Yazan: Mebrure Sami 2 ( Napolyonun nefret edilen nazırı BİRİNCİ RISIM İmplralorıçemn toplantısı (1808) Zaptiye nazırı Mösyö Fuşe hazretleri. | Ses gürültüsü kesildi, konuşmalar Guürdu ve herkesin gözü, Napolyonun bu hiç sevilmiyen, hattâ nefret edilen nazırına doğru döndü. Fuşe, kızıl renkli, şatafatlı, parlak kadife elbiseleri içinde, mütevazı bir hal takınmağa özenerek, ilerledi — ve Jozefinin (1) önüne gelip eğildi. Baş mühürdar Cambac&râs'le tavla oynıyan imparatoriçe, başını biraz kal- dirdi. Kumral saçlarında, çiçek ve ini le, sırmalamalı, fevkalâde süslü ve haddinden fazla dekolte, beyaz elbisesi, çok boyalı yüzile, imparatoriçe adetâ bir taş bebeğe benziyordu. Fuşe, çabuk doğruldu, etrafına hiç çekinmeden, sinsi ve bir şeyler arıyari gözlerle baktı, Cambactrâs'e de selâm verdikten sonra, doğru salonun öbür meuna, İmparatoriçenin — düşmanları Bonapartların kurulmuş oldukları ta- rafa yürüdü. Vaktile nazırla sır, ve hattâ sırasına görze iş ortaklığı yapmış olan Jozefin artık onun yüzüne bakmak istemiyor ve (1) Romanımızın başladığı tarihte imı ratoriçelik mevkiünde bulduğumuz — Joze! okuyucularımıza biraz hatırlatmağı — doğru buluyorum. (M. 8.) 1762 de Martinik adasında doğan Jorefin (Marle-Jaseph-Rose de Ja Pagerle) 1779 da babazile beraber Parise gelmiş ve orada Vi- kant alexandre de Benuharnals isminde bir asilzade Ile evlenmişti. (Bu izdivactan Eugâ- »e ve Hortense adlı biri erkek, biri kız iki çocuğu olmuştur.) Vikont, Mayaus şehrinin düşmana teslimi Sginde suçlu görülerek 174 de giyotinle idam edilmişti. Hattâ onu ölümden kurtarmak için bazı teşebbüslere kalkışan karısı Jozefin de bir aralık hapsedilmiş ve ancak, Fransa ih- tiâl kebirinin baş idarecilerinden Robes - piyer'in sukut ve idamına tesadüf eden 27 temmuz 1794 tarihinde kurtulma imkânmı bulabilmişti. Bonapart, Jozefini madam Talyen'in bir davetinde görmüş ve kendinden 6 yaş büyük alan bu kadını gençliğinin bütün ateşli duy- gularile, birden sevmişti. Onların bu ilk kar- gılaşmalarında orada bulunmuş olan mare- Şal Marmont, 0 cildlik hatıratında şöyle der: «Görünüşe bakılırsa bu onun, daha ilk sevişi idi, ve tabiatine hâs olan bütün coşkun Tuk, taşkınlık kudretile de sanki aşkı birden alevlendi. O zamanlar 27 yaşında vardı. Jo- zefin ise 92 sini aşmıştı. Gençliğin verdiği tazeliği tamamen kaybetmiş olmasına rağ- men, masılsa ona kendisini beğendirmenin yolunu bulmuştu.» Halbuki başka - tarih yazarlara - nasaran Jozefin Marmontun dediği kadar örselenmiş ve solmuş değildi. Güzel bir endamı, esmer- ©e mat bir teni, iri koyu mavi gözleri, uzun kıvırcık kirpikleri, bilhassa — karşasındakini teshir ediel halleri, tavırları ve gayetle de zarif bir giyinişi vardı. Lâfı uzatmıyalım, Bonapart onu delicesine sevdi, ve hakkında epey dedikodular geçen bu kadınla evlendi. Muhakkak ki Jozefin , bütün kusurlarına ve işlediği suçlara rağmen sğurla bir kadındı. O tarihten ilibaren Bo- mapart'ın ikbal yıldım günden güne nurunu Arttırarak, göz kamaştırıcı bir hal aldı. İtalyaya gidecek milli