ESAYAN m paramı. Yaza: Hdrcmn Haflr amıma © © Karadeniz kıyılarındaki küçük fakat © girin kasabalardan birinde doğdum. Sık sık kumsalları yalıyan, kayalıkları dö- © ven dalgaları örnek edindim. Başıboş bir hayat yaşadım. Babam orta halli bir 8- © dam olmakla beraber diğerlerine göre — ptens gibiydim. , Delikanlı oluncaya kadar gözlerim hep İstanbuldan gelen ve oraya giden gemi- lere takılır; ben de gitmek isterdim. İs- tanbul benim hayalimde pek şatafatlı, — sevimli, sıcak, cennet köşkleri ve cennet kızlarile dolu bir başka âlemdi. Kendim orada yaşıyordum, fakat sanki ruhum ikide b'r kanailanıyor; masal şehrinde © dünya hazlarının en güzellerile yoğrulur © yordu. Bununla bersber bir defa şu ayakla- rımla oranın sokaklarında dolaşmadıkça, © çu gözlerimle oranın güzelliklerini gör- » medikçe, şu ciğerlerime oranın mis ko- © külu ve baygın havasını bol bol doldur mâdıkça içimdeki hasret bitmiyecekti. O halde gitmek lâzımdı. Bir sene fındık mahsulü pek iyi oldu: bu işte emeğim az değildi. Bunun için © babam elime ik' yüz lira verdi: — Haydi, git te biraz gez! © Dedi. Vapura atladım geldim. » Boğazın güzeltikleri beni şaşırtmadı. © Çünkü bunların hepsi de ufaktefek fark- “Tarla ve bu derece değişik olmamakla be- © o raber bizim küçük kasabamızın etrafın- da da vardı. Limandaki kalabalığa da alk ddırmadım: B'zim minimini teker teker gelen gemiler buraya ayni “zamanda gelmiş bulunuyordu. Fakat o demir köprü; köprünün üstün- de birbirine sürtünerek geçen halk; iki © İarafa yanasmıs olan vapurlar; tazı gibi © koşan otomobiller ve korkunç bir demir uğultusu çıkararak, köprüyü çökertecek- © «miş gibi g'den *ramvaylar... ğ İşte bunlar gözlerimi karartıyor; başı- mı döndürüyordu. Kasabamızın gessiz bir — gündüz uykusuna dalmış olan halini ha- ırlayınca ikisi arasındaki fark bir anda gökle yerin arası kadar büyüdü. — Kaldırımları dolduran kalabalık hiç birbirine çarpmıyordu. Birbirinin arala- rından kayıvorlar, sıyrılıyorlardı. Bu işi © öambazlık deraces'ne © yükseltmişlerdi. © Bense daha ilk adımlarda kıranta bir a- ü © dama çarptım. Suc bende olduğu halde © hemen yana çekildi ve şapkasını oyna- tarak: © — Pardon! © (Dedi. Doğru bizim kasabada başka | birisi benim vantığımı bana yapmış olay- dı iş kötü olurdu. Son Poslanın edebi romanı: 26 yolcuları e O adamı ise, bir daha hiç göre- « medim. Bir aralık Avrupaya git- — fiğini işittim, o kadar... Felâketime ge- © alarâk yalnız anneme itiraf edebildim, — Sözdö çok üzüldü ve büna bu sırrı sakla- mamı söyledi. © Süheylâyı artık daha fazla dinlemeğe © tahammülüm kalmamıştı. © Susunuz, dedim, anlattığınız beni , öldürmeğe kât! Fazla bir kelime ilâve “ etmeyin! © — Fakat bunu der demez kendimden w- © tandım. Bu zavallı kıza vereceğim teselli © bu sertlik mi olacaktı? Sözüme çok in- olmalı ki: — Herhalde benim kadar ıztırab du- gi yamazsınız! © Diye boynunu büktü, 5 O zaman onu kollarımın bütün hırsile © sarstum, © Önümüzdeki otlar içinde, yarı karan - ikta, bir an için bir