6 Ağustos amunam$ HAFTA MÜSAHABELERİ ( XŞ Vt cereoscanenecERE, vvelâ, şu fransizca «Klüsik> ke- E limesinin . Pransızlar nezdindeki Manasını onların Jügatlarına bakarak buraya yazalım: «Sınıflara aid olan, sınıflarda Ve mek- teblerde kullanılan şey; möekteblerde öğ renilen şey; bir mevzuda otorife teşkil eden bir eser veya muharrir; Üslübunun | * ve zevkinin temizliği ile kendi cinsinde bir nümune haline gelen bır muharrir veya kitab; zevkte ve temizlikte büyük bir kemale erişmiş bir dil, bir san'at ya- hud bir eser; Bilhassa, romantik'in mukabili olarak, eski Yunan ve Romayı taklid esasına is- tinad eden edebiyat; Kaideye uygun şey; mensub - oldüğü san'at kaidelerine sarfi harfine riayet e- den adam; ahlâk ve âdâta girmiş, kabul edilmiş şey; mutlak surette muntaram Fğüıü muharrir veya artistlerin siste- ani; talebelerin eline tercüme, izah veya tedkik için verilen eski veya yeni kitab ve muharrir; cihanşümul surette tukdir edilen eserleri kendi cinslerinde otorite teşkil eden muharrir veya artist; eskile- vi taklid tarafjdarı» Kelimenin manasını böyle uzun uzun yazmamın sebebi var, Biz şöyle böyle ku- lağımıza çarpan bazı fikir ve mefhumla- rı kâfi derecede derinleştirmeden — indi bir mana ve tefsir ile kendimize mal et- mek ve sonra gelişi güzel kullanmak meyline pek mağlübuz. Meselâ, başka bir milletin tarihine, sosyal inkılâbına baka» rak, âyni hâdiselerin bizde de cereyan etmesine intizar ederiz. Avrupada bir klâsik edebiyat, bir rönesans olduğunu işiterek bizde de klâsik muharrirler ara- bir rönesasns yapmıya neves ederiz. Bir «Folklör» sözü işitir, bunu «Halk ede- biyatı» diye tercüme eder ve sonra Ünk- versite fakültelerinden biri namma bir gece tertib ederek orada isimleri, cisim- leri malüm şairlerin eserlerini o)ıur_.îz. Gülünç olmaktan korkalım. _Sı.hhe hükmetin başlangıcı olduğunu S0 yler - ler. İlk şübheyi de kendi bilgilerimize tavsiye edeyim, Klâzik kelime: telif manalar içinde çoğü ' dar etmez. Bunun edebiyalla asıl şayi 0- lan medlülü eski Yunan ve Roma ed.ebı- Yatı ve anları takliden bazi memleketler- de vücud bulmuş bir edebi hareketten - barettir. ar mi, O- Türk edebiyatında klâsikler vür Tib Tabilir :ıîf ğuim klâsiklerimiz yox:u__r dersek, sanki bundan milli ı:zc’.l nefsi- mize bir halel gelecekmiş gibi, Türk edî biyatında <Klâsik» “aramıya — kalkışmi ” ve klâsik icad etmek sadece bir çocukluk- tur. Ş j Bizi bu hataya sevkeden ŞeY kelimenin muhtelif manalarını hırhinne' karışlıdr- mak gafleti olabilir. Eski edıî'bıyalımızı: «Otorite» addettiğimiz şairleri, bu şairle- tin kendi cinslerinde kemal mertebesi- ni bulmuş eserlerini «Klâsik» addetmek doğru olabilir. Fakat bu, «Bizde klâsikler vardır» demeğe bizi sevkedemez. Çunl_ilü iki şey birbirinin ayni değildir. Her mi” let kendi edebi mazisinde mukcmmı:l telükki ettiği güzel eserlere m'ıılik olabi- Ür. Bunlara bir manaca «Klâsik> demek kabil olsa da ayni kelimenin başka ma:" sına atlıyarak: «Bizim de klıslklerıf.ııı vardır» hükmünü bir kelime Oyunu ile kendimizi ve herkesi aldatmi- Ya kalkmaktan başka bir mana ifade et- Mez, Klâsik edebiyat eski Yun. debiyatıdır; wy:" bunun Avrupada da bir aralık taklidleri olmuştur. Bu klâsik €debiyatın, kendisine bâs vasıfları var- dır ki, Avrupa muharrirleri bu vasıfla- ı başlıca şöyle sayıyorlar: Esaş ile şekil arasında âhenk; muhay- rız, sinin haiz olduğu muh- bizi hiç alâka- an ve Roma e- Vele ile akıl arasında Mmüvarene; Ö "gBİZDE KLÂSİKLİK ( -İl VE RÖNESANS YAZAN Hüseyin Cahid Yalçın mütenasibliğe, zevki