Adabı muaşeret ' urslarında Bazı — gazetelerin <«Âdabı muaşeret kursları — açılmıştır» tarzındaki — yazıları pazarı dikkate alın » miş ve ilk âdâbı mu- aşeret kursu açılmış- tır. Ders verilen bü - yük salon hıncahınç doludur. — Muallim kürsüye çıkar: — Sayın bayanlar, sayın bayîar_ Bu- gün ilk — derşimize başlıyoruz. Size âdâ« bi müaşeretin ne ol- duğunu anlatmak is- terim. Fakat daha ev- vel aranızdan birine sorayım. Önündeki deftere bakar: — Bay Kâşif Arıer, Elli yaşında kadar gösteren gözlüklü bir erkek aya ka.r" #4 ? — Bay Kâşif Arıer siz misiniz: — Bendenizim efendim. — Estağfurullah. - Rîcağederim bayım, kerem buyuru- nuz. — Şimdi size sorayım âdâbı muaşeret ne demektir? — Efendim — minelkadim, Asitanede imrari hayat etmekteyim. Şul kadar se- ne evvel, bilâhare ünvanı taptı ve kadas- tro idaresine tahvil edilen defteri haka- iyi tye çırak olmuştum. İ mî (ğar;m;(ğşıfçslıe tercümei halınm sormadım, Âdâbı muaşeret mnedir. onü sordum, : — Hâkipayiniz de onu arzedecektim. Ne diyordum defteri hakani idaresinde? — Çattık. Hat — Hayır efendim asla, kimseye çat- mış ta girmişdeğilim.Gerekemveet- warım, ve gerekse ol zaman Aksaray kurbündeki mektebi Osmaniden min gayri haddin almış olduğum şehadetna- mem sayesinde... — Bay Kâşif âdâbı muaşereti sordum. Ona cevab veriniz. ; — Veriyorum efendimiz; uzatmıya- yım.. Defteri hakanii Osmani idaresinin, kuyudu atika kaleminde âdâb ve eklâmı " öğrenmiştim, fakat âdâbi muaşereti öğ- renmeme ramak kalmışken tekaüde sev- kedildim. — — Kuyudu atika kaleminde âdâbı mu- aşeret dersi mi veriliyor? — Zâhir verilmiyor ama, Sahaflar çar- gısında Âdâbı muaşeret isimli taş basma- sı bir kitab görmüştüm. Tekaüde sevke- dilmiş olmam dolayısile maaşımın nısıf nısfa katedilmesi yüzünden ol kitabı fe_y- zü marifet kitabın esmanını tediye edip, ahzine muvaffak olamadım. — Anlaşıldı, kısaga; bilmiyorum de- Beydiniz ya; buyurun oturun. Şimdi bir başkası.. Tekrar deftere bakar: — Bayan Neclâ Sevilirkişi. * —- Helo bay profesör. — Açık bir rop giymiş bir genç kız ayağa kalkar: — Sizsiniz demek. — Helo yes, — Âdâbı muaşeret nedir? " Başını sallar, sarı saçlarını bir öne, bir arkaya attıktan sonra cevab verir: — Bir kitab adı olacak.. ben gördüm, fakat okumadım. Zannedersem dua ki- Fabı. " — Siz de bilmiyorsunuz, oturun, bir başkası kalksın.. meselâ: Bayan Nimet Horhor. Yaşlı bir kadın: — Benim evlâdım, benim a iki gözüm, hani bir emrin mi var?.. Di bakayım. — Bayan Nimet size âdâbı muaşereti soracağfım. — Ah evlâdım. Boyu bosu devrilsin, Yüzünü görmedim ama, pek hırlı bir şey olmasa gerek.. hani bizim evin yanında- ki eve taşınan züppe var ya, benim geli- ne dertakıl olmak için o züppeyi vasıta Yyapmıştı. Bir ikindi zamanı — gelinimle birlikte kapalı çarşıya gidiyorduk, Züp- | ğa kal -| he Yazan : İsmet Hulüsi karşımıza çıktı. Omuzunu oynattı. Kafasını öne büktü. Gelinin elini şappa- dak öpüverdi. «Üstüme iyilik sağlık; ço- cuk sen çıldırdın mı? dedim, tazenin eli- ni ne diye öpersin. Sen ond_an büyük- sün.» Tekrar boynunu kırdı «Âdâbı müa- şeret böyle emrediyor» demesin mi? Kız- mıştım: «Haydi oradan züppe, dedim, â- dâbı muaşeret dediğin de kim oluyormuş ta emredebiliyormuş.