ateşböceği parladı, “söndü, © Rüzgür çıkmış, üstümüzde çamlar hi- şıldayordu. m nı © Süheylâ kollarımdan sıyrılalı saatler oluyor, Öyle “Son Posta, PASOL,. Otele yerleştim, Kendimi yeniden 80- kağa attım. Büyük caddelerin taşkın işık- ları, vitrinlerdeki renk renk reklâmlar, süslü kadınlar, şık ve ağır başlı adamlar, korna ve zil sesleri, iki taraftaki çelik di- reklere asılmış olan kocaman elektrik lâmbaları... Hep geziyor, usanmıyordum. Günlerce hep geziyordum. Fakat bu hayat pek toz- luya maloluyordu. Hele tramvay para » İsrı canıma tak dedi. İki adımlık yere de, onun dört beş misli uzağa da ayni para- yi almaları pek rime dokunuyordu. Eğer şu tramvaylar para almasalar İstan- bul gerçekten hiçbir tatsızlığı olmıyan bir masal şehri sayılabilirdi. Günde #ramvaya 40-50 kuruş verdiğim oluyordu. Bu para bizim memlekette ko- ca br aileyi bir iki gün yaşatır. Tram- vaydan indikten sonra elimizde ne kalı yor? Birkaç defa atlatmak istedim. Biletçi- ler o kadar açıkgözler ki... O önde iken arka basamağa atlar atlamaz burnumun dibinde bulüyordum. Mübarek, cin mi| sin, şeytan mısın? Bir gün gene biletçi ile karşılaşarak benden bilet isteyince parayı verdim. Biraz sonra yanıbaşımda duran genç ve şık bir adamdan bilet istedi; fakat 0, eli- ni çantasına yahud cebine atacağı yerde sadece: — Pasot... Dedi. Biletci de geçip gitti. Gözlerim faltaşı gibi açıldı. Delikan- kıyı baştan ayağa kadar süzdüm, Öyle tuhaf bakmısım ki o da beni süzdü, Utandım ve toparlandım. Kendi kendime düşünüyordum: hayretle | SON POSTA Artık başım göke eriyordu. İki gün tramvaylarda saltanat sürdüm. Düşün- müyordum ki bu kadar insanların hepsi budala mıdır? Bunların hepsi de henüz dışarıdan gelmiş olan toy kimseler midir? Üçüncü gün sabah erkenden Adaya gi decektim. Sirkeciden tramvaya atladım. Biletei sanki göğüsledi; — Bilet? Pasoyu mu? Hangi pasoyu? Paso, diyorsunuz ya... İşte o paso- yu... O benim sertliğime, ben onun abdallı- ğına kızıyordum. O kizarmışlı, şüphesiz ben de ondun farksızdım. Çıkıştım: — Paso görülür mü be? Paso, dedik ya işte! — Evet, dediniz; fakat istediğim 2a - man görmek te hakkımdır. Haydi, bek- letmeyiniz! İşim çok... Sizin yüzünüzden ekmeğimi kaybedecek değilim ya... Etraftakiler hep bize bakıyorlardı. Büsbütün kızdım: — İki gündür kimse istemedi de sana mı kaldı bu iş!... Paso, der demez çekilip gittiler! Arkamdan sert bir ses duvuldu:; | -- Ne olüyorsun? Ne var? | Biletei ona cevab verdi | — Paso! dedi. Görmek istedim; göster- İmiyor! Baktım: O da biletçi gibi givinm'şti. yalnız daha temiz ve kibardı. Kontrol de. dikleri adam olduğunu anladım, Şikâyet — Paso! Ne demek... Herhalde bunun | ettim. Gayet nazik bir surette: bir manası vardır! Hem de çok büyük ve çok mühim bir mana... Acaba ben de «paso'» desem bilet almaz mı? Artık yeni yolenlara dikkatle bakıvor- dum. Gerçekten iki üç kişinin daha bilet- ciyi sadece bu $'hirli kelimeyi söyliyerek savdıklarını gördüm. Artık şüphem kal. mamıştı. Bilet almaktan