Yezln! N IzımettlnNAZlF u Yoksa Bizans, O Niğebolu Yıldırımının : Nasıl Dayanabilir 5 ldırim Bayazıd'a kolu gibi kuran Yarman ge miy. Niğekol lan © dehşetli Başı bot kalan | en büyük mabetleri saraylarını, en kazmış, ezmiş v& STi çük yeşermeyi bile gorla k kdas uydurmuş olan eli karşı olan, yanı gı olan asıtlık bir — esarelten mların ':.l: u:-ıfı saldıraral birdenbire k alıyordu. tabiet, asırların imi, en ihtişamlı çüzel bahçelerini at grtağdl OyYMU kurmak için .5n»l.rr,=l :nî eli .y" kü. la kendi zev- Bizansın mce bir van - tezallüb n i medeniyete k“r— sivrilen yeni hançını uzun sürmüş kür | ediyordu. n gn üz coşkunluklarıle de saldırmıştı İştem.. Bizansın içine bir Saldırışına di ?" bu külüstür kale dayı di? Hele Tüik kılncmin da cihana korku sal zaferinden dönüşünde.. mezdı bü işi? & Elbette yapardı... Fa sarayı pok uyanıktı. _Goçc_ı;d Selç saltanatı içinde belirip, birdey ü ü Türk “"""';“â;ı Idırışlarını adıra Adyını ediyordu. Her imperatgukad. hazinelerin tükenmiyeEni kure avuç avuç dağıtarak Ksadüf, bu dee yıkıcı tirpanındEn ediyordu tarmağa çalışıyor! lâherne ki, Birar aa O e n | eski tanıdığına Çara etmemişti. Ka iricik sarayıydı;. onun di üt ölez — dalıa coğar çatısı, biricik sara e a Lar. | ÇOrhan)ığ yayılarak, biraz Yarlarını ve ©: lar ve ya " eh Haşır! Hiç bir zti bir v mimar elinden di. B Dilm nehri ile 20 .a:—râ.:oulıxındı göçüp Ki sani medeniyeti, baydi . ağul'arından Ku'rev Poti bör Muhammedin DAfa gi için çöl arablarını &, bütün wetlendiren Allabâyısız kili- Amma $ günlük ko- n Jerinin / türlü ele geç're- Kalu d* hiristiyanların bu ; Alkri acaba hangi nffo- cszasmı böyle ce- ab içinde geçirmeli- et, neden? Bu son suali tam ni üç senedir, Tanrının günü, anrının gecesi yatağında yatar ve fahtında otururkan imperater yovannis Pılco'og da kondi kendi. ne sormaktadır. Çarmıha gerilen İsanın başmı, ka- ra dikenli işkence çeleagi nasıl ka- matmışsa, her gün mırgan'ı yollar- ga, topaçlı tarlalarda çıplak taban- Tarı, tıp'cı öyle delinen ve kanayan Bizansılılar, hep böyle yoksul, hep böyle sefil olarak kakırdayıp gebo- geceklor miydi ? Şu tacmı başında taşıdığı Bizans sefalot içinde au ge- gÜp gidecekti? Pi ailesinin — sekizinci İyo- vannis'i Bizansa böyle kotu bir so- nu mev'ud sanmıyordu. Ve bunun için değil midir ki yirmi üç üzun senadon beri zekâsını selerber ede- rck en şeytan dâhilere parmak isir- tacak eztrka'ar çevirmiçli? Çevir. miş ve muva'fak — ta olmuştu... Zira 59 sene evvel Bizansın ölüm saati- ni çaldırmayan mucize nasıl bazı te sadüflerin ve bu tesadüfleri iyi kul- Tanan şu Viâkerre sarıyınn eseri idiyse son yörmi üç senzdenberi, yani babası Emmanoel Palco!logos'un ö- lümünden sonra başlayan kendi sal tanat günlerinde de gene Vilâherne nin eseri a Yoksa Boğaz kıyılarına gelen, korkoca u Hisarını Bosfor. Edgar Wallace Ve otomobil yürüdü. Öteki 'yaya kaldırımından bir müddet otomobilin uzaklaşan kırmızı fenerine baktı. Sonra sigarasını k istedi, fakat kibrit sön- dü. Elleri o kadar titriyordu. — Vay