> — Neye bayan! Yirmi beş yaşlarında saçları briyantin- li bir kaşı aşağıda, bir kaşı yukarıda bir genç yerinden fırlar: — Ben anlatayım mı monşer profesör? — Anlat bakalım. — Savuar viur, yani âdâbı muaşeret nasıl derler, sosyal hayatta çok lüzum- ludur. — Onu biliyoruz. Ne olduğunu söyle- yiniz. — Ne olduğuna gelince, meselâ her hangi bir jönfile, flört yapacağınız za- man. — Ben mi? — Yok, ben, siz, başkası.. maşeri jötem, jötem, jötem,.. demesini bilmektir. — BSiz de oturun.. burada âdâbı mua- şerete agâh kimse yok galiba. Bir Arnavud: — E mori, sorun Agâhı o gelmedi bu akşam; şıra satıyor. — Canım Agâhı soran kim? Bir külhanbeyi: — Beybabaciğım, şimdi sen sormadın mı? Hani bizim moruk gibi bunamış ol- mıyasın... Yoksam buraya gelirken köşe başındaki apostola uğradın da kafayı mı çektin? Muallim hiddetlenir: — Artık kimseye söz vermiyorum, ben | 'anlatacağım. Âdâbı muaşeret cemiyet halinde yaşıyan insanların birbirlerin Arka sıradan bir ses: «Sarı kordelâm sarı.» Yan taraftan bir genç kız: — Bay muallim.. — Ne oluyor, ne var? — Bay muallim; başımdaki sarı kor- delâyı gördüler de bana lâf atıyorlar.. terbiyesizler, ben onların ayarı mıyım, pabucum olamazlar. Bir külhanbeyi: i — Abla, fazla ileri gitme! Ayarını bo- zarım da, büyük babamın anama miras bıraktığı Piryol saate dönersin. Muallim: — Biz buraya âdâbı muaşeret dersi mi vermeğe geldik, yoksa deli güllâbiciliğine mi? Susunuz da dersimi vereyim., evvelâ selâmlaşmak nedir, onu anlatacağım. Se- lâmlaşmak birbirini tanıyan medeni in- sanlar için bir vecibedir. Sokakta bir ta- nıdığınıza rastgelince derhal şapkanızı çıkarıp selâm vermelisiniz. Şapka çıka- rıp selâm vermek için; şapka sağ kenarı- nın dört rubundan öne doğru olan ikinci rubu, sağ elin şehadet orta yüzük ve kü- çük parmaklarile üstten; ve baş parmak- la da alttan tutulmak suretile baştan çı- karılarak sağ omuz hizasına kadar götü- rüldükten sonra başa giyilir Şapkaları- | nızı pqrtmantodan alıp tecrübe ediniz, * Bir kadın: — Ben yazın şap - ka giymiyorum - bay| muallim, hattâ çorap ta giymiyorum. Muallim susturur: — Yetişir.. hem ka- dınlar bu tarzda se- lâm vermezler, onu bilâhare —anlataca - ğim. Mevzuu bahso - lan erkeklerdi. Erkekler şapkala - rını almışlardır. Baş- larına giyerler. Hep- si muallimin söyledi- ğini tecrübe ederler. — Dört parmak üst ten.. şapkanın sağ kenarının dört rubu- nun önden ikinci| rubu.. ZZ PELL e Biri sorar: —ti d ü '__'._ - aa Bay m ]1. ç şapka kenarını dörde nasıl taksim ede - ceğim? Bir başkası da sorar: — Tebeşirle nişan koysak olur mu? Temiz giyinmiş biri uğraşır, hesablar, beceremez. — Bay muallim, bu sizin söylediğinizi bir türlü yapamıyorum. Muallim: — Şimdi bana bakınız. Şapkasını eline alır. — Şapkamı giyeceğim, ve şapkamı çı- karıp selâm vereceğim, dikkat ederseniz öğrenirsiniz. Şapkasını giyer, çıkarır bütün talebe, | şapkalarını çıkarmak suretile muallimin selâmına karşılık verirler. Muallim hayretle