"'TAN " m telrikası ; & hatırtma geldi: Bana bir de bay- rak lâzımdı. Bunu muavinim gemiden alarak karargâhtma ge tirdi. İstasyonda belediye Tei- si ve bir kaç memur beni karşı- ladılar, Önlara kıt'alarımın ka- raya çıkmak üzere olduklarını ve kendilerini gelecek Alman ordularına karşı himaye edecek- lerini söyledim. Ben şu anda öküz kadar büyüyüp şişmek is- tiyen kurbağaya benziyordum. Uzatmıyalım, Chatsam taburu kıyıya çıktı ve Euryalus gemisi de dönüp gitti. O gün bir gemi daha geldi ki, içinde eski deniz zabitlerinden biri bulunuyordu. Uzaktan işaretlerle bana şunla- rı söyledi: “Açıkta bekliyen kıt'aları çıkarmak üzere bana balıkçı gemileri tedarik ediniz” ve sonra kaybolup gitti. Bu sı- rada Portsmouth deniz kıt'asile Eastney'in deniz topçusu ka- raya çıktı. Akşam üstü bir ami- ral daha — Sir A. E. Bethell — göründü ve gitti. “Sabahmn saat birinde Deniz Nezaretine şu raporu gönder- dim: “Bugün öğleye doğru mev- zilerimize sıkıca yerleştik. Bru- ges ve Dixmude de düşman yoktur. Düşmanın esas kolları — Klukun sağ kolu — Tourmnai- Renaux-Bruxelles yolu üzerin- dedir. Dün Menin ve Ypreı’le düşman süvarileri görünmüş- p tü" Gece olür olmaz şehrin etra- fını küçük postalarla çevirdim, Araziyi bizzat gezip görmeğe- vaktim yoktu.” Birdenbire şehirde bir panik zuhur etti. Bir Alman tayyare- sinin yaklaştığı söyleniyordu. Ben bu tayyarenin İngilterede bana vadedilenlerden biri olaca- gı hatırıma geldi; ileri karakol- lara haber vermek üzere hemen otmobile atladım, Geç kalmış- tım. Tayyare — Binbaşı Sam- soün'un — ateşle karşılanmış, | bereket versin, bir kaza olma- miştı. Gönderilen tayyareler ye- | re inmişlerdi. “Plymouth denizcileri de kı- yıya çıktılar. Yayılıp yerleş- mek üzere işe başladık Maksat Almanlara blöf yapmaktı. Fa- kat tesadüfler bizimle eğlenme- Be başlıyordu; meselâ * İstediğim 500 bisiklet ye- Tine ancak on, ön beş tane gön- derildi. Adam başmna 500 fişek | istemiştim. Bunlar tamamdı, fakat bağları yoktu. Şu halde | biz tüfeklerimizi tek ateşli gi- bi kullanmağa mecburduk; er- kânıharp zabiti ve Belçika hari- şündüm. Ve şimdi öp beni... O- rövvar mon Kuku! Muhtar, sevilmekten hoşla - nan sadık bir ev kedisi gibi, ken dinden geçmişti. Nadya kolunu çekti, geriye döndü, bir kaç a- dım yürüdü. Fakat odadan çık- madan durdu. — Ehemmiyetsiz bir şey hatırlamış gibi durakla- di: — Paran var mı? Mühendisin — baygın tebes - sümleri dudaklarında katıldı. — Ne kadar lâzım? —— Az bir şey, — yedi yüz lira gok bile! Ve Nadya çapkın bir hare - ketle — bir iki adım geri döndü. Wücudunun güzel hatlarmı çi - zen ustalıklı bir duruşla durdu, devam etti: — Beyoğlunda, saygısız bir #erzi rahatsız edip duruyor. Öy- le canım sikildi ki! , yaarlia Yazan: Aziz Hudıyl Akdemir taları ise hiç gönderilmemişti. Yakınımızda bir Alman fırkası bulunduğunu haber almıştım. Bisikletçilerim olsaydı bu fir- kayı kendi üzerimize çekmek