tatürkün çocu N POSTA .uğu Riyaziye hocası Ona “Oğlum, senin ismin de Mustafa, benim de... U, böyle olmayacak rada bir fark bul unmalı. Bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun,, demişti ıa’ük Türk.. O zaten, bunun için ya - .. Daha henüz pek küçük bir Dşkken bile, onun her insana benzemi- İin Yaratılışında, herkesin gözüne çar - m*îyük kemal eseri var. &0 1206 senesinde, (Selânik şehrin - 'îıhiı-ı:""y"' geliyor. Çocukluk hayatı, b İ takib eden hâdiselerle muhtelif Beçiriyor. k:::_“â: Önuün Jik tahsili için, validesi, Vapa, #asında bir Ihtilâf zuhur ediyor. M — (Zübeyde Hanım), eski an'ane- ._ek::ık istemiyor.. Derin bir sevgi ile tetlmi, İği yavrusunun, mutad olan me- e (mahalle mektebi) ne başlama - » İstiyor, ı::'l’"- (Rüsumat memurlarından, Ali MA n'f_”dl) ise, o tarihte en yeni okut - 'hk:::ı“ takib eden, (Şemsi Efendi) nin &u ynde. tahsil hayatına girmesini ar- 'Or. ibayet pederi, bu ihtilâfın halline bir tumaluyor.. İstikbalin büyük Türkü; o ı,,,"" küçük ve sarışın (Mustafa) sı, Olan merasimle mahalle mektebi - aŞ latılıyor, Böylece, validesinin gön- I;_'.ıxı"_'—'—i oluyor.. Bir kaç gün sonra “ Bien ğıle mektebinden alınarak, (Şem- ee gi idinin mektebi) ne veriliyor. Böy - “:' Pederinin arzusu yerine geliyor. fahaiz t acı bir hâdise, birdenbire onun tüyoç Aatını durdürüyor. Pederi, vefat h'HıaZ,“"” kalan validesi; Onu ve Ni alıyor; o zaman köy hayatı Milli Kahramanın gençliği: Kolağası Mustafa Kemal 'ııkmeıı kararını vermişti. Hattâ bir gün, 'annesine hiç bir şey söylemeden evden çıkmış. Doğruca (Askeri rüşdiyesi) ne giderek, kabul imtihanına girmişti. Bu imtihan, çok parlak geçmişti. O za- meanki (Mülkiye idadisi) nin ikinci sını- fından gelerek imtihan veren küçük Mus- tafa, büyük bir sabırsızlıkla imtihan oda- sının kapısı önünde gezinerek neticeyi beklerken; mektebin dahiliye zabiti ve jimnastik muallimi (mülâzim Hasip Bey) dışarı çıkmış: — Mustafa Efendi!.. Diye, ona seslenmişti. Ve sonra; koşa - rak yanıma gelen bu on dört yaşındaki ateşli çocuğa, şu kararı tebliğ etmişti: — Tebrik edeçim, oğlum!.. İyi imtıhan İverdin. Üçüncü sınifa kabul edildin. İn- şaallah, bir zabit olursun. Devletine, milletine hayırlı hizmetlerde bulunur - Bun. Demişti. O, artık küçük Mustafa değildi. 'Tebliğ edilen şu karara: — Teşekkür ederim. Derken, miniminicik altın renkli başı, mağrur bir kumandan başı gibi yüksel - mişti. Mektebden çıkar çıkmaz, doğruca eve gelmişti. Annesi, bugün Onun uzunca kaybolmasından endişe içinde 1dt!.. Onu görür görmez sormuştu: — Nerede idin, yavrum? Atamız için Bir matem iniltisi, kapladı ufukları Bütün millet ağlıyor, ağlıyor için için. Kâlnat yaslı bugün gök sarı, boprak sarı, Bir güneş gibi sönen Ulu Atası için.. Hert Türkün gönlü sonsuz bir acıyla yanıyor, Batan güt bile gamlı, kederli, yaslı bugün. Müyonlarca kalb ayni ıztırabla kanıyör, Herşeyin rengi soluk, ışıklar paslı bugün, By