bakar: — Hepiniz ne güzel selâm verdiniz. Benim kadar siz de bunu biliyorsunuz. — Siz de bunu mu tarif etmiştiniz? — Tarife göre yaptığımız için becere- medik galiba.. Muallim devam eder: — Kadınların selâmı, baş selâmıdır. Baş öne doğru eğilerek. Esmer güzeli bir genç kız ayağa kal- kar: — Biz başla selâm vermiyoruz. Helo diyoruz, bu daha sempatik oluyor. Yaşlı bir kadın: — Ayol ben selâm vermem, elimi ö- perler; hayır duamı alırlar. Muallim: — El öpmek meselesine gelince, kimle- rin elleri öpülür, kimlerin öpülmez. Bütün genç erkekler, genç kadınlar kulak kesilmişlerdir. Dikkatle dinlerler: Bir kere evli olmıyanların elleri öpül- mez, Yaşlı kadın gene söze karışır: _ — Ay ben evli olmadığım için elim ö- pülmiyecek mi? — Sen hiç evlenmedin mi bayan? — Evlenmiştim. Ah, rahmetli nur için- de yatsın. Beni bıraktı da kara toprak- lara gitti. — * — Allah rahmet eylesin — Gani gani, de oğlum. Genç bir kadın: — Demek evli kadınların elleri öpü- lür öyle mi? Elini öptürecek gibi muallime uzatır. Muallim: X , — Evet bayan, yalnız el öpecek insan- ları da tayin etmek icab eder. Meselâ.. — Ben bayanın elini bayıla bayıla ö- rim, pe_ usunuz, size sormadık? Ders başında kendisine sual sorulan Bay Kâşif Arıer sabırsızlanır: | — Üstadım efendim, bendeniz hâkipa- yınıza şunu arzetmek isterdim ki. Bu sırada kapı açılır. Göğüslerinde ye- şil rozetler bulunan sekiz on genç birden içeri girerler: _ — Kesiniz dersi efendim, bu ayıbdır, — Ne oldu ki? — Müuaşeret kelimesile işret kelimesi arasında münasebet olduğu için biz işre- te nasıl düşmansak muaşerete de düş- man olduk. Eğer siz bu dersi-kesmesse- L” EDEBİYAT : Milli edebiyat sadece mevzuda mahallilik midir Yazan; Halid Fahri Ozansoy Bugünkü Rumen edebiyatını tedkik eden Romanyalı bir münekkid bu suale kocaman bir kitabla cevab veriyor. Öy- le ki onun canlı misaller üzerinde çıkar- dığı neticeler, inkılâb içindeki bütün e- debiyatlara teşmil edilebilecek ve bütün edebiyatcıları düşündürmesi faydalı ola- cak mahiyettedir. Önce şunu kaydedelim ki Mösyö Mun- teano'nun bu eseri, Avrupa edebiyat mecmualarında da akisler yapmış ve or- taya attığı dava etrafında düşünceler uyandırmıştır. Maamafih biz bu yazı- mızda tezin yalnız en mühim noktasını aydınlatmağa çalışacağız, yani edebiyat- ta millilik ve mahallilik meselesini... Mösyö Munteano'nun uzun tedkik ve tahlilinden çıkan başlıca hüküm şudur ki, büyük harbden sonraki Rumen ede- biyatı, genişliyen toprakları gibi genişle- mek ve ufuklara kol atmak istedikçe, bir taraftan kazandığı umumi edebiyat kali- tesine karşı diğer taraftan hususiliği, ori- jinalliği cebhesinden kaybetmeğe başla- mıştır. Hülâsaten: «Çünkü, diyor, evvel- ce bu edebiyat, garb edebiyatlarından hiç birisine benzemezdi. Yalnız kendi muhiti içinde kendisini aksettirir, kendi âlemi kendisine yeterdi. Başka hiçbir e- debiyata benzemeyişi de bundan ileri ge- liyordu.» Mösyö Munteano'nun vardığı bu hük- mü çok doğru bulan Avrupalı münek- kidler de şu tahlili yürütüyorlar: «Evet, harbden evvelki Rumen edebi- yatının bizim edebiyatlarımızın