- Adabı muaşeret | kurslarında Bazı — gazelelerin (Z5Eş «Adabı — muaşeret kursları — açılmıştırı tarzındaki — yazıları nazarı dikkate alın « miş ve ilk âdâbı mu- aşeret kursü açılmış- tır. Ders verilen bü - yük salon hıncahınç doludur. — Müallim kürsüye çıkar: — Sayın bayanlar, sayın baylar. Bü- gün ilk — dergimize başlıyoruz. Size âdâ. bi müaşeretin ne ol- duğunu anlatmak is- terim. Fakat daha ev- vel aranızdan birine sorayım. Önündeki — deftere bakar: — Bay Kâşif Arer, Elli yaşında kadar österen gözlüklü bir — Bay Küşif Arıer siz misiniz? . — Bendenizim efendim. - :f:z :!uel:ı'ı:ııübıyım, kerem buyuru- huz. — Şimdi size sorayım âdâbı muaşeret he demektir? — Efendim — minelkadim, Asitanede imrarı hayat etmekteyim. Şul kadar se- he evvel, bilâhare ünvanı taptı ve kadas- tro idaresine tahvil edilen, ;ı:fm haka- niyi Osmaniye çırak olmuş! n (ı);'., ıu':.fıiıı tercümei halinizi sormadım, Âdâbı muaşeret medir onu “—İu:âupıyiniı de onu arzedecektim. Ne diyordum defteri hakani idaresinde? Çattık. — Hayır efendim asla, kimseye çat- mumwmı—a—w erkek ayağa kal -| Yazan : İsmet Hulüsi pe karşımıza çıktı. Omuzunu oynattı. Kafasını öne büktü. Gelinin elini şappa- dak öpüverdi. «Üstüme iyilik sağlık; ço- cuk sen çıldırdın mı? dedim, tazenin eli- ni ne diye öpersin. Sen ondan büyük- sün.» Tekrar boynunu kırdı <Âdâbı müa- j şeret böyle emrediyor» demesin mi? Kız- muştım: <Haydi oradan züppe, dedim, &- dâbı muaşeret dediğin de kim oluyormuş ta emredebiliyormuş.» — Neye bayan! Yirmi beş yaşlarında saçları briyantin- H, bir kaşı aşağıda, bir kaşı yukarıda bir | karıp genç yerinden fırlar: — Ben anlatayım mı monşer profesör? — Anlat bakalım. * Bir kadın: — Ben yazın şap - ka giymiyorum- bay muallim, hattâı çorap ta giymiyorum. Muallim susturur: — Yetişir.. hem ka- dınlar bu tarzda se- lâm vermezler, onu — Bay muallim, şapka kenarını dörde nasıl taksim ede - ceğim? Bir başkası da gorar: — Tebeşirle nişan koysak olur mu? 'Temiz giyinmiş biri uğraşır, hesablar, beceremez. — Bay muallim, bu sizin söylediğinizi bir türlü yapamıyorum. Muallim: — Şimdi bana bakınız, Şapkasını eline alır. — Şapkamı giyeceğim, ve şapkamı çı- Jâm vereceğim, dikkat ederseniz öğrenirsiniz. Şapkasını giyer, çıkarır bütün talebe, şapkalarını çıkarmak suretile muallimin — Savuar viur, yani âdâbı muışzrcîıse]âm.nrı karşılık verirler, nasıl derler, sosyal hayatta çok Tüzüum- ludur, Muallim hayretle bakar: — Hepiniz ne güzel selâm T önü ötliyörüz "Ne otdüğünü söyie-| Benim kadar siz do bunu biliyorsunuz. yiniz. — Ne olduğuna gelince, meselâ her — Siz de bunu mu tarif etmişliniz? — Tarife göre yaptığımız için becere- yarım, ve gerekse ol zaman Aksaray|hangi bir jönfile, flört yapacağınız za-| medik galiba.. kurbündeki mektebi Osmaniden min|man. gayri haddin almış olduğum şehadetna- mem sayesinde... — Bay Kâşif âdübı muaşereti sordum. Ona cevab veriniz. — Veriyorum efendimiz; uzatmıya- yım.. Defteri hakanli Osmani idaresinin, kuyudu atika kaleminde âdâb ve