B ; KP ASÜPOAN AA KZGUK < a e z a <S K N 16 Ağusto. SON POSTA | Abdülhamid devrinde bir aşk macerası :8 | GÜL K Yazan: A.R. Genç yavei sürgün yollarında Sonra.. Leylânın annesi de, saraydan gelecek olan ağır bir darbeden kurtula- mayacaktı. O da bir hayli tazyıka uğrıya- cak, belki de (karaküşi) bir hüküm iİle, bütün malı, emlâki, serveti müsadere 0- Tunacaktı. İşte, bunları düşünen Zeki bey, Leylâ- yı alıp İstanbuldan kaçmanın, daha bü- Yük bir felâketle neticeleneceğini anla- Tn î Mukadderata tâbi olmaktan başka Çare yok. Diye mırıldanmıştı. Filhakika mukadderat, vermişti. Ve bunun ânüne de, h geçememişti. Hattâ, Sultan Hami dar hürmet ettiği Selim pafa, zevcesini saraya yollamış: — Evlâdım, — tamamile Kendisine, iftira ediliyor. karşı ihanet fikri beslediğine ylsan onu karşımda parçalatırım. Efendimiz, bana merhamet buyursunlar. Bir tek ev- lâdımı, bain hafiyelerin iftiralarına kur- ban etmesinler. Diye, haber göndermişti. ş Abdülhamid ise bütün bunları dinle- dikten şonra: ui — Paşa, müsterih olsun. Ben, Zekiyi kurban etmiyorum. Dedikodular kapan- sın diye, bir müddet İstanbuldan uzaklaş- tırıyorum. Yakında rütbesini terfi eim. rerek İstanbula getirteceğimi vâdediyo- Tum. Diye, cevab vermişti. Duğan Bu tarzda hareket, Abdülhamidin si - yaseti iktızası id. Çünkü —hayatını ve saltanatını tehdid eden bir hâdise karşı- sında, Zeki beyin şübbeli bir şahsiyet ol- bu acı neticeyi| iç kimse ihtiyar masumdur. Efendimiğe kani olsam, reketin tekerrür İ mutlaka bir ibret dersi vermek isterdi. Bu ders, i. Fakat, Yıldız sara- muhitini dolduran renk renk ve çi de, bunun çeşid çeşid insanlardan ziyade, u acısını iki zavalli çekmişti. Bunların biri Leylâ, öteki de Zeki beydi. Ş k Leylâ, bu hâdiseden o kadar müteessir olmuştu ki; Zekinin tevkif edildiğini ha- ağaya giderek ondan mer- | KA aMsaak İAçnişti. Fakat Leyli: — Hayır, anne... ÖO adama, gitme. Saa- | detimizin cellâdı, bu adam olduğuna çok eminim, Senin, bizim için, bu taş yürekli adamın karşısında eğilmene kat'iyen râ- zı değilim. Hem, eğilsen de ne cı_)ıı.r'!.- © hain adam padişaha gidip te, bu iftira- yı kendisinin tertib ettirdiğini itiraf ede- cek değil ya?.. Demişti. j Zeu“!:vn dördüncü ordu gibi ıfuk bir yere sörüldüğünü, Leylâdan — gizle- Mİ:I;»rdı, Padişahın, mahza dedikodula- rın önünü almak için birkaç ay :ı:üdi(;l- le anu Bursaya gönderdiğini söylemiş- lerdi. Leylâ, buna sevinmişti. Kendi kendine bir plân tertib etmişti. Birkaç ay sonra, annesini alarak sessizce Bursaya — gide- cek.. orada, birkaç aile efradı arasında Zeki ile nikâh merasimini icra ettirerek artık Arif ağanın yeğeni tarafından tok- rar edilmesi muhtemel olan izdivaç tek- liflerinin önüne geçecekti. — : Leylâ; bu hayallerle günlerini geçirir- ken, Zeki bey de, Anadolunun bitmez tü- kenmez yollarında, derin bir azab ve 12-| tırab içinde, Erzindan yolculuğuna de- vam ediyordu. | Onu, Ankaraya kadar trenle gütümüş-v derdi. Orada her tarafı kapalı bir araba-| ya bindirmişlerdi. Günlerce süren me- şakkatli bir yolculuktan sonra, Erzinca- na götürerek merkez kumandanlığına teslim etmişlerdi. O sırada (Zeki Paşa), dürdüncü ordu Müşüriyetine henüz tayin edilmişti. Sultan Hamidin en sevgili gözdelerinden olmakla beraber - vicdanlarının hürriye- tini muhafaza eden bazı Abdülhamid bendegâmı gibi - Yıldız