EV NE Su Melling'e karşı tehdidkâr bir vaziyet alarak yumruklarını sallıyor; — Artık, senin gibi bayasız bir heri- fin suratını görmek istemem... Buraya ayak bastığın gündenberi sarayın edeb Ve namusunu berbad ettin... Senin de, Sultan efendinin de, boyunuz bosunuz devrilsin... Çıkl, Diye, avazı çıktığı kadar bağırıyor- du. Melling'in bütün vücudü, buz kesil- Gi. O kadar büyük bir korkuya kapıl & ki; o arida sarayda ne kadar harem- ağası ve baltacı varsa, üzerine hücum ederek kendisini parça parça edecekle- rini zannetti. Derhal başını önüne eğdi. Dayak yemiş bir kedi gibi, arkasına ba- ka baka, dairesine geldi: * Bu hayalperest adamın vaziyeti, ge- ne altüst olmuştu. Başını ellerinin ara- sına almış, derin derin düşünüyordu. — Hey, iki yüzlü talih!. Çehreni, ne abuk değiştirdin... Bir saat evvel, dünyanın en mes'ud adamı 'dim. Bu Saadeti, ne çabuk kıskanrverdin?. Diye, söyleniyordu. Malling'in uzun düşünceleri, niha- Yet bir nokta üzerinde birleşti: — Bu siyah derili kıskanç Afrika kaplanı, mümkün değil, burada bana Tahat ve hüzur vermiyecek.. belki de, bütün istikbal ve saadetime, büyük bir ye kesilecek... Şu halde ya, 0. ya, en... Dedi. Bu kararı verdikten sonra, derhal Yazı masasının başına geçti. o Hatice Sultana uzun bir mektub yazarak vazi- Yeti bildirdi. Bu mektubun sonu, şu sa- tırlarla” nihayetlermişti: ( Tabiatin, (insan) ile (maymun) a- Tasında, bir garibe olarak yarattığı bu mahlük hiddetlendiği zaman, korkunç canavarlığını gösteriyor. (Hattâ, size kan borçlu olduğu hürmeti unutacak kadar, kendinden geçiyor. Böyle bir mahlüiktan çok büyük za - rarlar gelebileceğini tahmin ediyo - Yum. bundan dolayı da, pek çok endişe Ve ıztırab içinde bulunuyorum. Size, eski ve emektar bir kölenizi feda etmenizi tavsiye edecek kadar 24- lim değilim... Onun için. bana müsaa- de buyurmanızı istirham £ edeceğim. Çünkü, size hürmetsizlik gösterilen bir Yerde yaşamıya tahammül edecek ka- dâr cesaret ve kudrete malik değilim.) * Meling, bu mektubu Hatice sultana Bönderdikten sonra, sabırsızlıkla cevab bekledi. Halbuki aradan kırk sekiz sa- yy sestiği halde, bu cevab zuhur etme- O zaman, genç san'atkâr, beline dar. te Yemiş bir yılan gibi kıvranmıya.. ve, derin bir teessüre kapılarak: — Eyveh!. Daha hâlâ taassub ve ce- baletin esareti altında... Demek, bu ra derili canavardan, sultan da kork- bu? Ona bir şey yapmıya cesaret ede- - Şu halde, buradan gitmek, ba- Ş m düşüyor... Elveda, tatlı külyalarım.. veda, Parlak ümedlerim.. elveda he. Diye, odasında dolaşmıya başladı: Mellingiin bu vaziyeti, gece vaktine kadar devam etti. Sultanın bu süküte masında yapılacak hiç bir şey kalma- için, ertesi günü eşyasını toplıya- sessiz, sadasız saray» terketmiye T verdi, # ZE mma 3 Z Hip Hi lı yolda bir takım ayak ses- ğ & i# / .. cellâdlar geliyorlar. Mut. kesecekler... Belki de ge- yreddin ağadır. Bu müteassib İhtima! ki beni de kendisi gibi » benden, böylece inti - Söemindsa yüreği ağzına Büyük bir endişe ve telâş ile, ayak Di FE ğ ; 7 i rn : 5 by PA AN İtanın yeni başağası seslerinin neticesini bekledi; Fakat işiltiği gürültü, yavaş yavaş uzaklaştı. Ses sada kesildi. Melling, pencereye koşup baktı ise de, Zifiri karanlık içinde bir şey göremedi. * Ertesi sabah, erkenden odasının ka- kapısı açıldı. Melling, birdenbire kar- şısımda, kaplanağas: Beşir ağayı gö- rünce, hayretler içinde kaldı. Çünkü, bu saraya yerleştiği gündenberi Beşir a bir kere bile onun odasına uğra - mamıştı. Şimdi böyle erkenden gel - mesinde, elbet bir sebeb vardır. Melling, o kadar şaşırmıştı ki, o de- rin hayretle, Beşir