mümkündü. Birkaç sahra topu ve mühimmat gönderildi ise de hiçbir nakil vasıtamız yoktu. Ben de topları kabul etmedim. Acele gemilerimize döndüğü. müz zaman düşmana ganimet şarkıları söyletmek istemiyor- dum, “Bu yokluklara mukabil bazı hareketler bize teselli verecek mahiyette idi, tomobille uzakla- ra kadar zabit keşifleri yaptık. Elli kadar bisiklet kiralıyarak memleketin her tarafına bisik- letçi askerler gönderdim ve mümkün olduğu kadar dikkat uyandırmağa çalıştım. Kendili- ğinden çıkan bazı rivayetler de bize yardım ediyordu: İskoçya sahillerine Rus askeri çıktığı, Namur'dan çekilen Belçika fır- kasmın Havre'dan gemilere bi- nerek Östand'a gelmekte ol- duğu söyleniyordu. Bilhassa Rus askerlerinin gelmesi hava- disi çok işimize yaradı. Yanım- daki deniz askerleri mavi üni- formalı ve yuvarlak kasketli ol- duklarından Alman casusları- nın bunları Rus zannetmesi mümkündü. Sonra bir çok “si- viller” Ostand'dan geçerek ce- nuba doğru gidiyorlardı ki, bun- ların casusluk yapması da çok müuhtemeldi. İstasyona benim kocaman hım astırdım. Rus a: estü- rı askeriyeden olduğunu bazı kimselere tenbih etmek suretile çabuk ve çok dağılmasını temi- ne çalıştım. Bu habere İngilte- re de bile inanıldığını öğrenmiş olmama rağmen Alman erkânı- barbiyesindeki mütehassısların inandığını iddia etmek fazla o- lur. * Belçika askerlerinin adet ve sevkleri hakkında Deniz Nezaretinden şifreler — alıyor- dum, Fakat emin idim ki, bu şifreler düşman eline de geçi- yordu. Bir Fransız deniz zabiti de gazeteye şöyle bir makale yazmıştı: “İngiliz deniz yaya askerleri- nin Ostand'a çıktıklarını gör - düm. Hiç kimse onların harbe gittik lerine inanamaz. Neş'eli ve a- laycılar... Halk ta onlara uy- muş. Fakat bütün bu alaycı a- damların yüzlerinde yırtıcı bir karar okunuyor; herkes vazife- sinin ciddiliğini benimsemiştir.” Bunüu söylerken - öyle zavallı bir tavrı vardı ki bu yeis o gü - zel yüze, o çiçek bahçesine ben- zeyen gözlere hiç yakışmıyor - dü. Muhtrı düşünce almıştı , Nadya bir ruh — mütehassısı gibi onu bir an süzdükten sonra, tekrar sokuldu. Şimarık, ağla - yışlı bir sesle: — Oh mon Kuku, dedi. Beni seviyorsun, sevdiğini söylüyor - sun. Sonra bu kadar küçük şeyi benden esirgiyorsun. Muhtar, güzel karısını Üzmek istemezdi. Fakat onu sevindire- cek mali takati yoktu. Umitsizlik içinde, masanın üstündeki alacaklı mektupları - nı işaret etti. Nadya'nın gözlerinde vahşi bir parlayış belirdi: — Oh, dedi. Ben sana bun - lardan bir çoğunu göstereyim. Fakat sen erkelının Muhtar. Her şeye karşı durabilirsin. Fa- kat kadınlar? Senin gibi sevi!en erkekler — mini mini karılarını böyle aburcubur borçlar için ü- zerler mi2 — Erkekler kazanır, “Birdenbire 'Şehırde Bir Panik Çıktı. Bir Alman Tayyaresinin Yaklaştığı Söyleniyordu .. )) “Hikâyemizi bitirmezden ev- vel Östand oyunumnun Alman erkânıharbiyesi üzerinde yap- tığı tesirden biraz bahsede - lim. Alman Jenerali Tappen bu- na dair şöyle yazmıştı: “Ö sıralarda Alman büyük erkânıharbiyesine heyecanlı raporlar gelmekte idi. Bir gün külliyetli İngiliz kıt'aları- nm Östand'a cıktığı ve Anvers Üzerine yürüdükleri haberini al- dik. Gene bir gün Anvers'te bü- yük çıkış hazırlıkları yapıldığı bildirildi. Hatta 80.000 Rus as- kerinin Östand'da karaya çıktı î;ı da bunlara karıstı. Sehirde ngiliz kıt'aları için tahkimat yıpılmıkn idi. Alman ordusu- nun gerisi ile sağ kolunun emni- yet altına alınması daima göz önünde tutulacak bir mesele ha- linde idi.” Liddel Hart'ın “Cihan Harbi- nin Tenkitli Tarihi” (L'His- toire Critigue de la Guerre Mon- diale” kitabında anlattığına gö- re Alman Miralayı Hentsch, Marn muharebesinin tehlikeli devrelerinde Kluk ordusunu zi- yıret ettiği sırada demiştir ki: * İngilizler durmaksızın Bel- çık.ı kıyılarına asker çıkarıyor- lar. Ayni yerlere Rus kıt'aları- nın da çıktığı haber veriliyor. Şu halde bir ric'at mecburiyeti hâsl olmuştur.” “Östand'a çıkan 3.000 İngiliz askeri Alman erkânrharbiyesin- de 40.000 ve mevhum Ruslar 80.000 olmuştu. “Havre'dan relen 6000 Rm- çika askeri Östand'a çıktı. Bun- ların başında bulunan bir Bel- çika jenerali ile yemek yerken “sır”t anlattım, — Çok bisikletiniz var mı? diye sordu. — Östand'da birkaç tane bu- labildik, dedim, — Şansınız varmış! dedi. Almanlar Ostand'a taarruz ettikleri takdirde mümkün ol- düğü kadar az telefat vererek acele çekilmek için kurduğum plân şu idi: Zayıf kıt'alarımı bir yere toplayıp Alman kol ba- şılarına taarruz ettikten sonra arkamda küçük kuvvetleri bıra- karak Dunkerk'e doğru çekil- mek. Buna hacet kalmadı. Bah- riye Nezaretinden artık gemile- re dönmemiz için emir aldım.” Yukarda da söylendiği üzere bu misal bir sırrın tahrif veya sahte bir sır ile saklanması usu- lüne ait bir tatbiktir. Biz bir sırrı örten ikinci sahte sırlara, LArkası var) Güzel kadınları sarfederler. Sen yardım etmezsen ben borçları - mr nasıl öderim? Muhtar içini çekti: — Ne paralar, ne paralar, de- di. Sana ne kadar para verdim. Fakat eline geçen kül oldu, gıt- ti Nadya doğruldu. Sesi katı - laşmıştı: — İstiyormusun ki şık ve ol- dukça güzel bir kadın — bayağı, kuru bir yaşayışa razı olsun?... Benim gibi bir kadınla evlendi- ği için gurur duyan erkek çok para kazanmalıdır. Bü son kelimeler — Muhtarın kafasına taş gibi çarpmıtrştı. Yü- zünün çizgileri sertleşti. Gözle- rinin rengi vahşileşti. Mühendisin sinirlendiğini his- seden Nadya birdenbire değ şti. Elini tekrar kocasının omuzuna koydu: — İhtiyara niçin yazmıyor - sun? Babardan kalma antikalar olduğunu söylüyordun. Bize pa- ra göndersin! Bu saygısızca teklif mühen - disi büsbütün kızdırdı, İlk defa TAN | lere işliyenler YAT Atina Şehrine Ham aKND Yarın matinelerden itibaren SYt SÜMER sıyEMAsıNDA 2 fi birden z Bir Bakış £ (Başı 1 incide) İŞ BEBE-DANİELS 4 de2drahmi alırlar, Dışarıda İZ CENUB