canına! Başka bir sokağa saparak yü rüdü , Sokağın içinden daha yeni kaybolmuştu ki, civardaki vük- sek bir evin kapısı önünde bir gölge belirdi ve takibe baş- Jadı, Bu, uzunca boylu, iri vücut lu ve kısa nefesli olduğu için güclükle yüriyen biriydi. Yüz edım lükten sonra durdu. Kapının karanlığından iki ada - mu tarassut etmek için kullan - iları kap'amıştı. PHiç bir medeniyetin | ları Sau olmamıytı! A* Vildeas'ın dine ge- bile şu Vilaherne: çekebilir yeni Türk imperator'| k pelalerdi muvaf- Bo'ay Ak, F mıydı? daha Felin ki Söğüddeki dört ahibi Osman Doyin oğlu Bi- devirscek darocede yaldızlı üğemezdi. Amıma, K yeniyal ra osova Alışi sed çekmek isteyenleri ezip dağıtan kahramanların başın « da yirmi dört snat daba kalabilmiş osydı. Hüdavendisâr ilk Murad, Yen'çerilerinin ketkin palalarını bir defa da gu Bizans varenglerinin (*) zarhlarında tocrübe etmek isle- miyecek miydi? Elbette istiyecekti, F:kat kem or- ta Avrupaya, hem de Bizansa aka. cak olan © zamanki kahramanlık selini de Srb kahyamanı Miloş Kap leviç'in hançeri durduruverınişti. Bir zaman için şüphesiz... Amma şu tesadüf, bu tesadüf... O sulkast, bu talisizlik, çu rüşvet alan vezir, yeni zevcesine bin bir ga ee düğünleri yapan şu Sultan, hep Bizans sarayının içine yarıyordu. Ve bu yüzdendir das surlarının — gön ü Tog'ların çifte kartallı ervuvani bay- rağı dalgalan:p duruyordu. (Sonu var) (*) Ücretli Saray askerleri. Süngercilik işleri Süngercilik şirketi Bodrum ve Marmaris mıntakalarında fa- aliyete başlamıştır. Burada bu - lunan süngercileri korumak için şirkete posta doğrudan doğru - müstahsillerle mukavele yapa - ya iztihsale giriş vemiş, ancak rak beraber çalışmak esasını ka- bul etmiştir. Marmara mıntaka sı için İmroz adası merkez ya- pılmış ve burada bir acentelik teekilâtı kurulmuştur. Sünger - cilik için en çok lâzım olan dal- giç elbisesi, hortum başlık gibi âletler Fransa ve Yunanistan - dan getirilmiş ve süngercilere dağılmağa başlanmıştır. Geçen sene on biri kilo sünger istihsal edilmişti. Bu yıl bu mikdarın bir misli artacağı umuluyor. Yahad ikinci * Diurad mr- yapa- hi işte BA'a Te | AMAD ey Kaî;—,?ndlr Smde mektup - ÖOht1.. İştelünden beri dik - lar... Bunlh, düşündüm ve ka- katle oktaba baktım. la | ra kapzininden başlıyorum. bu mek.| E” edeyim ki İsi — satırlarını ja sızladı. okurken Hüviyetini Fakat Bizanşsüklı olarak gizliyen mek- tup sahibi * Tayfur ,, imzası atmış ve kendisi kalem tutma - | sını bile bilmediği için mektu - bunu bir arkadaşına yazdırmış. Okuyalım: Kalpten gelen ses *“Ben anadan doğma âmâyım. Kadımları yalnız kulaklarımla ve ellerimle anlıyorum. Beni do- kuz yaşımda öksüz bırakan a - namın bile gözlerinin rengini, ini — görmedim. îm’“:' vözeüş Öyümak el ea lll | yücudunun şeklini görmedim, Fakat sesi yirmi dört seneden - beri hâlâ kulağımdadır. İnsan - ların hissiyatını ve düşündükle- rini siz gözlerinden anlarsınız, ben de seslerinden... Sesi hoşu- ma gitmiyen insana hiç itima - dım yoktur. “Biraz param var. Bir kızı