Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
-- Mari Valevskanın g Düro'nun yanında, Napolyonum kar- r şısında oturduğu yerden, imparatorun Lehistan ve tarihi hakkında sordukla- rını yüreği helecandan çarparak dinli- yordu. Yurddaşlarının garib bir alevle par- lıyan bakışlarile karşılaştıkca gözlerini kaçırıyordu. Yemek uzun sürmedi. Na- polyon kalktı ve Mariye kolunu vere- rek, onu salona götürdü. Sonra çekildi ve suvare sürdüğü müddetce bir daha görünmedi. Yalnız, bir dakika geçince, büyük adamın sır ortağı Dürö tekrar geldi ve saygı, i- tifat dolu bir tavırla Marinin peşinden hiç ayrılmadı. Nasıl fırsat düşürmüşlerdi bilinmez, bir aralık tamamen başbaşa bırakıldı- lar ve bunun üzerine, mabeyn müşü - rü de aldığı vazifeyi açığa vurdu. Ciddi, kibar bir tavırla, Napolyonun sade onu düşündüğünü ve nice bin ü- züntü ile dolu olan bu dâhi kafaya sü- künu ancak kendisinin verebileceğini anlattı. Zaten ne istiyordu ki? Candan bir dostluk ve itimad! Sade bu kadar Eşsiz zaferi susuz bir çöle benziyordu. Btrafını kuşatanların ruhunda ya men- faat hırsı, ya da kin vardı. Onu bütün mâmnasile tanıyan ve se- ven Düro, fedakâr bir kalbin sevgisine, alâkasına ne kadar lâyik ve ayni şe - kilde mukabeleye ne derecede hazır bir yaradılışta olduğunu yeminlerle anlatıyordu. Mariye imparatorun yeni bir mek- tubunu vermek istedi. Genç kadın elini uzatmayınca o bunu açtı ve usulca o - kudu: « Çok yükselmiş olmak, meğerse ne yükmüş! İşte bunu ben şimdi duyuyo- rum, Ayaklarınıza kapanmak için çır- pınan tutkun, coşkun bir gönlün iste- gini, bilmem ki size nasil anlatmalı? Ah! Eğer isteseydiniz! Bizi ayıran engelleri ancak siz devi- rebilirsiniz. Arkadaşim Düro da emir- lerinizi yapmağa hazırdır. Gelin... Allah aşkına gelin. Bütün isteklerinize şimdiden peki diyorum. Beni sevebileceğinizi anlarsam, vata- nınızı ne kadar çok seveceğiml»s — N. Bu son kelimeler içini yaktı. Demek ki söylenenler doğru idi. Demek Napol- yonu Lehistanın mukadderatile alâka- dar edebilmek için kendini ona ver - mesi lâzımdı! İşte bizzat o da böyle yaz- mıyor mu idi? Başını ellerinin içine aldı ve uzun uzun düşündü. Yüzünü kaldırıp, tekrar Düroya baktığı zaman, adetâ her tara- fına bambaşka bir değişiklik nuru ya yılmıştı. : Razı oluyardü. Kendini feda edecekti. Mabeyn müşürü, imparataora -- haber vermek üzere kalkıp izin istediği za - man, genç kadın birden hıçkırmağa başladı. Bir saat kadar, orada, yalnız başına oturdu. Etrafında ses, sada kesilmişti. Hafif ışıklı salonda adetâ boğucu bir hava var gibi geldi ona. Pencerelerden birini açtı ve kenarı- na abanarak, gecenin serinliğinde de- rin derin nefes aldı, sokak başlarında, ellerinde meş'alelerle oynıyarak şenlik yapanlara, hele bilhassa köca Varşo - vaya baktı... Birdenbire, yanıbaşında Düro belir- di. Elini tuttu, sırtına içi kürklü bir pe- lerin