ÜLÜDÜMÜ v DA SAĞT eeei KĞÜİELER ĞÜ T li ei Te bi Ü ll oli ÜN İK MA İLE v samms” “Son Posta,, nın HikâyeSi emeaaaaaamandıınınaııınamammınız BERTRAN'IN — ANNESİ İA A AA AMAD KLKB Çevirere : Faik Bercmen O akşam Mantin çorbasını bir türlü içemedi. Dili ağzında sanki kurşun ke - | gibi idi. | girmesi i inti - ğını, kaşığını bir bir yerleştirdi. Çorba kâse - sini de karşısına alarak oturdu. | matmazel de koşup gelerek gururla: - Ah, Mantin ana, bu müsabakaya n onu teşvik edenin ben oldu- ükçe ne kadar seviniyorum, | iumu di demişti. Gazeteler hep: «Bertran Mantino, sen- dikalar reisi lete gidiyor!» diye y zarlarken birdenbire işi tersine çevir - mişlerdi. Daha sonraları: «Grev ve Ber- - 'tran Mantinol» diye ondan bahsetmeğe 1 ağzına götürdü; nafile! Ne gayret etse çorbayı içemiyecekti. Yetmiş beş yaşındaki insan için bu kap- şır mi idi hiç? yerinden kalkarak — aynanın önüne gitti. Beyaz takkesinin altında yü- buruşuklukları daha ziyade gö - du. Hele gözlerinde mahiyeti bi- linemiyen kuru bir alev yanıp tutuşuyor- du. Yanakları da al aldı. Bu ne demekti! Sıhhati yerinde olduğu halde çorbayı içe- memek! Ocakta yanan ateşi külledi. Çorbu ta- sını da üzerine koyarak yü: hp midesinin keyfini beklemeğe koöyul- du. Beyhude! Midesi inad ediyordu. Sa- |daki matma: ünü eline a-|«Havalar serin gidiyor, başlamışlardı. «Grev?» şimdiye kadar hiç te duyma - dığı bir kelime! Bu neydi acaba? Posta- © zaman gene koşup gel- miş; gözlerinde yaş olduğu halde: — Nihayet grev ilân edildi; artık kur- tulacağız! demişti. Biliyor musun Man - tin ana, merkeze telefon ettim; hiç ses İyok.. Matmazel hem bunları söylüyor ve hem de beresini havaya atarak: <Yaşasın Bertran!> diye bağırıyordu | Oğlu büyük işler yapıyordu. O herkı |ten üstündü. Oğluna mektup yolla yün kaşkolunu böynuna sarmadan, yün fanilânı giyme- den sokağa çıkma!» diye bazı şeyler yaz- atler geçti. Hâlâ açlık duymuyordu. Baş-| mak istiyordu amma, mektub gitmiyor- ka çaresi yoktu. Çorbayı içmeden yata - caktı. Kâseyi dolaba koydu ve acele ace- le soyunarak yatağına girdi. Yatağa gi - ror girmez bütün vücudünü yakıcı bir sı- caklık kapladı. Dışarıdan, esen rüzgürla beraber çan sesleri geliyordu. «Çan ses- leri! Acaba ne var ki?» diyerek kalkıp pencereye koştu. Ortalık sakindi, ne çan sesi ve ne de Tüzgâr vardı. «Âmma da tuhaf iş'» çan- Tarı ve rüzgürı gayet iyi duymuştu! Na- sıl olur! Tekrar yattı, fakat gene ayni sesler! Kulağını tıkadı; amma daha fe- naydı şimdi!, Bu yalnızlığın içinde büsbütün ürks memek için başka Şşeyler düşünmeğe kendini zorladı. Aklına sevgili oğlu Ber- tran'ı getirdi: «O koca Pariste Beriran ne yapıyordu acaba?» Vaktile kim der- di, ki oğlu böyle yükselecek ve herkes ondan bahsedecek diye! Oğlunun adını ilk defa gazetelerde okuduğu vakit göğ- Sü şişmiş ve yüreği yerinden fırlıyacak - miış gibi atmıştı. He postahanedeki Bu, kocasının kendi r haline gel- Her hâdi - sede bunu sezi -| y her şeyi mut- laka buna atfedi - yordu. rak, olanca avazı ile de haykırmak 'istemi lâkin terssürün fazlalı - ğından cümlei asabiyesi bozulmuş, sesi kısılmıştı. Yumruklarını tokmak gibi kullanarak kapının kanadını — «güm! güm!» vurmuştu. Yarım saata yakın, aşağı yukarı bütün gayretini sarfettik- ten sonra bu gürültüyü ancak duyura- bilmişti. i Uyku sersemi yetişen gece nöbetçi - sine boş karyolayı göstorerek, işaretle, kocasının henüz gelmemiş — olduğunu anlatmağa çalıştı. Fakat nafile, berif onun ne demek istediğini anlamamış, odaya girip alık alık yatağa bakmış, yastıklarını, çarşaflarını yoklamış, yor- ganı kaldırıp altına bakm nihayet beyecanı mucip - kendince - bir vazi- yet müşahade etmeyince: — Bon.. bon! Diyerek çıkıp' gitmişti. Bunun üzerine İfakat hanım kendini sofaya atmış, önce vecaı mucip hâdişe- den kendini halâs eyledikten sonra da merdivenlere — nâzır. bir noktadaki koltuğun üzerinde, siğgaranın biri söndürüp ötekini yakarak kocasının av- detini beklemeğe koyulmuştu. Neyzen Tevfiğin dehası nüksettikçe yarallığı en güzel beyitlerden biri olan: « Olsa bir çıt, odur gelen sanırım, «Deliyim: her muhâle aldanırım'» Beytinin medlülüne uygun olarak, zavallı koca karı, otelin azametli boşlu- ğu ve sükünu içinde, en ufak bir çıtır- dıya kulak kabartıyor, Gurabi efendi - du ki... İşte yatağında, rüzgür ve çan sesleri içinde bu «gre kelimesi — karşısında büyüyor büyüyor ve bir heyülâ şeklini alıyordu. Tekrar yatağından kalktı, rüzgârf — ve çan seslerine bakmağa gitti. Gene ses, sada yoktu. Bilmiyordu. ki hastaydı; ve bu sesler hastalık dolayısile kulağında çınlıyordu. «Çorbasını içseydi, hiç te bu haller başına gelmiyocekti iştet» Ertesi gün, güneş doğalı epey zaman |Reçtiği halde Mantin ananın kapısı açıl- |mamıştı. Hâlâ postayı alamıyan matma- İzel öğleyin koşa koşa geldi: — Ne mektub var, ne de telgraf! Muzaf- feriyet! Dayanıyorlar Mantin ana, kaza- nacağız! Senedo altmış frank fazla ala - cağız... Fakat bu ri giren matma: ta görünce: — Ne oldu Mantin ana! dedi. Bertranı İunuttun mu? rek odadan içe- yar kadını yatak- at İĞRARMK HİT «Hayır, oğlu, içemediği çorba, grev aklındaydı amma, konuşacak — Saat kaç matmazel? — Öğlen oldu, hadi davran! Öğlen mi olmuştu? O ise, henüz şafak ğarıyor sanıyordu: Zannedersem, ben iyi değilim! diye mırıldandı. Çorbayı içersem iyileşece - ğim galiba, şunu ver bakayım, kızım! Isıtılan çorbadan bir yudum bile içe - tişti. Bu aralık matmazelin eli ihti - yarın eline dokunmuştu: «O, bu el ateş gibi yanıyordu!» Akşama doğru doktoru çağırdılar. Muayeneden sonra doktor matmazeli bir köşeye çekince Mantin a- nâ, mühim bir şeylerin geçtiğini anladı. Artık çorbasını unutmuştu. Yalnız fası- lasız olarak evlâdını, Bertranını çağırı - yordu. Matmazel mütemadiyen: — Kederlenme Mantin ana! diyordu. Oğlunu çağırttık, gelecek. Birden öleceğini anladı. Bir papaz ge- tirmelerini söyledi. Papaz gelip gittik - ten sonra ihtiyar gene durmadan Ber - tranı sayıkladı durdu. Her saat başında matmazel, merkezi buluyor, fakat aldığı cevab: «Resmi telgraflardan başka telgraf çe- kilmiyor!» dan ibaret oluyordu. Kederden çırpınıyor, telleri kesmek, makineyi yıkmak ve posta binasını yak- mak istiyordu.. * Bertran yetiştiği vakit, Mantin ana, en güzel olbiselerini giymiş, birbirine ka- vuşmuş, ellerinin üstünde bir defne da- İt Ve İstavroz olduğu halde yepyeni bir tabutun içinde yatıyordu. Ebedi medfe- nine götürülmek üzereydi. Matmazel: — Ne yapayım Bertran? Biliyorsun, ki, ne telgraf çekmek ve ne de mektub yol- lamak imkânı vardı? Elimden geleni yap- tım. ÂAnnen son nefesine kadar seni ça- ğırdı. Durmadan istedi, diyordu. Bertran bitik bir halde bir yere yığıl- dı, Fakat birdenbire köylülerin müteces- sis nazarları ve matmazelin greve savur- | Sümer Bank Umumi Müdürlüğünden: Umumi Müdürlük İnşaat servisinde istihdam edilmek üzere imlihanla üç res- sam alınacaktır. İmtihanda muvaffak olanlara ehliyet derecelerine göre 120-150 lira aylık ve ayrıca Ankara pahalılık zammı verilecektir. Almanca bilenler tercih edilir. İmtihan 15 Eylülde Ankarada yapılacaktır. Tuliplerin mezkür tarihe kadar iki fotoğraf tahsil ve hizmet vesikalarile birlikte Umumi Müdürlüğümüz Perso- nel Servisine müracaat etmeleri. (3417) — (5845) glE ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi - fırçalayınız. İstanbul Sıhhi Müesseseler Arttırma ve Eksiltme Komisyonundan: Gazianteb Trahom mücadelesi için lâzım olan 54 kalem ilâç ve gıhhf malzeme kapalı zarfla eksiltmeye konulmuştur. 1 — Eksiltme 31/8/988 Çarşamba günü saat 15 de Cağaloğlunda Sıhhat ve İçtimsi Muavenet Müdürlüğü binasında kurulu komisyonda yapılacaktır. 2 — Muhammen fiat: 5400 liradır, 8 — Muvakkat garanti: 405 liradır. 4 — İstekliler şartnameyi her gün komisyonda görebilirler. 5 — İstekliler cari seneye aid ticaret odası vosikasile 2490 sayılı kanunda ya- ziliı belgeler ve bu işe yeter muvakkat garanti makbuz veya banka mektubu ile birlikte toeklifi havi zarflarını ihale saatinden bir saat evvel makbuz muka- bili komisyona vermeleri. — <5478> Sıhhat ve İçtimat Muavenet Vekâletinden Nevyorkta (The Antidolor Mig, com İnc.) Fabrikası tarafından yapılmakta olan «WAİTE'S diş macunu» adlı Müstahzara ald 1/96 sayılı ruhsatnamenin altı senedenberi Türkiyeyi terketmiş olan eski mümessil Lüsyen Faraci yedinde kaldığına ve hükmü olmadığına dair mezkür Fabrika Vekilleri tarafından ga- zetelerle yapılan ilân üzerine kendilerine yeniden 10/74 sayılı ruhsatname veril- diği cihetle Lüsyen Faraci yedinde kaldığı anlaşılan 1/96 sayılı ruhsatnamenin bükmü kalmamış olduğu ilân olunur. duğu yerden kalkarak herkesi kapı dı -| yan her hangi bir küçük çocuktan farkı şarı etti. Annesinin tabutu önünde diz çö- | olmıyan bir insan görünüyordu.. kerek dişleri kısılmış, avuçları alnında, arkadaşlarına, Parise, dünyaya bütün in- sanlara lânet ederek ağlamağa başladı. Şimdi, matmazelin bir kaç gün evvılı gururla andığı enerjik Bertran yerine, o-| YARINKİ NÜSHAMIZDA: Tehdid mektubları Yazan: Peride Celâl İduğu lânetlerden gerilen sinirlerile otur- SON EDERİ POMANI STANIN muzları çökük, annesinin ölümüne ağlı-| Z N &ŞS —22-— | ”y kaçırmağa mi geleceklerdi? d — Eyi dedin a? Bu suratımla, elin İ herifini çağırmaktan çekinmiye lüzum görmedim. — Ne yaptı herit? — Senin, yatağında olmadığını gör- dü, — Cürmümeşhud mu yaptırdın ak- mediyordu, Yavaş yavaz, uy- kunun — galebesini hissetmeğe başla - nuştı. Ve göz ka - pakları iyicene kurşunlaşınca artık dayanamamış, git - miş yatmıştı. Gürabi efendi o - daya girdiği zaman karısını henüz uy - kuda buldu; sevin « di. Kat'iyen gürültü €etmemiye dikkat e- derek, usulcacık s0- yunduü, yatağına gir- di, gözlerini kapa « dı. Bir kaç dakika sonra o da dalmıştı. Bu vaziyet böylece ne kadar sürdü? Belki yarım, belki bir saat. Gurabi e- fendi yaman bir sarsıntı ile uyandı. «— Beni odaya kapadılar, üze rime kapıyı kilidlediler!» Hangi sabahlara kadar, nerede kal - mışım? — Yapmacıklara karnım tok. Ben Şaşkın şaşkın bakındı. İfakat hanımı |seni sabah ezanlarına kadar sofalarda, hn sıra? Gelmedimse, gelmedim. Ben erkeğim, senin gibi eksik eteğe hesab vermeğe mecbur değilim. — Yaaa?! — Evet. — Peki, öyle ise, Ben de başımın ça- resine bakarım. — Ne yapabilirsin ki? — Onün orası bana aid. Bugüne bu- gün kadın kısmı da erkek kısmı gibi hürdür. Ben de elbette yapacağımı bi- lirim. Bak, bundan sonra gör: Kasım - - paşalı İfakat adamın başına ne çorap- lar örermiş! Karısının şirretliği kendince malâm olduğu için Gurabi efendinin bu söz - lerden midesi bulanmamış değildi. Fa- kat ekini gene de belli etmek istemedi. — Haydi dedi, çekil başımdan! Defol. acuzel, — Sen acuzeyi görürsün! Ve İfakat hanım, homurdanaraktan çekildi. — Hayır! Yalan söylediğine kos ko - caman şahidim de var, — Kim miş 0? — Gece nöbetçisi. — Nereden şahid oluyormuş? — BHerifi ben ça - Birdim. Geldi de, benimle beraber se- nin yatağını yok » Tadı. Koca karı, Gura- bi efendinin eline, istemeksizin, bir s£ lâh vermiş oluyor - du. İhtiyar tilki ya- tağının içinde doğ - ruldu. Gözlerini büyük büyük yaparak: — Ne? dedi. Sen, yattığın odaya.. harimi ismetine. — geceleyin yabancı erkekler mi kabul ediyorsun? Azrail gibi tepesine dikilmiş gördü. En |mülâyim bir tarzda: — Hayrola, gülüm? Ne istiyorsun? diye sordu: — Öyle ya? Suçlu olunca bana gü - lüm dersin. — Neye demiyecekmişim? Kırk yıl- |lik ehlim deği rim, sünbü — Sal Gurabi efendi câli bir hayret göster- di nin artık avdet etmekte olduğuna hük- ALLİĞÜN AAA y — Allah kurü — iftiradan - saklasın! vf ADT Ait İ Bi 1 b merdiven başlarında bekledim. Kolan- |derden sırtıma yel girdi. Kurnaz hırsız ev sahibini bastırmağa | uğraşıyordu. — Allah, Allah! Ya sen rüya gördün; |yahud ki ben aklımı kaçırdım.. — Katiyen! Aldandığın, tamülşuur lmadığın şununla belli ki, ben saat on buçuk sularında güzel güzel gelip yat- tım, — Ben nerede idim? — Ne bileyim ben? Dokuzuncu uy- Fakat İfakat hanım, kurnazlık ve şirretlikte ondan baskındı. — Haydi, haydi! dedi; münasebet - sizliğin lüzumu yok. Hemencecik di gibi kabarma. Beni kabahatli çıka- rıp öa kendi kepazeliğini mi örtecek -| sin? — Onu, bunu bilmem, Yabancı heri- | fin bu odada gece vakti ne işi var? O- nu söyle. — Ben çağırdım, — Ne diye çağırıyorsun? -| memişti. —MH— Vakit öğlenler olmuş, Yasef görüne İşin tuhafı, — Torik il€ Takvor da meydanlarda yoktu. Onlaf da gece ötele gelmemişlerdi. Meraktan çatlamak, Gurabi efendi için işlen bilt |değildi. Haydi, diyelim ki yahudi kızın peşi* ne düşmüş onu arıyor, yahud ki çalınatl paraları istirdad için karakollarda uğ” raşıyordu. Lâkin ötekiler nerede kay” — Korktum. — Seni bu suratla eyi saatte olsun- bolmuşlar, ne cehenneme gitmişlerdi! (Arkam var)