ağaya tek bir söz söyliyemedi. Kalbindeki kan, damarla- rına yayılarak, başı döne döne, onun söyliyeceği sözleri bekledi. Ve hiç şüphe etmiyordu ki, yüzüne manalı manalı gülen bu adam: — Hadi bakalım, çelebi. eşyalarını topla.. çık, git... Diyecekti. Fakat, Beşir ağa tatlı tatlı yerek köşedeki kulübeye yerleşti: — Eyy, çelebi!, Ne dersin bu işe? i. İ Melling, büsbütün, şaşırdı. Şimdi ralarında, şöyle bir konuşma başladı.: — Hangi işe? — Ben, başağa oldum. — Yaan.. eh. Hayreddin ağa, ne ol- du? — O, gitti.. bu gece, aldılar götürdü- ler. Mellingin içinden, bir şev bösanır gibi oldu büyük 'bir heyecana kapıla- rak, telâş ile sordu: — Nereye gitti? Beşir ağa, elindeki altın enfiye ku. #usundan bir tutam enfiye çekerek bü- yük bir kayıdsızlıkla cevab verdi: — Uzak.. çok uzak... Onu, “Hicaza gönderdiler. Bir saniye süküt ile geçti... Beşir ağa üstüste, üç defa hapşırdıktan son- ra, derin bir tevekkülle, şu sözleri ilâ- ve etti: — Ne yaparsın”. Kader... Bizim sa- raylar böyledir, çelebi... Kuşların çift- İ valla hanelerine benzer.. biri gelir, öteki gi- der... Ne ise, orası lâzım değil. beni, sılltan hazretleri gönderdi. Selâmları var... Bir arzunuz olursa, bana bildi - TİTSİNİZ. (GÜL CAMİSİ) MASALI (o « İstanbulda müdhiş bir dedikodu çal- kan:yordu. Başta Aygır imam olmak) Üzere, muhaliflerin bütün propagan - dacıları, ellerini şakaklarma koymuş- lar. — Ey ümmeti Muhammed!. Bu, ne rezalettir?. Sarayda gâvur karılar, İrenk erkeklerile sarmaş dolaş olup deccal çalgısı ile hora tepiyorlarmış... Çalgı. çağanak sesinden musalli saray halkı, namazların şeşiriyorlarmış ... Beş vaktine beş daha katan mübarek Hayreddin ağa, bu rezaletlere İtiraz etmek istemiş. halbuki, Hatice sulta - nın tezviratı yüzünden, derhal sürgüne gönderilmiş... O frenk bakçıvam da, daha hâlâ sarayda yatıp kalkıyormuş.. harem dairesindeki beşiklerin (adedi de, elliyi bulmuş... Bu, ne kepazelik - tir yahu?. Sultanın #zbeöz biraderi o - lan Padişahı ozaman, daha hâlâ gaflet uykusunda mi? Yeniçe - ri (ocağına nizam vereceğim, dive uğraşacağına; biraz da sarayına düzen verse... Bu hayasızlık- lar, Allahın pazab ve gavretine doku- nuvor.. yer, depreşip duruvor... Bu gidisle başımıza taş vağsa verek... Diye, bar bar bağırıyorlardı. Bu meş'um pronagandalar, halkın Avam zümresi üzerinde, fena te iriyordu. O sırada İ: rukua gelen zelzeleler Hatice sultanın saravında cereyan €- den vak'alara atfediliyordu. Muhalifler, bu zehirli propaganda - larla Hatice sultan ve sultan Selim aleyhine kıskırtmakla da iktifa etmi - vorlardı. Bilhassa üçüncü Selimi göz! den düşürmek İçin. birçok bühtan ve iftiralara da girişiyorlardı. (Arkası var) Deniz Harp Okulu ve Lisesi Komutanlığından: 1 — Deniz Lisesinin birinci ve ikinci sınıfına güverte ve makine kısımlarına üçüncü sınıfına harltacı yetiştirilmek üzere okur kayıd ve kabulüne başlanmıştır. 2 — Müracaat müddeti 10 Ağuslasla 3 — Şerakti öğrenmek ve kaydolmak nihayete erecektir. için İstanbuldaki isteklilerin doğruca o. kul kayıd ve kabul komisyonuna, İstanbuldan başka yerdeki “steklilerm de bu . Jundukları mahallin Askerlik şubesine Muhammen bedelleri aşağıda yazılı Cuma günü saat 15,30 dan itibaren sıra re binasında satın alınacaktır. müracaat etmeleri. «5130, 3 liste muhleviyatı malzeme 8/9/1949 ile ve kapalı zarf usülile Ankarada ida, Bu işe girmek isteyenlerin miktarı aşağıda yazılı muvakkat teminat ile ka. nunun tayin ettiği vesiksları ve tekliflerini ayni gün saat 14,30 a kadar komis. yon reisliğine vermeleri lâzımdır. Şartnameler parasız olarak Ankarada Malzeme