attı. İmparator onu sarayda bekli- yordu. Kadın hiç sesini çıkarmadı ve arkasından yürüdü. Bir arabaya bindi, indi; iki yanı bü- yük tablolarla süslü upuzun bir dehli- Zze, sonra da bir salona girdi. Düşercesine oturdu. Bir kapı kapan- dı. Ve işte bir erkek, önünde diz çökmüş, ellerini delicesine öpüyor.. öpüyordu... Napolyondu bu! Geldiğine, ona inandığına teşekkür ediyordu. Nice ağır işlerle, çarpışmalar- la dolu olan yorucu ömrünü varlığile 'Mari Valevska Napolyonun aşk romanı Tercüme eden: Mebrure Sami nurlandırmağa razı olduğu için ona minnetini söylüyordu. Ayağa kalktı. Kürkünü, saçlarını sa- ran ince örtüyü aldı ve yanına otura- rak eğildi, yüzünü öpmek istedi. — Kadın birden irkildi, yerinden sıçra- dı, kendini kapıya attı. O ondan evvel davrandı, anahtarı çevirdi, cebine koy- du ve Mariyi kucakladığı gibi kanapeye 'götürdü. a iha İ Napolyon hayret içinde idi. Daima arzularına çabucak boyun eğilmesirîe alışmış olan bu büyük insan, evvelâ, karşısmdakinin kendini ağır satmıya karar vermiş biri olduğunu sandı. Ama, beti benzi atmış, yanakların- Deniz ve denizcilik (Baş tarafı 9 üncu sayfada) Muharebe içinde sis en ziyade ufak tekneler için lâzım olur; büyük gemi - lerin tutuştuğu topçu düellosunun en heyecanlı ve haâraretli bir aniında ya- pılan bir sis perdesi arkasına gizlenen bir torpido veya bir destroyer filotilla- sı düşmana torpido taarruzu yapar... Böyle bir taarruz muvaffak olursa düş- manda hasıl edilen zarar ziyan pek bü- yük olur. Muharebe sonunda Muharebe sonunda sis, daha ziyade, kaçana yarar. Muharebenin, tabit ola- rak, bir galibi ve bir de mağlübu var- dır. Deniz muharebeleri ekseriyetle kaçmak ve kovalamakla biter. Şübhesiz kovaltıyan açık bir saha, kaçan ise giz- lenecek bir mânia ister. Bu tabii hal sisin daha ziyade kimin işine gelece- Bini gösterir. Büyük harbde Hamidiye miz, Karadenizde kendisinden büyük bir Rus gemisine yakalanmıştır. Gerçi şanliı gemimiz, komutanı Vasıf beyin (elyevm hayattadır, fakat meşgalesini maalesef bilmiyorum) dirayet, bilgi ve cesareti sayesinde düşman elinden kurtulmuştur. Lâkin o zaman bu ge- |minin elinde sis cihazı olsaydı tehlikeyi kolaylıkla atlatırdı. Dükerbank muharebesinde de böyle- dir müuharebede kaçan bir Alman, ko- valayan da bir İngiliz filosu vardır. Gerçi kesif duman bulutu —yaparak öz yaşları «Mari Valeyska filminden» benden çekinme, korkma!» — dan yaşlar süzülen ve güzel göğsü hıç- kırıklarla sarsılan bu kadının öyle yap- macıksız bir hali vardı ki birden acıdı. Âdeta babalaştı. Kimin kızı olduğunu, nerde büyütül- düğünü, ne diye bir ihtiyarla evlendi- ğini sordu. Kadın, evvelâ cevab vere- medi, fakat muhaverenin aldığı tarzla biraz sükünet bularak bir şeyler keke- ledi. Bu da ömrünün kuruluğunu, boşlu- ğunu imparatora anlatmıya yetti. O va- kit Napolyon da ona kendi hayatını