nüşte sizin gibi, benim gibi ve herkes gibi etten ve kemikten halkedil - miş bir insan olmakla beraber çehresin- deki hatların hususi: Alnı, yaradılı göze çarptırıyordu. Kalemi kuvvetli olduğu kadar kendisi de yüksek bir bestekârdı. 'Türk musikisi nda en büyük feyiz ve ondan almıştı. Şarkıları dillerde destan halinde dolaşıyordu; 'o kadar ki her ağız, bir pamuk parçası; ve onun her nağmesi, bu pamuk parçası üstüne düşerek onu sanki birden ateşleyip parlatan bir kıvıl- onun müstesnalığı sön asr cımdı. Ondaki musiki istidadı, daha ilk mek - tebde filizlerini vermeğe başlamıştı. Bu istidad, bir baba mirası idi Babası Hayrullah di de, sayılı musiki üstadlarındandı. Hayrullah Efendi, Babıâlide Âmedi ka- lemi hülefasındandı, O da, musiki ve şiir istidadı kadar hüsnü hattile —meşhurdu. F lerin bir sürü takallübat geçirmesi Nah Efendi ne ini, ne de lul h renkli stanbo- glâse kundura ve lustrin kaloşu- ketmemişti. Akşamları efendinin çekiştirmek mutadı idi. İç- fazla içki sofrasına meraklı oldu- ğu için rakı sürahisinden kadehine, me- ze tabaklarından tuzluk ve biberliğine ka- dar her şeyi bizzat kendisi almıştı. Bu tibarla nadide kesme billür kadehi için - deki içki. onun sofrasındaki gümüş tep- si üstünde şeklini değiştirir, acı bir meş- rub olmaktan çıkarak lâmba ziyasının akislerile mâyi haline gelmiş bir yudum pırlanta hissini verirdi. Hayrullah Efendi, üstünü soyunup beyaz patiska entarisini giydikten, başı- na beyaz takkesini geçirip, ayaklarına meri terliklerini taktıktan sonra oda- sının köşe penceresirdeki makada oturur- du, bir iki kadehten sonra eğer neş'eli ise hafif bir sgesle şarkılarını bestelerdi. İşte Necmi bey, bu dekor içinde hayata gözlerini açmış, bu dekor içinde gençli - ğini idrak etmişti. Babasına kargı taab - büd derecesinde bir hürmeti vardı. Be - yaz bir sakalım ve gür bıyıkların çerçe- devrinin azizi'e çühasın lini ( nu bir kider fesini ve ş dan dikil urada bekleye dur da, va- rıp babalığa fis geçeyim. Elinin altın- | daki bu., mal.. e- yi demek ? — Kiyağın . ki- yağıdır! — Hay koca kodoş seni! Bizim moruğun dişi pek| kesmez ama, bel- ki ağzına değişik aş değerse iştahı açılır da geveler.. Söylene söylene, merdiveni çıktı. Minderin üzerinde sabah kahvesini i- çen Gurabi Efendi yalnızdı. Torik, ya- nına kadar sokuldu: — Bey baba! Aşağıda bir dasnihink var, seni görmek istiyor. — Kim var, dedin? ya, sen bizim dilden çak- Açık söyleyim de anla bârim. âl gelmiş.. muhabbet tellâl linin altında kiyak bir mal varmış.. — Hesnâ.. râna mı? — Ben adını nereden bi bacığım? — Peki ama.. validen burada.. Senin nene lâzım? Gönlün varsa, bu işe aklın yatiyorsa, şimdicenek he- rifle burada sözleşir, sonram icabına bakarsın, — Âdem bekliyor mu? — Fermada.. - Orası da neresi? —0! aman, bey baba! Senin de am- ma kit anlayışın var!. Sakalını değir- mende mi ağarttın? — Neyleyim nurudidem? - Biz sizin gibi moderen tahsil görmedik ki. Ara- bi ve farisi ile, ömrümüz hebaen man- süra oldu gitti. — Sen şimdi kebapçı Mansuru bir tarafa bırak. Dasnihingi buraya geti- rzeyim mi? — O da kim? — İşte, aşağıdaki kodoş. — Bilmem ki. Hanım annen pirele- nir.. dinler.. farkında olur i!