Eski Türk detektğflri Son osta,, ya :] maceralarını anlatıyorlar : 28 Eski bir istihbarat ajanının Eski istihbarat a- janlarıntlan Hayre- bolulu Bay — Sami, Trakya işgal altın - da iken Yunanlılar tarafından yakalan- mıştır. Edirne diva- nıharbinde muha - kemesi yapılmıştır. Müddeiumumi, Bay Samiyi — «İliyaneti vataniye» ile itham etmiştir. Fakat orta- da delil yoktur. Ü - zerinde bulunan bü tün vesaiki, mide - &ine zoraki bir kâğıd ziyafeti çekerek çiğ nemiş, — yutmuştur. — Şimdi divanıharb - — de, kendini müdafaa ediyor. Sözü Bay Sami « ye bırakalım, Reise: ' — Ben vatanıma ihanet etmem, de - dim, O sordu: — Vatan kelime « sinden maksadın ne- dir? ' — Vatanın mânası sarihtir. — Yanım - da bir lügat kitabı olsaydı, size açar, o- kurdum! — Sen söylediğime cevab ver! Va- tan kelimesile Türk vatanını mı ifade etmek istiyorsun, yoksa Yunan vatanı- nı mı? Bütün gözler bana dikilmiş, ağzım- dan çıkacak lâfı bekliyorlardı, Vaziyet, ne kadar vahim olursa olsun, canımı kurtarmak için o anda yalan söylemeği izzeti nefsime yediremedim. Reise hay- kırdım: — Ben Trakyalıyım. Trakya, Türk- lerindir. Vatanıma, yani Türk vatanı- na ihanet etmem! Muhakeme bitmişti! Reis, jandarma- ya bir işaret yaptı, beni hapishaneye götürdüler. Ertesi günü, şafak vakti yola çıktık. — Nereye gidiyordunuz? — Serez hapishanedine, Fakat âkı- betimin ne olacağını bilmiyordum. Di- vanıharbin hakkımdaki kararını, bana tebliğ etmemişlerdi. Nihayet Sereze geldik. Hapıshaneye tıkılalı henüz yarım sa- at olmamıştı ki, bulunduğum koğuşa i- ki jandarma girdi. Bizimle beraber bu- lunan dört adamı alıp götürdüler. On- ların arkasından, aramızda bulunan bir Türk - mustantik imiş - dedi ki: — Zavallıları kurşuna dizecekler. Hakikaten 20 dakika sonra üç el yaylım ateş yapıldığını duyduk. Pen- cereye üşüştük. Birkaç dakika sonra, biraz evvel bizim koğuşa gelen iki Yu- nan jandarmasının yalnızca geri dön- düklerini gördük. Müstantiğin tahmini, doğru çıkmıştı! Hapishanede, Mustafa çavuş namın- da bir mahpus daha vardı. Beni bir ke- nara çekti. Şu üç nasihati verdi: | — Köşe başlarını açıktan dolaş, 2 — Abdesthane kapısımnı evvelâ tekme ile aç, kimse bulunmadığını gör- dükten sonra içeri gir, 3 —,Her zaman, her yerde arkanı duvara vererek otur! Mustafa çavuşun söylediklerine te- şekkür ettim. Fakat onun «pend» lerini her yerde tatbika imkân yoktu. Mese- lâ, taş kırmağa, şehir haricindeki şose- , lere götürülüyorduk. Allahın kırında, arkamı hangi duvara verecektim? Taş kırmak safasına 15 gün razı ol- dum, Çünkü, bu müddet içinde civar hakkında malümat alıyordum. Zira, fi- rar ettikten sonra, örümcek ağına ya- kalanan sinek gibi, tekrar paçayı kıs- tırmak istemiyordum. Kapiten Jambi «Artık Türk topraklarındayız!» dedi. Serez hapishanesine geldiğimin on altıncı günü idi. Öğle yemeğine otur- duk. Sabahtanberi taş kırmaktan 0- muzlarım sızlıyordu. Ekmeğe dört elle sarıldım. Fabldot mükellefti: Kuru ek- mek, suda pişirilmiş beyaz peynir ve biber! Bu ziyafetten sonra açık hava ab- desthanesine gitmeğe niyetlendim. Bu işi yapmak için az ilerideki dere kena- rısa iniyor, bir böğürtlenin altına çö- meliyorduk. İlk böğürtlenin dibinde biraz dur- dum, Sonra, daha ilerideki böğürtlenin yanına gittim, Oradan bir diğerinin, o- radan da daha uzaktakinin... Bir aralık arkama dönüp baktım. Bi- zim takımı muhafazaya memur jandar- ma, bir tepenin üstüne çıkmış, tüfeği- nin ucuna taktığı kaputunun gölgesin- de öğle uykusuna yatmiştı. Kendi kendime: — Allaha ısmarladık dostum, kısmet bu kadarmış, dedim. Tarlaların içine vurdum. Artık dağ- ları, bir yaban keçisi gibi, tırmanıyor; durmadan dinlenmeden, gece gündüz yol alıyordum. Uzaktan gözüme ilişen çobanlara dikkat ediyordum. Eğer kı- yafetlerinden, Türk olduklarını anlar- sam, yanlarına sokuluyor, heybelerin- den aldığım kuru ekmekle karnımı do- yuruyordum. İçtiğim suyu da söyler- sem, şansıma gıpta edersiniz: Temiz, se- rin, billür kadar aydın dere suları, ne kadar tatlı idi bilseniz... Maksadım Gümülcineye gitmekti. Fakat, yolları şaşırmışım, İskeçenin Üüstüne çıkmışım! Şahinli köyüne uğramağa karar ver- dim, Ramazana bir hafta vardı. Köy kahvesinden içeri girdim. Köylüler ile konuşmıya başladım. Bana ne iş yap- tığımı sordular. Dedim ki: — Hocayım. Köy muhtarı hemen yanıma sokul- du: — Hazır, önümüz ramazan, bize i- mamlık eder misiniz, diye sordu. Bu teklifi memnuniyetle kabul et- tim. Çünkü, yemek, içmek onlara aid olmak üzere ayrıca da 1500 drahmi ve- receklerdi. Fakat, bir ay Şahinli köyünde kal- mama imkân yoktu. Ramazanın hafta- sında imamlığı yarıda bıraktım, kaç- tım, Zira vaziyet tehlikeli idi. Şahin- li köyü Yunan kuvvetlerinin sık sık ge- lip gittikleri bir yerdi. Köylüler, 1500 drahminin yarısını vermişlerdi. 750 drahmi ile iktifa etmek, kelleyi tehli- keye sokmaktan her halde daha hayırlı idi! Şahinli köyünden İskeçeye geldim. Belediye caddesinde bulunan Otel Ru- vayal'in önünden geçerken, kapıda bir tanıdık ile karşılaşmıyayım mı? Arka- daşım, beni hemen içeri aldı. Onunla konuştum. İskeçenin zenginlerinden Reşid Saffet bey namında bir zat ile de tanıştım. Reşid Saffet bey, otelin ta- ven arasında bir yer temin etti. Hergün kendisine gelen İstanbul gazetelerini bile bana gönderecek kadar nezaket gösterdi. Her ihtimale karşı, dışarı çıkmıyor- dum. Fakat iç sıkıntısından nerede ise çatlıyacak idim, Bu sırada, İskeçeye seyyar bir tiyatro kumpanyası geldi. Trupün yıldızı «Cihanyandı Kâfiye» adliı bir kızdı. Ufacık, tefecik bir es- mer güzeli olan Kaâfiyenin, muhitte müdhiş bir süksesi vardı. Bir akşam, her şeyi gözüme alarak tiyatroya git- meğe karar verdim. Çünkü, gece, gün- düz tavan arasında yaşamaktan. artık boğulmak raddelerine gelmiştim, Serde gençlik de var. O akşam Kâfi- yeye kur yapmıya başladım. İkinci ak- şam tiyatroya tekrar gittim, gene ayni yerde oturdum. Üçüncü akşam keza... Dördüncü akşam, oyun bittikten sonra, bir yolunu bulup, şanonun altına gir- dim, Oradan Kâfiyenin sesinin geldiği yeri tayin ettim. Süflör deliğinden sah- neye çıktım, Yavaşca Kâfiyenin odası- na yaklaştım. Yanılmamıştım; Kâfiye içerde idi, şarkı söylüyordu. .Birden kapıyı açtım, odaya girdim. Kiz, bu gece baskınına şaşırmadı de- ğil! Fakat; cesaret ve kurnazlığım da hoşuna gitmişti her halde... . Nihayet, Kâfiye ile döst olduk. Kız, hüviyetimi anlamak istiyordu. Tabit kaçamaklı ce- vablar veriyordum. " Yavaş yavaş Kâfiyenin de beni sev- meğe başladığını anlamıştım. Kıza o za- man açıldım, Kaçmak için çare aradığı- mı söyledim. — Bizim kumpanyaya oyuncu gir, dedi! Patrona söylerim, bana karşı gel- mek haddine mi düşmüş onun! Seni de aramıza alır, gideriz. Kâfiyenin bu toyca, fakat yürekten gelen hilesine güldüm, Lâkin, onu in- citmeden, teklifinin beyhude ve yalnız başıma gidersem hem benim, hem de onlar için daha iyi olduğumu söyledim. Kâfiye, bir an düşündü. Sonra: — Öyle ise al bu parayı, az ama ge- harikulâde sergüzestleri ne işine yarar, dedi, | g 3000 drahmi verdi. Şanonun — altında - yandı Kâfiye» ile ha- zin bir veda yap - tık, Kâfiyenin göz- - tiıra olmak üzere res- — mini verdi. « Birkaç gün sonra, kaçak olarak, Gü - | Mülcineye gelmiş - —— tim. Doğruca, günün kalabalık bir saatin - .