ra- hat rahat geçindirebilirim. Ev- lenmek istedim, Yeni tanıdığım bir kızın sesine âşık oldum. İyi şarkı söylediği için değil. Söy - lüyor mu, söylemiyor mu, onu da bilmiyorum. Yalnız, konu - şürken — kalpten gelen bir sesi var, Oldukça da güzel ve fakir- miş. Kendisine evlenme maksa- dımı söylemeden, teveccühünü kazanmağa çalıştım. Dost ol - duk, Kız kardeşi ziyarete peldı- ği zaman benimle uzun uzun ko- nuşuyordu. Lise tatısitli - görmüş. Garip tesadüf, onun babasının gözleri de elli yaşından sonra görmez olmuş. Ben bunu neden sonra öğrendim. Bütün fikirle - rimiz ve zevklerimiz biribirine uyuyordu. Bana o kadar mu - habbet gösteriyordu ki ümitle - rim artmağa başladı. Beni gör- mediği — günler hayatından bir şgey eksildiğini söylüyordu. İnan dım ve hayatımızı birleştirme - yi kendisine teklif etmeğe karar verdim. “Fakat bu arzumu kendisine açmadan evvel, kız kardeşimden öğrendim ki bu kız çok sağlam seciyeli ve şuhluktan nefret e - der bir tabiatte olduğu halde kı- yafetine çok dikkat edermiş. Ar- kadaşları onun fakir olduğu hal- de sade ve ucuz kumaşları ken- disine yakıştırmasına ve herkes- ten daha şık giyinimesine gaşar- larmış. Sık sık aynaya bakmak Âdeti imiş. Hattâ caddelerde yü rürken camının içinde her ayna bulunan dükkânın önünde du - endini Kime mek İster irdü. Demek ki bu kız kendisini se - ven bir adamın gözlerinden cçok şey bekliyor. Değil mi ya?... Ev- lendikten sonra bir kadın, ha - muslu bir kadın, kocasından başka kimin için süslenir? Ay - naya bu kadar düşkün bir kız, tuvaletlerini kocasıma göstere - mmezse rahatsız olmaz mı? “İşte bunun içi lif etmeğe cesaret edemiyorum. Halbüki içimde ne tatlı ümitler var ve — itiraf edeyim ki bu kız benim hayatımda her ü Onsuz yaşay reddederse mahvolurum. yiniz: Ne yapayım?,, Ne çok, ne az ümit ediniz! Kızı çok sevdiğinizi zannedi- yorsunuz. Fakat aşkın muhtelif tipleri ve muhtelif dereceleri vardır. Biraz scven her insan kendini çıldırasıya âşık sanır ve sevgilisinden ayrılırsa hayatının cehennem olmasından korkar. Halbuki bazan aşk zannedilen bu düygu, ruhta yerleşen itiyat- ların bir ısrarından başka bir şey değildir. “Sizin bu kızr ne şekilde ve ne derece sevdiğiniz mektubunuz - dan anlaşılmıyor. Buna rağmen size ilk tavsiyem, kendi kendi - nize aşk telkinleri yapmamak - tır. “Evet, seviyorum, o olmaz- sa mahvolurum.,, diye düşün - meyiniz, Bu fikri üp atmağa çalışınız. Çünkü aşk, bir İtalyan kadın romancının dediği gibi “kendi kendine telkinin en bi - | Fakat o kızdan ümidinizi kes- menizi de tavsiye etmem. Şüp- hesiz kadınlar, daha ziyade sev- dikleri erkekler için süslenirler. Fakat, koketrilerinin saikleri bundan ibaret değildir. En na- muslu kadın bile bir kişi değil, herkes tarafından beğenilmek ihtirasından vazgeçmez, geçe - mez. Yani bütün bir cemiyetin gözü, almak istediğiniz kızı seyretmek hususunda sizin ek - sik olan uzvunuza vekâlet ede - cektir. Her erkek için böyledir. Müstesna ve feci bir vaziyette değilsiniz, Korkmayınız, teklifinizi ya - pınız. Reddederse de korkmayı- nız, unutursunuz, mutlaka u- nutursunuz. İşte size bir kanun: | * Zamanımızda aşk yoktur.,, Nikâhta keramet unutulmıyan Bir de, şayet o kızla evlenir Geçen iki sayının özü Va - Ni - Fe fakir bir Çinli ka- yılıçının oğludur. Bir gün baba- sıyla, Çinin sonsuz nehirleri üs- tünde yolculuk yaparken kayık- larına bir Frarmsız misyoneri bi- ner. Misyoner küçük Va - Ni - Fe ile alükadar olur. Ona Allah ha'ckındaki fikirlerini sorar. Fe- alığa karşı iyilikle mukabele etmek İlâzım geldiğini söyler. Va - Ni » Fe bu felsefeyi kavra- maz ve pratik bir netice elde et- için misyonerin Çinceye ter cüme edilmiş kütübü mukadde- se ile dolu bavulunu nehre yu- varlar. Misyoner kızarak Va - Ni - Fe'ye bir tokat atar. O za- man Çinli çocuk “yaptığı fetla- trğa karşı niçin iyilikle mukabe- le etmediğini” misyonerderi so- runca, o da, sana iyilik yapaca- ğım der ve çocuğu babasından alarak bir misyoner mektebine yerleştirir. Va - Ni - Fe misyoner mekte- binde tam bir misyoner talebesi gibi iştirilir: Yıllar geçer, misyoner Onu — vak - tiyle tedavi eden bir Çin- l doktor bu ölümün fren- giden geldiğini söyler. Bu- Üzerine, Va-Ni-Fe kendisini sürüye sokan mukaddes ço - ban hakkında böyle müstekreh bir iftirada bulunulması VA- Nİ-FE'yi fena halde dilhun et- ti, Ve üstadının ruhunu şadey - lemek için, müstekreh iftirayı atan çinli doktoru hak yoluna daveti ve bu suretle onun, ken- di kendini alenen tekzip etme - sinde âmil olmayı münasip bul- du. Fakat Çinli doktor; VA- Nİ-FE, sürüye davet edici nut- kunun ilk sözlerini söyler söyle mez, onu, memleketini soyanla- | ra satılmış olmakla itham et - ti, "şehri derhal terketmezse başına belâ geleceği,nisöyledi. VA-Nİ-FE çok korkaktı. Allah Açlar; tmmarrtarden | korkmak lâzım geldiğini, ruhu- na aşılamışlardı. İşte bu sebep- ten dolayı VA-Nİ-FE, çinli dok torun, şehri derhal terketmezse başına belâ geleceği şeklinde- seniz belki eski hevesi kalmıya- caktır, sık sık aynaya bakmıya lüzüm görmiyecektir, Bir çok kızlar evleninceye kadar zerafet düşkünü olurlar, Kendielrini be- ğendirmiş olduklarının en bü - yük delili olan ev hayatmma ka- îruştukmn sonra itidale döner - er. Ihtiyat lâzıma Tereddüt etmeden teklifinizi yapınız. Fakat sakın bu korku - Dnuzu ona açmak ihtiyatsızlığın- da bulunmayınız. Kendisile ev- lenirseniz ileride bu en mahrem | duygularınızı ona hissettirebi - lirsiniz. Unutmayınız ki bugün © size hâlâ yabancıdır. 224 (4.932 HIKAYE BİRÇİN HİKÂYESİ YAZAN:ORHAN SELİM ki tehdidini işidince, beyaz din kardeşlerine iltica etmeği dü- şündü, Ve vak'anın cereyan et- tiği şehirde, afyon komisyoncu- larından bir çinlinin delâletile İngiliz Konsolosuna müracaat etti. İngiliz Konsolosu bu sarı din kardeşinin elini sıkmadıysa da, ona bundan böyle ker lisini himayesine aldığını söyledi, © Fransız misyoneri, cesur, din siz, âsi, çocuk VA-Nİ-FE'ye iyilik etmek için, onu babasının basır yelkenli kayığından kopa - rarak İsanın sürüsüne sokmuş - tu.. İngiliz