7 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

A y K » -_.ı_j t .d & K SADTT Haai KA aa . M c D lalya vi e' ni (B Hi Çi yi - .. z — İ » A ee n —a Deli Paşonun soyguncuları İmha senedi verilecek cephanenin kıy- Meti de iki yüz liradan fazladır... Bun- lar, sana lâzım değil... Şu senedleri Mmühürlersen, değirmi hesab, yüz altın alacaksın, — Âlâ,, çok âlâ... ) — Dur., acele etme. Bir imha senedi daha var?.. — Ne imhası?. — Talim esnasında on sekiz nefer at- fan düşmüş.. tüfekleriş tamir kabul et- Miyecek derece harab olmuştur. Bun- lar için de bir imha senedi tanzim edi- lecek, _ — Çok âlâ.. fakat kırık silâhlar nere- de?, , a — Kırık silâh yok. 18 martin, sapa sağlam yandaki odada düruyor, — E bu silâhlar ne olacak? - — Ne olacak?, Yirmi sandık cebhane ile, yukarı sevkolunacı_ık. — Yukarısı, neresi?. — Cezire, Cezran, Lice, Palu Per -| tek, Hozat, daha ne bileyim ben?.. Tüfeklerle cephanelerin gîdı_e(.:eklerı yeri, Tatar ağa ile Osep Raci bilir. — Hayret!. Ş Haşrrît edecek ne var?. Aşire?ler silâh, cephane diye kırılıyorlar. Aşiret ağaları, hiç pazarlıksız tüfek başınâ be'ş lira, fişek başına gümüş iki kuruş veri- yorlar. el Zeki bey, başını nahiye müdürüne çevirdi: - bu işe?.. “ İ Diye, sordu. Bir tek söz bile söylemeden bu mu- havereyi dinliyen nahiye müdürü, ev- velâ bir baş hareketile, Emin ağanın sözlerini tasdik etti: ' — Allah için söylerim. Ağanın söz- leri, tamamile doğrudur. Diye cevab verdi. Zeki bey; gözlerini nahiye müdürü- nün gözlerine dikti. En küçük bir âr haya ve vicdan ıztırabı hissetmiyen bu hükümet mümessiline karşı vicda- nında kaynıyan bir tiksinti hissetti. Evvelâ bu adamın yüzüne tükür - mek.. sonra da onu ayağının altına a- larak çiğnemek istedi. Fakat bu hare- | ketler, acaba yapılmak istenilen bu iğ- renç, bu menfur, bu alçakça hirsızlığın ve yağmacılığın önüne geçebilecek mi idi?. Ösep Raci, garib bir tebessümle göz- lerini Zeki beyin yüzüne dikmişti. Ve, renkten renge giren genç zabitin bü- tün hissiyatını anlamış gibi İbrahim ağaya eğilerek: — Ağa., Ağa... Yüzbaşı bey, daha pişmemiş... Anlaşılıyor ki bu gibi işler görüp geçirmemiş... İstersen biz içeriki odaya geçelim de, sen beyi pişir. Ma- lüm ya.. sarı kızların yüzü sıcak olur, Bu sözler, Zeki beyi büsbütün ser - semletti. Gözleri, Osep Racinin gözlerine kay- dı. Bu iğrenç ve patlak gözlerde, son- suz bir cür'et ve küstahlık vardı. Genç zabit, hayatında bu kadar yal- nızlık hissetmemişti. Kendisini; bam - boş bir çölde, etrafı canavarlarla çev- rilmiş, Ber türlü müdafaadan mahrum bir adama benzetti. Ağır ağır başını sallıyarak: — Dersim dağlarında, ikide birde ö- nümüze paçavra sererek selâmet pa- rası toplıyan Deli Paşonun, hangi mem- badan kuvvet aldığını şimdi anlıyo- rum... Şu, nahiye müdürünün kafası kopmadıkça.. şu, Osep Racinin beyni parçalanmadıkça.. ve şu, Tatar ağanın kolları, kanadları kırılmadıkça.. Deli Paşo Dersimde rahat rahat yaşıyacak.. kimbifir daha kimlerin önüne o kirli paçavrasını yayarak: selâmet parasi toplıyacak.. ve kimbilir daha kimlere, o vahşi dağlarda imha edilen zavallı Türk evlâdlarının kanlı menkıbelerini | anlatacak. Diye mırıldandı. Ve, artık bir tek söz bile söylemiye lüzum görmeden, yerinden