|bi ! geniş ve açık| | lâhüti bir sada ve nağme membaı idi. Ba- zan Hayrullah Efendi: - Haydi, Necmi!,. derdi. Yoni bestele- diğim şu şarkıyı seninle beraber geçelim. Ve tempo tutup ellerini dizlerine vüra- rak: «Hicran ile, hüsran ile, alâm ile ömrüm Bir kapkara rüya, kara sevda gibi geç- til..» * | “Umumi harb başladığı zaman ahzı aş- ker şubesi sıhhiye heyeti Necminin ciğer- lerini zayıf bulduğu için kendisini askere vatanına da harikulade bir rabıta ile bağ- h idi. Harbin imtidadınca Türk arazisin- de her işgal ve istilâya uğriyan parça » nun san'atkâr ruhundâa yeni bir ızttraba makes oldu. Büyük şair Mehmed Akifin — Bir bahane uy- dur, evden - sepetle, Dur, önce ben herifi almağa Bideyim. Sen o vakte kadar bir dübara icad et. Torik Necmi mer- divenleri indi; taşlı- ği boyladı. Takvor tulumbanın başında dikilmiş, el'an bek- liyordu. Yukarı çık- mak iznini Toriğin dudaklarından istib- Şar etmek intizarın- da oladursun, Gura- efendi karısına seslendi: — Yahu! İfakat hanım ka- pıniın eşiğinde gö- ründü — Buyur! — Seni İnadiyeye kadar gönderece- ğim. Zahmet olacak ama., — İradiyede ne işim var, benim? — Câbir beylere kadar gideceksin, — A, ah.. gitmem, — Sebeb? — Karisile dargınım. — Lâhavle velâ kuvvete - illâbillâh!. Ne oldu gene? Ne vakittenberidir dar- ginsınız? — Tâ geçen aralık aylarındanberi. Sandıkcının Huriye hanıma benim hak- kımda bir demediğini bırakmamış, Ben de o gün bugündür, selâmı sabahı kes- tim, — Gördünmü bir kere? Halbuki be- Jalmadı. Halbuki san'atına olduğu lıdlı" «Çanakkale» için» yazmış olduğu büyük şaheseri okuduğu akşam, bütün gece hiç- kıra hıçkıra ağladı. Teessürü o kadar faz- la idi ki, bütün uğraşmalarına rağmen onu bestelemek istediği halde muvaffak olamadı. Çünkü mevzuun azameti, şiirin dâhiyane ifadesi önünde san'atının ibda kudretine rağmen kendisinde bir acz ha- li duyuyordu. — Kabil değil, kabil değil... Bu, bes- telenemez.. Buna imkân yok... diyordu. Hali ve vakti yerinde olmasına, baba- sı Hayrullah Efendiden iyi ve bol bır mi tas tevarüs etmesine rağmen harbin im- tidadınca ailece çok sıkıntı çektiler. O zaman oğlu Nezir, henöz 11 yaşında idi. Memleket, en heyecanlı günlerini yaşı- yordu. Neredeyse mütareke olmak üzere idi, vinde harlef âlemle olan rabıta- SON EDER OMANI nim Câbir beye söyletecek şeylerim vardı. — Ne yapayım? Kendin git. Panga- notların üstünde ne kadar kuluçkaya yatsan üretemezsin, korkma, — Saçmalıyorsun. Benim romatiz- madan, kımıldanacak halim mi var? — Necmi daha burada.. onu gönder. Bu tedbirin cılk çıktığını anlıyan Gu- rabi efendi, ısrardan vazgeçti. — Bari, başını ört de, çık, bana bir tütün al! dedi. Ve arkasından, ilâve etti — Yalnız karşıki çolak tütüncüden alma, onun paketleri küflü çıkıyor, kö- ge başına, aceme kaddt in. E mi? İtakat hanım, «Peki'» dedi; çivide 8- sılı yeldirmesini giyerken, Torik de: STANIN N Yazan: Salâhaddin Enis | larını kesmiş ve kendi san'at ve musiki flemine boğulmuş bulunmakla beraber vaziyetten haber alıyordu, Bir gün oğlu Nezir, ona fena bir hüber verdi: İstanbula ecnebl askerler girmişti. Bu haber önünde Necmi Bey bir lâhza durakladı. Ve sonra gözleri dolu dolu ol- du. Nezirin kumral saçlı başını göğsüne dayıyarak: — Oğlum!.. Bu, çok acı şey... dedi. İs- tilâ.. düşman istilâsı... Bu, benim ha - atımda en korktuğum şeydi. İstilânın ne acı bir şey olduğunu çocukluğumdanbe- ri kaç kereler duydum ve kaç kereler muhacir kafilelerinin bü sokaklardan ha-| zin ve perişan geçişlerini gözlerimle gör- düm. Fakat istilâ... Düşman istilâsı... Bu- güne kadar bunu bizzat görmemiştim. Diyerek, Takvor önde, kendisi arka- da, paldır. küldür yukarı çıktılar, Ö- nünden geçerler- ken, İfakat hanım, ermeniyi — dikkatle baştan aşağı süzdü ve o zaman kendisi- nin kasden uzaklaş- tırılmak - İstendiğini anlar gibi oldu. Fa- kat gene de, hiç se- sini çıkarmayıp, çık- tı, gitti.. Gurabi efendi, o- turduğu yerden asla kımıldamak- sızaın, eski usulde, s. nek kovar gibi enti- püften bir temenna ile Takvoru selâm- ladı: — Gel bakalım, çelebi! Kurnaz simsar, seri bir nazarla hem karşısındaki adamı, hem de onun için- de bulunduğu dekoru şöylecene bir keş- fettikten sonra, mizaca göre şerbet ve- rerek, ayni eski