7 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ııııı “Son Postaînın_ Hikâ;si -!lllllllllll_h.. Yazan : Siyah elbiseli ihtiyar kadın: — İşte odan burası kızım, dedi, biraz yerleş. Sonra aşağı gel. Yemeği babanla yiyeceksin, öyle istedi. - .Kadın çekilip gitti. Sâfi yalnız kalınca şöyle bir etrafına bakındı. Oda - küçük bir kızın bütün ihtiyaçlarını karşılıyacak bir şekilde döşenmişti: Eşyalar gayet za- rif ve güzeldi. Sâfi şapkasını yerine astı. Bavullarını kenara çekti ve karyolasının üzerine oturdu. On, on bir yaşında görünüyordu. Es- mer küçük bir yüzü, iri mavi gözleri var- 'dı. Yüzü bir çocuğa yakışmıyacak kadar ciddi, düşünceli olduğu için ilk bakışta hiç te güzel sevimli görünmüyordu. Hal- buki her zaman böyle somurtkan ve neş'esiz değildi. Onu herkes zeki, sevimli bir kız olarak bilirdi. Sâfi, annesini hastaneye hıraktıktan sonra buraya gelmişti, annesi hasta idi, hem de çok hasta.. başka yeri olmadığı için onu senelerdenberi yüzünü görme- diği babasının yanına göndermeye mec- 'bur kalmıştı. Annesi, babaşından Sâfiye pek az bahsetmişti ve Sâfi daha kendisi emeklerken onun babasından ayrıldığını başkalarından duymuştu. Küçük kız, iskemlede uzun müddet o- turamadı. Kalktı, pencereye gitti. İçini çekerek kollarını dayayıp orada dardu, burnunun, gözlerinin yanmaya başladı- ğını hissediyordu. Bu ağlıyacağına alâ- metti, halbuki ağlamaması lâzımdı. An- nesine hiç ağlamıyacağını — vâdetmişti. Hattâ gülmeye çalışacaktı. Evet, gülme- ye ve annesine olduğu gibi bu evin sahi- bine yani babasına da iyi, sevimli görün- meye çalışacaktı. — Bir anda yanakları yaşlarla ıslanıverdi. «Hay Allah kahretsin, gene ağlıyorum» diye, söylendi ve göz yaşlarını acele ku- rulayarak etrafına bakındı. Evin önünde gayet güzel bir bahçe uzanıyordu. Tarh- ların arasında dolaşan küçük bir köpek bir an için dikkatini çekti: «Ne güzel şey!» diye, mırıldandı. Acaba gidip ku- cağına alsa bir şey derler miydi? Derhal annesinin tembihlerini hatırladı. Anne- si: «Orada uslu durmalısın, demişti. Her- kesle iyi olmıya çalış, sakın kimseyi üz- Mme, orası babanın evidir. Bununla bera- Bu defa avdet fıraklı oldu. İfakat ha- nım, kocasına, ağzına geleni söyledi; ve bu esnada, her biri ihtiyarın Za- ten perişan zih - nini büsbütün târımar eden i- » malı sözlerde sarf 2 etti. fazla olarak, sonunda kendisi - ni odadan kovdu; arkasından da ka- pıyı kilidledi. Za- vallı adamcağızın münakaşaya, müna- zaaya, kendini müdafaaya mecali yok- tu, Mahzun mahzun boynunu bükerek aşağı kata indi, hizmetciden istediği bir bardak suyu içti ve soluğu bahçedekl kameriyede aldı. — 18 — — Didiğim yibi yaz: «Tarihi sened - den ehtibaren bir ay zarfinda, İstanbol- da, Marpuçularda Egrıbasmaz hanin - da, uç ve dort nomerolu yazhanede, komesyoncu Rafael Kohones ve mah - tumlari emri havalesine yedi yuz utuz tuk lirasi odemeğe borçluyum. Bu pa- rayi kindilerinden nakten aldiğim ce - hetle, takibati kanoniyeye hacet kal- maksizin ödemeklan mukelefim ... » Yazdin mi? Zavallı Gurabi efendi, titriyen elle- rile, Yasefin takrir ettiği borec senedi metnini, yeni harflerle yetiştirmekte epey güçlük çekiyordu.. Nihâayet, güç belâ bitirdi, Satırları eğri eğri, bir kar- gacık burgacık nümunesini yahudinin gözlerinin önüne koydu. Herif bunu kontrol