fırlıyarak kendisini sokağa attı, * Zeki bey bir yangından, bir hasta - lıktan, bir felâketten kaçar gibi, sağına soluna bakmadan daireye geldi. Oda- sına girdi. Kılıcının kayişini baoynun - dan çıkardı. Yatağının üstüne attı. El- lerinin tersini,-kalçalarma dayadı. A- detâ hissiz ve şuursuz bir halde, gezin- miye başladı. Şu anda, dimağını kasıp kavuran bir tek sual vardı: — Ne yapayım.. bilmem ki, ne yapa- ğ a Ne yapataktı?.. Ne yapabilmiye mu- |vaffak olacaktı?,. Evvelâ kendi alnında bir (sürgün) damgası vardı... Sürgün demek; (hain) demekti.... hükümet haini demekti. Alnında, bu kara ve korkunç damğa varken kimi kime şikâyet edebilecek.. sözünü kime dinletecekti?. Gözüne, miralay Kâzım beyin înektıf- bu ilişmişti, Elleri, mektuba doğru sü- rüklenmişti. Bu kâğıdları alarak bir daha göz gezdirmişti. Bu ihtiyar ve tecrübeli miralay his- lerini ve düşüncelerini şöylece tesbit etmişti: (Her iki mektubdaki acı şikâyetleri- ni, çok ehemmiyetle mütalea ettim. Va- ziyeti çok büyük bir vüzuh ile tasvir ve tahlil etmişsin. Acıdım saha, Zeki bey... Keşki; bun- ları göremiyecek, bunlardan aci birer mana istihrac edemiyecek kadar basit bir insan olsaydın. Hiç olmazsa, derdli olmazdın. Bir vicdan azab ve ığtırabı duymazdın. Dersim dağlarında, günde birkaç ke- re önünüze kirli bir paçavra sererek sizden selâmet parası koparan Deli Pa- şo, hiç şübhesiz ki bugün senden çok sağlam bir mevkidedir. Çünkü, o kirli paçavra üzerine attığınız selâmet para- larının bir kısmını, kendi hâmisi olan beyine ve ağasına vermiştir. O bey ve ağa da hiç şübhesiz ki hükümet naza- cektir. — «6055> İstanbul Şubesi Memleket | baini.. din ve devlet haini.,, padişah ve | Şu anda, dimağı kasıp kavuran bir tek sual vardı. rında mühim bir mevki ve nüfuza ma- liktir. ' Hükümetin mürtekib memurları sağ oldukca, Deli Paşonun kılına bile kimse dokunamaz. Çünkü; o dağ başlarında, pusu tutmak, adam soymak hakkı, ta- bit bir imtiyaz şeklinde ona verilmiş- tir... Dua ediniz ki, herif sadece kese- nizdeki paraları almakla iktifa etmşi, Ya, kısa yoldan gidip de hepinizi bir pusuya düşürseydi.. ve cümlenizi, bir kulaktan bir kulağa kadar kıtır kıtır kesseydi, acaba bunu ondan kim sorup sual edecek, bu kanlı facianın hesabını Deli Paşodan kim istiyecekti?... (Arkası var) ğ Nöketci eczaneler y Bu gece nğbetci olan eczaneler şunlardır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Sarım). Alemdarda: (Sırri Asım). Beyazıdda: (Belkıs). Samatyada: (Erofilos). Eminönünde: (Sa!lh Necati). Eyübde: (Arif Beşir). Fenerde: (Hüsa- meddin). Şehremininde: (Nâzım). Şeh- zadebaşında: (Hamdi). Karagümrükte: (Kemal), Küçükpazarda: (Yorgi), Ba - kirköyünde: (Hilâl). Beyoğl ucihetindekiler: ; İstiklâl caddesinde: (Galatasaray - Ga- rih). Galatada: (Hidâyet). Kurtuluşta: (Kurtüluş). Maçkada (Feyzi). Beşiktaş- ta: (Ali Rıza). Boğaziçi, Kadıköy ve Adalardakiler: Üsküdarda (Ömer Kenan). Sarıyerde: (Asaf), Kadıköyünde: (Saadet - Osman Hulüsi), Büyükadada: (Halk). Heybelide; (Halk). İZ Ka : Tekirdağ İcra Memurluğundan: ) Halen ikametgâhı meçhul Mustafa oğ- lu Halil k Tekirdağ Hava Kurümu şubesinden ö- dünç aldığınız 346 lira 47 kuruş muk_abil ipoiek ettiğiniz mağaza ve evdeki hisse- nizin paraya çevrilmesine karar verile- rek ehlivukuf marifetile vaz'iyed ve tak- diri kıymet edilmiştir. 