usul temenna ile mu- kabelede bulundu. Torik Necmi kapının yanındaki kon- solun hizasında, ayakta durmuş, cere- yan edecek muhavereye kulak kesil- mişti. Tarafeynden hiçbiri fethi kelâma ce- saret edemediğinden, Ermeniyi dürte- rek teşvik eden o oldu. — Hayd; bakalım sinyor meyancı!. Ne imiş o, elinin altındaki? Bey babaya Meğer kaderimde bunü da görmek var- miş oğlum! Oğlunun bu haberi verdiği günden son- ra haftalar geçtiği halde Neemi Bey, s0- kağa çıkmaktan çekindi. Hattâ günlerce odasının caddeye bakan penceresinin per delerini kapıyarak bir itikâf hayatı ge çirdi. Kendisini avutmak için şımdi ye - gâne meşgalesi, günün bütün gazetele- rini okumak ve gonra evinin arkasındaki bahçesile meşgul olmak ve daha sonra ©- dasına çekilerek güfte ve besleden ibaret olan kendi dahilt âlemile başbaşa kal - maktı. Aşçı ve hizmetçi kadın evin alış verişi- ni idare ettiği için Necmi Bey, mecbur ol- madıkça hemen hemen hiç sokağa çıkma- dı. Fakat bir gün K zanın kira mukavele: buriyoti, onu mutar mağa icbar etmişti. Hayli zamandanberi, hele kalabalık eaddelerden geçmeği unuttuğu için, o ün Karaköy caddesinden geçmek, anda en bir çocuğun şaşkınlığını hâ- köydeki bir mağa - i imza etmek mec- ilâfında sokağa çık- sıl etm Müstevli asker... Çok korktuğu bu kor- kunç £ *t, bilhassa bütün kesafetile burada idi. İşini bitirdikten sonra, bu manzarayı görmemek; halkın, tramvay - ların. ot bil ve arabaların gürültü - sünden kaçarak bir an evvel evinin sa « kin muhitine dönmek üzere tramvaya koştu. Tramvay kalktığı için halkın te- hacümü arasında güç halle tramvayın basamağına atlamasile etrafının zindan kesilmesi bir olmuştu. Bundan sonrasını bilmiyordu, Yalnız uzun bir zamandan sonra ken: disine geldiği vakit, başında şedid bir acı olduğu halde, arkaüstü yatmakta oldu - ğunu anladı. Acı, çok şiddetli ve etrah kapkaranlıktı, Bir lâhza elini başına gö türmek istedi; fakat bir el, buna mâni ol- du. Hafif bir sesle: — Biz kimsiniz?.. Benden ne istiyor sunuz?.. diye sordu. Sonra sualinin cevabını beklemeksizin yorgun ve bitap tekrar derin uykusuna daldı. (Devamı 15 inci sayfada) snlat, bakalım; dedi. kvor, Gurabi efendinin el jle işaret i güdük kahve iskemlesine oturdu; bir iki defa hafif, hafif öksürdü.. — Efendimiz! İşitmişim ki, zatınıza piyango vurmuştur deyi. Ve her ne kı« dar sizin ile tanış olmamış isek te, cit- ten memnun olmuşum. Zerem, para denilen toparlak maden, gittiği yerde kendisine iayık bir kimse bulmalıdı. Göroorum ki, zatınız da para kıymeti bilen rezonabl bir ademsiniz. Torik, ileriye doğru iki adım attı; herifi omuzundan bir daha dürttü. — Lâfa yekün tut, Astikzadem! Ko- cakarı nerede ise çıkagelir., sen, bizim bey babaya şu kelepiri bir tarif et. 'Takvor arkasına döndü, baktı. — BHe, edeceğim.. dedi, Kelama baş lamazdan, prefas edoordum.. Efendim, şimdik o kıdar parayi ne edecek, nasıl İşletiirecektir? Acap sorabilirim? Gurabi efendiden önce Torik atıldı: — BSenin, pek, üstüne lâzim mı? — Pardon! Sormalıyım? Belkim de kendilerinin ariyeten bir projeleri var- dir, Bu defa, Gurabi efendi müdahale et- — Ttnabı kelâma mahal bırakmadan, sadede gelseniz.. — Efendi zadem, arzedoorum: Eğer kim başkaca bir niyet yoğusa, paranız için kıyak bir plasman bulmuşumdur. Gurabi efendi hayretle gözlerini a- çıp, sordu: — Pansıman mı? Bana mı? zmalarım için mi? Takvor güldü.. — Bellidir ki çok spirituel insanm- pız. Bazı bazı maytap etmeği sevoommu- nuz. Gurabi efendi başını salladı.. — O eskidendi. Şimdi ne ispirto ile alışverişim kaldı; ne de mâhitaba çıktı- ğımız var, Lâkin bizim hatun kande ise gelir. Sen hele ne diyeceksen deyiver. — Bayan cenapları duymasın istoor- sunuz? (Arkası var) Roma-