sarayının fesad Zeki Paşa: «Geçmiş ve ihanet siyaşetine iştirak etmemişti. Merd bir Insan, iyi bir askerdi. Bilhassa düşkünlere karşı şefkat ve yardım his- lerile mütehassisti, İşte, bu ruhta bir adam olan Zeki Pa- şa, (yaverlikten matrud süvari yüzbaşısı Zeki efendi) nin (mahfuzan) ordu mer- kezine getirilerek merkez kumandanlı- ğında nezaret altına alındığını haber a- hır almaz, derhal onu huzuruna - celbet- miş.. karşısına oturtarak: — Geçmiş olsun, arkadaş... Anlat ba- kâlım, bu iş nasıl oldu?.. Demişti. Zeki bey, içi yana yana meseleyi ba- şından sonuna kadar anlatmıştı. Bilhassa bu iftiranın ne gibi bir sebebden ileri İ naklederken, artık deyanama- geldiğini Mmış; hüngür hüngür ağlamıştı. Zeki Paşa, çok müteessir olmuştu. Bir hayli tesellide bulunmuştu. Kendisıne, ne gibi yardımda bulunabileceğini — sor- muştu. Yardım mı?.. Zeki, maddi hiçbir yardıma muhtaç değildi. Onun tek bir düşüncesi varsa, o da sevgili (Leylâ) sı Ankara borsası Açılış- kapanış fiatları 15-8- 938 ÇEKLER Kapvuş 617 620 126,6628 — 127,2316 3,465 6,6625 6,695 14,97 29, 1325 69,04. 69.3575 80,7875 — GLO3 21,3025 — Z1,116 1,138 2, 135 1.83225 153 4,335 4-356 617 6,20 B v0 23.62 H.68 B1 80 0,5275 0,9826 23425 X5D/B ) 36 195 $1.81 51,968 43 4725 Bomontl - Nektar Azlan çimento Merkez Bankası İş Bankası “Telefon İtlihat ve Değiz. olsun evlâd!» dedi. idi. Leylâdan mahrum kaldıktan sonra ar- tık hayat, hayatın bütün yardımları 0- nun nazarında bir hiçten ibaretti. Fakat Leylâ meselesi o kadar çetin bir iş idi ki; o kadar insani hislerle mütehas- sis olmasına rağmen bu tehlikeli mevzu karşısında müşür Zeki Paşa bile bir müd- det süküt etmiş: — Sabret arkadaş. Allah, büyüktür... Bilinmez.. günün birinde Cenabıhak, e- fendimizin kalbine bir merhamet ihsan buyurur. Affolunursun, İstanbula döner- sin, İnşallah, mes'ud olursun. Diye, teselli vermekten ileri geçeme- mişti. Çünkü, bu çetrefil işin içine, (tü- fekçi Arif ağa) karışıyordu, Müşür Zeki Paşa ise, Arif ağanın Abdülhamid nez- dindeki mevklinin ehemmiyetini biliyor- dü. Arif ağayı gücendirmek işine gele- mezdi. Şayet böyle bir harekette bulu- nursa, sarayda derhal aleyhinde bir mu- nevra çevirirler, Kendisini, ordu müşü- riyetinden sırlüstü yere deviriverirlerdi. (Arkası var) Bir doktorun günlük / notlarından Deniz banyosunu Yapacak ve yapamıyacak Çocuklar İki yaşından aşağı olan çocuklar tom- bul ve sağlam bile olsalar deniz kena - rında denize girerek banyo yapmamalı. Bu gibi çocuklara deniz banyosu lâzım geliyorsa deniz suyu anlıp güneşte İyice 1-2 saat ısıttıktan sonra evde yapmalı * dır. Clğer vetemi, karın veremi, böbrek hastalığı, müzmin barsak hastalığı, kalb hastalığı olan çacuklar ve bir de çok za- yıf olan çocuklar, denise KİNĞİĞİ zaman çok Üşüyen çocuklar deniz banyosu yap- mamalıdır. Bunların. harisinde her ço - cuk deniz banyosu yapabilir. İSTANBUL Ticaret ve Ehirn Borsası 15/8/938 Yulâr Kuşyemi çuvallı Kuşyemi dökme Yapak kızl Peynir beyaz BERAanURAAANA $ darağacı altındı g Niğı;o tahrirat kaleminde başlayıp İstanbulda memuriyet hayatı: 66 Devlet kapısında elli yıl Yazan: Eski Dahiliye Nazırı veeski meb'üs Ebubekir Hâz. ' Birdenbire vapurun pervanesi durdu, makinelerin sesleri kesildi. Kaptanın korkunç horultusundan başka herşey sustu. Bir iki dakika sonra da güvertede ayak Pervane