herhan- gi birisile hiçbir benzerliği yoktur. Bu- na sebeb de, o edebiyatın, bilhassa, bizim şimdi çok uzun zamandanberi kendi he- sabımıza iyi kötü halletmiş olâuğumuz davalarla meşgul oluşudur. Kısaca diye- biliriz ki, harbden evvelki Rumen ede- biyatcıları ilhamlarını, yalnız, memleket- lerinin medeniyetini teşkil eden esastan alıyorlardı: Köy ve köylü hayatından Halbuki oranın köylüleri bir içtimal sı- nıf teşkil etmekten büsbütün uzak, büs- bütün başka bir şeydirler, yani © köylü- ler kelimenin en açık, dübedüz manasile millettirler, milletin tâ kendisidirler. İş- te bundan da, o topraklar üstündeki ha- yattan alınmış olan bir sürü hikâyeler ve romanlar doğmuştur ki bunlar bize birdenbire vücude gelmiş en orijinal ve bizi, yabancıları en fazla alâkadar ede- bilecek edebiyat nümuneleri gibi geliyor. Çünkü bu nümuneler biz garblıların ka- vasıflar göstermektedir. Nasıl ki, bugün de bir takım Rumen edebiyatçıları bize Bükreşten ayni levhaları çiziyorlar, San- ki daha evvel başka hiç kimse bunu yap- mamıiş gibi gene ormanlardan, tarlalar- dan, köylerden ve tekrar ele geçirdikleri topraklardan bahsediyorlar. Vakıâ bu, Mösyö Munteano'nun dediği gibi açık, tahkiyeli ve tasvirli bir san'attır, haki- kate benzerlik kaidelerine uygundur, iyi idare edilmiş dramatik bir alâkaya ma- liktir ancak bu kadarı kâfi değildir. Zira bu memleket Büyük Romanya olduktan sonra büyük edebiyat memleketi de ol- mağa kalkmıştır.» İşte bu edebiyat davasının dayandığı ve düğümlendiği nokta burasıdır. Yeni Rumen 'edebiyatı, Mösyö Munteano'nun da dediği gibi «Mahalli ve an'anevi mad- delerle beslenmekte devam etmekle be- raber, pitoreskinden sıyrılmakta ve dün- ya edebiyatının umumi vasfına erişmek için kendi hissi inceliklerini bırakmak- tadır. Bu edebiyatta artık insan kendi muhitinin sadece bir fonksiyonu olarak meydana çıkmıyor. Kendisini daha esas- h daha derin bir realite içinde görmek için kendi benliği ile facialı bir karşılaş- maya şahid oluyor. Hâsılı bu yeni ede - biyattaki ruh buhranları, iç hayatının bu ifrat derecedeki gerginliği bundan- dır.» Romanyalı münekkidin, müdhiş bir bi- taraflıkla kendi edebiyatı üzerinde yü- rüttüğü bu tenkidi ve çıkardığı bu neti- ceyi, bir Fransız mecmuasında J&rome ve Jean Tharaud'nun çok güzel bir ma- kalesi şu cümle ile tamamlıyor: «Mösyö Munteano şunu da ilâve ede- bilirdi: ... ve bu edebiyatın bizi içerisine daldırdığı cehennemi can sıkıntısı da bundan...» Şimdi her iki tarafın, birbirini tasdik ederek ve hattâ birbirlerinin hükümle- rine ilâveler yaparak çıkardıkları bu ne- mek istiyorlar? Şunu demek istiyorlar ki, yüksek edebiyat ateşinde - yahut da- ha doğru bir tâbirle, nöbetine - tutulan herhangi bir memleket ve bir devir ede- biyatı istemeden ifratlara düşer. Bilhas- sa son haddine varan bir lirizm, bir ge- vezelik, bir çenebazlık ve çok kere de bir fih, gene o Fransız mecmuasındaki ma- kalede söylendiği gibi «Bu dağınıklık, perişanlık bir dereceye kadar heyecan rakter ve âdetlerinden büsbütün başka (Devamı 14 üncü sayfada) Tramvaylar ve Çocuklar