KIZI olan sayfiye yerlerine veya kö: ise 5 drahmi 6 kuruş 10 para, Sonra, İstanbul- da olduğu gibi “bu hatta tram- vay var, otobüs işletilemez,, di- ye bir şey yok. Her yerde, her tarafa hem o, hem öteki işliyor. Elektrikli tren, Pireye işler, Bi- zim banliyö trenlerine karşılık bu tek hat vâr. Fakat tıpkı ön- lar gibi birinci, ikinci, üçüncü mevkileri olduğu ve birinci mevkiine sadece 6 kuruş 10 pa- ra aldığı halde ücretlerin ve yol- cunun azlığımdan şikâyet et. mez. Bunlardan başka, her yer- de olduğu gibi burada da taksi- ler var, Şu farkla ki, bizde tak- siye biner binmez 26 kuruş ya- zılır, burada 9 drahmi ile baş - lar, ve sonra birer drahmi yazar, (Drahmileri S0 paradan hesap ediniz). Kahve, pastane'er V.s. Eskiden, İstanbulda da kah- veler vardı, bu kahvelerin husu- siyetleri, ananeleri, şehre belki de tembellik veren bir başkalık- ları vardı. Bunlar mahalle kah- vesi, kır kahvesi, meydan kah- vesi, kıraathane gibi sınıflara ayrılırdı. Bir aralrk bu kahvelerden bir kısmını kaldırdık. Beyazıt mey- danındaki gibi bir kaç kahveyi bir tarafa bırakırsak, kahvele- rin, önlerine sandalye atmaları- na izin vermedik. Avrupaileştir- dik zannettik, Halbuki Pariste, Viyana, Peşte gibi merkezlerde kahvelerin önlerine sandalye- ler atılır ve bu, oraların hususi- yetlerini teşkil eder. Atinanın kahveleri de böyledir. Bundan başka burada da “kahve,, AvV- rupada alıman mânada alınmış- tır. Yani “kahve,, denilen yerde kahve, satıldıktan başka çeşit çeşit içkiler de vardır, satılır. Biz de ise kahvede sadece çay, kahve, lokum, gazoz ve bazan Üa REAYETIR VarArr YNM AYAR grae lerde ise, bizde, kahve içmek âdeta uzak bir mahallede kü - çük bir ev kirası veriyormuş ka- dar pahalıdır. Bunun hâlâ böy- le devam etmesi ,eskiden kalma bir takım ananelerin devamın- dan başka bir şey olmasa gerek. Atina kahvelerinde oyun oy- nandığına pek az rastgeldim. Buna karşılık herkesin elinde bir gazete var, Bir masada otu- ran herkes, bir gazeteci geçer- ken, ayrr ayrı ayni gazeteden satın alıyor. “Arkadaş aldı ya, ©o okuduktan sonra ben de oku- rum,, diye almamazlık etmiyor. Bu yüzden Yunan gazetelerinin baskı adetleri bizimkilerden beş, altı bazıları on defa fazla- dır. Fakat okuyucu adedi biz- den belki fazla değildir, çünkü bir gazeteyi beş kişi okumuyor. Şunu da ilâve edeyim ki burada bir gazete bir drahmidir, Lâkin altı sayfadır. Hükümet, mem- lekette kâğıt yapılmadığı ve bu yüzden harice fazla para çıkar- sevimli komedisinde TTTT BİTMEMİŞ SENFONİ üvarede: saat 9,15 de (BİTMEMİŞ SENFONİ) T 30-4-035 unutulmaz — muvallakiyeti UKUA DONCURUKTUCUNUURAUADURULGRGKUUDU N ÜURANUNULU UKUU TUN UUU KÜU UUKU z ittihadı Millt Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine ıızorlı muameleleri icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir. Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon : 4,4887 2382 iîüyük manevralar başladi (Başı 1 incide) “Müstacel bir hal vukuunda Birleşik Amerika hükümetleri, :Amerika kıyıları yakmındaki Fransız ve İngiliz adalarını zaptetmeğe hazır olmalıdır.,, General Andrews, bu meyan. da bilhassa Terre Neuve, Sainte - Pierre, Miklon, Ber- mut, Jamayik, Trinite, İngiliz Honduras'ı, Küçük Antil vesair adaların isimlerini zikretmiştır. Mumaileyh, müstacel vaziyet hâdis olduğu takdirde bu ala- lardan yapılacak hava hücum . larıma karşı koymak için Ame- rikan hava üslerinin nezaret al- tında bulundurulmasını tavsiye etmiş ve şu beyanatta bulun- muştür: “Keşfedilir edilmez, tesisatı bombardıman etmeğe hazır bu: lunmaklığımız lâzımdır.,, Mamafih general Andrews, müstacel vaziyet sözlerinden ne kastedildiğini izah etmemiştir. Yine hava umumi karargâhıma mensup binbaşı Hudhnerr, bir Asya devletinin Peru kıtaatının taliminde yüzlerce zabit kullan- dığını, itimada deg:r bir kay« mak istemediği için ııyfalın bir kanunla tahdit etmiştir, biz- de olduğu gibi çok sayfalı ga- zete çıkarılmıyor. Atinada nazarı dikkatime çar pan bir şey de pek az çay içil- mekte olduğudur. Bugüne ka- dar kahv:lerd:, pastahanelerde çay içen birisini görmedim. Esa- sen bir çok yerlerde de çay yok. Lokantalar burada ikiye ay- rılır. Bizde karşılığına aşçı di- yebileceğimiz Tavernalar var. İstanbul ile Atinanın yiyinti ba- kımından farkı, burada bir çok kimselerin dışarıda yemek — ye- meleri yüzünden ortaya çıkan müşteri bolluğudur. Dışarı ha- yat, esasen buranın kalabalığı- nı teşkil eden sebeptir, bu hâdi- sede de en mühim rol nakil va- sıtalarının bolluğu ve ucuzluğu- dur, Sinemalar, tiyatrolar saat 22 den sonra başlıyor, gece yarısı bitiyor ve şehir saat bire kadar uyanıktır. Bu saatte de, gündüz naktan haber aldığını ıoylemq ve ayrıca şunları ilâve etmiştir: “Cenubi Amerikada bir çok tayyareler olduğuna göre, bir ilânı harp mukaddemesi olarak bir gün Panama kanalma karşı bir akın yapıldığını öğrenme - miz imkânsız değildir.., Fılonun manevraları San - Pedro, - Kaliforniya - 29 (A.A.) — 153 harp gemisi ile 466 tayyare, 6 haftalık bir ma- nevra yapmak için bügün hare- ket edeceklerdir. Bu manevra- lar, Honolulu'nun 120€ mil şar» kında bulunan Midvay adası ile, Alaska ve Havay adaları ara- sında ve Âmerika sahilleri açık- larında cereyan edecektir. Ma-« nevraları idare eden amiral Jo« sef Reves, harekât hakkmda izahat vermek ııtememışur. Vaşington, 29 (A.A.) yük göller mıntakasında ııv- vetli bir hava merkezi tesisi dü- şünülmektedir. General Kilburu, Kanada hu- dudunun müdafaaya muhtaç ol- duğu zannımnda bulunmasının doğnı olmıyacagmı ıoylemışur. |kadar olmamakla beraber her tarafa umum? nakil vasıtaları vardır. Barlar ve eğlence yerle-” ri, bu saatten, yani gece yarı- sından sonra hılıyetc geçıyor— lar. Atinanın umumi manzara - sındaki eksiklik ağaçlardır. Bir” de binalar, yeni yapılanlar ve yapılmakta olanlar bir tarafa,' umumiyetle iki