selime riayet; doğ- rüya ve iyiye hürmet. | Bu babdaki tahlilleri münakaşa ve mütaleaları tekrar etmek istemeyiz. Çün- kü bugün bizi alâkadar edecek nokta bu değildir. Pek esassız bir taklidciliğe ka- pılarak, edebiyatımızda klâsiklerden bah- setmenin manasızlığını anlamak için de verdiğimiz kısa izahat kâfidir. Bizde bir «Rönesans» tan bahsetmek ayni mahiyette bir hata ve galettir. Ke - limenin lügat manası tekrar doğma, ye- nilenmedir. Fakat ıstılah teşkil eden bu kelimenin ifade ettiği mana on beşinci ve on altıncı asırlarda vücude gelen fikri, edebi ve bedil bir harekettir. Bu hareket te eski Yunan tefekkür - ve felsefesinin taklidi üzerine ibtina ediyordu. Ör - ta çağlarda insanların maneviyatı üze - rinde hristiyanlığın dar ve karanlık ta- assubu, dünya hakkındaki uhrevi telâk- kisi hâkimdi. Fill, tecessüs, terakki bir ta- rafa atılmıştı. Fakat beşeriyet bu karanlık hayattan nihayet nura kavuştu. Çünkü Yunan te - !ckk;irüne ve felsefesine avdet etti. İşte ondan sonradır ki insanlar için hür düşünme hareketi başlamış ve bu hareket o tarihtenberi devam ederek bugün retlerle telâkki ettiğimiz muvaffakiyet - leri bize vermiştir. Rönesansı Avrupa |mütefekkirleri dini ve siyasi bir hareket diye kabul etmiyorlar; bunu bir haleti ruhiye addediyorlar. Bizde rönesanstan bahsetmeğe — nasıl imkân olabilir? Rönesans ıstılahile anla- şılan mana Yunan felselesini ve tarzı te- fekkürünü İhyadan ibaret olunca bir Türk dünyasında bir rönesans beklemek yağ - mur duasına çıkmak kadar gülünç ve ma- nasız olur. Bugünkü Avrupanın asıl kaynağı Yu- nan tefekkürüdür. Buna hristiyanlık un- suru da inzimam etmiştir. Biz bu hare - ketton uzak kaldik ve buna ancak cum - huriyet inkılâbile iştirak ediyoruz. Röne- gans hareketi, yani eski bir şeyin tekrar doğması ve yenilenmesi hareketi bizim <eskimiz» olmıyacaktır. Çünkü rönesans | deniten şey bu değildir. . Yalnız Avrupa için on beşinci ve ön al- tıncı asırlarda fikri ve manevi bir inkılâb başlangıcı teşkil etmiş olan rönesans ha - leti zihniyesi bizde, uzaktan bir müşabe - het halinde, bugünkü vaziyetimizde an - cak bugün tahakkuk etmiş bulunuyor. Bu da dünva işlerinde artık tamamen hür ve serbest bir sürette düşünmeğe hareket etmeğe başlamış olmamızdır. Bu manaca, rönesans mefhumuna bir dereceye kadar temas etmiş sayılabiliriz. Fakat biz es » kiden mevcuüd olan bir şeyi tekrar dirilt» miş değiliz. Eskilerimizi rahat bırakalım. Onları zamanları, muhitleri içinde tedkik we takdir edelim. Tekrar diriltmiye çalış- özlerimiz arkaya değil, is - etmek lâzımdır. Hüseyin Cahid Yalçın mıyalım. G tikbale teveccüh Madeni san'atkârlar muamele vergisi hakkında müracaatta bulundular Madeni san'atkârlar cemiyeti, muame- İ le vergisinin tatbikatında uğratılan müş- külâttan bahsederek Ticaret Odasına, Nafıa Vekâletine ve defterdarlığa müra- çaat etmiştir. Bu müracaatta demirci, tornacı, tesviyeci, bakırcı, dökmeci, mo- törcü, makine tamircisi, karyolacı, tera- zi keser, rende, destere, muslukçu, ka- (zancı gibi küçük esnaftan hangisinin defter tutacağı, hangisinin defter — tut- belli olmadığı ve bu esnaftan birçoğu okumak, yazmak bilmediği zik- redilmiştir. Ayni zamanda esnafın def- ter tutamadığı gibi defterini tutturacağı kâtibe para verecek iktidarı da olmadığı bildirilmiştir. Bu esnaf elektrik idaresi- ne müracaat ederek makinelerini söktür. mekte olduklarından buna bir çare bu- lunması istenmektedir. mıyacağı 5 - SBON POSTA Dikkatli misiniz?.. O helde bu resme bir dakika bakınız, Sonra kapayarak #şağıda - ki suallere cevab veriniz: 1 — Resimde kaç araba görülüyor?. 