orduların baş ku - mandanlığını, biraz da karısının Barras ü- zerindeki tesirile elde ettiği söylenilen Bo - napart yıllarca Jozefine karşı duyduğu çılgın Yhtirastan kendini kurtaramadı, sevdi, sevil- medi. bütün seferlerinden, en kanlı harb günlerinin arasında bile ona hep aşkını inli- ye inliye haykıran mektublar, destanlar yaz- dı: Zoruna, buz gibi kasacık cevablar alabildi. Kocalık baysiyeti — çiğnendi, — aldatıldığını Işitti. Gene fazla kurcalamadı karısımı affı ti. Hiç bir kocanın gösteremiyeceği kadar eşsiz bir bağlılıkla hep sabretti ve sevdi. Ni- hayet Masır seferi dönüşünde kardeşlerinin de fitnelerile, birden patlak verdi, bu hayır- mz kadını boşamağa kalkıştı. Artık sevgisi kalmamıştı ama o alle bağına karşı dalma saygı duymuş, bilhassa üvey ço- tuklarına her zaman şefkatli bir baba olma- Bını bilmişti. Bu sefer de karşısına onlar, Öjenle Horteus çıktılar, ayaklarına kapandı lar, analarını boşamaması, anları bir ikinci defa yetim bırakmaması için — yalvardılı Ağladılar, O da gene affetti. Bağı koparmadı lâkin artık karı kocanın arasında yeni bir başat devresi başlamıştı. O tarihten Jtibaren sevmiyordu ama, talihin bazan ne garib ellveleri vardır, bu seler de Jozefin tarafın- Napolyon kendisile hiç konuşmuyordu. Sebebi de şuydu: Üç ay kadar evvel Fontenblo sara - yında bulundukları sırada, bir gün Fuşe gelmiş, Napolyonun ağzından be- nüz kat'i bir şey işilmemiş olmasına rağmen İimparatoriçeye talâkin lüzu- mundan bahsetmek cür'etinde bulun - muştu. Sonradan da, bu - münasebetsizliği için, imparator tarafından azarlandığı halde gene bir türlü susmamış ve kafa tutmaktan, meydan okumaktan cay - mamıştı. Umumi kanaat ve fikirlerin dizginini daima elinde tutmuş olan bu adam, © günden sonra Parisin bütün kibar sa- lonlarında ve gazetelerde bu acı mev- zuu ortaya attıracak © kadar vesileler düşürmüştü ki, Napolyonun zihninde de, bu mesele, adetâ milletin iradesin- (den bir aksi sadaymış gibi esaslı, silin- mez, burgulu bir hal aldı, İmparatorluğa bir varis isteniliyor- du. Jozefin ise 45 yaşını bulmuştu... Hem de muhakkak ki kısırlaşmıştı.. İmparatoriçe aklı başka şeylerde, o- yununa devam eder gibi yaptı, konuş- malar tekrar başladı... Fuşe de im - paratorun annesi madam Letisya (2) (2) Şari, Mari Bonapartın karısı, Mari Letisya Ramolino 1750 de «Ajacelor da doğ- muştu. Korsikanın orta halli, fakat çok eski bir allesindendi. M yaşında evlenmiş otuz beşinde dul kalmış, dünyaya 13 tane evlâd getirmiş, fakat bunlardan beşini, küçük yaş- larda kaybetmişti. 1798 de Korsikayı Fransızların hükmü al - tından çıkarıp, İngilizlere vermek — iştiyen Paoll Ne, Fransız tarafdarı Bonapartların arasında çıkan şiddetli İbtilâflar netseesin- de, evleri basılır eşyaları yağma — edilirken, Napoölyonut imdada yetişmesile, çocuklarını toplamış hep birlikte Marsilyaya kaçmışlar- di. Parise ancak 1796 de yerleşti. Oğlunun tmparatorluk devrinde vallde kadın Ünvamı- ni almış olmasına ve annesine hayranlık, dir bislerile karışık derin bir sevgi bes- ren Napolyönun bütün