Bir okuyucumuz yazıyor: Ekseriya tramvaylarda küçük yaştaki — çocuklara Bbilet alınıp alınmaması meselesinden do- hayı biletcilerle yolcular ve daha ziyade kadın yolcular arasında — münakaşalara gahid oluyoruz. Bileteller, ellerindeki ta - | Hmata istinaden altı yaşından üstün ço - cuklar için tam bilet vermekte İsrar edi - | wor, çocuk sahibi ise buna itiraz ediyor, | arabalar duruyor ve çok defa müessif sah- neler göze çarpıyor. Bir senedenberi Şir- keti Hayriye idaresinin altı İle ön Iki yaş arasındaki çocuklar için ihdas ettiği bir- kaç kuruşluk biletlere müşabih tramvay biletleri yapılacak olursa bu gibi günlük Yukuata topyekün sed çekilmiş olur. Şehir dahilindeki nalband H. K. imzalı bir okuyücumuz yazıyor: İstanbuldan başka yerlerde nalband dük- kânları şehrin medhalindedir. — Halbuki İstanbulda bunun aksine olarak bu dük - kânlar en işlek ana caddelerde ve evler arasındadır. Nitekim bunun bâriz bir mi- sali Aksaray Yusufpaşada —ve — Çapada 31 inci ilk mekteb karşısındaki nalband | dükkânlarıdır. Buralarda hayvanların nal lanması sırasında tırnaklarının yanma - sından ortalığı kaplıyan koku, gübre ve bunun neticesi sinek ve sivrisineğin faz - lalaşması etrafındaki evlerde oturanların sıhhi 'durumlarını ihlâl ettiği gibi sabah- leyin saat altıdan itibaren nâl demirle - rinin dövülmesinden mütevelliğ — gürültü ve koku etrafındakileri bizar etmektedir. niz, biz keseceğiz, (Devamı 14 üncü sayfada), Belediyeden, şehrin sıhhi durumu ve gü- rültü mücadelesine verilen ehemmiyet noktasından, bu gibi dükkânların sur ha- ricine kaldırılmasım bekleriz, © - İzmitte su sıkıntısı İzmit okuyucularımızdan birkaç zat bildiriyorlar: Yazın en sıcak günlerini ge- Çirmekte olduğumuzdan su sarfiyatı çok fazla oluyor. Çene suyunu almüâk üzere &- lâkadar depoya müracaat ediyor, para - sını verip evimize göndermelerini söylü - yoruz. Fakat su gelmiyor, tekrar gidiyo - ruz, (pekl şimdi gönderelim) diyorlar ge- ne gelmiyor. Böylece bir gün İki gün de - ğil, 4, 5 gün hattâ bir hafta içecek su bek liyoruz ve tekrar tekrar müracaat ve şi - kâyetten sonra ancak gönderiyorlar, Su - suzluk yüzünden çok sıkıntı çekiyoruz ve komşulardan su dilenciliği yapıyoruz. Bu - bususta İzmit belediyesinin nazarı dik - katini celbetmenizi rica ederiz. © Bandırma postalarında yer bulunmuyor. Bandırma muhabirimiz bildiriyor: Bir- ksç gün evvel İstanbuldan — Bandırmaya hareket eden ara postasındaki yolcu ve eşya fazlalığını nazarı dikkate alan de - nizyolları idaresi İstanbuldan — iki vapur birden tahrik etmiştir. Bu iki vapur Ban- dırma iİskelesinden akşama küdar eşya ve yolcu almışsa da haddi istiabileri kÂfi gel memiş, bir çok yolcu ve eşya İskele üzerin- de kalmıştır. Yolcuların bir kısmı ötellere sığınmış, bir kısmı da İskelede sabahla - mışlardır. İzdihamın sebebi yeni yapur - larda güverte olmaması veseşya için kâfi yer bulunmamasıdır. Denizbank, deniz - yollarınımn bu işi ehemmiyetle nazarı dik- kate alarak ara postalarını ikiden üçe hattâ dörde çıkarması lâzımdır. tice üzerinde bir lâhza duralım. Ne de-- (h