dairesinden, Haydarpaşada Te, gellüm ve sevk gefliğinden dağıtılacaktır. No. İsmi 1 Perçin çivileri (68 kslem) 2 Vida, Rondeli ve Güpilyalar (65 kalem) 3 Mühbelif boru ve manşonlar (8 kalem) Şuhut Belediyesinden (5505) Muhammen bedel Muvakkat teminat Lira Lira Ku. 12088 806 60 6000 “0 © 6440 43 00 1 — Kapalı zarfla pazarlık usulile evvelce münakasaya korulup talib zuhur etmmesinden dolayı bu defa şartnamesinde değişiklik yapılarak yeniden müna. kasaya konulan 17,723 lira 49 kuruş bedeli keşifli Şuhud kasabası elektrik ve makine tesisatı 18/7/9839 gününde başlanarak on altı gün müddetle eksiltmeye konulmuştur. 2 — İhale Şuhud belediyesinde toplanan encümen tarafından 2/8/939 Çarşam. ba günü saat 15 te yapılacaktır. 3 — Muvakkat teminat 1329 lira 23 kuruştur. İ— Bu işe olan proje ve hülâsa keşif mafzeme, montaj şartnameleri hesabat ve münakasa şartnamesi mukavele projesi bir lira mukabilinde Şuhud belediye sinden alınır. 5 — İstekli olanlar Nafia Vekâletinden alınmış ensteletorlük vesikası ve ona mümesil #esisat yaptığına dair alınmış bonservisleri ihaleden bir saat evveline ksder belediye encümenine makbuz mukabilinde tevdi etmeleri veya posta ile ). göndermeleri ilân olunur. £ (5250) 16 ncı asırda İstanbula gelen Bohemyalı Baron Wratislaw'ın hatıraları: (7 Türkçeye çeviren: Süreyya Diliwen istanbul şehri Bugünkü yolculuk, İstanbul içinde, (bununla beraber balık sevgisi Türkler» bize tahsis edilen hana varıncaya Kâdar |den ziyade müslüman olan (dönme « bir hayli uzadı. Bu han dört köşe kır- |ler)de mevcuddur. Bundan başka öz mızı tuğla ile inşa olunmuş ve damı da |Türkler, kurbağa, salyangoz, kaplum« kurşunla örtülmüş büyük bir bina idi. ;bağa, istakoz ve buna benzer hayvan. Büyük bir kapıdan içeri girince ken- ları yemek değil hattâ bunlara e) bile dinizi İemiz ve geniş bir meydanda ;sürmezler. buluyorsunuz ki bu meydanın her ta-İ Hakikaten, Kur'an, müslümanlara rafında birer kapı vardır. Yukarı taş |temiz olmıyan balığı veya hayvanı yes hemşiresinin | bir merdivenle çıkılmaktadır. Burada kendinizi gene taş galeriler içinde bul- maktasınız. Aşağıda mutfak, şarab höcreleri ve iki yüz atı barındırabilecek ahırlar vardır. Yukarıda, yani galerilerin bu- lunduğu katta çepeçevre pek konförlü ve içlerinde İtalyan söbaları bulunan odalar vardır. Elçi efendimiz caddeye nazır odslardan birini seçti ve biz de -balz olduğumuz rütbe ve mevkie göre- üçer dörder arkadaş diğer odalara da. pıldık. Bu bina İstanbulun en büyük sokaklarından birine yakm, her yeri gören iyi bir yerde inşa olunmuştur. Saraya gidenler bu binanın önünden ler (0). geçer & İstanbul şehrinin vaziyetine gelince: Bana kalırsa tabiat burasını bir impa- ratora (payitaht) olmak üzere yarat- mıştır. Şehir, Avrupa parçası üzerinde iki ikisım olarak kurulmuştur. Bir üçün- smi da tam bunun karşısında ve sva üzerinde bulunmaktadır. (Kostanlaniye) şe teşkil eden hu rağdan deği! ve fakat geçil- i kolay, denizle birbirlerine bağli bulunmaktadırlar. Solda, Türklerin (Karadeniz) dedik- leri ve kıyılarından birçok milletlerin aşadığı ve her tarafından birçok ne - erin aktığı ve 'beslediği (Pontus /Euxiuns) denizi vardır. İnsan oğlunun miyen hiç bir ürün yoktur ki gemiler- İbir yanında eskilerin Sait George veya Propontis dedikleri (Marmara denizi) Uzünmakta ve öbür yanında bir ırma- | ğın vücude getirdiği mükemmel bir li- man olan ve haiz olduğu şekilden dola- yı (Altın boynuz) denilen (Haliç) bu- lunmaktadır. Şehrin üçüncü cephesi de karaya bi- tişik olup bu suretle ası! şehir bir ya- rım ada gibi görünmektedir ve üzerin- deki irtifalarile denize veya denizin bir koluna ilerlemiş bir dağ burunu şeklindedir. İstanbulun ortasından denize ve As- ya toprağı üzerinde yükselen ve sene- nin her mevsiminde tepeleri beyaz kar- larla mestur (2) Olumpus dağına bak- mak çek lâtif ve iç açıcı bir manzara karşısında bulunmak demektir. Kıyılarında İstanbul şehrinin yük - seldiği deniz, türlü türlü balıklarla do- ludur. Bu balıklar, sürüler halinde, mevsimine ve balıkların tabiatine göre, kâh Bosfor yolile Karadenizden Mar- maraya ve oradan da Eğe denizine ve Akdenize gitmekte ve kâh da buralar- dan gelerek Karadenize geçmektedir. İşte bu geliş ve geçiş esnasında da ba- lıkçılar büyük ve küçük ağlarla çok miktarda balık avlamakta ve bunları çok ucuz fiatla şehirde satmaktadırlar. Balıkçıların hemen hepsi Rum olup balık pişirme san'atinde de cidden Üs- taddırlar. Türkler, iyi pişirilmiş ve bil. hassa temiz olduklarına kani bulunduk- leri balıkları yemekten çekinmezler. (1) Elçi hanı tesmiye edilen bu bina, Çem- berlitaşın karşısında ve şimdi Osman bey matbaasının bulunduğu yende idi. O asırlar- da B0âkten, Arüsturyadan Macaristandan, gelen selaret heyetleri hep bu kervunsarayda Mame olunurlardı, (2) Uludağ. Ünlü)! yacı olup da bu bölğelerde yetiş-| le bu şehre getirilmiş olmasın. Şehrin | meği ve şarab içmeği nehy etmiştir. Bunun içindir ki bunlardan resmi bir makam sahibi olanlar bile şarabı gizli olarak içerler. Bu hareketi de daha 2i- yade sonradan müslüman olma (mür- tedler) yaparlar. Bu kabil dönmeler, çok zaman bize gelirler ve bütün pes ce gizli gizli olarak şarab içerler ve sabaha karşı evlerine dönerler ve bize de bu hareketlerini kimseye söyleme memiz için rica ederlerdi. Fakat bazı azılı kimseler ve asker tayfası içki memnuiyetine kıymet ver- mezler. Hattâ bu gibiler hıristiyan meybanelerine giderek istedikleri ka. dar yeyip içerler ve üste para da ver. mezler. Eğer meyhane sabilyi dayak yemek istemiyorsa tek kelime söyle - memek ızlırarındadır. Bu adamlar ka. fay» tütsüledikleri vakit orada bulunan bir hiristiyan veya yahudi kendilerin- den mümkün olduğu kadar uzak dur - mak mecburiyetindedir. aksi takdirde ğer beraberinizde bir yeniçeri neferi yoksa- ya kulağınızda bir tokadın şak- nı veya bir kamanın gözünüz 8. nünde parıldadığını görürsünüz. Bu gibi şahıslar böyle bir harekette bulunup da gö rlerse hemen yaka- lanıp hapse atılırlar ve şarab içtikle - rinden dolayı da falakaya yatırılarak cezalandırılırlar. * Şimdi biz gene evimize dönelim: Elçi efendimiz. o vakitler baş paşa | (sadrazam) olan ve neslen Arnavud İbulunan Ferhad paşa tarafından kabul olunmağı ve iltifetma mazhar olmayı ve kendisine haşmetli impâtatorumuz tarafından yollanılan hediyeleri bizzat sunmağı arzu ettiğinden her iki elçi -yenisi ve eskisi- ve bizlerden bazıları Sofyada yapıldığı şekilde bir paşanın konağına gidildi. Ferhad paşa; uzun boylu, esmer çehreli, oOkoca dişli, sevimsiz bir adamdır. Bizler kendisinin ve orada bulunan sair paşaların ellerini öptük- ten sonra, haşmetlü imparatorumuzun mektubunu tevdi etti. Paşa bu (na - me)yi büyük bir saydı hareketile ka, bul etti. Fakat kendisine aşağıda yazıl hediyeler sunulunca bunları daha bü- yük bir hürmet ve daha büyük bir se- vinç hareketile kabul buyurdular, (Arkası var) ALAZ SELÂNIK BANKASI Tesis tarihi : 1889 e İdare Merkezi : İSTANBUL (GALATAY alayla Türkiyedeki Şubeleri? ISTANBUL (Galata ve Yenicami) MERSİN, ADANA Bürosu Yunanistandaki Şubeleri; e an e SELÂNİK - ATİNA # Her nevi banka muameleleri Kiralık kasalar servisi Sü Wi atlara binerek ve evvelce Budin ve | |