urarlarına rağmen gayet mütevazı ve muktesidane yaşardı. Ken | disine tahsis edilen gelirin mühim bir kise lması yüzünden, kudretli, ga da geçen mü - nakaşalarda: Günün günü var. Bilinmeszi dan delicesine seviliyor. kıskamılıyordu. - İşte romanımısın mevzuu da bu sıralarda başlıyor - Gene bepiniz birden üzerime yüklenivyere. - cek olursanız bugünkü sıkılığıma şükreder- giniz!» derdi. — Mari Valevska fitminden — ve Fuşe ile, daha dün adı sadece madam Bana- part iken bugün Napoli kraliçesi olu- veren Jülinin ve Karolin Müra (3) nın karşısında, o soğuk kuru — iltifatlarını saçmağa koyuldu. Prenses Borgez (4) henüz ortalarda yok! Gelmesi bekleniyor ama, Napol - yonun bu güzel ve sevimli kız kerdeşi gene her zamanki gibi geç kalmakta. Yalnız, bu akşamki gecikmenin se- bebini herkes biliyor ve «Tuileri» sa - rayının salonlarında toplanmış olan bu süslü kadınların çoğu imparatoriçeye; yan yan bakarak usulca bunu konuşu- yorlar. | (Arkası tar) (3) 1782 de Ajacclo da doğan Karolin, Na- polyonun kız kardeşlerinin en küçüğüdür. Dükkân çıraklığından yetişme kocası Müra, da, Bonapart ilk İtalya harbine çıktığı da, kumandanının gözüne girmesini hil- miş, kız kardeşile de evlendikten gonra, ka- yınbiraderinin elile nice yüksek Ünvanlara, varlıklara mazhar ola ola, Napoli krallığına kadar ulaşmıştı. Karolin son derece harls, gözü doymak bilmez bir kadındı. Kocasını hiz aldığı yolda Derletmek için dürmadan kardeşini sıkıştırır, giciklar, adetâ bu uğurda onunla çekişirdi. Harb meydanlarında göş- termiş oalduğu kalramanlıklara — rüğmen Mura, bir kadından beter süse düşkündü. İmparatorluk orduları Avrupanın neresinde harb ederse etsin hep ona çeşid çeşld süsler- le dolü sandıklar yollanırdı. Hattâ Düşes d'Abrantde'in 10 cildlik halıratında bu san- radan görme insan için: «Harbde bulunduğu bir sırada, dört ay içinde, ona tam 27 bin franklık tüy gönderilmiştir diye bir kayid vardır. Bütün bu — varlıklarını Napolyona borclu olan karı koca, ona ellerinden geldiği kadar fenalık etmişlerdir. Bu yolda kocasını kışkırtan, bühassa Karolin olmuş ve kendi rahatlarımı, şanlarını, debdebelerini elden kaçırmamak kaygisile esasen ailesine karşı dalma zâf — göstermiş olan — Napolyona, tarihin kaydettiği en aşağılık hiya « petleri yapmaktan hattâ düşmanla ol birliği etmekten çekinmemişlerdir. - Mütercimin notları- (D Prenses Pollir. Borgez, Napolyonun 1780 de doğan ortanca kıx kardeşidir ki gü- Belliği ve hoppalığı ile dülere destan olmuş- tur. 1801 de general Löklerle evlenmiş bir yıl soönra da ondan dül kalmıştır. Aradan sekiz ay geçer geçmez, sön derece zengin ve namlı |bir aileye mensup bulunan Romalı prens - lerden Kamil Börgezle evlenmiştir. Kocasile bir türlü anlaşamamış ve hayatını kâh Pa- riste, kâh Romada eğlence ve zevk içinde ge- girmiştir. Napolyona karşı diğer kardeşle - rinin hilâfına - hattâ bazı yersiz, münasız, girkin dedikodulara yol açan bir - bağlılık ve sevgi göstermiştir. ı——Eskı Türk detektifl J eri “Son Posta,, ya—, — maceralarını anlatıyorlar : IĞ——-I “Akdeniz,, kaybolan Alman sularından yolcu ile vapurunun yolcuları dolu gelen ve Haydarpaşa önlerinde demirleyen “Akdeniz,, vapurunda itilâf dev- letleri kuvvetleri tarafından yalnız 8 kadın bulunmuştu Akdeniz Eski istihbarat ajanlarınaan Bay Fazlı:| — Size hem heyecanlı ve hem de eğ- lenceli bir hatıramı anlatayım, dedi. U- mumi harb sonu”idi. Almanyada bulu - nuyordum. Kayser Vilhelm II memle - ketini terketmişti. Alman donanması batı rılmış, bütün deniz erleri isyan etmişler- di, Gemilerde, resmi dairelerde kırmızı' ihtilâl bayrağı dalgalanıyordu. | Alman deniz erleri bolşevik olduktan sonra sübaylarını kesmeğe başladılar. Neferler amiral oldu. fabrika ameleleri de vali! Memleketteki anarşi, bilhassa Berlin- de bariz bir şekilde hissolunuyordu. Harb esnasında hükümet tarafından Alman - yaya gönderilen vatandaşlarımı, Türki- yeye getirmeğe memur edildim. - Fakat | vaziyet o kadar karışıktı ki kimseye me- ram anlatmak mümkün değildi. Halbuki bana verilen emre nazaran, binden fazla insanı derleyip topluyarak yola çıkmam lâzım geliyordu. Türk sefarethanesine gittim. Ataşe (V...) beyi buldum, mese - leyi anlattım, her şeyden evvel hallet - memiz gerek olan müşkülü söyledim. — Ne idi 0? — Açlık! O zaman Almanyada müd - hiş bir para buhranı ve yiyecek sıkıntısı vardı. (V...) beyden her şahıs için, seya- hat masrafı olarak, 500 ilâ 1200 mark al- dım. Fakat hangi vasıta ile ve nereye gi- decektik? Nihayet Flensburga gitmenin kolayını buldum. Burası Danimarka hu- dudunda küçük bir kasaba idi. Nisbeten, ihtilâl gürültülerinden Gzade idi. Berlin- de, münakalât idaresinin merdivenlerini inip çıkmaktan göbeğim eridi dersem mübalâğa ediyorum sanmayın! Böyle - ce, bizi Flensburg'a götürecek olan bir trenin tahrik edilmesi emrini kopardım. Artık gün geçirmeden yola çıkmak icab ediyordu. Berlinin dört bir tarafını fır- dolayı döndüm. Asker, sivil, kadın. ço - luk, çocuk herkesi topladım. Yağmurlu bir ilkbahar günü erkenden hareket et - tik. Flensburg'a ancak 50 saat sonra va- rabilecektik. Daha yolda iken komedi başladı: Kafilemiz arasında bulunan ka- dınlardan birinin sancısı tutmuş! — Şimdi ne yapacağız, diye başıma top- lTanmasınlar mı? Her derdin devasını bulabilirdim am- ma, cbelik yapamazdım! Bereket versin, aramızda bir deniz doktoru vandı. O im- dada yetişti, lohusa şerbetini keyifle iç - meğe hak kazandık! Fakat, Flensburg'a varıncıya kadar yutkunarak avunmağa mecburduk! Nihayet, hemen hemen her istasyonda karşılaştığımız bir sürü müş. külü, bin dereden gu getirerek bertaraf ettikten sonra Flensburg'a ulaşabildik! Lüâkin, gelgelelim, istasyondan dışarı çıkmamıza müsaade etmiyorlardı. Bizim kafilenin hüviyeti anlaşılmadan garda mahpus kalmağa mahküm idik! Berlinden aldığımız seyahat izinnamesini, bir hür- riyet bandırası gibi, sallıya sallıya ihti - Tâlcilerin kumandanına gittim. Sabık bir kanalizasyon amelesi olduğunu sonra - dan öğrendiğim bu adam, sert bir tavırla beni istintak etti. Fakat mübareğe lâf an- latmanın imkânı yoktu. Nihayet şu ça - reye