eklâmı 'WMNWM& renmeme ramak kalmışken tekaüde sev- kedildim. — Kuyudu atika kaleminde âdâbı mu- nşeret dersi mi veriliyor? — Zâühir verilmiyor ama, Sahaflar çar- pısında Âdâbı muaşeret isimli taş basma- — Ben mi? Muallim devam eder: — Kadınların selâmı, baş — selâmıdır. — Yok, ben, siz, başkası.. maşeri jötem, | Baş öne doğru eğilerek. jötem, jötem... demesini bilmektir. Esmer güzeli bir genç kız ayağa kal- — BSiz de oturun.. burada âdâbı mua- | kar: şerete agâh kimse yok galiba. Bir Arnavud: — Biz başla selâm vermiyoruz. Helo diyoruz, bu daha sempatik oluyor. — E mori, sorun Agâhı o gelmedi bu| — Yaşlı bir kadın: akşam: şıra satıyor. — Canım Agâhı soran kim? Bir külhanbeyi: — Beybabacığım, şimdi sen sormadın — Ayol ben selâm vermem, elimi ö- perler; hayır düami alırlar. | Muallim: — El öpmek meselesine gelince, kimle- mı? Hani bizim moruk gibi bunamış ol-|rin elleri öpülür, kimlerin öpülmez. mıyasın... Yoksam buraya gelirken köşe| Bütün genç erkekler, genç kadınlar başındaki apostola uğradın da kalayı mı| kulak kesilmişlerdir. Dikkatle dinlerler: sı bir kitab görmüştüm. Tekaüde sevke- | çektin? dilmiş olmam dolayısile maasımm nısıf nısfa katedilmesi yüzünden ol kitabı fey- Muallim hiddetlenir: — Artık kimseye söz vermiyorum, ben zü marifet kitabın esmanını tediye edip, | anlatacağım. Âdâbı muaşeret — cemiyet ahzine muvaffak olamadım. — Anlaşıldı, kısada; bilmiyorum de- Beydiniz ya; buyurun oturun. Şimdi bir başkası,. 'Tekrar deftere bakar: — Bayan Neclâ Sevilirkişi. —- Helo bay profesör. Açık bir rop giymiş bir genç kız ayağa kalkar: — BSizsiniz demek. — Helo yes, — Âdâbı muaşcret nedir? v Başını sallar, sarı saçlarını bir öne, bir. arkaya attıktan sonra cevab verir; — Bir kitab adı olacak.. ben gördüm, takat okumadım. Zannedersem dua ki- tabı. — Siz de bilmiyorsunuz, oturun, bir Başkası kalksın.. meselâ: Bayan Nimet Horhor. Yaşlı bir kadın: — Benim evlâdım, benim x iki gözüm, hani bir emrin mi var?.. Di bakayım. — Bayan Nimet size âdâbı muaşereti soracağım. — Ah evlâdım. Boyu bosu devrilsin, Yüzünü görmedim ama, pek hırlı bir şey ol gerek.. hani bizim evin yanında- | Ki eva taşınan züppe var ya, benim geli—l ne dertakı! olmak için o züppeyi vasıta yapmıştı. Bir ikindi zamanı gelinimle birlikte kapalı çarşıya gidiyorduk. Züp- ÇAT ZI karşı. Arka sıradan bir ses: «Sarı kördelâm sarı.» Yan taraftan bir genç kız: — Bay muallim.. — Ne oluyor, ne var? — Bay muallim; başımdaki sarı kor- delâyı gördüler de bana lâf atıyorlar.. terbiyesizler, ben onların ayarı mıyım, pabucum olamarzlar, Bir külhanbeyi: Bir kere evli olmıyanların elleri öpül- mez. Yaşlı kadın gene söze karışır: —— — Ay ben evli olmadığım için elim ö- inde yaşıyan insanların birbirlerine | Pülmiyecek mi? — Sen hiç evlenmedin mi bayan? — Evlenmiştim. Ah, rahmetli nur için- de yatsın. Beni bıraktı da kara toprak- Genç bir kadın: N — Demek evli kadınların elleri öpü- lür öyle mi? Elini ö Muallim: — Evet bayan, yalnız el öpecek insan- — Abla, fazla ileri