unutulmaz Ata! Mukaddes Kurtarıcı Bu genç Cümhuriyet ki: Bize en son hedi- yen. Ey Türklüğün gerefii, halâskâr mutlu tacı Yaşıyorsun her Türkün kalbinde ebediyeni. Bugünkü sönen; fânli bir Mustafa Kemaldi, Ebedisi ölmedi, ölmiyecek, yaşıyor. Vakarlı çehresile her gönülde yer aldı 'Türklük onu şerefle varlığında taşıyor.. x Coyhan: Mustafa Cengiz Aksoy * Sevgili Atamız 'Ey harikalar, mucizeler hâliki insan, Dahileri hayran bırakan dâhti zişan Sen Türke güneş; taze hayat zevkini verdin. 'Türkün azamet kaynağı, timsali ezeldin Alnında zafer parlar ldi tuttuğun işde Bir münla yoktu o Uâhl yürüyüşte Her noktayı cennet yaparak öyle tanıttin Afakını zevdin; severek; sevigi dağıttın: Bahsın gihi gelmiş mi acab? böyle halâskâr Yerdun babası: halk Atası böyle azimkâr 'Tahındaki ulvi o aszalet; o şiarin; Dünyaya boyun eğdiren heybetli vakarın Mahzun birakın birleri bir kuş gibi uçtu Çarpan bu yitit kahblere birdendire sustu İ|Gündüz gece oldu gözümüz yaş döküyorken Şen yayrular ağlar, Atamız öldü diyorken; Tirkün Siricik varlığı hör neş'esi sendin |Sonsuz bu kadar zevriyi âön bizlere verdin. İTtrkün bu hazin matemi tarihlere sığmaz Ukuyucularınmlj(balemı ile _," 'Ölmiyen Atamız Atatürk ölmez, ülemez ve ölmiyecektir. O bütün bir Türk milletidir. 17 milyonun kae nı, nefesi, canıdır. Böyle bir varlık hiçbir va- kit ölmez. Onu, görmemiş olanlar bile, Atam türkü her zaman, her yerde öllediği dükla kada görebilirler, Çünkü: Atatürk gözbe - beklerimizin içindedir. Atatürkü öldü sananları, sonsuz acıları akatıyor. Çapraşık bir işiniz mi var? Daril- dınız. da bir şeye karar mi vereceksin!z? Gözlerinizi kapayın, Atatürk hemen karşı- nizdadır. Atatürk bir varlıktır ki, bir. kes geldi, fakat gitmez ve gitmiyecektir. Bunu böyle bümeliyiz ben, siz ve bütün bir Türk topluluğu nasıl yaşıyorsa, o da ya- şıyor ve İHelebed yaşıyacaktır. Kadri Girginkoç * Atatürk dünyaya öğretti ki Türk ölmez 10/11/0988, saat 9 u 5 geçe dünya yerinden oynuyor. Beşer öksüz kalıyor. Tarih fakirleşi- yor. Bugün yalnız 18 milyon Türk değli, 100 milyon dünya Türkü onun ruh ve İzi üze - rinde secde öderek ona bağlılığını teyid eden andlar içiyor, onun kurduğu içtima! mezhe- bin hudud tanımıyan arıri sedlerini yıkmış bir halde kalb ve ruh birliti etrafında top- lanıyor. Türk, dönya milletierinin örüdür. Ondan büyük ulus yaktur. O itibarla da Ata, dün - yan'n en büyüğü olmak hakkını tamamen kazenmıştır. Herkes biliyor ki kırk bin yıle lik Türkün tarfhinde birkaç (Ergenekan) yardır. Fakat bunların içinde (1910) badiree si kadar focaat ifade eden bir devreyi, hir anı beşer tarihi dahi kaydetmemiştir. — İste böyle pek feci badireyi atlatarak en şerefli bir deviet kurmak dünyada hanel büyüğe naslb olmustur? Dünvada 18, Gaha doğ - Yıllar yi mülli bu elem hiç unutulmaz Gençlik sana; Türkiük sana, halk hep sana ağlar | rüsn 100 milyon Türkün Atays ve eserine bu kadar sevgi ve