an- lattı. (Arkası var) Mahkümlar adasında (Baştarafı 8 inci sayfadı) Denizin üzeri pırıl pırıl. Kalamış bü- tün ışıklarını yaktı. Denizde ayın ve yangının da iştirak ettiği bir şehrâyin.. bu karşımızdaki kıpkızıl manzaraya ba- kıyoruz.. hepimizde Romayı yakıp kar- şısında seyreden bir Neron hali var. * Vapurdayız. Müddeiumumi Hikmet Onat hâlâ av- det etmedi. Mahkümlar yemek hazırlıyorlar, Saat 9.30.. (Kalamış) ın pervanesi çalışmağa başladı. O ne?. Birdenbire hafifliyoruz. Alkiş sesleri, yaşalar.. yoksa kurtulduk mu?.. Müjde.. Dönüyoruz. Adanın ışıkları gerimizde kaldı. Biraz sonra Trak karşımızda. İstanbul- dan bizi almıya geliyor. Lüzum yok. O da döndü geri. Seyahatin hikâye faslı burada bitiyor. Mahkümlarla — yaptığım — mülâkatları ehemmiyetlerine binaen son yazımda an- latacağım. Nusret Safa Coşkun sun'i sis işini gördürmüşlerdir. Fakat ne kadar olsa yapılacak sunt bir sis Almanlara daha faydalı olur ve böyle- likle zarar ziyanları daha mutedil bir hal gösterirdi. ; Â, T Sabaha karşı saat 3.30.. İstanbuldayız... Edebiyat: İngiliz şai ri Shelley (Baştarafı 8 inci sayfada) Shelleyin, uzun şiirlerini okurken, iki noktayı hatırlamalıyız: a) Shelley ideal güzelliği arıyan ve e- bediyen memnun olmıyacak olan bir gez- gindir. b) Shelley, mevcud müesseseleri, âdet ve ırkları yıkmaya ve yerine umumi sa- adet âbidesini kurmaya çalışan müvaze- nesiz bir ıslahatcıdır. <Alastor, yahud Yalnızlığın ruhu» isimli şiiri, şairin bu büyük ruhi durumunu pek güzel ifade eder. Şair, bu eserinde ufkun — güzellik ramak için, tabiatin engin sessizliklerin- de dolaşır. Bu sırada Shelley ay doğuşu- nun ve asla anlatılamıyacak kadar tatlı, ince hayallerin şairidir. Eserin bütün sih- ri, tılsımı, bize rüyalı resimler verebil- mesinde, tam bir realiteyi göstermeme- sindedir. Alastor, Shelleyin uzun müca- delelerden sonra, dünyanın kendisinden daha kuüvvet'& olduğunu anlamış olma- sından sonra yazılmıştır. Binaenaleyh bu şiiri bir muvaffakiyetsizliğin, ayni za- manda, ölmiyen ümidin bir itiraf sem- Shelleyin, şiirlerinden karakteristi- ği, ve inkılâbcı, ihtilâlci çağının en iyi eseri, Prometheus'tür. Bu şiirde Promete insanlığı temsil eder. Beşeri müessesele- rin müşahhas timsali de zalim Jove'dur. İnsanlık Jove'un işkencelerine maruz kalmıştır. Zamanla, Demogorgon (şairin ihtiyaca verdiği isimdir) zalim — Jove'u yener, Prometeyi onün elinden kurtarır. Promete tabiatte iyilik ve sevgi Tuhu olan Asyaya ulaşır. Yer, gök ve ay dü- ğün şarkılarına başlarlar. Bu suretle her- kesin mes'ud bir ömür süreceği anlaşılır. Bu eserde Shelleyin kendisine mahsus felsefesi çağlar. Şair geriye değil, istik- balin altın devrine gözlerini dikmiştir. Adetâ, evolüsyon ve fennin mübeşşiridir. Shelleyin kahramanı Goethe'nin Fa - ust'taki kahramanma asla benzemez. Goethe'nin titanı münevverdir ve ken- disine itimadı