ederken! — Yahu! dedi.. Senedi istediğin gibi doldurdum ama, altı yüz liraya, bir ay için yüz otuz lira faiz de, amma insaf- sızlık! — Yok! İç insafsizlik diğil. Hisap e- dersan, kârlisin belem. — Nasıl kârlı olurum? Ne diyorsun? — Öyle ya! Ben sana lei vereceğim.. Bankada bir turk lirasi 82 leidir. Ben- den alacaksin, bir liraya karşilik 110 ÜÇÜK lber o senelerdenberi seni görmedi, belki ilk zamanlar biraz haşin olacaktır. Fakat sonrası için onunla iyi olmak gene senin elinde.» Dudaklarını büktü. Annesi de dahil olduğu halde onu herkes kandırı- yordu. Onun hiçbir şey bilmediğini zan- nediyorlardı. Evet, o belki bazı şeyleri bilmiyordu. Fakat bildiği birçok şeyler de vardı. Meselâ annesi ona yakında iyi olüp yanına geleceğini vâdetmişti, hal- buki o pekâlâ annesinin iyi olsa bile bu- raya gelmiyeceğini biliyordu. Ya annesi iyi olmazsa?, Küçük kalbi kopar gibi ol- du, tekrar ağlamıya başladı. Annesi ba- basını sevmesini onun biraz aksilikten başka bir kusuru olmadığını da söylemiş- ti. Halbuki o babasının birçok kusurları olduğunu da biliyordu. Babası onu ve annesini hiç istememişti ve babası onu sevmiyordu. Yâdlnız aklının almadığı bir şey vardı. Bütün babalar çocuklarını se- viyorlardı da bu adam kendisini niçin sevmiyordu? Sonra annesi her şeye rağ- men bâbasını sevmesi Jlâzım geldiğini söylemişti. Peki buna ne — mecburiyeti vardı. Madem ki onun tarafından sevil- miyor, istenmiyordu. ÂAh niçin bunları akıl edip annesine sormamıştı? Kapısı vurulmuştu. İhtiyar kadının se- sini duydu: — Haydi yemeğe küçük hanım diyor- du. ruladı, burnunu - sildi. doğru yürüdü. Sofrada baba kız yalnızdılar. Sâfi ba- basına hiç bakamıyordu. Babasının gür siyah kaşları vardı ve bu kaşlar çatılarak birbirine yaklaşmıştı. Sâfi ondan korku- yordu. Kendisine bir şey söyliyecek hitab edecek diye, ödü patlıyordu. O neden bu kadar sert ve kederli idi. Küçük kız bir de bunu bilmiyordu. Evet muhakkak ki onun bilmediği bazı şeyler vardı ve bun- lar kafasında biriktikçe onu rahatsız et- miye başlıyorlardı. Burada kendisine kim cevab verebilirdi? Babasına sorsa.. ah onun böyle çatık kaşları, kederli ba- kışları olmasa bu işi çoktan yapacaktı. Birdenbire babasının sesini duydu: «Çok az yemek yiyorsun» diyordu. Sâ- fi başını kaldırdı. Onun kendisine dik- katle baktığını gordu kaşları hep öyle Telâşla kapıya Peride Derhal mendilini çıkardı. Gözlerini ku-/ Celâl — masiktür çatıktı. Dudaklarının kenarında sert, keskin çizgiler belirmişti. Küçük kızın kalbinin atışı büsbütün şiddetlendi. Bu- nunla beraber annesinin sözlerini hatır- ladı. Bu adama sevimli ve iyi görünmesi lâzım geliyordu. Gülümsemeye çalışarak kekeledi: — Evet, efendim, annem de buna pek Devam edemedi. Annesi, ah annesi ni- çin onu bu eve yollamış, bu sofraya şu hiddetli adamın karşısında oturmaya mecbur etmişti. Bir de üstelik ağlama- masını, üzülmemesini tembih etmişti. E- linde miydi bu? Adam öfkeli öfkeli: — Gelecek defa daha iyi yemek yeme- Dlyarbakır Nafia müdürlüğünden : 1 — İhaleye konulan iş: 19311,50 liralık baş müşavirlik evi inşaatı kapali zarf usulile eksiltmeye konulmuştur. 2 — Bu işe aid işler şunlardır: A — Eksiltme şartnamesi, B — Mukavele projesi, C — Hususi fenni ve bayındırlık işleri genel şartnamesi, D — Bu evrak nafia dairesinde görülebilir. 