- de - akşam Üstü - “ (istasyona gittim. De- deağaca hareket et- mek — üzere — olan bir marşandiz treni vardı. Uzaktan, va - ziyeti tedkik ettim. Furgon — vagonunda- ki gardöfren yeri boştu. Kimseye gö- rünmeden hemen o - raya atladım. Kaske- timi başıma — iyice hin üstüne koydum. Birkaç dakika sonra, Yunan jandarma- ları treni teftiş ettiler. Lâkin beni hare- kete hazır olan trende vazife almış bir vaziyette görünce şübhe etmediler! Nihayet kurtulmuştum: Tren yola ka- yulmuştu! Dedeağaç istasyonuna girmek üzere |iken trenden atladım. Şehre, tenha yol- lardan girdim, bir meyhaneye gittim. İçerde sarhoş bir jandarma başça- vuşu oturuyordu. Baktım ,herif konyak çekiyor. Yanındaki masaya da ben çöktüm, Garsona: — Konyak getir, dedim, Kadehimi doldurdum, sonra jandar- maya dönerek: — Siz de ister misiniz? dedim. Herif böyle bir ikramı gözlüyormuş zaten! Jandarma ile kadeh tokuşturdukca dostluğu da ilerlettik. Bana ne iş yap- tığımı sordu: — Alış. veriş, cevabını verdim, — Adın ne senin? — Sami? Başçavuş beni Musevt zannetmiş. Dedi ki: — Vire sen İsrailsin? — Evet! - — Babanın adı ne? — Naum! (Babamın adı Naimdir. O anda aklıma bu yalan geldi.) Başçavuş, pek derin samimiyetimize güvenerek, yarım kilo kadaif aldırmak- lığımı söyledi. Hemen, garsonu, tazı gibi koşturdum! Bir ara, başçavuşa sordum: — Trenin kalkmasına çok var mı? — Yarım saat! — Öyle ise ben gideyim! — Niçin? — Dimetokaya gideceğim, Vesikamı imzalatayım! Herif, ne dese beğenirsiniz? Azamet- li bir tavır aldı: — Ben, oranın karakol kumandanı- yım. Vesikayı sorarsam, ben soracağım! Otur, oturduğun yerde, ısmarla kon- yağı! Beraber kalkar, trene biner, gi- deriz! Sen yol için hazırlık yap sade! Bu suretle işleri yoluna koymuştum. Başçavuşa dört şişe daha konyak al- dım, «Cihanyandı Kâfiye» nin parala- rı, görüyorsunuz ya, kimin kısmeti iİ- miş! Böylece Dimetokaya vardım. Bir a- raba tuttum, Edirne Karaağacına git- mek için yola çıktım. Tam Sınavlı köyüne varmak üzere (Devamı 13 üncü sayfamızda) kara gözlü «Cihan -| doğru Çıksaydı... Falcılar Vilsona, Lenine;, Kayser Vilhelme, İmpa- rator Şarl'a neler söylemişlerdi Vilhelm «ir gün bir Çingene kadını Macaf Kontesi Geraldine Apponyi'ye: — Günün birinde kraliçe olacaksın.« Nevyorkta ihtiyar bir serseri Lind- berg'e henüz tayyareci bile olmadan: — Bir gün #->*ek.. dünyada hep sizden bahsede. .-xler!, sözlerini söyle mMiş. 1914 senesinde bir Alman asker fi- rarisi idama mahküm edilir. Affı için müracaat eder. İmparator affını redde- der. Asker ona şu mektubu gönderir: «Siz vatandan uzak, sürgünde ölecek“ siniz.» Ara sıra gazetelerde bu kabil yazıla- ra tesadüf edilir... Halbuki: Amerikan Cumhurreisi (Vilson) madenleri ziyaretten ürkerdi... Vilson Hasta döşeğinde tabif bir surette ha* yata gözlerini yuman Âmerikan cum* hurreisi (Vilson) on beş yaşında ikef bir Çingene kadınına rastgelmiş, Çin* gene kadını ona demiştir ki: — Siz bir maden çöküntüsünde öle“ Çingene kadınının kehaneti (Vit son) un üzerinde o derece tesir etmiş“ tir ki reisicumhur olduğu sıralarda bİ* le çökebilecek yerlerde dolaşmaktali ürkerdi... Leninin falı İsviçrede menfada bulunurken bif arkadaşı ona ihtiyar olduktan sonra bil şimendifer kazasında öleceğini söyle“ mişti. Halbuki Lenin genç denebilecek bir yaşta ve bir klinikte öldü... Son Avusturya - Macaristan impâ* ratoru (Şarl) elli sene tahtındâ kala 1916 senesinin kânunuevveli... Har* biumuminin en civcivli zamanı... İm* parator (Şarl) ın Macar krallık tacın! giyme merasimi yapılıyor... Macar gâ* zeteleri (Şarl) ın hayatı ve istikball hakkında (Galiçya) nın meşhur ha hambaşısının kehanetlerinden bahsedİ* yorlardı... - Hamambaşı diyordu ki: — Majestenin selefi gibi 58 sen8 tahtta kalıp kalmıyacağını kestiremenk Fakat saltanatı elli sene kadar sürecek” (Devamı 14 üncü sayfada)