konsolosu, korkak, dindar, muti, delikanlı VA-Nİ- FE'yi SUN-YAT-SEN taralta- rı doktorun tehdidinden kurtar- mak icin, onu ENTELİJENS SERVİS ismi verilen casus ve emniyetiumumiye — teşkilâtma tavsiye etti.. VA-Nİ-FE bütün bu döne - meçleri; körebe oynıyan gözü bağlı bir çocuğun şaşkınlık ve saffetile geçivermişti. Ö, kendi ayaklarile bir adım olsun atma- mıştı. Önu elinden tutmuşlar ve götürmüşlerdi. Gelmişti, gidi - yordu. ) o Üç senedenberi beyazların en beyazı Britanya ENTELİ- JENS SERVİS'inin emrile ce- nubun en büyük limanında ya - şamaktaydı. Bu üç sene zarfın - da, beyazların aleyhinde bulu - nan yüzlerce putperest çinliyi; masum bir güvercin şeklinde resmolunan RUHULKUDUS devletlerine ihbar etmişti. Ve o bütün bu ihbaratı, dinsiz olduk- larımndan dolayı âsi olduklarını sandığı zavallıları sürüye sok - mak için çabalıyordu. Daha da yapacaktı. Fakat ne çare ki, öm- Tü vefa etmedi.... — Günlerden bir gün, İsa'nın sevgili beyaz Amerika koyun - larr ile İngiliz koyunları arasın- daki bir anlaşamamazlık vesi - kasını İngiliz koyunlar hesahı - na çalarken, Amerikalı koyun « lar tarafından yakalandı ve bir şarap mahzeninde konsolosha - ne kavaslarından birinin par - maklarile boğuldu. , © İşte VA-Nİ-FE'nin hayat sergüzeşti bukadardır. Ve unut- mıyalım ki, bir Çinlimanma na- zaran çok büyük fakat küinata nisbet edersek minnacik olan küremizin üstünde, isimleri ve elbiseleri başka fakat işleri ay - ni olan bir yığın Fransız misyo- neri, İngiliz konsolosu, Entelli- jens Servis şube reisi, kongolos- hane kavası ve VA-NI-FE vardır. » Bitti » dığı bahriye dürbününü çantası- na yerleştirdi ve takipten vaz geçti. Yaya kaldırımındaki ada- mı nerede bulacağımı biliyordu. Ls ar:asiz şoföre gelince, her halde yarın onu da yakalardı. Çünkü otomobilin numarasını almıştı. Felix Marl kafasını sal- ladı. Tarassut ettiği mülâkatın mahiyetinden zaten süphelen- mişti. Kendinden daha « kuv- vetli adamların sade “kızrl çen- ber,, adını duydukları zaman bi- le, iliklerinin nasıl donduğunu biliyordu. Para vermiyen edam Kızıl çenber, mühim mikdar da para istediği adamları ölüm- le tehdit etmekle ifa et- miyor, en küçük bir red karşı- sında tehdidini he ..1 t.tbik &- divordu, Fakat, ..tenilen parayı verenler, müsterih idiler, Mese- l1â Philinve Bassard, banker J-2gues Rizzi de isteri* & para- yı vermisti. Fakat aklını boz- du. Bir av sonra tabil bir ölüm- le öldü. Çünkü onda kalp has- talığı vardı. Maruf avukat Ben- son tehditlere kulak asmamıştı, bir gün tre..lı vagon salonun - | tığı zaman, kaşları hafifçe ç: da ölüsünü buldular, tıldı. Adi bir mektup kâğıı Hususi polis hafiy s "Derrick | Lâstik bir mühürle basıldığı bei Jale katilin izini bulmuştu. Bu | li iri bir kızıl çenber, küğr'mn adamın vağonun baamal:larına | dört kenarına kadar taşıyordu. atlıyar.'t Bensonu bir kurşunda | Çenberin içine de matbaa harf- öldürenbir ze. . .lduğu anlı- şıi! uşı Zenci suçunu itiraf et- ti ve asıldı. Fakat cir veti sipa- riş eden ıdırıgm_ ismini kat'iy- | Bu paravı yirmi