vesairenin — mutlarid ve muhtelif gürültülerine galebe eden bir horultuyu duya duya uyumak müm - kün değildi. Birdenbire vapurun pervanesi dur - du. Makinelerin sesleri kesildi, kapla- nn korkunç harharasından başka her şey sustu Fakat bir iki dakika sonra güvertede ayak " sesleri, gürültüler başladı. Bir kibrit yakarak saate bak - tım, Sinobdan kalkalı beş buçuk saat olmuştu. Saatte altı yedi mil alan bu yorgun Aslanın İneboluya — geldiğini zannetmeğe — mahal — yoktu. — Va- purda ikinci bir sakatlık — vukıfâ gel - diğini sanarak paltomu giydim, güver- teye çıktım, İkinci kamara yolcuları yarı çıplak bir halde korku ve telâşla yukarı $- kıyorlardı. Duruşumuzun — sebebini yolculardan birine sordum: — Hamdolsun vapurda bir sakatlık yok, dedi. Fakat Sinobdan kalkalı beş buçuk saat olmuş. Vapurun rotasına nazaran bilmem nerede bulunmaklı - Bimız iktiza ederken orada bulunmu - yormuşuz. Birinci ve ikinci kaptan or- tada yoklar; olsalar da sarhoşturlar. Hava bulutlu, yazıcı mevki tayin ede- memiş acaba karaya mı düşüyoruz, di- ye vapuru durdurmuş! Yazıcımın yanına gittim, Filhakika «Sinobdan kalkalı beş buçuk saat oldu» diyerek ona göre hesab yapıyordu. — BSinobdan biraz uzaklaşınca, va - purdaki ârızanın düzeltilmesi için bir saatten ziyade durmuştuk. Bunu da hesaba katıyor musunuz? Yazıcı: — Hay Allah cezasını versin, ceva - bını verdi. Öyle ya, bir buçuk — saat indirmek lâzım! Anlaşılan yazıcı da sarhoştu. Nihayet Aslana daha hızlı gitmesi emri verildi. Bundan sonra uyumak mümkün olmıyacağından giyindim, - kinci kamara salonuna gittim. Orada yedi sekiz yolcu vardı. Onlar, (Aslan) ile (Şark) adlı diğer bir vapurda her zaman vukuuna şahid oldukları bu gi- bi hâdiseleri anlattılar. İneboluya çıkarken birinci kaptanı bulup veda etmek ve biraz da utandır- mak niyetile geceki hâdiseden bahset- tim Mübarek hiç tavrını bozmadı: — Böyle şeyler, dedi, karada da, de- nizde de olağandır! Selâmetle geldik ya, sep ona bak! —H İZMİR İki memleket arasında kırk sene evvelki fark - Kör Mehmedin telgrafı İkinci Abdülhamid devrinde ittihaz olunan usuüle göre ecnebi memleketler- den gelen kitablar gümrük ve posta- Lneden mahalli hükümetlerine gönde - rilerek tedkik ile memleketimize gir - mesinde mahzur olmadığı resmen bil- dirilmedikce sahiblerine verilmezdi. Bu usul yüzünden, kimbilir hangi meraklı bir zatın itina ile intihab ede- rek topladığı dört beş yüz cild Fransız- ca kitabların tedkik olunmak üzere ye- di sekiz sandık içinde gümrük ambar- larında ve hükümet konakları koridor- larında senelerce nasıl çürüdüklerini sırası gelince hikâye edeceğim. İzmirde bulunduğum esnada (1892) Londradan İzmirdeki bir kitabcıya gönderilen İngilizce kitablardan bir, (umuru ecnebiye) müdürünün müta- leası Üüzerine vilâyetce mahzurlu gö - rülerek geldiği yere iade ettirilmişti. İngilizce bilmediğim için kitabın ve müuharririnin isimlerini unuttum, fa- |kat çok enteresan olan mevzuunu bu |kadar yıldan beri unutmadım. Çünkü umutulması mümkün olmuyan bir hâ- disedir. İngiliz muharrirlerinden biri, İngilizlerin bir ilâhe gibi sevdikleri ve öylece hürmet ettikleri kraliçe Viktor- —Öİ—rierirakaneee Dü nn z künkarena S — — D ea egi aai eei d el DeD AAA AAA eee manarr eee ea lönüeiğü sesleri duyuldu yaâa (o zaman sağ idi) aleyhinde gene bir İngiliz gazetesile