gitmel Ayarını bo- |— © L n Öenek icab eder. Meselâ.. zarım da, büyük babamın anama miras bıraktığı Piryol saate dönersin. Muallim: bakışlı bir genç: — Ben bayanın elini bayıla bayıla ö- — Biz buraya âdâbı müaşeret dersi mi |P a e gize sormadık? vermoöğe geldik, yoksa deli güllâbiciliğine mi? Susunuz da dersimi vereyim.. evvelâ selâmlaşmak nedir, onu anlatacağırı, Se- Tâmlaşmak birbirini tanıyan medeni in- sanlar için bir vecibedir. Sokakta bir ta- nıdığınıza rastgelince, derhal şapkanızı çıkarıp selâm vermolisiniz. Şapka çıka- rıp selâm vermek için; şapka sağ kenarı- nın dört rubundan öne doğru olan ikinci rubu, sağ elin şehadet orta yüzük ve kü- çük parmaklarile üstten; ve baş parmak- la da alttan tutulmak suretile baştan çı- karılarak sağ omuz hizasına kadar götü- rüldükten sonra başa giyilir Şapkaları- mizı pqmmın»dıı alıp tecrübe odiniz. ö aai aet A d SN el seü” a n L * t Ders başında kendisine sual sorulan Bay Kâşif Arser sabırsızlanır: ; — Üstadım z(endlmı_bmdı_mn hâkipa- yınıza şunu arzetmek nte_nhm" ki. Bu sırada kapı açılır. Göğüslerinde ye- şil rozetler bulunan sekiz on genç birden ki irerler: çîl ğ:—înlı dersi efendim, bu ayıbdır. — Ne oldu ki? : — Muaşeret kelimesile işret kelimesi arasında münasebet olduğu için biz işre- to pasıl muaşerete de düş- man olduk. Eğer siz bu dersi”kesmesse- niz, biz keseceğiz, (Devamı 14 üncü sayfada), verdiniz. gibi muallime uzatır. EDEBİYAT : Milli edebiyat sadece mevzuda mahallilik midir Yazan; Halid Fahri Ozansoy Bugünkü Rumen edebiyatını tedkik eden Romanyalı bir münekkid bu suale kocaman bir kitabla cevab veriyor. Öy- le ki onun canlı misaller üzerinde çıkar- dığı neticeler, inkılâb içindeki bütün e- debiyatlara teşmil edilebilecek ve bütün edebiyatcıları düşündürmesi faydalı ola- cak mahiyettedir. Önce şunu kaydedelim ki Mösyö Mun- teano'nun bu eseri, Avrupa edebiyat mecmualarında da akisler yapmış ve or- taya attığı dava etrafında düşüncoler | uyandırmıştır. Maamafih biz bu yanm- | mızda, tezin yalnız en mühim noktasını | aydınlatmağa çalışacağız, yani edebiya* ta millilik ve mahallilik meselesini... Mösyö Munteano'nun uzun tedkik ve tahlilinden çıkan başlıca hüküm şudur ki, büyük harbden sonraki Rumen ede-| biyatı, genişliyen toprakları gibi genişle- mek ve ufuklara kol atmak istedikçe, bir taraftan kazandığı umumi edebiyat kali- tesine karşı diğer taraftan hususiliği, ori- | Jinalliği cebhesinden kaybetmeğe başla- mıştır. Hülâsaten: «Çünkü, diyor, evvel- ce bu edebiyat, garb edebiyatlarından hiç birisine benzemezdi. Yalnız kendi muhiti içinde kendisini aksettirir, kendi âlemi kendisine yeterdi. Başka hiçbir e- debiyata benzemeyişi de bundan ileri ge- liyordu.» Mösyö Munteano'nun vardığı bu hük- mü çok doğru bulan Avrupalı münek- kidler de şu tahlili yürütüyorlar: «Evet, harbden evvelki Rumen edebi- yatının bizim edebiyatlarımızın herhan- gi birisile hiçbir benzerliği yoktur. Bu-| na sebeb de, o edebiyatın, bilhassa, bizim şimdi çok uzun zamandanberi kendi he- | sabımıza iyi kötü halletmiş ulluğmnnz' davalarla meşgul oluşudur. Kısaca diye- biliriz ki, harbden evvelki Rumen ede- biyatcıları ilhamlarını, yalnız, memleket- lerinin medeniyetini teşkil eden esastan alıyorlardı: Köy ve köylü hayatından Halbuki oranın köylüleri bir içtimal sı- nıf teşkil etmekten büsbütün uzak, büs- bütün başka bir şeydirler, yani © köylü- ler kelimenin en açık, dübedüz manasile millettirler, milletin tâ kendisidirler. İş- te bundan da, o topraklar üstündeki ha- yattan alınmış olan bir sürü hikâyeler ve romanlar doğmuştur ki bunlar bize birdenbire vücude gelmiş en orijinal ve bizi, yabancıları en fazla alâkadar ede- bilecek edebiyat nümuneleri gibi geliyor. Çünkü bu nümuneler biz garblıların ka- rakter ve âdetlerinden büsbütün başka benemnenan öree ea ne n menenanenen e sarsan ea neRecEN ARE ERAReNa dN KERK KESERSA SADA KA ASA NKKK SakeneNı Tramvaylar ve Çocuklar Bir. okuyucumuz — yazıyor: — Ekseriya framvaylarda küçük yaştaki — çocuklara Bilet alınıp alınmaması meselesinden do- hayı biletetlerle yolcular ve daha — ziyade kadın yolcular arasında — münakaşalara gahld oluyoruz. Biletciler, ellerindeki ta « Jtmata istinaden dltı yaşından Üstün ço - cuklar için tam bilet vermekte israr edi - aor, çoruk sahibi ise buna iliraz ediyor, arabalar duruyor ve çok defa mücesif sah- neler göze çarpıyor. Bir senedenberi Şir- keti Hayriye Idaresinin altı ile ön Ikl yaş Arasındaki çocuklar için ihdas ettiği bir- kaç kuruşluk biletlere müşabih tramvay biletleri yapılacak olursa bu gibi günlük Vvukuata topyekün sed çekilmiş olur. e Şehir dahilindeki nalband dükkânları H. K. imzalı bir okuyucumuz yazıyor: İstanbuldan başka yerlerde nalband dük- ikânları şehrin mecdhalindedir. — Halbuki İstanbulda bunun aksine olarak bu dük « künlar en işlek anâ caddelerde ve evler arasındadır. Nitekim bunün bariz bir mi- zti Aksaray Yusufpaşada — ve — Çapada 31 inci ilk mekteb karşısındaki nalband dükkânlarıdır. Buralarda hayvanların nal Janması sırasında tırnaklarının yanma - sından ortalığı kaplıyan koku, gübre ve bunun neticesi sinek ve sivrisineğin faz - dalaşması etrafındaki evlerde oturanların sıhhi durumlarını ihlâl ettiği gibi sabah- leyin saat altıdan itibaren nül demirle - rinin dövülmesinden mütevellid — gürültü ve koku etcafındakileri bisar etmektedir. Belediyeden, gehrin sıhhi durumu ve gü- vasıflar göstermektedir. Nasıl ki, bugün de bir takım Rumen edebiyatçıları bıze Bükreşten ayni levhaları çiziyorlar, San- ki daha evvel başka hiç kimse bunu yap- mamış gibi gene ormanlardan, tarlalar- dan, köylerden ve tekrar cle geçirdikleri topraklardan bahsediyorlar. Vakıâ bu, Mösyö Munteano'nun dediği gibi açık, tahkiyeli ve tasvirli bir san'attır, haki- kate benzerlik kaidelerine uygundur, iyi idare edilmiş dramatik bir alâkaya ma- liktir ancak bu kadarı kâfi değildir. Zira bu memleket Büyük Romanya olduktan sonra büyük edebiyat memleketi de ol- |mağa kalkmıştır.» İşte bu edebiyat davasının dayandığı ve düğümlendiği nokta burasıdır. Yeni Rumen edebiyatı, Mösyö Muntoano'nun da dediği gibi <«Mahalli ve an'anevi mad- delerle beslenmekte devam etmekle be- raber, pitoreskinden sıyrılmakta ve dün- ya edebiyatının umumi vasfına erişmek için kendi hissi inecliklerini bırakmak- tadır. Bu edebiyatta artık insan kendi muhitinin sadece bir fanksiyonu olarak meydana çıkmıyor. Kendisini daha esas- h, daha derin bir realite içinde görmek için kendi benliği ile facialı bir karşılaş- maya şahid oluyor, Hâsılı bu yeni ede - biyatltaki ruh buhranları, iç hayatının bü ifrat derecedeki gerginliği bundan- dır.> Romanyalı münekkidin, müdhiş bir bi- taraflıkla kendi edebiyatı üzerinde yü- rüttüğü bu tenkidi ve çıkardığı bu neti- ceyi, bir Fransız mecmuasında — Jörome ve Jean Tharaud'nun çok güzel bir ma- kalesi şu cümle ile tamamlıyor: «Mösyö Munteano şunu da ilâve edee bilirdi: ... ve bu edebiyatın bizi içerisine daklırdığı cehennemi can sıkıntısı da bundan...» Şimdi her iki tarafın, birbirini tasdik ederek Ve hattâ birbirlerinin hükümle- rine ilâveler yaparak çıkardıkları bu ne- tice üzerinde bir lâhza duralım, Ne de-. mek istiyorlar? Şunu demek istiyorlar ki, yüksek edebiyat ateşinde - yahut da- ha doğru bir tâbirle, nöbetine - tutulan herhangi bir memleket ve bir devir ede- biyatı istemeden ifratlara düşer. Bilhas- sa son haddine varan bir lirizm, bir ge- vezelik, bir çenebazlık ve çok kere de bir samimiyetsizlik ortaya çıkarır. Maama- fih, gene o Fransız mecmuasındaki ma- kalede söylendiği gibi <Bu dağınıklık, perişanlık bir dereceye kadar heyecan a (Devamı 14 üncü sayfada) LA rültü mücadelesine verilen ehemimiyet noktazından, bu gibi dükkânların sur ha- ricine kaldırılmazını bekleriz. e İzmitte su sıkıntısı İzmit okuyucularımızdan birkaç zat bildiriyorlar: Yazın en meak günlerini ge« çirmekte olduğumuzdan au sarfiyatı çok fazla oluyor. Çene suyunu almak üzere ü- lâkadar depoya müracaât ediyor, para - sın: verip evimize göndermelerini söylü « Bü, 4, 8 gün hattâ bir hafta içecek su bek liyoruz ve tekrar tekrar müracaat ve $i « kâyetten sonra ancak gönderiyorlar. Su - sasluk yüzünden çok sıkıntı çekiyoruz ve komşulardan su dilencilifi yapıyoruz. Bu hususta İzmit belediyasinin nazarı dik - katini gelbetmenizi rica ederiz. e Bandırma postalarında yer bulunmuyor. Bandırma muhabirimiz bildiriyor: Bir- ksç gün evvel n — Bandırmaya hareket eden ara postasındaki yolcu ve eşya fazlalığını nazarı dikkate alan de -« mizyolları idaresi İstanbuldan — iki vapur birden tahrik etmiştir. Bu iki vapur Ban- dırma iskelesinden akşama kadar eşya ve yolcu almışsa da haddi İstiabileri kâfi gol memiş, bir çok yolcu ve eşya iskele üzerin. Ge kalmıştır. Yolcuların bir kısmı otellere sığınmış, bir kasmı da Lekelede sabahla - mişlardır. İzdihamın sebebi yeni vapur - Karda güverte olmaması veeşya için kâfi şer bulunmamasıdır. Denizbank, deniz « yollarının bu işi ehemmiyetle nazarı dik- kate alarak ara postalarımı ikiden üçe Hattâ dörde çıkarması lüzimdır.