2004 numaralı ka- nunun 103 üncü maddesi mucibince bu babda bir diyeceğiniz varsa 3 gün içinde Tekirdağ icra dairesine müracaatla der- rseyan etmeniz ilânen bildirilir. —«6195> Haydarpaşa Lisesi Direktörlüğünden: Okulumuzda leyli ve nehari talebe kaydına devam edilmektedir. Leyli talebe- nin kaydı mektebin açılacağı 3 Birinciteşrin 1938 tarihine kadar devam ede « NK DENİiZB, . Müdürlüğünden : Fabrika ve havuzlarda inşa edilmekte olan bir romorkör için 1 Dizel mo- törü ve teferrüatı satin alınacaktır. Makine ve teferrüatına aid femni şart- ,nâmeyi ve istenilecek sair izahatı almak üzere Bankamız Materyel dairesi- ne müracaât edilmelidir. Bu işe aid teklifler en geç 15/9/938 tarihine Afadar! mezkür daireye verilmiş bulunmalıdır. Z j (Baştarafı 12 inci sayfadü) Sabâah biraz geç kalktı; kahvaltıda ba-| basını gördü. Adamın gene öyle yüzü çatkın, gözleri kederli idi, fakat Sâfiyi gördüğü zaman gizli bir alâka ile onu süzdü. Küçük kız da onu görmekten memnun olmuştu. Akşamdan daha işti- halı idi, böylece ona, kendisine itaat et- tiğini göstermek, onu memnun etmek İs- tiyordu. Sofradan kalktıkları zaman a- dam ona beraber sokağa çıkacaklarını söyledi. Sâfi birdenbire sevinçle titredi. Kendini tutamıyarak: «Çok memnun oldum, dedi. Hani ö- bürleri gibi değil mi? Biz de baba kız be- raber çıkacağız.» Adam irkildi, kaşları- nın arası bir an için açıldı, hayretle onu süzdü. Sonra başını çevirerek: — Haydi hazırlan, dedi. * O gün mağazaları dolaştılar. Adam 0- na birçok şeyler aldı. Bunların arasında süslü elbiseler, şapkalar oyuncaklar var- dı. Sâfi hepsine elinden geldiği kadar te- şekkür ediyor, ekseri yaptığı gibi gene annesini taklid ederek her sözün sonuna bir «efendim» ekliyordu ve bu efendim- ler kendisi de farkında olmadan çoğal- dıkça çoğalıyordu. Nihayet adam kendi- sini tutamıyarak güldü. Fakat sonra bir- denbire ciddileşerek: — Biraz da efendimsiz konuşsan zan- nederim ki iyi olacak, dedi. Sâfi kıpkırmızı oldu. Kızmamış, utan- mıştı. Bu sırada caddede yürüyordular. Biri küçük kızı geriye doğru itti. Adam onu elinden tutmaya mecbur oldu. Sâfi onun iri sıcak avucunda elini kaybedin- ce, ancak annesinin göğsünde iken duy- duğu çok tatlı bir his içinde kaldı. Başı- nı yukarı doğru kaldırarak: — Evet, dedi. Hakkınız var. Ben böyle efendim dediğim zaman annem de fazla ukalâ bir tavır aldığımı söylerdi. Fakat jyabancıların yanında efendimle konuş- mak lâzımdır. Tekrar kızardı. Adam başını ona doğ- ru eğmiş, dikkatle gözlerinin içine bakı- yordu. Sâfi kırdığı potu düzeltmek için acele devam etti: — Bununla beraber sizinle efendim di- yerek konuşmak doğrusu çok manasız. Çünkü siz babamsınız, yabancı değilsiniz. Oh nihayet yüksek sesle «babam» di- yebilmişti. Geniş bir nefes aldı. Adam da gülümsüyordu. Gülümsediği zaman o kadar güzel iyi bir yüzü vardı ki.. Sâfi bunu ve aklından bir türlü çıkaramadığı bir şeyi daha ona söylemeye karar ve- rerek: — Evet, dedi, Sizinle efendimsiz konu- şabilirim, hattâ arzu ederseniz bir çok> larının babalarına yaptıkları gibi sizi ö- |per ve sen bile diyebilirim. Gülünce çok günleri mesat saatlerinde lümat