pek şiddetli neş- riyatta bulunmuştu. Hükümetce gös - terilen lüzum üzerine Londrada aleni surette muhakeme edilen suçlu mu « harrir beraet etmişti. Mahkemenin a- daletinden istifade eden muharrir süç sayılan makalelerile muhakemenin taf- silâtını ve beraet hükmünü birleştire « rek bir kitab halinde ve gene Londrada baslırarak neşretmişti. İşte, bizim hükümetin mahzurlü gö- rerek memlekete girmesine müsaade etmediği muzır kitab bu idi. Umuru ecnebiye müdürü Armanak efendi şu iki mahzuru görmüştü. | — Tebaasından fani bir mahlük, matbuu olan hükümdar aleyhindeki fikirlerini neşretmeğe nasıl cür'et ede- bilir? 2 — Bu cür'et bizim muharrirleri « mize de örnek olabilir! Müdür bu kitabm memleketimize girmesine göz yumarsa vay halinel Çünkü derhal Yıldız sarayına bir jur « nal uçar, kendisi azlolunurdu. İngiliz muharririnin makaleleri ga- zetede ancak bir iki gün yaşıyacak iken kitab halinde kütüphanelere girerek sonsuz bir hayata mazhar olmuşlardır. O devirlerde şu iki memlekette yaşı - yan insanların hürriyet ve mukadde- ratı arasındak| başdöndürücü farktan pek ziyade mahzun olmuştum, Bu ki « tabın girmesine umuru ecnebiye mü « dürünün dermeyan ettiği mülâhaza ü- zerine müsaade etmiyen vali Abdur - rahman paşa idi. Müşarülileyh, bir çok meziyetlerine, alehusus medeni cesaretine rağmen bazı ahvalde pek. vesveseli hareket e- derdi. Günün birinde İstanbulda Yeni- cami merkezinden kendisine çekilmiş olan aynen şu telgrafı aldı: «Kısraklar kuskun taktırmazlar, takılırsa çifte atarlar. Ferman. İmza: Kör Mehmed Bu tuhaf telgraf paşayı büyük bir telâşa düşürdü. Çünkü, tel yazısına, vesvese ile türlü türlü mânalar verdi, Çok sıkıldı. Nihayet dahiliye ve zaptiye nezâretlerine «müstacel» işaretli tel - graflar çekti, Kör Mehmedin derdesti- le bu telgrafla ne demek istediğinin tahkikini ve neticenin bildirilmesini rica etti. Meğer paşa, İstanbuldaki vekilhar - cına bir çift araba beygiri satın alarak ilk vapurla İzmire göndermesini em- retmiş imiş! Bu ısmarlamadan haberim olsaydı, Kör Mehmedin telgraf muam« masını çözmek, belki mümkün olurdu. Kör Mehmed at tellâllarından imiş. Ve- kilharç, onun gösterdiği baygirleri ab mamış, başka bir tellâlın getirdiği iki kısrağı tercih etmiş. Buna kızan Kör Mehmed de, paşaya bu — kasrakların ayıplarını haber veriyormuş! Fakat, umuru ecnebiye müdürü, yu- karıda mevzuubahsolan İngilizce ki « tab hakkında mütalaa beyan ile dikkar ti celp, vesveseyi tahrik — etmiş olsa, aşa: d Nemize lâzım, bir İngiliz kendi hükümdarı aleyhine yazı yazmış, ve- rildiği mahkemede beraet etmiş, ayni memlekette o yazılar kitab çeklinde bastırılmış, diyerek, kitabın memleke- te girmesini de menetmezdi! -- Sivrihisar kaymakamı ve makamile marifetleri - Marangoz bir kadı zmir mektubcu kalemi mümeyyizi iken (1892) aşar müzayede Ve ihalesi memuriyetile Sivrihisara (”) gitmiş « B (Arkası var) üeüi (*) Bu kazanın İsmi ötedenberi «Sivrihi« sarıdır. Eskişehir dahilindeki bir «Sivrihisars daha bulunduğu İçin postanelerce yanlışlığa mahal kalmamak üzere, mektub earflari üzerine, İzmir vilâyetindeki — <Sivrihisarem *Sıfrihisar» şeklinde yazılması 6 şenelerde kararlaştırılmıştı. İzmir ve mahalli abhalisi, buraya hâlâ «Sivrihisar» derler. Buna rağ« men, bir çok yerlerde Seferihisar şeklinde yazılmasının sebebini keşfedemiyorum.