3 — Bu işin ihalesi 13/9/938 Salı günü saat 11 de kapalı zarf usulile ıııfıı müdürlüğünde yapılacaktır. 4 — Eksiltmeye girebilmek için 1448,36 liralık muvakkat teminat, cari senet, ticaret odası vesikası. A — Bu eksiltmeye girebilmek için Nafia Vekâletinden alınmış müteahhit- lik vesikası. «€Bu vesika ihale gününden en az sekiz gün evvel islida ile Nafia Vekâletine müracaatla alınacaktır. Ve bu zaman zarfında vesika talebinde bu- lunmıyanlar eksiltmeye giremiyeceklerdir. 5 — Taliblerin zarfları ihale saatinden bir saat evvel komisyon reisine mak- buz mukabili vermeleri. Posta gecikmeleri kabul edilmez. <58l11> ALMAN WESTFALYA KOKU ğe çalışırsın dedi, hem de böyle ağla- mazsış. Çok çirkin oluyorsun. i Küçük kızın yaşlı gözleri - hayretle a- çıldı ve bu sefer istiyerek gülümsedi ağ- ladığı zaman annesi de kendisine daima «çok çirkin oluyorsun» demeyi âdet e- dinmişti. «Bu adam da bana ayni şeyi söylüyor diye, düşündü. Hayır, bu adam değil babam.» «Babam» bu kelime bir-| denbire tuhafına gitti, ilk defa «babam» diyordu. «Bir de yüksek sesle söylesem a- caba nasıl olur?» diye, düşündü. Babası- na baktı ve cesaret edemedi, başka za- man söylemeye karar verdi. Hem şimdi «babam» dediği adamı sevmenin o ka- dar manasız bir şey olmadığını sezer gibi oluyordu. Bunu bilmiyecek ne vardı? Ne kalın kafalı kızdı?. İnsan «babam» dedi- ği zaman kalbi sevgi ile doluyordu. O, şimdi öyle olmamış mıydı? İnsanın kalbi sevgi ile dolunca da tabil babasını sever- di. Ama babası haşin tabiatli imiş, çatık siyah kaşları varmış, bunların ne ehem- miyeti vardı.. eve geldiğindenberi ken- dinde ilk defa bir rahatlık hissetti. O gün akşama kadar bahçede küçük köpekle daha birçok şeylerle oynadı. Ge- ce yemekte babası yoktu, evvelâ kendi kendine «oh, ne iyi» dedi, fakat biraz sonra mahzunlaştı. «asık suratlı da olsa o varken sofrada daha iyidik» diye dü- şündü. Öğleden daha iştihasız yedi. Kaloriferler ve diğer teshin vasıtaları için en mükemmel ve elverişli koktur. ALMAN BRIKET KÖMÜRÜ Her sobada zahmetsizce yanan çok temiz ve Yüksek Hararetli Kömürdür. HUGO STINNES REDERAY A.G. Galata 6 ncı Vakıf Han 3 üncü kat 13, 15 No. Telefon: 43361 NEVR OZİiN Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma, Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. (l)evaını 13 ncü sayfada) SON EDERİ POMANI YSTANIN lei, Demek, 28 lei fark var., On lira - dan 280, yuz lira « dan 2,800., alti ke- | ret — 2800, eder | 16,800, Bu 16.800 u, | 62 ye taksim yap: ne oldu? 200 kusur, Sen ne fayiz veri « yorsun? 130 lira, 200 den 130 u çi * kar.. 70 lira avan « tan var be! Alahtan belani mi istiyor « sun? Bu ince hesaba, Gurabi — efendinin aklı ermedi. Fakat gene de, Trakamla - ram, cazibesine ka - pılmaktan hâli kal- madı. — Evet.. dedi. İhtimal ki senin yap- tığın hesaba göre zararda değilim. Şu kadar ki, sen benden faiz almamak vâdında bulunmuştun. — Neden, belmem.. sen buyun laf ağnamiyorsun. Sana parayi veren ben diğilim. Benimkisi ara yerde salt bir vasita olmak. O da senin yuzel hatirin içun.. — Öyle olsun. Ne yapalım? — Şimdik, al şu pulu., yapiştir.. yer- mi kurüş ta bezim cepten yitsin. Yasefin, muşamba kaplı, kirli bir defterin içinden çıkarıp uzattığı damga pulunu Gurabt efendi aldı, dilile tük- rükleyip