kurtulmanın bi- ricık çaresi bundan ibaretti, Ondan sonraki ilk binişimde ( biletçi karşıma dikildiği zaman ben de kurumlu bir hal ve sesle; — Paso!... Dedim, başımı çevirdim. Biletçi çekil'p gitti. Vay canına; gör - dün mü? Kendi kendimi azarliyordum: — Budnlâ, sersem herif! Bunca zaman- dır hergün avuç dölusu paraları boş yere Aşıklar yolunur verdin! Bu kadar kolay bir işi bile bece- remedin! Yazıklar olsu Yazan: Halid Fahri Ozansey saatinde bile hâlâ o hazli rüyadan silki- nemiyorum. Evet, rüya... Sanki yıldızlar ayağıma indi, yahud hayır, ben yıldızlı göklere yükseldim! Artık bu rüyadan uyanmak istemem, başka hiçbir güzel rüyamı anmak iste mem, bu son rüyamdan uyanışı düşün- mek istemem. Düşünmek istemem. Fakat düşünme- mek kabil mi? İşte şimdiden, yavaş ya- vaş, etrafımı saran pembe tüller eriyor, yıldızlar sönüyor ve kalbimde uyanan birbirini tutmaz karışık duygularla be- raber kafamın içinde şimşekler çakıyor, Düşünen beyin hangi rüyayı değiştir. mez ki?... Şimdi hazdan acıya, rüyadan hakikate geçiyorum. Süheylâ metresim oldu, bense onun ka. rim olmasını düşünmüştüm, Süheylâ metresim oldu. Bu, benim en az beklediğim bir sardetti, Fakat şimdi buna saadet diyemem ki... Zira Süheylâ, başımızı döndüren ve dudaklarımızı bir- leştiren o andan evvel, benim, kendisi için beslediğim en büyük hayal! kırdı. Ne yazık! bir visal bile bazan bir itira- iken, gecenin bu ilerlemiş) fın zehirini gideremiyoe — Efenâim, lütfen pasonuzu gösteri- niz! Nizamı böyledir? İsten'ld $i zaman tramvay memurlarına göstermeniz lâ- zımdır. Göstermek istemezseniz bilet a- hırsımız! Dedi. Onunla da çekistik. Biletçiden daha a- kılı çıktı ve benim toyluğumu anladı, | Biletçi sordu: — Arabada başka pasolu var mı?, —- Var... İleridek'lerin birinden mavi renkte bir mukavva aldılar. mühür, pul ve fotograf vardı —- İşte puso buna derler! Rilet alma- mak için böyle bir kâğıdınız olmal! Asıl o zaman ağzım açık kaldı. Bile'çi ben! bastırdığına sevin yordu: — İki gündenberi, paso, deyip parasız dolasıyormuş! Kendisi söyledi. kır saçlı ve çok yakısıklı adamı bana gösterseler | bsiki de katil olurdum. Şimdi kendimde o kudreti bile bulamıyorum. O hırsım, o kıskançlığım ne oldu? O beni aşkın fır. tınası içince atıp sürükliyen coşkunluğum İne oldu? Niçin şimdi siniri hasta ve sakat inliyorum? Niçin böyle, dudaklarım ateşini söndürdükten, kölla- rım uçup uçup sonunda iki ölü kanad gi- bi iki yanıma düştükten sonra, bu andan, bu zevkten, bu saadetten sadece bir elem hissediyorum? Ah Süheylâ, o saadeti benden daha çok zaman uzaklaştırabilirdin. Niçin böy- le hiç beklemediğim, bazan düşündüğüm halde hiç ihtimal vermek, inanmak iste- mediğim itirafınla kalbimdeki hayalini siyah yas örtüşüne bürüdün? Halbuki ben seni ne kadar beyaz görmek ister- dim!... Şimdi benimsin, benim malım. sın, yalnız şunu da hissediyorum ki ya- rın bir başkasının daha olmana taham- mülüm yoktur. İstikbali icestiremem, belki gün gelir, en acı itiraflar unutulur, belki sıcak sevgi anlarının çoğalışı itiya- dı uyandırır ve geçmiş sözler insana Ilk zamandaki ıztırabı vermezler! Kim bilir belki de o zaman dudak bükerek o söz“ leri hatırlarız ve yalnız elimizin altın- daki zevk ve saadete bağlanırız! Ancak, bizim için, o güne kadar, o felsefeye, o tevekküle, o süküna kavuşuncaya kadar çok beklemek lâzım, Süheylâ!... Hele ilk darbede, ilk çarpılışta ağrı duymamak, benim gibi yalnız sinirlerile yaşıyanla- rın harcı değil, yavrum!.. Vakıâ bir de- tece pişkinlik, «Haydi canım. geç. al- dırma.» diyebilmek benim duygum- dan çok daha rahatlık olurdu. fakat ne Z Bunda kocaman bir uyuşmuş, | Sö kincikânim Mizah: Kadin da Di (Baştarafı 8 inci saytıdı) Tramvay mevkifi de bir kahvenin tam önünde idi. Kahvenin radyosu da çalını- yordu. Mevkiftekiler bir sağa bir sola yalpalıyarak tramvay bekliyorlardı. Nihayet tramvay geldi, durdu. Fakat durmasile hareket etmesi bir oldu. Yal- nız bu sefer ileri gitmedi. Üç adım kadar geri gitti, dört adım kadar ileri geldi. ve ben bu arada tramvaya atladım. İçeri girdim, Kolum kazaen tek kişilik koltuk- lardan birinde o uran bir genç kızın omu. Zuna değmişti. Genç kız yüzüme baktı: — Affedersiniz, yorgunum, dansede- miyeceğim, mazur görün! — Şey ben özür diliyecektim. Kazaen! — Ayağıma mi bastınız, farkında bile değilim. Böyle şeyler dansta olur. — Ne dansı? Birdenbire şaşırdı, masum bir eda ile gülümsedi: — Radyodaki caz sesi. — Evet anlaşıldı, dalmış, kendinizi bir baloda zannetmiştiniz. — Evet evet! Kondöktörün sesi duyuldü: — Danse! şey. bilet baylar. Kontrölör, kapıyı actı: — Kontrol baylar, bayanlar, davetiye- lerinizi göreceğim! » Büroma geldim. Kapı kapalı idi. Ka- payı açıp içeri girdim. Pencere açıktı. Karşı. apartımanlardan birinden - radyo sesi geliyorud. Bütün memurlar, daktilo- lar birbirlerine sarılmış dansediyorlardı. Odacı kapının önünde duruyordu. Ba- gırdı: ie CAZAH, OĞLE ve AKŞAM | Her yemekten sonra muntazaman işleriniz” fırçalayınız. du; biraz ileriden bir polis getirtti. Beni göstererek: — İki gündenberi memurlarımızı alda- İayormuş!, Sahtekârlık ediyormuş! Dedi, Polis beni süzdü: — Buyurunuz, karakola kadar gidece- e İster istemez gittim. Bereket versin ki komiser halden anlıyan, iyi kalbli, Kara. denizli bir adamdı da hemşerilik hatırı için beni bağışladı. Yoksa o iki günlük tromvay saltanalını kim bilir ne kadar io) içare ki insan, nihayet elinden geleni yâ- İpsbilir... Bin kere söylenmiş bir hâkikat amma, tekrarı her zaman insana yeni bir keşif gibi gel'yor. Allahım! yarattığın insan, ledikleri gibi, ne müthiş bir tezad âle- mi imişi. Meğer öyle bir köprü üstünde İlmişim ki bir ucunda gördüklerim ve duyduklarım öbür ucunda görüp duya- caklarıma hiç benzemiyecekmiş!.. Ne ha- zin şeyf.. Önce saatlerce tatlı bir narkos- la ruhumu uyuşturmuştum, şimdi de $a- atlerdir bunun acısını çekiyor, her daki- ka bir parça daha uyanışın ve kımılda- nışın dehşetin! duyuyorum. Of! başım ne kadar ağrıyor! Biraz bal- kona çıksam. Evet, biraz hava