sayzı e bağlanmıştır? Müstafa Efendi, memnun ve mağrur | —Artık, mekteb yok. Evde oturacak -|bir tebessümle cevab vermişti. sın. — Mektebde, Büyük anne, böylece, sevgili torunu -| — Hangi mektebde? Onun için ebedi istirahatgügında en bü - vük bir talb huzuru ile ebediyyen uyu ey Büyük Atat... Kurduğun şerefli, şanlı binanın zivnet ve Ihtisamını artırmak için yetiştirditin en Eiçiten $i biraderinin çiftliğine çekiliyor. K aç Efendi mektebinin; küçük, ateş- v..:.'ll talebesi; şimdi burada, çiftlik İ Yurdun sana; millet sana; dünya sana lar Kimyager ocracı Hüsamettim Savaş u__’:ammı karışıyor... Dayısı; küçük Ya, vazifeler veriyor. Onun yar - h&ı 'dan istifade ediyor. Ve bilhassa Müstafanın çiftlik adamlarını ve 1hi idare etmek hususunda gös- Liyop . drayet ve kabiliyete hayrette ka- 5 tü î" Şocuğa, şaşıyorum. Sanki; büyü- e N küçülmüş.,, Her şeye, aklı eri - Teyj p Esin kuvvetinden istifade et - Y Yor. Az söylüyor; temiz söylü - Bi p i'ün işleri kolaylıkla gördürüyar... Bü %l'""' Çocukta, bu kadar kabiliyet?.. Diye'nle görme: Ürlem,KİCük yeğer Kten zevk dur; h.ı':'; annesi de gör N! G—,':'n'ık Köşesinde; okumadan, yazma- “*mu,.,,'““ bir halde geçen günlerine h tçıar” Bu büyük zekâ nurunun, bak- ;lrzııdı. eahil ve basit çiftlik a - Arasında sönüp gideceğinden en- piliyor.. Fakat, o kadar sev - Biya AStafasını, gözünün önünden ayır- Tn y Bir türlü kıyamıyor.. Derin de- Ru,“h Mücadelelerinren sonra: Onu hğî hemş'resine göndermek fe ha )ı:%"ç ei katlanıyor. Sok h m, inanmıyacağım. hakkında hislerini ı," küçük Mustafanın ayrılık- azin oluyor... Fakat buna mu - ; yor... m meî'*:nllleki teyze, derin bir mem - by.,_ Uyuyor. Kendisine gelen bu hî_ onu"'lb;n"llre;_ şefkatli kollarını açı - Ytiyor.. ,((. lülk'ye idadisi) ne kaydert - Tet ö Üçük Mustafa; böylece, ikınci A'“!a;î tahsil hayatına giriyor. kbğe y kısa bir müddet geçiyor. Mek - Üi ve ı::î“klorin muhitinde; altın renkli, _m“’ Başı ile bir anda seçilen sa- Tüyop, y afa; bir gün bir haksızlığa uğ- ve istidadını kıskanan bir iddetli bir münakaşaya giri- arın içinde, (Kaymakam Ha- muı:î" ve kaba Bir muallim ö allim, iki arkadaş arasındaki :;...!İ::ır Yar ;:'llıd.. 'm”»ll ği torununun çehre- ön anda görüyor. Bunun ld;;ır.ınn wy_'ı olduğu gibi bi olan küçük Müstafa, o * Cereyan eden hâdiseyi an- etli torununun Üzerine tit- anne; derhâl hüküm veri - 2 inceliğini İ anlı . Nâhak Bar; yamıyor. Bİ uf“'“kış: Mustafanın kalbini kırıyor. ine d;lllı 0 akşam nemli gözle - kar, lüyor. En evvel, büyük an- Üa a Z İ : le sevdi Mebepini “Tabi bir Yti Tektel , Yor, day ' Va t aulaşıyor. Büyük anne, derin Yylei atnek ı::’ büyük (1) :::"îlnîâ“ğu ©v; Selânikte Kasımiye Bine '© Islahhane caddesinde, altı b ahşap, İki katlı, pembe ev. Sarı Mustafanın, böyle münzevi | nun mahzun gönlünü memnun edeceğini şeye çekiliyor. Derin derin düşünmiye başlıyor. — Mektebe gitmemek.. Vaktimi, bom - boş