almak istiyenler Ankar güzel oluyorsunuz doğrusu. Bunun far- kında mısınız bilmem. Sonra size bazı şeyler daha sormak istiyorum. Tam vak-« tidir zannederim. Kaşlarınızı çattığınız zaman bunları söylemeye cesaret ede- miyeceğim, Adam onun elini sıkı sıkı tutarak: — Söyle dedi. , Sâfi bir an tereddüd etti. Sonra kekğ—__ liyerek: — Şey.. efendim, dedi. Affedersiniz ge- ne efendim dedim. Fakat.. şey. şunu sormak istiyorum: Siz beni neden sev« miyorsunuz? Birdenbire adam parmaklarını kırar gibi sıkmıştı. Küçük kızın canı acıdı. Ca- nının acısından ziyade onu kızdırdığını düşünerek gözleri doldu, dudakları bu- küldü, fakat adamın elini bırakıp kölüs nu omuzuna doladığını görünce hayretle ona baktı. Adamın yüzü sapsarı olmüş- tu. Gözleri yaş içinde idi. Biraz sonra bir otomobile atladılar. İ-, kisi de heyecan içinde idiler. Paketlerin arasında birbirlerine sokuldular, otomo- bil hareket edince küçük kız mavi Bgöz-; leri yaş içinde, fakat dudakları tatlı bir tebessümle aralık adama bakarak: — ÂAÂnnem bunu görmeli idi, dedi. O, beni sevmeniz için biraz zaman geçmesi lâzım geldiğini söylüyordu. Adam düşünceli, dalgın: «<Ben anneni' de böyle birdenbire sevmiştim» dedi ve, onu daha sıkı kucaklıyarak titrek —bir sesle ilâve etti: — Ama o beni sevmemişti, Biraktı, gitti. Sonra da yaptığına pişman oldu. Bu sefer de ben çok derinden kırılmış- tım. İkinizi de hayatımdan silmeye ka« rar verdim. Seni de onun gibi zannedi- yordum. Halbuki sen beni seviyorsun, Ben de seni seveceğim. Hem istediğinden fazla seveceğim: Büyük bir adam gibi a- kıllı olduğun için bunları sana söylüyo« rum. Eğildi, onu öptü ve sustu. Sâfi kendini tutamıyarak tekrar: <«Ah annem bunu görse idi» diye mırıldandı. Adam bir an düşündü, sonra küçük kıza doğru eğilip fısıldadı: «Memnun olur müuydu dersin?» Sâfi birdenbire yüzü kıpkırmızı olarak yerinde doğrulmuştu. Haykırdı: «Ah, hem nasıl! Baba babacığım.» Bakışları ile ona yalvarıyordu. Adam onun başını göğsüne çekti ve çok mühim fedakârlık- lara karar vermiş bir tavırla şöförün o« Muzuna vurup hastanenin adresini söy- ledi, d YARINKİ NÜSHAMIZDA: Altın diş Çeviren: İsmet Hulüsi ter ve yalnız pazartesi ve perşembe yapılır. Müsabaka 26 eylülde başlar. Fazla ma- ada okul direktörlüğüne, İstanbulda Yüksek öğ- retmen okuluna ve diğer yerlerde kültür ve lise direktörlüklerine müracaat etmelidirler. iyi ışık almak için ile DAIMON DAiMON FENERLER Meraklılarına Müjde; 200 ilâ 600 metre işik veren -1938 Modeli DAiMON Fenerleri gelmiştir. DAİMON Pilleri ampullarını kullanınız ve her yerde DAİMON "markasına dikkat ediniz. «3493, — «6069>» yalnız İstanbul Tram vay Şirketinden : İstanbul Tramvay Şirketi, 1938-193 9 mekteb senesi zarfında — tramvay fatlarında tenzilâtlı tarife ile seyahat etmek hakkını bahşeyleyen kartların kaydına 12 Eylül 1938 tarihind site talebelerine ilân eyler. Alâkadarlar, en itibaren bâşlanacağını mekteb ve üniver- pazar ve bayram günleri hariç olmak üzere her gün: Saat 8,30 dan 12 ye ve 13,30 dan 17,30 a kadar. K Cumartesi günleri saat 8,30 dan | Galatada Söğüd' sokağında' (Tünel edebilirler, ” » Kwi 3 e kadar müsbit eWaMarue- beraber arkasında) Hareket kalemine müracaât — DİREKTÖRLÜK |

Bu sayıdan diğer sayfalar: