik piyan- goyu teşkil ediyordu. mezler, Eğlence için yüzde yir- mi ayırırlar, Sinema, tiyatro V€ spor, kahve pazar masrafı b yüzde yirmiden sarfedilir. Her tabakanın gideceği yerler var- dır. Pazar gezintisine çıkarken şarap beraber alınır ve bu suret- le masarif de azalmış olur. AY- lığın yüzde onu biriktirilir V& bankaya verilir. Yüzde altı dâ taahhütler, taksitler için ayf” h. Fransızlar ucuz yaşamağı bi- lirler ve az maaşla kanaat edef- ler ve kendilerini mes'ut görür” ler. Son senelerde işsizliğin ÇO" galması, gençliğin tehlikeye sokmuştur. Mutava5” sıt tabakanın gençliği istikbali- ni teessürle dolu görmektedir. Eğer buna karşı çareler aran” mazsa, memlekette yavaş yavas hoşnutsuzluk büyüyecek ve bet- ki bu Fransız kanaatkârlık zili-