2 — Ne olduklarını sayabilir. misiniz? 9 — Nerede duruyorlar? 4 — Atlı arabanın arabacısı nerededir? 5 — Atları durdurmağa çalışan — kimseyi görüyor musunuz? DÜNün, BUGÜNÜn ve © — Ortada zarar ve hasara — benser bir| 11 — Resimde kaç tane hayyan vardır? şey var miı? 'T — Varsa nerededir ve nasil bir hasar - dır. bu? # — Baat kaçtır? 9 — Ortada satıcıya benzer birisini görü- yor Musunuz? 10 — Bisikletteki adamın başına — giydiği nedir? 12 — Yolda bazı şeyler görülüyor mu? 13 — Bir evin alt katı, ana caddeden aşas dıda mı, yukarda mi ve neyle ayrılı maüş, Çevrilmiştir? 144 — Demir parmaklıkların yanında kim « se var mı? 15 — RByin alt katında kim vardır? 16 — Resimde kaç tane çocuk — arabasi YARINIn tarihir 15 AVRUPANIN ALTINDAKİ ATEŞ İspanyada ihtilâl nasıl çıktı, nasıl genişledi, Avrupaya yet tehlikesini nasıl doğurdu, bugünkü vaziyet nasıldır, yarın nasıl olması beklenebilir? Yazan : A TARRUROA ” SLSRE F_z:% KNT Nİ 8 Ç y arm dt rş Emrys Jones - Çeviren; İbrahim Hoyi Ispanyadaki dahilt harbden feci bir sahne: Tayyare İspanya — fırtınasının ilk şimşeği 12 temmuz 1938 da çaktı. En meşhur anti - faşist liderlerinden genç mülâzim Kas - tillo öldürülmüş, ve vak'adan altı saât geçmeden de Sotelo katledilerek intikamı alınmıştı. İkisinin ölümü, her iki taraf için de si- Jâha sarılmak işareti oldu. Sotelanun Kastilloyu öldürmek emrini verdiği iddia edildi. İkisi de ayni günde Madridde gömüldüler, Ortalıkta bir sü - künet vardı. Hani fırtınadan evvel hava durulur, İşte onun gibi bir sükünet bü - tün Madridi kaplamıştı. Ve 17 temmuzda fırtına koptu, şimşekler çaktı, gökler Bgü- rüldedi. Geutada, Melillada İspanya Fa- sile, Kanarya adalarında ihtilâller beş gösterdi. İhtilâlin elebaşıları 8 generaldi. Bun - lardan biri de Franko idi. Kurulan plân şu idi: İspanyanın mühim şehirlerinde birbiri arkasınca ihtilâl çıkarılacaktı. Fa- kat ihtilâllerin günü gününe yapılama - ması, vaktinde hazırlanmaması, gevşek hükümete zaman kazandırdı, davrana - bilmek, harekete geçmek fırsatını verdi, Harici dünyanın, âdeta hiç ismini işit- mediği Franko, İspanyada epeyce meş - hurdu. Zira, 45 yaşında olmasına rağmen İspanya ordusunun generallerinden idi. .Bu mevkie de 82 yaşında erişmiş bulu - nuyordu. Kumandanlık şöhretini de Fastaki ec- nebi lejiyonerlerini ldaredeki maharetine medyundu. Ayrıca 1934 de Asturia ma - dencilerini tenkil ederek bu şöhretimi bir kat daha arttırmış bu yüzden de (kasab) Ünvanını almıştı. Halk cephesi hükümeti, bunu fırsat bi- lerek 1936 şubatında kendisini harbiye nazırlığından atarak, bir nevi sürgün yeri demek olan Kanarya adalarına gönder - misşti. hücuünu Lâkin hazırlanan ihtilâi plânmida, Pran — koya Fası idare etmek düşüyordu. Ve fırtına kopar kopmaz da, Franko bir taye , yareye atlıyarak kendi mıntakasına va - Tiverdi, * İlk Ihtilâi, isyan haberleri Madride ye«. tişince, hükümet ilk önce ehemmiyet vera medi. Bunları âdeta nikbinlikle karşılas dı. Fakat sanraları ayakları suya erereli ürktü. Madrid ve Barselonadaki ihtilâlci. ler, bir kaç gün içinde mağlüb edilmiş, sindirilmişlerdi. Esasen Madridde öyle bir muharebe olmamıştı. Barselonada işler daha heyecan verici idi. Zira orada 19 temmuz gecesi hükü « met taraftarları kaldırım taşlarını sökes rek istihkâmlar vücude getirmişlerdi. Ertesi gün hükümet, radyo ile bir u « mumi terhis ilân etti ve yüzlerce asker yerlerini değiştirdiler, hükümet ilk de« (Devamı 10 ncu sayfada)