geçirmek.. Bu, çok fena bir şey... E- ğer böyle yaparsam, netice ne olacak?.. Hiç... Halbuki ben, (hiç) olmak istemem, Bir şey olmak isterim... Öyle bir şey ki... O zaman, küçük Mustafanın zihninde bir takım levhalar canlanıyor... Sabahları mektebe giderken bazan rastgeldii ker kıt'aları. Talime giden bu kı kumanda eden dik ve vakur başlı zabir- ran hayran seyrettiği talimler ve münev- ralar.. Birer birer çiyor... Zabitlerin sert kumi adeta kulakl cuk,. Bir komşu çocuğu... Binbaşı Kadri Beyin oğlu Ahmed.. Onun askeri rüşdi- yesine mahsus resmi elbisesi o elhişenin a sesieri, la talim ettirecek. Belki bir gün olup, har- nemin sözüne uyup ta mektebe gitmiye - cek olursam, bunların hiç birini yapamı- yacağım. Bir (Hiç) olarak kalacağım... Hayır, bu mümkün değil. Diye, düşünüyor. * Çiftlikte kalan annesi, sevgili Mustafa- sınım vaziyetini haber ahr almaz, Selâni. ğe gelmişti. Hem büyük anneyi, hem kü- çük ve sarışın Wustafayı dinlemişti. Bü - yük annenin verdiği hükme, itaat edile- mezdi. Küçük Mustafanın arzusu yerine gelecekti. Yani, tahsile devam... Yalnız: annesi, askerl'kten korkuyor - du Çünkü o devrin bütün haksızlıkları, ekseriya zabitleri hedef ittihaz ediyordu. Çoluk çocuk sahibi zabitler, istibdat dev- rinin ihmali yüzünden, sıkıntılı bir hayat göçiriyorlardı. Sonra da, her hangi bir hafiyenin jurnalı yüzünden, dağbaşlerı- na. Gera köşelere sürülüveriliyorlardı... Ayni zamanda, Rumelinin hali, günden güne fenalaşıyordu. Komitacı eşkiyala - Tın pusularına düşen asker ve zabitlere dair her gün acıklı vak'alar işililiyordu... Acaba yarın, daha ncler olacak.. Bu fa - elalar, kim bilir ne kadar artacaktı Zeki ve hassas (Zübeyde Harım) bü - tün bunları düşünüyor; memlketin, on #ene sonra alacağı şekli gözünün önüne getiriyor. Sarışın ve küçük Müustafasını, asker yapmıya kıyamıyor. Fakat küçük Mustafa.. O; annesinin bü- tün ihtirazlarına ve bütün endişelerine — Askeri rüşdiyesinde. zannediyor. Fakat küçük Mustafa, bir kö- ler . Bir iki defa kışla meydanında hay » önünden ge - a geliyor... Sonra; bir ço- verdiği gurür ile yürüyüşü.. Bütün bun- lar, Onun his ve hayaline kuvvet veriyor: — İşte o, bir zabit olacak. Bir kıt'anın başına geçecek. Onları, sert kumandalar. be gidecek. Memleketine şerefli hizmetler ifa edecek... Fakat ben.. Eğer büyük an- — Ne yaptın, oradüâ? — İmtihan verdim — Ne imtihanı?.. — Duhul imtihanı... — BSonra?.. Mustafa Efendi, mektebde geçen şey - leri anlatmıştı. O anlattıkça, Zübeyde Hanımın gözlerinin içi nemli bir tabaka ile bulutlanmıştı.. Bu vaziyete, ne deni- tebilirdi?.. Zübeyde Hanım, Onun alttı başını göğsüne çekmiş: — Allah, hakkında hayırlı etsin evlâ - dım... O zabitin dediği gibi; inşaallah, devletine, milletine büyük hizmet eder- sin Diye; Mustafasının yaptığı (emri vaki)! kabul etmişti. * (Rüşdiye) hayatı Mustzfa Efendinin sımfta temayüx et- mesi, gecikmemişti... O tarihte aske mekteblerde, üç ayda bir kere — (hu imtihan) lar icra edilirdi. Mustafa Efen- Ik imtihanda, (Çavuş) rütbesim ihraz etmişti ...Çavuşluk, imtihanlarda en faz- le ehliyet ve liyakat gösteren beş tale « beye verilirdi. Bu suretle üçüncü sınıfın (sıra çavuşu) olan (Mustafa Efendi), ilk asker ünifoı- masını, giymişti. Lâciverd çuhadan, göğsünde tek sıra ay yıldızlı sarı düğmeler parlıyan dar bir ceket.. Ceketin kol kapaklarının üze- rinde, birer parmak kalınlığında üç sıra şerit. Sağ bazusunun üzerinde, gene ay- ni şeritten üç sıra çavuş nişanı. Dar ve yeşil zıhlı bir pantalon. Sol kaşının üze - rine doğru hafifçe eğilmiş, asker püskül- Tü al bir fes.. İşte Onun, o zamanki kı - yafeti. Karakterine gelince... Şen, şakacı, Fa - kat, ağır başlı. Mekteb sıralarında gö - rülmesi tabil olan yaramazlık, geçimsiz- lik, hırçınlık, didişkenlik gibi çocuklara mahsus hallerden, onda eser yok... Bir şeye kızdığı zaman, o meseleyi kavga ve gürültü e değil karşısındakini hakka rüca ettirecek akıl ve mantıkla hallet « miye taraftar... Onun için, mekteb ha - yatında Ondan hiç kimse şikâyet etmi - yor; ve O da kimseyi şikâyete lüzum gör- müyor... Çok hassas, Her güzel şeye karşı meftun ve takdirkâr. Hareketleri çevik, kısa ve kat'i... Görüşleri, çok kuvvetli. Açık, doğru ve tok sözlü. Hayrete şayan dereced, ikna kudretine malik. Herkes ü- zerinde müessir, ve nafiz. Küçüklerle, ar- kadaşça; büyüklerle büyük gibi korüüş - masını biliyor. Şahsi tesirlerden va bil- hassa şahst tahakkümlerden hoşlanmı - yor. Fakat, disipline karşı hürmetkâr... Her şeyde intizamperver ve itinalı. Ça - * Atatürkün türbesi Nasil uçtun bu yüvadan, bizi bıraktın; Bu yuvayı tekrar kurdun, desem yarattır Cor mudür ki Büyük Atam bize hayattın? Yıldızlarin arasında parlaktın, aktın, * Öksüz kalan ulusunu ne çok severdin: Feyiz alırdı çocukların özlü aözünden, Ayrılmadı gözlerimiz. mavi- gözünden, Parlıyordu. kalblerimiz nurlu yüzünden. * Bin dokuz yüz otuz sekiz senesi Türkün Gene gözü bulutlandı. vaşlarln daldu! Kaykma sakin! Beslediğin o parlâk ülkün |Çehik kaslerde yazılı bir kitab oldu. | * Buzün göklerin üstünde yükselen ruhun Yıldızların arasından bize bakacak, Ook zerdiği yuvasına göz koyanları Şimsekleri saldıracak, gene yakacak Kalhimizden ayı Basımıydı hle Ey gökyürü, dünyaların yüksek kubbesi) Sor mi oldun Atatürkün yüce türbesi? Ödemiş: Celâl Çandarbıoğlu hışınası bile programlı. Daha o yaşta iketı; yüksek ve en kiymetli mimarın, büyük İnö - nünün etrafında toplanan 18 milyon Türk senin İzinden gerre kadar bir İnhiraf vuku bulmaz şekilde yürüyor ve ebediyen de yü - rüvncektir. Sana tazim ve sadakatimizin | - fadesi için dünya Jüratlerinde, dillerinde ke- Nme bulamıyorum. Bunun işin en derin bir huşu ve huzu ile son sö* olarak en büvük mana taşıyan büyük esütüt» u kullanmak mecbutiyetinde kalıror — ve bövlece münevl hururlarında duvdudum vecdü istağrakın - çinde sonxuz tazimlerimle irgiliyorum. Lülebure' Refet Rodoplı * Gençliğe Atatürk ölmedi. gönülde yaşar Onun sevgisi her yürekten taşa 'Türk genel prensiplerini başar O, Türk tarihine şerefler kattı * Atatüirk yolunda yürür gideriz Rejimi korumağa and içeriz. Bilgi yolunda yürüyüp geçeriz 'Türkiyeyi o, yeniden yarattı. Y. D. sübayı O. Münir Akdemir nastik hocası ve dahiliye zabiti mütâzim İişlerde muvaffak olmak için, tali ve te- sadüften ziyade, iyi düşünüşlere ve iyi Jerin iyi tatbik edilmesine kani... k zevki, bir şeyi tam öğrenmek; n bi dağ şen ve berraklaşan bir ifade ile onlara o duyuyor. | Mektebdeki |karşı mültefit. Kendisine gösterilen alâka vo takdirlere karşı da memnun ve müte- bessim. Fakat muhitine aldığı arkadaşlar mahdud, Anca! nun müuahazelerinden hakiki ve 'ciddi zevk duyanlar... Ve bilhassa şunlar: Fethi, Fuad, Adil, İsmail Hâkkı, Selâ- ra mektebe gelen; Nuri ve Salih... (2) ri. (2) Bu zatlar sırası ile (Londra Sefiri Fethi, Rize meb'usu ve Tayyare Cemiyeti Reisi Fuad, şimdi Yedikule — şimendifer istasyonu müdürü İsmail Hakkı, meb'us anlayışlı olanlar; ve O-|dan dolayı müteessirı Hasip Bey. Diğeri, fransızca muailimi yüzbaşı Naki Bey. Üçüncüsü de, besab hocası yüzbaşı Mustafa Bey. Üçüncü sınıfın sıra çavüşü; bu Üç za- ve öğrendiğini de, arkadaşlarına öylece|tin kendişine gösterdikleri alâkayı çok öğretmek... Onun için ekseriya, ve hattâ|takdir ediyor. Bilhassa Hasip ve Naki arkadaşlarını etrafına topluyor;|Beylere karşı, adeta birer aile büyüğü bildiği bir bahsi açıyor; gittikçe derinle-|hissi besliyor. Bir gün, Hasip Beyle Naki Bey arasın bahsi anlattıkça, ruhunda bir haz ve neşe|da, şöyle bir muhavere geçiyor: — Hasip!.. Mustafa Efendi, (dahili arkadaşlarının — hepsine| ye) (3) den çıkıyordu. Sana mi gelmiştil — Evet. — Ne istedi? — Validesi sıtmadan rahatsızmış. On i. Teselli ettim. — Bana dâ geldi. Ben de teselli ver . dim. Şu kısa müuhavere gösteriyordu kh nikli Mehmed Ali... Ve, bir müddet sön-| (Mustafa Efendi) mahzun kalbine tesel İi istiyecek kadar bu iki hocasını seviyor» İşte; üçüncü sınıfın sıra çavuşu (Mus-(onlara samimi bir rabıta ile bağlı bulu tafa Efendi) nin o günkü küçük havarile-İnuyor. Bu üç hoca da Ona karşı besledikleri ö« Hocaları da, bu büyük ruhlu Ççocuğalâkayı günden güne arttırıyordu... Jim « karşı bir incizab ve takdir duyuyorlar; İnastik muallimi hattâ, bariz bir hürmet ve alâka besliyor- |mektebin ve hattâ Selâniğin en şık zabit mülâzim — Hasip Bey ldi. Güzel ve temiz giyinenleri, çok seven Bilhassa, üç hoca Onunla meşgul. Ade-|di. (Mustafa Efendi) çok temiz ve iyi gk ta, üstüne titriyorlar, Bunlardan biri, jim | yiniyor.. Yeşil şeritli mekteb üniformaz» nı. narin ve körpe vücudüne çok iyi ya « kıştırıyondu. (Devar 10 ncu sayfada) (3) Askeri mekteblerde, inzibata me- Demir Ali, merhum Nuri Conker, şimdi|mur olan zabitlerinin odalarına (dahili - Bozök meb'usu Salih Beyler) dir. ye) denirdi.