senede yapıştırdı. — Buyunki tarihi koy.. imzala.. & Zavallı Gurabi Efendi, titri yen ellerile senedi yazdı. Bu emri de ifa olundu. — Altina adresini yaz.. Soy adini da koy. Tamam! Al şimdi parani, say! Ay- de, yüle yüle, harca! Yalanuz, dikat et: İdare ilen kulan, betirme, Yasef, öteki cebinden şişkin bir cüz- dan çıkardı; Gurabi efendinin senedini dörde katlayıp, bunun içine yerleştir- di. Artık muradına ermiş, memnundu. Piyasadan 135 den topladığı leileri, 110 dan sürmüş, aradaki bu farktan temin eylediği hatırı sayılır kâra, açık- tan 130 lira da faiz katmıştı. Gurabi efendinin sağlamlığına gelince ondan emindi. İhtiyar mümeyyiz, vaktile de bordlarını daima muntazam ödeyen - lerdendi. Ve yasefe küçük bir deyni kalmış idi ise, o da kefalet yüzünden - Yahudi, dürüst gö- rünmek kaygüsile, mak üzere uzakla - şacağı sırada içeri ye Takvor girdi. Âz uyumuş olmasına rağmen yüzü gulu - Yyordu, — Bonjur, Gura- bizadem! Günün ha- yır!, Eh, altıik, karı koca, iki katlı, kat- merli, safi şans ke- sildiniz. — Pahtınız, görünoor ki, yedi - veren gülü gibi a - çılmıştır. Alah ver sin!. Sözlerile, ihtiyarı şaşırttı. O, zavallı, Takvoru, macera - sını duymuş da, kendisile alay ediyor sandı, Başka zaman olsaydı, çatacaktı. Fakat henüz sersemliği gitmemiş, ak- lını başına topliıyamamıştı. Perişan - dı- mağında, hâlâ kuman salonunun hay ve huyü devam ediyor, bir taraftan da yahudi tefecinin demindenberi bir hok- kabaz maharetile sayıp döktüğü ra - kamlar oynuyardu. Takvorun bu lâkırdıları, kapıdan çıkmak üzere olan Yasefi, eşikte dur - durdu.. Ermeni ayni güler yüzle devam etti: — Bayan efendimiz rületi adeta maf etti. Hangi numroya fiş koyduysa, plen vurdu. Hasılı, sildi süpürdü. Ziyade sermayesi olsaydı, müstakil kasayı fa- Dü vür Tei bi SA u Torikle de hesablaş- | W BN H İcabında günde 3 kaşe almabilir. HEB KS lit ettyireceğidi.. Gurabi efendi, hayretle sordu: — Nasıl? Bizim hatun kumar mı oy- nadı? — He, Lakin rulet adi kumarlardan değildir. Aristokrat oyunudur. — Hâlis Tokat oyunu da hangisi?.. Tavla mı oynadı yoksa? — Yok! Tavlu ilen alâkası yoktur. Tokat, küşat, gülbahar laf da etme - mişim.. Ruletten basedoorum. — Pekâlâ! Kazandı mı? Ermeni, elile: «çok!» işareti yaptı. — Bir, iki yüz lira, falan mı? — Çık! — Üç yüz? — Genem çık! — Dört yüz?.. — Az daha çık! — Beş yüz?, — İşte, oralarda.. yazık ki yüksek oy- namamıştır! — Lâkin, nasıl olur, yahu? Karıda para yok, bizim.. — Necmi beyimiz vermiştir. O da benim ilen beraber kazinoa gitmiştir; onda oturup ortalığı kasmış kavurmuş- tur. Yasefin içine korku girmişti. Şimdi bunü gelip de anlatmanın sırası mı idi? Sabah sabah, bu eşek herifin burada ne işi vardı? Ya, Gurabi efendi, cayıp da senedini geri isterseydi? Kapıdan, ge- risin geri, odanın ortasına gelip, zoraki bir gülüşle: — Yalân! dedi,. Takvor efendi bizi maytaba aliyor. Nerde bu bulluk? Ru- letin acamisi olan bir kari, boyle bir yecede em oryenir, em oynar, em da dunyanin parasini kazanir mi? Takvorun canı sıkıldı: — Neden yalan deayim? Bir menfa- atım vardır sankim? Halep onda ise, metro bundadır. Torik beyimizi çağıra- yım da, kendisinden sival ediniz. Esa- sen, bayanla ortak idiyse, kazancı yarı beyarı almıştır.. ğ (Arkası var) Ha r * A aa M LA

Bu sayıdan diğer sayfalar: