A SAA yaği . GA K a 6, Ce Bi el JA H —— AAA tti O akşam Mantin çorbasını bir türlü içemedi. Dili ağzında sanki kurşun ke - silmiş ve dişleri kenedlenmiş gibi idi. — BSenelerin alıştırdığı ihtiyar kadin inti - - zamile, gene sofrasını kurdu, tabağını, — kaşığını bir bir yerleştirdi. Çorba kâse - v sini de karşısına alarak oturdu. Çorba içemiyorum, diye sızlanmak -gençlere mahsustu. Fakat onun gibi aklı başında bir ihtiyarın böyle şeyler yap- mağa kalkışması gülünçtü. Bunu düşü - — nerek kâşiği ağzına götürdü; nafile! Ne — kadar gayret etse çorbayı içemiyecekti. — Yetmiş beş yaşındaki insan için bu kap- l * O Tis yakışır mı idi hiç? Merakla -yerinden kalkarak aynanın. önüne gitti. Beyaz takkesinin altında yü- zünün buruşuklukları daha ziyade gö - — Tünüyordu. Hele gözlerinde mahiyeti bi- — linemiyen kuru bir alev yanıp tutuşuyor- — du. Yanakları da al aldı. Bu ne demekti! — Sıhhati yeriride olduğu halde çorbayı içe- — memek! Ocakta yanan ateşi külledi. Çorba ta- — sını da üzerine koyarak yününü eline a-| lıp midesinin keyfini beklemeğe koöyüul- — du. Beyhude! Midesi inad ediyordu. Sa- |- atler geçti. Hâlâ açlık duymuyordu. Baş- — ka çaresi yoktu. Çorbayı içmeden yata - caktı. Kâseyi dolaba koydu ve acele ace- 8 Te soyunarak yatağına girdi. Yatağa gi - — eaklık kapladı. Dışarıdan, esen rüzgârla rer girmez bütün vücudünü yakıcı bir sı- — beraber çan sesleri geliyordu. «Çan ses- b M 1 — rüzgâr vardı. «Amma da tuhaf iş!» leri! Acaba ne var ki?» diyerek kalkıp pencereye koştu. Ortalık sakindi, ne çan sesi ve ne de çan- — ları ve rüzgârı gayet iyi duymuştu! Na- o sıl olur! Tekrar yattı, fakat gene ayni ü sesler! Kulağını tıkadı; amma daha fe- — naydı şimdi!. Bu yalnızlığın içinde büsbütün ürk- memek için başka şeyler düşünmeğe — kendini zorladı. Aklına sevgili oğlu Ber- tran'ı getirdi: «O koca Pariste Bertran ne yapıyordu acaba?» Vaktile kim der- di; ki oğlu böyle yükselecek ve herkes İ - ondan bahsedecek diye! Oğlunun adını ilk defa gazetelerde okuduğu vakit göğ- . Mış gibi atmıştı. t —H sü şişmiş ve yüreği yerinden fırlıyacak - 'Hele postahanedeki Bu, kocasının kendi üstüne evlen2ceği B koörkusu, onda sabit bir fikir haline gel- mişti. Her hâdi - sede bunü sezi - yor, her şeyi mut- laka buna atfedi - yordu. Kapıyı var kuvvetile sarsa - rak, olanca avazı ile de haykırmak istemiş, lâkin ' teessürün fazlalı - — ğından cümlei asabiyesi bozulmuş, sesi a * Y kısılmıştı. Yumruklarını tokmak gibi kullanarak kapının kanadını — «güm! — güm'» vurmuştu, Yarım saata yakın, aşağı yukarı bütün gayretini sarfettik- ten sonra bu gürültüyü ancak duyura- — bilmişti. Uyku sersemi yetişen gece nobetçı & sine boş karyolayı göstererek, işaretle, kocasının henüz gelmemiş olduğunu anlatmağa çalıştı. Fakat nafile, herif — onun ne demek istediğini anlamamış, odaya girip alık alık yatağa bakmış, — yastıklarını, çarşaflarını yoklamış, yor- v E Wf — koltuğun üzerinde, N( v - ganı kaldırıp altına bakmış, ve nihayet beyecanı mucip - kendinca - bir vazi- — yet müşahade etmeyince: . — Bon.. bon! Diyerek çıkıp' gitmişti. Bunun üzerine İfakat hanım kendini sofaya atmış, önce vecaı mucip hâdise- den kendini halâs eyledikten sonra da merdivenlere — nâzır bir noktadaki sigaranın — birini söndürüp ötekini yakarak kocasının av- detini beklemeğe koyulmuştu. Neyzen Tevfiğin dehası nüksettikçe yarattığı en güzel beyitlerden biri olan: « Olsa bir çıt, odur gelen sanırım, «Deliyim: her muhâle aldanırım!» Beytinin medlülüne uygun olarak, — zavallı koca karı, otelin azametli boşlu- ğu ve sükünu içinde, en ufak bir çıtır- dıya kulak kabartıyor, Gurabi efendi - — min artık avdet etmekte olduğuna hük- “Son Posta,, nıri Hikâyesi BU L L BERTRAN'IN ANNESİ — SDK DA AUADA BAA . Çeviren * matmazel de koşup gelerek gururla: — Ah, Mantin ana, bu müsabakaya girmesi için onu teşvik edenin ben oldu- ğumu düşündükçe ne kadar seviniyorum. demişti. Gazeteler hep: «Bertran Mantino, sen- dikalar reisi vekâlete gidiyor!» diye ya- zarlarken birdenbire işi tersine çevir - mişlerdi. Daha sonraları: «Grev ve Ber- tran Mantino!» diye ondan bahsetmeğe başlamışlardı. «Grev?» şimdiye kadar hiç te duyma - dığı bir kelime! Bu neydi acaba? Posta- daki matmazel o zaman gene koşüp gel- miş; gözlerinde yaş olduğu halde: . — Nihayet grev ilân edildi; artık kur- tulacağız! demişti. Biliyor musun Man - tin ana, merkeze telefon ettim; hiç ses yok.. Matmazel hem bunları söylüyor ve hem de beresini havaya atarak: «Yaşasın Bertran!» diye bağırıyordu. Oğlu büyük işler yapıyordu, O herkes- ten üstündü. Oğluna Mmektup yollayıp: «Havalar serin gidiyor, yün kaşkolunu bBoynuna sarmadan, yün fanilânı giyme- den sokağa çıkma!» diye bazı şeyler yaz- mak istiyordu amma, mektub gitmiyor- du ki... İşte yatağında, rüzgâr ve çan sesleri içinde bu «grevl» kelimesi karşısında büyüyor büyüyor ve bir heyülâ şeklini alıyordu. Tekrar yatağından kalkti, rüzgâr ve çan seslerine bakmağa gitti. Gene ses, sada yoktu. Bilmiyordu ki hastaydı; ve bu sesler hastalık dolayısıle kulağında çınlıyordu. «Çorbasını içseydi, hiç te bu haller başına gelmiyecekti işte!» Ertesi gün, güneş doğalı epey zaman geçtiği halde Mantin ananın kapısı açıl- mamıştı. Hâlâ postayı alamıyan matma- izel öğleyin koşa koşa geldi: — Ne mektub var ne de telgraf! Muzaf- feriyet! Dayanıyorlar Mantin ana, kaza- nacağız! Senede altmış frank fazla ala - cafız... Fakat bu sözleri söyliyerek odadan İiçe- ri giren matmazel, ihtiyar kadını yatak- ta görünce: — Ne oldu Mantin ana! dedi, Bertranı Faik Bercmen cevab: unuttun mu? M «Hayır, oğlu, içemediği çorba, grev filân hepsi aklındaydı amma, konuşacak hali yoktu.» — Saat kaç matmazel? — Öğlen oldu, hadi davran! Öğlen mi olmuştu? O ise, henüz şafak ağarıyor sanıyordu: t — Zannedersem, ben iyi değilim! diye mırıldandı. Çorbayı içersem iyileşece - ğim galiba, şunu ver bakayım, kızım! Isıtılan çorbadan bir yudum bile içe - memişti. Bu aralık matmazelin eli ihti - yarın eline dokunmuştu: «O, bu el ateş gibi yanıyordu!» Akşama doğru doktoru çağırdılar. Muayeneden sonra doöktor matmazeli bir köşeye çekince Mantin a-| nâ, mühim bir şeylerin geçtiğini anladı. Artık çorbasını unutmuştu. Yalnız fası- lasız olarak evlâdını, Bertranını çağırı - yordu. Matmazel mütemadiyen: — Kederlenme Mantin ana! diyordu. Oğlunu çağırttık, gelecek. Birden öleceğini anladı. Bir papaz ge- tirmelerini söyledi. Papaz gelip gittik - ten sonra ihtiyar gene durmadan Ber - tranı sayıkladı durdu. Her saat başında matmazel, merkezi buluyor, fakat aldığı «Resmi telgraflardan başka telgraf çe- kilmiyor!» dan ibaret oluyordu. Kederden çırpınıyor, telleri kesmek, makineyi yıkmak ve posta binasını yak- mak istiyordu.. * Bertran yetiştiği vakit, Mantin ana, en güzel elbiselerini giymiş, birbirine ka- vuşmuş, ellerinin üstünde bir defne da- lı ve istavroz olduğu halde yepyeni bir tabutun içinde yatıyordu. Ebedi medfe- nine götürülmek üzereydi. Matmazel: — Ne yapayım Bertran? Biliyorsun, ki, ne telgraf çekmek ve ne de mektub yol- lamak imkânı vardı? Elimden geleni yap- tım, Annen son nefesine kadar seni ça- ğırdı. Durmadan istedi, diyordu. Bertran bitik bir halde bir yere yığıl- dı. Fakat birdenbire köylülerin müteces- sis nazarları ve matmazelin greve savur- duğu lânetlerden gerilen sinirlerile otur- SON POSTANIN EDEBİ & _, OMAN v Sümer Bank Umumi Mi durlugunden: Umumi Müdürlük İnşaat servisinde istihdam edilmek üzere imtihanla üç res- sam alınacaktır. İmtihanda muvaffak olanlara ehliyet derecelerine göre 120-150 lira aylık ve ayrıca Ankara pahalılık zammı verilecektir. Almanca bilenler tercih edilir. İmtihan 15 Eylülde Ankarada yapılacaktır. Taliplerin mezkür tarihe kadar iki fotoğraf tahsil ve hizmet vesikalarile birlikte Umumi Müdürlüğümüz Perso- nel Servisine müracaat etmeleri, (8417) — (5945) RADYOLIİN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. İstanbul Sıhhi Müesseseler Arttırma ve Eksıltme Komisyonundan: Gazianteb Trahom mücadelesi için lâzım olan 54 kalem ilâç ve sıhhl malzeme kapalı zarfla eksiltmeye konulmuştur. 1 — Eksiltme 31/8/938 Çarşamba günü saat 15 de Cağaloğlunda Sıhhat ve İçtimat Muavenet Müdürlüğü binasında kurulu komisyonda yapılacaktır. 2 — Muhammen fiat: 5400 liradır. 3 — Muvakkat garanti: 405 liradır. 4 — İstekliler şartnameyi her gün komisyonda görebilirler. 5 — İstekliler cari seneye aid ticaret odası vesikasile 2490 sayılı kanunda ya- zılı belgeler ve bu işe yeter muvakkat garanti makbuz veya banka mektubu ile birlikte teklifi havi zarflarını ihale saatinden bir saat evvel makbuz muka- — bili komisyona vermeleri, — <5478> Sıhhat ve İçtimat Muavenet Vekâletinden * Nevyorkta (The Antidolor Mfg. com İnc.) Fabrikası tarafından yapılmakta olan «WAİTE'S diş macunu» adlı Müstahzara aid 1/96 sayılı Truhsatnamenin altı senedenberi Türkiyeyi terketmiş olan eski mümessil Lüsyen Faraci yedinde kaldığına ve hükmü olmadığına dair mezkür Fabrika Vekilleri tarafından ga- zetelerle y'apılan ilân üzerine kendilerine yeniden 10/74 sayılı ruhsatname veril- diği cihetle Lüsyen Faraci yedinde kaldığı anlaşılan 1/96 sayılı ruhsatnamenin hükmü kalmamış olduğu ilân olunur. duğu yerden kalkarak herkesi kapı dı - şarı etti. Annesinin tabutu önünde diz çö- kerek dişleri kısılmış, avuçları alnında, arkadaşlarına, Parise, dünyaya bütün in- sanlara lânet ederek ağlamağa başladı. Şimdi, matmazelin bir kaç gün evvel gururla andığı enerjik Bertran yerine, o- muzları çökük, annesinin ölümüne ağlı- hissetmeğe - başla - mıştı. Ve göz ka - pakları iyicene kurşunlaşınca artık dayanamamış, git - miş yatmıştı. Gürabi efendi o - daya girdiği zaman karısını henüz uy « |kuda buldu; sevin « di. Kat'iyen gürültü etmemiye dikkat e- derek, usulcacık so- yundu, yatağına gir- di, gözlerini kapa « mediyordu. kuda zahir!, Yavaş yavaş, uy- — Hayır! Yalan kunun — galebesini söylediğine kos ko - caman şahidim de var. — Kim miş 0? , — Gece nöbetçisi. — Nereden şahid oluyormuş? — Berifi ben ça - ğırdım, Geldi de, benimle beraber se- nin yatağını yok » ladı. . Koca karı, Güra- bi efendinin eline, istemeksizin, bir si- dı. Bir kaç dakika sonra o da dalmıştı. : Bu vaziyet böylece ne kadar sürdü? Belki yarım, belki bir saat. Gurabi e- fendi yaman bir sarsintı ile uyandı. Şaşkın şaşkın bakındı. İfakat hanımı Azrail gibi tepesine dikilmiş gördü. En mülâyim bir tarzda: — Hayrola, gülüm? Ne istiyorsun? diye sordu: — Öyle ya? Suçlu olunca bana gü - lüm dersin. — Neye demiyecekmişim? Kırk yıl- lık ehlim değil misin? Gülüm de de,- rim, sünbülüm de!, kayım? Gurabi efendi câli bir hayret göster- di. — Allah kuru iftiradan _ıaklasın! — Sabahlara kadar nerede idin, ba- «— Beni odaya kapadılar üze rime kapıyı kilidlediler!» Hangi sabahlara kadar, nerede kal - mışım ? — Yapmacıklara karnım tok. Ben seni sabah ezanlarına kadar sofalarda, merdiven başlarında bekledim, Kolan- derden sırtıma yel girdi. Kurnaz hırsız ev sahibini bastırmağa uğraşıyordu. — Allah, Allah! Ya sen rüya gördün; yahud ki ben aklımı kaçırdım.. — Benim aklım başımda. Ne dediği- mi biliyorum. — Katiyen! Aldandığın, tamülşuur olmadığın şununla belli ki, ben saat on buçuk sularında güzel güzel gelip yat- tım, — Beh nerede idim? lâh vermiş oluyor - du. İhtiyar tilki ya- tağının içinde doğ - ruldu. Gözlerini büyük büyük yaparak: — Ne? dedi. Sen, yattığın odaya.. harimi ismetine.. geceleyin yabancı erkekler mi kabul ediyorsun? Fakat İfakat hanım, kurnazlık ve şirretlikte ondan baskındı. — Haydi, haydi! dedi; münasebet - sizliğin lüzumu yök, Hemencecik, hin- di gibi kabarma. Beni kabahatli çıka- rıp da kendi kepazeliğini mi örtecek - sin? .— Onu, bunu bilmem. Yabancı heri- fin bu odada gece vakti ne işi var? O- nu söyle, — Ben çağırdım. — Ne diye çağırıyorsun? — Korktum. ee Na hıleyım ben? Dokuzuncn uy- lar kaçırmağa mı geleceklerdi? — Seni bu suratla eyi saatte olsun- yan her hangi bir küçük çocuktan farkı olmıyan bir insan görünüyordu.. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Tehdid mektubları Yazan: Peride Celât — Eyi dedin a? Bu suratımla, elin herifini çağırmaktan çekinmiye lüzum görmedim, — Ne yaptı herif? — Senin, yatağında olmadığını gör- dü. — Cürmümeşhud mu yaptırdın ak- lın sıra? Gelmedimse, gelmedim. Ben erkeğim, senin gibi eksik eteğe hesab vermeğe mecbur değilim. — Yaaa?! — Evet. — Peki, öyle ise. Ben de başımın ça- resine bakarım. — Ne yapabilirsin ki? — Onun orası bana aid. Bugüne büu- gün kadın kısmı da erkek kısmı gibi # | h hi . r KiRa & H kad isd aPf ha H A, B da gz Mt ak —- w ini ... — #4 M 4 m FF LA r * r hürdür. Ben de elbette yapacağımı bi- — lirim, Bak, bundan sonra gör: Kasım - . paşalı İfakat adamın başına ne çorap" lar örermiş! Karısının şirretliği kendince malüm olduğu için Gurabi efendinin bu söz « lerden midesi bulanmamış değildi. Fa- — kat ekini gene de belli etmek istemedi. — Haydi dedi, çekil başımdan! Defol, acuzel!, — BSen acuüzeyi görürsün! — d el Bi MA Ve İfakat hanım, homurdanaraktari — çekildi. —a Vakit öğlenler olmuş, Yasef görün- — memişti. —İşin tuhafı, —Torik ile — Takvor da meydanlarda yoktu. Onlar — da gece otele gelmemişlerdi. Meraktan — çatlamak, Gurabi efendi için işten bile ! değildi. Haydi, diyelim ki yahudi kızın peşi* ne düşmüş onu arıyor, yahud ki çılıııllıı paraları istirdad için karakollarda uğ” raşıyordu. Lâkin ötekiler nerede kay” bolmuşlar, ne cehenneme gitmişlerdi" . ; H (l ? l ( p: pı N İ