Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Ka |- dön. Rânânın yanındaki Hüseyin Gazi hemen koynundan kesesini çıkarıp köleye verdi. ; (BATTAL) KİMDİR? Bundan 900 sene evvel, (Malâtya) şehrinde, Ömer bey (İ) isminde zen- gin ve şöhretli bir (beylerbeyi) vardı. Şehrin kalesinde ofturur.. o tariühte Bağdad halifelerine tâbi olan şehri, o civardaki düşmanların tecavüzlerinden korurdu. (D (Bu tefrikada zikredilen şahıs ve belde isimlerile tarihi ve coğrafi vaziyetler, haki- kate uymıyabilir. Biz, tam sekiz asırdanbe- ri nesilden nesile intikal eden an'anevi men- kıbeleri bozmıya cesaret edemedik! Rivayet- ler& istinad eden asıllarını muhafaza ettik.) — Benim bir bildiğim varsa, o sev- dadan vaz geçmen lüzumudur. Kabul olmıyacak duaya amin demeyi anla “- mam. Hayali biraz bırak da hakikate mahlük bir içim su.. âfet mi âfet, kâfir! Gördün mü çıkar işi?. Bal alacak çiçeği?. Memduh bey, hamlacısına hitab ede- rek: — Demin geçen kayığı tanıdın mı, İstavri? diye sordu. ı — Kira kayıktir, pasam! Arnavııdkö-î; yün... | — Ona yetiş ve peşini bırakma Çöm- tekçinin önünde kıstıralım. — Pek iyi paşam! Usta kürekçilerin iki kuvvetli ham- lesile hız alan piyade çamurlu suyun yüzünde siğrülerek ileriye geçti. Bir, iki hamle daha, maksud olan kayığa yetişmislerdi. Bu, tek çifte bir kira kayığı idi. İçin- de, kıranta bir rum kayıkçı, isteksiz bir hal ile kürek çekiyordu. Arkada, soluk basma yastıklara dayanmış iki feraceli kadından biri orta yaşta, öteki ise, er- babının «piliç»se teşbih eyledikleri on dört, on beş yaşlarında fakat iyicene gelişmiş, son derece güzel bir simaya malik bir yosma idi. Gençliğine rağmen, «sındırgıyı sıyır- mış, karağaca kandil asmış» takımın- dan olan Memduh, kayıklar hizaya ge- ilp de yaşlı kadının yüzüne bakar bak- maz tanıdı. — Rânâ hanım! Vakti şerifler hayır- lar olsun! Kadın cevab vermedi. Eldivenli elile alt yaşmağını indirip, sadece gülümse- di ve bu suretle o da, Memduhu tanıdı- ğinı anlatmış oldu. (Delikanlı ondan cesurdu: — Nereye, böyle? diye bir sual daha sordu. Rânâ: «Piyasa ediyoruz!» verdi. — Kim o, yanındaki? Bu sefer Rânâ bir daha güldü ve ka- işaretini Şehrin beyleri ve zenginleri, daima Ömer beyin konağında toplanırlar, eski tarihlere aid menkı:belerden bahseder- ler.. saz şairlerinin, eski islâm ve 'Türk kahramanlarının cenklerine dair söy- ledikleri destanları dinliyerek vakit geçirirlerdi. Bir gün gene toplanmışlardı. Coşkun bir saz şairinin, büyük Türk kahrama- nı (Kublây Hakan) hakkında düzdü- ğü bir destanı dinliyorlardı. Kölelerden biri içeri girdi. Ömer be- yin alt tarafında oturan ( Hüseyin Gazi) ismindeki pehlivanın kulağına eğildi. Usullacık bir şey söyledi, Hüseyin Gazinin yüzünde büyük bir sevinç alâmeti belirdi. Hemen, koynun- daki kesesini çıkarıp, köleye verdi. Ömer bey, zeki bir adamdı. Hüseyin Gazinin bir beşaret haberi aldığını anm ladı, Merak ederek bunu öğrenmek iste- di: — Hayrola, Hüseyin Gazi... Herhal- de, mühim bir müjde aldın. Bari söyle de, biz de sevinelim. Dedi. (Devamı 10 uncu sayfada) A Posta'nın Romanı :5 “Ah ne baygın ak YIL , EWELKİ a be yıkçısına bazı şey - der söyledi. Artık — muhavere bitmişti. Şimdi, ta - kib başlıyordu. Ka- dınlar önde, erkek- ler arkada, derenin nihayetine doğru g- diyorlardı. Son köprünün de | altından — geçtikten | | sonra, durdular. Br | rası hiç bir cazibe arzetmiyen bir yer olduğu cihetle di . ğer kayıklar bura - ya kadar sokulmaz- lardı. Onun için bu yer bir kaç söz teati etmeğe pek mü - saitti. Memduhla Macidin kayığı he - men hemen ötekine yanaştı. Bunun ü- zerine Memduh ile Rânâ konuşmağa başladılar. — Bu güzel hanımefendiyi tanımak- la henüz mübahi değilim... — Kızım Hürmüz! — Allah bağışlasın!. Bey de yabancı değil: Arkadaşım Macid. Ayni kalem- deyiz. Lâkin, sana da Mmaşallah Rânâ abla! Haniya, seni kızının yanında gö- ren, onun bir iki yaş büyük ablası sa- nır. Yahu, nerelerdesin? — Birbirimizl görmez olduk. — Evi sattım. Başka eve taşın - dım da ondan. — Tevekkell değil! Eşe, dosta sora - rum, bir türlü haber alamam. bıraktın mi? | . eç eç LA . * Şükrü Saraçoğlu Atinada Payitaht verdiği — hususl — ziyafette Nazm Bay Kocias'ın Zonguldaktaki maden faciasmdan sağ kurtulan bir amele başından geçenleri anlatıyor | İYAZAN ERCÜMEND yaz şemsiyeli!, 5£ Memduh: «Ben Rânânwi bir kızı olduğunu bilmiyordum!» dedi. — Sus! Çocuğun yanında öyle lâkır- dı söylenir mi? Bu esnada, bakışları gayri ihtiyari genç kıza doğru kayan delikanlı, onun, incecik yaşmağının altında gülümsedi- ğini sezdi, İçinden: — Ne tarafta yeni devlethane? şarlanmış, fenlenmiş.. diye düşündü. Kizın güzelliği, körpeliği, gönlünde heves uyandırmıştı. Tekrar Rânâya hi- tab etti: — Ne tarafta devlethane? — Beyazıdda.. Soğanağada... — Ziyaretinize gelebilir miyim? — Kapımız, eski dostlara daima açık. — Eksik olma, ablacığım! Yarın ak şam damlarım öyle Pişkin bir adam olan hamlacı İstav- ri, o esnada: — Bey! dedi; a - çılacağım. Karakol reli bir bay'rak ta - şıyan ve içerisinde bir memurla bir da zaptiye bulunan devriye sandalı gö « zükmüştü. — Mem - duh: — Yarına.. mut - lakal!, diye tekrar e- derek, elile de birer selâm verdikten sonra, iki kayık biribirinden ayrıldı: — Nasıl, Macid.. enfes değil mi? — Hangisi? — Be babam! Rânâ için enfes der mi- yim? O, geçti gayri. Onun revnaklı za- manı, sabık zaptiye nazırının kapatma- sı ikendi.. o vakitler, kâfir karı bir tane idi, doğrusu! — Bilmez miyim? — O halde?, Hangisi diye sormanın mânası var mı? Lâkin ben, Rânânın bir de kızı olduğunu bilmiyordüm. Hoş! İnanmam ya?! O mahsus öyle dedi. — Yarın, sahiden gidecek misin? — Elbette! Neden gitmiyeyim? Oğ- lum! Biz senin gibi, uzaktan ah ederek ömür tüketenlerden değiliz. Kanadla" rımız çırptıkça, gülden güle konmadan zevk alır insanlarız, İşte bir - tazecik göncei Rânâ ki Memduhun defterinde mutlaka kaydi bulunmak icab eder, Macid suratını gene asmıştı. O, o tip erkeklerdendi ki hayatın hazlarını nor mal ve meşru çerçevenin dışında ara”* maktan ictinab ederler. Onlar için her türlü maceradan uzak kalmak, sakini bir ömür sürmek idealdir. Son nefes « lerine kadar bağlanacak, esasen mute“ dil bulunan arzu ve ihtiyaclarını tat * min edecek bir kadın ararlar. Ve böy* lesini - bulduklarını zannettiklerinde | kendilerini dünyanın en bahtiyar kulü addederler. Bu çeşid insanların ruhlart romantik olur, Aşkları, Keremin, Mec* nunun, Romeonun aşklarına benzer: Bir his değil, hastalıktır. Bir. hastalık ki hiç bir vakit, hiç bir şeyle şifa bul« maz. Bilâkis her hâdise onu beslef kuvvetlendirir. Âşık da zaten bunu &* rvar. Onun yaşamaktaki gayesi bu ro. * mantik aşkı da birlikte yaşatmaktır. — Macid de o âşıklardan biri idi, İdeal* lendirdiği mahlüku bulmuştu. Ona ge* ne böyle bir Göksu gezintisi esnasındâ rastgelmiş, lâhzede vurulmuştu. Ay.” lardır peşinde koşuyordu. Geceleri, 0* nun hayalile, uykusuz sabahlıyordui Şimdiye kadar, ondan ne bir iltifat 1 görmüş, hattâ ne de ona, bir yolunu bü” lup kendi duygularını bildirmişti. Sa” dece, arkadaşının dediği gibi, uzaktaff ah ederek ömür tüketiyordu. Onu tanıdığı gündenberi biricik mü* vaffakiyeti, adını ve hüviyetini öğren* mek olmuştu. Divanı ahkâm azasındaPı vezir Mansur paşanın torunu Cavidarli işte o kadar! Mansur paşaların yalığ? Çenğelköyünde idi. Aile gayet kapah_ olduğundan, kız, böyle piyasalara nadir çıkıyordu. İki üç haftada bili derede karşılaştıkları — vakit, Macidlı sıtma nöbetine benziyen bir raşe tutü” yor, yüzü sararıyor, gözleri nemleni ; yordu. Memduh da, her seferinde © * nunla alay ediyordu. (Arkası var)