vardır. Byron'un kahra- manı ümidsiz ve stoiktir. Shelleyinki ise sabırlıdır. İşkenceye karşı dayanıklıdır. Ümidini asla kesmez ve «sevgi> ile evle- sevgisini tatmin edecek, hülya kızını a-| nir ki, yeryüzü mevcud cemiyet kantn- larının yerine kârdeş sevgisini getiren «yüksek» insanlarla dolabilsin. Shelleyin inkılâbecı eserleri arasında Kraliçe Mabı (1813), İslâmın isyanı (1818), Hellas (1821) ve Atlas cadısını (1820) sayabiliriz. Shelley The Gen- ci (1819) isimli piyesinde ilk defa o- larak. realiteye temas etmiştir. Piyesin kadın kahramanı Beatrice, babasının zul- münden bıkarak onu öldürür, sonunda kendisi de idama mahküm olur. Beatrice, şairin yarattığı tiplerin en beşeri olanı- dır. Shelleyin uzun şiirlerinden en güzeli Adonais'tir. Adonais şair Keats'a yazıl- mış bir mersiyedir ve acıdan, kederden inliyen Shelley, bu şiirinde de, hayal â- leminden ayrılmaz, ve kederle ilkbahar, inliyen saatler, mukadderat... Bütün bu mefhumlar, çok aziz bir varlığın ölümü- ne ağlarlar. Adonais Tennyson'un İn Me- moriamı ve Milton'un Lycidas'ı ile İn- giliz edebiyatının şaheser mersiyelerin- den biri sayılır. Bir mukayese: Shelley tabiati terennüm ederken, ek- seriya Wordsworth'u hatırlatır. Her iki şairin birleştiği nokta, bütün tabif eşya- nın birer hakikat timsali olduğudur. Ge- ne her iki şair, tabiatin, her şeyi canlan- dıran büyük manevi hayattan çıktığına inanır. Fakat Wordsworth, bir tefekkür ruhu olduğuna, ve insan ruhu ile tabiat arasında bir birlik, ahenk bulunduğuna kanidir. Shelley ise sırf kendi zevki için vücud bulan bir sevgi ruhuna kaildir. O- nun için de, «Bulut, Tarla kuşu, Garb rüzgârı» bu hislerinin en kuvvetli biret mesajıdır. «Münevver güzellik» te Shel- ley, tıpkı Waordsworth gibi konuşur. Fa- kat (Hassas nebat) ta ince sembolizm ve imajlarile şairin tam kendi hüviyetini bu luruz. Hülâsa: Devrinin deli, çılgın Shelleyi diye ta- nınan büyük şair, İngiliz edebiyatının sayılı taşlarından biri idi. Tabiatin azad kabul etmez âşığı idi. O kadar ki, ilk ta- biat şairi Wordsworth, tabiatte kendini bulmuş, idrak etmiş Shelley ise o engin tabiat içinde kendisini kaybetmiş, — bo- ğulmuştu. Kafdağının arkası (Baş tarafı 7 inci sayfada) — «Gaf-: dağın ismi.. »Gasyar: ar- kası demekti.. «Gafgasya»: Kaf dağı- nın arkası demek olupdu.. — Belki de «Kaf Asya» idi de, son- radan «Kafkasya» oldu.. — Eylede olupdu. — Demek şu hesabeca, biz şimdi «Kafdağının arkasır na doğru ilerliyo ruz., — Eyleedi... Şoförün yumurtladığı «cevher» be- nimkini fersah fersah geçmişti. «Hoy» şehrine büyük malümatla giriyör - dum!!,.. Vasfi R. Zobu Hatayda 30 ağustos zafer bayramı Hu Ürik. Hatayda 30 ağustos zafer bayramı, ana yurdda olduğu gibi, parlak bir surette kutlulanmıştır. Yukarıdaki resimler yapılan geçid resminde kıtaatımızın va Hataylı gençlerin geçişlerini göstermektedir.