Son Postanın tarihi tomanı: 1 Mi GAZİ azil Hariciye Vekilimiz Şükrü Saraçoğlu Atinnda Payitaht Nazri Bam Kocias'ın Hüseyin Gazi hemen koynundan kesesini çıkarıp köleye verdi, (BATTAL) KİMDİR? Bundan 900 sene evvel, (Malâtya) şehrinde, Ömer bey (1) isminde zen- gin ve şöhretli bir (beylerbeyi) vardı.| oturur. o tarfrte ne tâbi olan şehri, o! civardaki düşmanların tecavüzlerinden korurdu. (1) (Bu tefrikada zikredilen şahıs ve belde #imlerile tarihi ve coğrafi vaziyetler, haki- kate uymıyabilir. Biz, tam sekiz asırdande-| ri nesilden nesile İntikal eden an'anevi kıbeleri bozmiya cesâret edemedik! RU lere istinad eden arm muhafaza et i- — Benim bir bildiğim varsa, o sev-| dadan vaz geçmen lüzumudur. Kobal) olmıyacak duaya amin demeyi anla * mam, Hayali biraz bırık da hakikale , dön. Rânânın yanındaki mahlük bir #çim su.. &fet mi âfet, kâfir! Gördün mü çikar işi?. Bal alacak çiçeği”. Memduh bey, hamlacısıma hitab ede rek: — Demin geçen kayığı tanıdın İstavri? diye sordu. — Kira kayıktır, pasam! Arnavudkö. | yün.. i — Ona yetiş ve peşini bırakma Çöm- İekçinin önünde kıstıralım. — Pek iyi paşam! İ Usta kürekçilerin iki kuvvetli ham-| tesile hız alan piyade çamurlu suyun yüzünde sürülerek ileriye geçti. Bir, fi hamle daha, maksud olan kayığa yetişmişlerdi, de, kıranta bir rum kayıkçı, isteksiz bir bal ile kürek çekiyordu. Arkada, soluk basma yastıklara dayanmış iki feraceli kadından bir! orta yaşta, öteki ise, er 'babınm «piliçee teşbih eyledikleri on dört, on beş yaşlarında fakat iyicene gelişmiş, son derece güzel bir simaya malik bir yosma idi. Gençliğine rağmen, esındırgıyı siyir- mış, karağaca kandil asmış» takımın. dan olan Memduh, kayıklar hizaya ge- ilp de yaşlı kadının yüzüne bakar bak- maz tanıdı. — Rânâ hanım! Vakti şerifler hayır Jar olsun! Kadın cevab vermedi. Eldivenli elile Alt yaşmağını indirip, sadece gülümse- di ve bu suretle o da, Memduhu tanıdı. ğın: anlatmış oldu. cesurdu: — Nereye, böyle? diye bir sual daha sordu. Delikanlı ondan |* Rânâ: «Piyasa ediyoruz verdi. — Kim o, yanındaki? Bu sefer Rânâ bir daha güldü ve ka. da, işaretini Şehrin beyleri ve zenginleri, dalma mer beyin konağında toplanırlar, eski tarihlere aid menkibelerden bahseder. ler.. saz şairlerinin, eski islâm ve Türk kahramanlarının cenklerine dair söy- ledikleri destanları nliyerek vakit geçirirlerdi. Bir gün gene toplanmışlardı. Coşkun bir saz şairinin, büyük Türk kahrama- nı (Kublây Hakan) hakkında düzdü- gü bir destanı dinliyorlardı Kölelerden biri içeri girdi. Ömer be- yin alt tarafında oturan ( Hüseyin Gazi) ismindeki pehlivanın kulağına eğildi. Usullacık bir şey söyledi, Hüseyin Gazinin yüzünde büyük bir sevinç alâmeti belirdi. Hemen, koynun- daki kesesini çıkarıp, köleye verdi. Ömer bey, zeki bir adamdı. Hüseyin Gazinin bir beşaret haberi aldığını an. ladı, Merak ederek bunu öğrenmek iste- di: — Hayrola, Hüseyin Gazi... Herhal- de, mühim bir müjde aldın. Bari söyle de, biz de sevinelim. Dedi. (Devamı 10 uncu sayfada) Son Posta'nın Romanı : 65 “Ah ne AE bakışın yıkçısına bazı şey - ler söyledi. Artık o muhavere bitmişti. Şimdi, ta - kib başlıyordu. Ka- İdinlar önde, erkek- ler arkada, derenin nihayetine doğru gir diyorlardı. Son köprünün de laltından o geçtikten; i i sonra, durdular. Br Bu, tek çifte bir kira kayığı idi. İçin-| rası hiç bir cazibe srzetmiyen bir yer olduğu cihetle di - İ ğer kayıklar bura » ya kadar sokulmaz. lsrdı. Onun için bu yer bir kaç söz teati etmeğe pek mü - saitti, Memduhla Macidin kayığı he men hemen ötekine yanaştı. Bunun Ü- zerine Memduh ile Rânâ konuşmağa başladılar, — Bu güzel hammefendiyi tanımak- İa henüz mübahi değilim... — Kızım Hürmüz! — Allah bağışlasın!. Bey de yabancı değil: Arkadaşım Macid. Ayni kalem . Lâkin, sana da maşallah Rânâ Haniya, seni kızınm yanmda gö ren, onun bir iki yaş büyük ablası sa- nır. Yahu, nerelerdesin? Birbirimiz) görmez olduk. — Evi sattım. Başka eve taşm- dım da ondan, — Tevekkeli değil! Eşe, dosta sora - rum, bir törlü haber alamam. KE bıraktın mu? Memduh; «Ben Rânönm bir kın olduğunu bilmiyordum!u dedi. n var, YAZAN ERCÜMEND EKREM 9 TAL Eksik olma, ablacığım! Yarın aki şam damlarım öyle isel, Pişkin bir adam olan hamlacı İstav- Tİ, o esnada: — Bey! dedi; a « çılacağım. OKarakal| sandalı geliyor... Hakikaten, aşa »/ ğıdan doğru, pupa - sında «polis» iha - reli bir bayrak ta - şıyan ve içerisinde bir memurla bir de zaptiye bulunan devriye sandalı gö » zükmüştü. “Mem - duh: — Yarına. mut » Taka. diye tekrar « — Sus! Çocuğun yanında öyle l&kır-| derek, ekle de birer selâm verdikten dı söylenir mi? sonra, iki kayık biribirinden ayrıldı. Bu cmada, bakışları gayri eüyarı| — Nami, Maci. enfes deği mi? genç kıza doğru kayan delikanlı, onun,| 5208151 z ES — Be babam! Rânâ için enfes der mi- incecik yaşmağının alında gülümsedi» yim? O, geçti gayri. Onun revnaklı za- ğini sezdi. manı, sabık zaptiye nazırının kapatma. İçinden: sı ikendi.. o vakitler, kâfir karı bir tane — Ne tarafta yeni devlethane? idi, doğrusu! şarlanmış, fenlenmiş.. diye düşündü. — Bilmez miyim? Kızın güzelliği, körpeliği, gönlünde — O halde?, Hangisi diye sormanın , | mânası var mı? Lökin ben, Rânânın heves uyandırmıştı, Tekrar Rânâya hi- tab etti: bir de kızı olduğunu bilmiyordum. Hoş! İnanmam ya”! O mahsus öyle — Ne tarafta devlethane? — Beyazıdda.. Soğanağada... dedi. — Yarın, sahiden gidecek misin? — Ziyaretinize gelebilir miyim? — Kapımız, eaki dostlara daima açık.!lum! Biz senin gibi, uzaktan ah ederek — Elbette! Neden gitmiyeyim? Oğ- verdiği o hususi | siyafetie Zongudaktaki müden faclasmdan sağ kurtulan bir amele başından geçenleri anlatıyol İömür tüketenlerden değiliz. Kanadla* rımız çırptıkça, gülden güle konmadan İzevk alir insanlarız. İşte bir tazecik goncei Rânâ ki Memduhun defterinde mutlaka kaydi bulunmak icab eder. Maeid suratını gene âsmışlı, O, o İP erkeklerdendi ki hayatın hazlarını nof mal ve meşru çerçevenin dışında arâ” maktan iclinab ederler. Onlar için her” türlü maceradan uzak kalmak, saki bir ömür sürmek idealdir. Son nefes * lerine kadar bağlanacak, esasen mute“ dil bulunan arzu ve ihtiyaclarını tat * min edecek bir kadın ararlar. Ve böy“ lesini . bulduklarını zannettiklerinde kendilerini dünyanın en bahtiyar kulu! addederler. Bu çeşid insanların ruhlar” tomantik olur, Aşkları; Keremin, Mec“ nunun, Romeonun aşklarına benzer. Bir his değil, hastalıktır. Bir hastalık ki hiç bir vakit, hiç birşeyle şifa bul maz. Bilâkis her hâdise onu besle” kuvvetlendirir. Aşık da zaten bunu 89 tar, Onun yaşamaktaki gayesi bu ro © mantik aşkı da birlikte yaşatmaktır. Macid de o âşıklardan biri idi. İdea lendirdiğ! mahlüku bulmuştu. Ona ge“ ne böyle bir Göksu. gezintisi esnasında rastgelmiş, lâhzede vurulmuştu. Ay * lardır peşinde koşuyordu. Geceleri, num hayalile, uykusuz sabahlıyord& Şimdiye kadar, ondan ne bir iltifaf görmüş, hattâ ne de ona, bir yolunu b#* lup kend! duygularını bildirmişti. S8” dece, arkadaşının dediği gibi, uzakta” ah ederek ömür tüketiyordu. Onu tanıdığı gündenberi biricik mW” vaffakiyeti, adını ve hüviyetini öğre mek olmuştu. Divanı ahkâm azasındaı vezir Mansur paşanın torunu Cavidark* işte o kadar! Mansur paşaların yal Çenğeiköyünde idi. Aile gayet kapal olduğundan, kız, böyle piyasalara p© nadir çıkıyordu. İki üç haftada bi derede karştlaştıkları vakit, Maciği sıtma nöbetine benziyen bir Taşe tu yor, yüzü sararıyor, gözleri nemleni * yordu. Memduh da, her seferinde 0 * nunla alay ediyordu. (Arkası ver)