katlı, Şehir, Be-” yoğlu gibi dikine değil, enine yapılmış. Fakat dediğim gibi* yeni binalar yapılıyor ve bun- lar, galat olarak kübik denilen' konstruktivist üslüpta, bir çok yeni binalar yapılmasına rağ- men, kiralar, burada İstanbul. dan daha pahalı. Hele diğer ucuzluklarile ölçülecek olursa çok pahalı. Zira, her tarafta bü- yük bir faaliyet var, bu faaliyet insan çokluğundan, nüfus kesa- fetinden doğduğu gibi, çok insa- na, çok oturacak yer lâzım oldu- ğu için, talep fazlalığı da kira ücretlerini arttırıyor. Fikret Adil Nadya'ya karşı bir kin belsedi: — © ihtiyar dediğin, benim annemdir, dedi. Ve sen ona hür- met etmeğe mecbursun... Para- ya gelince; annem, ancak <en - dine bakacak bir haldedir . Nadya'nın samuür kaşları ça- tıldı. O çiçek bahçesine benzeyen gözlerinde şimşekler çaktı. De- rin bir hakaretle kocasına bak- tı. Sonra gözlerini yere indirdı. Kendi kendine söyenlir gibi: — Anlıyorum, dedi. Bütün bunlar bana, sevilmediğimi an - latıyor. Ne yapalım? Arayaca - gim, Senin bana veremediğini kendim aramağa mecbur olaca- ğım. Genç kadın — bunu söylerken yüzünün aldığı — garip çizgiler Fırlattı ve haykırdı: — Kendine gel Nadya! Bu - nün mânâsını bana anlatmalı - sın. Bu... Devam edemedi. Nadya va - ziyeti hemen değiştirmişti, Şim- di şen, şimarık bir çocuk sevin- €i ile ellerini çırpatak haykırı - yordu: — O mon Kuku... Benim in- ce ruhlu kocacığım kederlendi. Sevgili karısı için — fena şeyler düşünüyor, Ve elini tekrar mühendisin omuzuna koyarak ilâve etti: — Fakat bil ki, benim sen - den başka seveceğim kimse yok- tur. Ve sonra onu kucakladı. Ko - casının çekinmesine rağmen ©- nu bir çok defa öptü. Bu sıcak sevgi çok geçmeden Muhtara da geçti ve bir ân içinde iki taze aşk kahramanı haline geldiler. Şimdi Nadya parmağını ko - casının alt dudağına dokundu - rup çocuk sever gibi okşarken: — Haydi artık gül biraz, de- di, Kaba adam — olma... Doğru söyle bu parayı vereceksin değil mi? Müuhtarın başı dikildi, Fakat bu sefer utanır, sıkılir gibi görünüyordu. Nadya: — Yok, yok, dedi. Borçlula - | , rim beklumler Ben de biraz sı- kılırım, ne çikar? Sen üzülme de... Haydi, adiyö Muhtar. Ve parmaklarile kocasına ö - pücükler göndererek kapıya doğ ru yürüdü. Fakat kapıdan çıkar çıkmaz — bu tebessümler eridi, kaybaldu. Gözlerinde korkunç bir ışık parladı. Dudakları ha - karetle büküldü ve sinirli adım- larla merdivenlerden indi, Mühendis Muhtar yalnız kal- mıştı, Dudaklarında ve saçlarında kalan Nadyanın kokuüsu ile bir zaman sarhoş gibi gözleri kapa- ı durdu. Sonra tatlı bir rüyadan “uyanır gibi kirpikleri biribirin - den ayrıldı. Gözleri gene masa- nın üzerindeki mektuplarla kar« şılaştı. Pek mes'ut ve şen sürüp gi - den yaşayışında tezatlar ve acı- larla sık sık karşılaşmağa baş - lamıştı. Sanki hayatın bütün en« dişe verici terslikleri onun ba « şını tokmaklamak için bir ara « ya gelmı;lexdı. 4 — JArkası var) ”