almalıyım! * — Hey Tuğrul, Gece yarısı balkonda üşümeyor musun? Evde benden başka herkesin uyuduğu bir saatte penceremin dibinden gelen bu sesi derhal tanımıştım. Çok eski bir ga- zeteci dostumdu ve yaz kış Adada otu- rurdu. Bir kusuru, birez böyle gürültücü olmaktı. Aklına esti mi, gece yarısı s0 kakta şarkı bile çağırırdı. Balkondan eğilerek: — Haykırma, dedim, herkes uyuyor! Yokuşun başındaki fenerin ışığı bizim köşkün köşesine kadar aydınlığını uzatı- yordu. Muzib arkadaşım, iki elini ağzına boru yaparak öttürdü: — Öyle ise in uşağıya! Sana anlata- caklarım var, Hem biraz Âşıklar Yoluna — Peki! geliyorum. İste bütün bu satırları, onunla, arasıra — Promönad. Dansedenler kol kola girip başladılar: — Şanje le dam, Ben de bağırdım: — Durun! Durdular: — Bu ne hal? Cevab vermiyorlardı. Radyo yeni b” tan daha hafif bir dans havası DA başlamıştı. ği Masama doğru yürürken, bizim daki en güzel daklilonun yanından yordum. Ne oldu bilmem, birden kendimi başka bir âlemde sandım. kamdaki elbisem; smokin olmuştu daktilonun siyah göğüslüğü gözüme bir tuvalet gibi göründü. Masadaki kaları şampanya kadehleri sandım: — Benimle danseder misiniz b — Hayhay bay! Birbirimize sarılmış, dansâ b * Aziz okuyucularım, bu Yazı, stüdyosunda mikrofonun önünde P rı gramofona koymaya ve ld > memur genç kızın yazıp bana göndel bir mizah yazısıdır. O aç karnına, © duvar arasında bir öğle vakti başkal nı eğlendirmek için çalışırken din İlerini böyle görüyor... Bana gelince... O gün... durun — yım, hangi gündü, evet hatırladım, o g© öğle üstü ben grip yüzünden evi hast neye döndüren hane halkının ilâçlar” yaptırmak üzere eczanede nöbet 0 yordum. Radyomu açmadım bile... İsmet Hulisi il ğ m 4 (di ii Bugün bile tramvaya bindiğim larda yanı başımda birisinin: — Paso! Dediğini ve biletçinin de önu b başkasına yanaştığını gördükçe, hem * renir, hem de kendime gülerim. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Duvardaki delik Yazan: V. Ardew Çeviren: H. 2 | ceb fenerim'n ışığı ile aydmlattığıi sız Aşıklar Yolunda, tam bir saat, Kol la, çamlıklar arasından tâ Kayalar8 dar bir öşağı bir yukarı gidip gi sonra tekrar eve avdetimde yazıyo”. Artik sabahlara kadar uykusuzluğu tirh. Kalbimdekileri bu deftere dök hiç değilse biraz #erahlıyorum. < Şaşılacak çeyl ne düşündümse o Sv yor. Neden şüphelendimse, bakıy0 çok geçmeden hakikat oluveriyor. ki şimdi, dostumla konuştuktan eniştemle Naciye hanım hakkındaki helerimde de yanılmamış olduğ! sefle görüyorum. Dostum önce bana şunu sordu! © (4 — Namık: Beylerle ne zamandı” tanışıyorsunuz? — Niçin sordun? Dedim. — Sen hele söyle! , — Ben tanışalı çok olmadı. s dan halam... sonra annem filân.“ den çok evvel... ; — Pekâlâ anlaşıldı. Şimdi niştene... O, ne zaman dost oldu © — Pek yakında... — Yaa!, Gazeteci dostum bu hayret nid sonra, sessiz gecenin ve karanlık $© rın arasında bir ıslık öttürdü. — Islik kime? Dedim. — Enişlen gibi geceleri çamlık 4 gezenlere... Hiç olmazsa çabuk * lari Pa e iş RADYOLİNİ