baş vurdum: — Ben de Karl Marxın hayranların - danım! Fakat Türk.tabiiyetinde olmak - lığım, bana ne söz hakkı veriyor, ne de yumruk! vapuru Tesadüfe bakın ki o gün boynumda, kırmızı bir kravat vardı. Birden hatırı- ma geldi, kravatın ucunu yeleğimden di- şarı çıkarıp salladım: — Momleketinizde misafir olduğum için, ancak bu filâmayı takabiliyorum, dedim. Bizi bir yere iskân ediniz de 3 ün« eü enternasyonalın armasını dalgalandı- ralım! Kumandan, bu sözlerden bir kabardı kt sormayın! Bana, tam bir Prusyalı şiye -| sile: 4 — Bravo, bravo, zehr gut, zehr gut, de- di, iskânımıza emir verdi! ! Kafilemize rehberlik eden iki Alman askerinin refakatinde evimizin yolunu tuttuk. — Evinizin mi? Bin küsur adam, bir e- — ve mi sığacaktınız? — Siz, evimiz dediğime ne bakıyorsu- nuz! İkametgâhimız, koca bir kışla idi: Bina o kadar büyüktü ki içinde kayıp bi« le oluyorduk! Para bittikçe Berline gi « diyordum. Herkese, hakkına göre, asga: Ti 500, azami 1200 mark olmak üzere tev- ziat yapıyordum. Günler geçiyordu. Fa » © kat bizi İstanbula getirecek olan vapur, bir türlü gelmek bilmiyordu. Alman ku « mandanla dostluğu ilerletmiştim. Artılkk her istediğiimizi bol bol bulabiliyorduk İçimtizde memleket hasreti olmasa ve Al- Manyanın dahili vaziyeti de düzelmiş bu« lunsa idi keyfimize diyecek yoktu! Lâkin, bu iki endişeden kurtulamadığımız için, bir an evvel ana yatana kavuşmak isti « yorduk. Tam beş ay geçti. Nihayet, bizl almak üzere, Akdeniz vapurunun — yolâ çıktığı haberi geldi. Sevinçten kabımızâ, sığmıyorduk. Herkes, içimizde bulunan deniz sübaylarının başına toplanıyor, Ak- denizin ne zaman Hamburg limanında o-, Tacağını soruyordu. Her gün, elimizde bu- lunan bir harita üzerinde Akdenizin rex tasını çiziyorduk. — Gemi Maltada, Kanarya adası açılk- larında, Cebelüttarık boğazında, diyor, Flensburg'da yapageldiğimiz kara kap » tanlığile avunuyorduk! Böylece bir ay, daha geçti. Nihayet şu müjde geldi: — Akdeniz, Hamburg limanında! 1 Tabii, Akdenizin güvertesinde soluğu almak için ne kadar acele ettiğimizi söy-, Temeğe lüzum yok! Çarçabuk pılıyı pirs tıyı topladık, Hamburg yolunu tuttuk. Li« manda Akdenizi ve nazlı nazlı dalgala « nan ayyıldızlı bayrağımızı görünce çıl « gına döndük. | Akdeniz hareket edinciye kadar gemi- — de geçen her dakikamız, bize yıllar ka«s dar uzun geliyordu. Sanıyorduk ki, İs « tanbula varmadan ömrümüz nihayete e“ recek! Burada şu hazin noktayı söyliyes — ceğim: Hakikaten yolda bir doktor ar « kadaşımız hastalanarak öldü! Cesedini,: mübarek bir emanet gibi tahnit ettile sağ iken kavuşamadığı ana vatana, hiç ol* mazsa nâşını getirdik.. Akdeniz, Manş denizinde fırtınaya tu* tuldu. İngiliz limanlarından birine ilti * ca ettik. Burada, İngilizlerin hakikateti eentilmen olduklarını isbat eden hareket* lerini gördük. Bize pek çok ikramlardâ bulundular, Kahve, çay, şeker, ekmek, s0” ğuk et, konserve ve daha bir çok yiye * cek maddeleri verdiler, Hava düzeldi, tekrar Okyanusun koy” nuna atıldık. Cebelüttarıkı geçtik... BU (Devama 10 ncu sayfada)