dört saat İci, yen söylememişti. L Bu cinayetten sonra bir çok lerile şunlar yazılmıştı. “Yüz bin lira kadar bir para s.rvetinize nazaran hic - savıl de, münasip gördüğünüz zaman da Tribune gazetes” — > nesre- zengin kimseler, hattâ polise | deceğiniz ilâna göre gönderece- haber vermiyerek. re külliyetli yekünlar tediye et- tiler, Kızıl çenbe- | #im adama teslim edersiniz.Son ihtarımız da bundan ibarettir.,. Mektupta imza yoktu. Zafa Bu suretle bu meşhur şantaj | da adres yazılmamıştı. şkilâtının yavaş yavas ismi u- nutulup gidiyordu. Lâkin bir — Ne dersin bu işe? İhtiyar — Ja..cs P>ardmore sa! h Tames Beardmore kah- | gözlüklerinin üstünden oğlu a valtısrıt ederl. 2n, kerdine mu - | baktı, T. * rebba seklinde bir zarf ge.irdi ler. İcinden e>niş bir kızıl çen- beri gösteren bir kart çıktı. *övlendi: — Kızıl çenber.. Oğlunun yüzündeki endişe- leri gören ihtiyar bir kahkaha Kartı karşısında oturan oğlu | salıverdi: na uzattı: — Evet, Kızıl Çenber! dedi, — Sen böyle esrarengiz islere | hem de bu dördüncü mekuptur merak edersin, dedi, bir baksa- ki alryorum. — Dördüncü mektun mu? Ne — Tti Eöla d ür Ü katta ni | lyğürdaliniz? ' Ababk - v toakun için mi buraya geldi? — Doğrusunu istersen, evet! — Ben onun polis hafiyesi olduğunu biliyordum ama, böy- le bir iş için geldiğini hiç zan- netmiyordum. Babası sabırsızlandı: — Canım sen de! dedi, bir Akarmızı daire için insan bu ka- dar endişeye düşer mi? Benim kendi hesabıma hiç telâşım yok. Fravant'ı bilirsin. Zavallr böyle tehditle para isteven adamlar- dan öyle yılmış ki.. Delikanlının karşısında bera- ber yemek yiven TJames Beard- more büyük babası denecek yaş- ta görünen, beyaz keci sakallı, burusuk yüzlü bir adamdı. Fa- kat cehresindeki hatların hâlâ sertliğini muhafaza ediyordu. Müslcül sartlar icinde işe başla- makla beraber, büvük bir servet kazanmıstı. Kalahari cöllerinde elmas madeni, Klondyke'de al- tır madeni bulacaöım diye hat- tâ bir gün susuzluktan ölümle karsı karsıya gelen bu adam, <imdi “Kıxıl Cenher., adlr kim- bilir hanği şantajcıların tehdida aa a pi ll iniden el kee ee AAA eee Ni eeei dön ği ÜÜ BÜ c —Üi HÜĞ e e A tına pabuç bırakır mıydı? Zaten © dakika kendisini asıl meşgul eden tehlike, bu değildi, oğlu - nun başında dolaşan tehlikeydi. üŞ Yavrum, dedi, ben senin ince zevkini bilirim. Şimdi bir şey söylersem, sakın onu sui tef- sir etme.. Ben senin ne eğlence- lerine, ne de konustuğun insan- lara karısmış adam değilim Fa- kat şu zamanımızda, acab> la- ha akıllı bir iş olmaz mı ki Jack babasının ne demck icte- diğini anlamıstı. — Galiba Mis Drummond"- dan bahsedeceksiniz. htiyar evet der gibi başını salladı. Delikanlı : — Biliyarum, d-di, Frayant'- in kâtibi değil mi? — Evet, onün kâtihidir dive bir serzenisim vok, Yalnız, Taok biz ne bu kız hakkında ne de ai- lesi hakkında hiçbir şey bilmi- yoruz. Jack peskirini sofranm Üstü- ne brraktı. Hafifce kızarmıştı. Cenesinin adaleleri takallüs et. ti. Azimli hir insan barakterini ifade eden bu hali babasının çok $