aa a Y — RUr ea a SARA İi ei İl Haziran Devlet kapısında Yazan: Eski Dahiliye Nazırı ve eski meb'us Ebubekir Hâzım Babamın döktüğü göz yaşlarından duyduğum teessürü unutamam. Babamın bir gecelik ıztırabı. benim bütün ömrümün saadetini kurdu R ümı kaldırdım: Babam... Zavallı, Mı babam... Tıbkı benim gibi... bir çocuk gibi ağlıyordu!>. © HŞ Bece, herkes yattıktan sonra, her w::ukı bir yerde sürünen ders ki- het Tu, defterlerimi, bir hırsız gibi Ertesi sabah evden ilk çıkan Oldum. Mektebin kapısını bevvapla :“—lm. Aylarca baş kalan b a n çok büyük bir azimle otu b ,, © Sene sonra, rüşdiyeyi birir tirdim! e hğşh'i rüşdiyeyi bitirirken bana bir &y Çiktı: O zaman, tam on beş yaşım- hıd"“- Mezuniyet imtihanında hazır k mutasarrıf Hasan Mazhar pa- —'““Vıü.ıkı_vetimı pek takdir etmiş; * Müdür bey... demiş... Bu çocu- Tüşdiye tahsilile kalması doğru _fu Benim İstanbulda evim var, Bu .ll' oraya gönderip kızımla evlen- t im. Oğlumla birlikte mülkiye h le devam etsinler. Kızım çir- “::ğüdir. 'Tâlim ve terbiyesine itina —lıyw' Sevimlidir. Yaşları da t.pa- 'Bundur! Bu Rarib ve damdan düşme teklif ba- Yumuşak gelmiş. Fakat annem mı? .:.:vanı da, beni dünyaya getirir lez, hemşiresinin henüz doğma- şühn kızile hayalen nişanlamış, hat- bu i de nikâhlamış!.. & İtibarla, babam, mutasarrıf Ha- b ır paşanın teklifini kendisi- :31' açmaz: di t'iyen, katıbeten olmaz. J'e ayaklanmış ve ilâve etmiş: &ç Ben, bir tanecik izimin , gözümün önünden bir yerle- _ay'"îmamî.. Hem ben, o mulasarrı- kî'zlm tanırım, Kudubet, kokmuş, k, k de sar'alıdır.. Zaten akarı, ko- h Mnusıydv. koca mutasarrıfın kızı- ç:"dıye kadar orta yerde bırakırlar ». ş' Sözler, zaten mütereddid bulu- babamı da niyetinden caydırmış. “::“. on beş yaşımda, iç güveysi ol> Ra N kurtulmuşum... Yatıma büsbütün başka bir islika- N'"mesine ramak kalan bu vak'ayı Hn“t:lundnn bir sene sonra, büyük N'âm on üç yaşındaki kızile nişan- —üm_ zaman öğrendim. Ve hayli ! Babam B , tahsile devam etmeme Jlü- Börmüyordu. Bunda haksız da de- ZFT Üniversitesi mesabesindeydi. Tüşdiye mezununun sahib olduğu Malümata bile, yirmi beş bin nü- koca kasabalarda, nız İstan- Könderilmiş olan başhocalar va- 'ani o bedbaht devirde, memle- €h münevver gençleri, Tüşdiye tıydı!. t ben, bir kere, tahsilin zevkine İ alışmış bulunuyordum. Vâkıâ h kararına muhalefet edeme- akat elime geçen bütün parala- ide doksanını kitablara, mecmü- * Bazetelere harcamıya başladım. De geçerse okuyordum. Ve bu ki- mecmualardan istifade et- Mütevazı malümatımı artırmak, e küçük bir şey ekleyebil- i ıfiq Miyük, fakat beyhude bir gay- İ um! PAr TTT g AFfT beni mükemmel bir İ | *Tahriri emlâk ve araz ib oldum. Birkaç ay sonta da, y ain münhal bulunan yazı hoca- q—:'emurlvon'np ilâve ettiler... Nait © devirde kazaların tahrirat N— leri, vilâyet razetelerinin resmi Ttiri sayılırlardı. , babam, vilâyet gazetesi- Yazmakla da mükellefti... hl; Çünkü o devrin rüşdiyeleri, bu-| — SON POSTA elli yıl Tefrikamızın yarınki kıs mana ald bir resim: — Hüseyin... Esma galiba ölmüş! Ben, nabvamı, bu vazifesinden kurtar- dım ve Konyada çıkan vilâyet gazetesi- ne makaleler yazmıya da başladım. Me- muriyet hayatımın ilk büyük lütfuna da, bu sayede kavuştum. Meşhur şair Mehmed Nâzım Paşa (*) merhum, o sırada Konyada mektubcu ve matbaa nazırıydı.. Biz de Niğdede idik. Nâüâzım paşa, elinden geçen yazıl m; beğeniy ve makalelerim inti ettikce, bana iltifatkâr mektublar gön- deriyordu. O senelerde, Konya valisi de, Meh- med Said paşaydı. Mehmed Nâz:m pa- şa, benden, vali Mehmed Said paşaya da teveccühkâr bir lisanla bahsetmiş Wı»l:ırnk ki, aldığım mektublar arasına a- ra sıra onun kıymetli iltifatnameleri de karışıyordu. Bir aralık, vali Mehmed Sald paşa, teftiş ğdeye de geldi. Ve bizim evde misafir kaldı. İşte onun bu misafereti, m için bir nimet oldu. Yazı işlerini bana gördüren vali, Niğ- de | nnın kazalarını dolaşmıya gi- derken, beni de malyetine aldı. Konyaya döndükten sonra da, baba- ma bir telgraf çekti. Vali Mehmed Sa- id paşanın imzasını taşıyan bu telgraf, babam vasıtasile beni, Konyada yeni teşkil olunan maarif meclisi kâtibliği ne, Ve vilüâyet gazetesi daim? muharrir- liğine davat ediyordu! Paşaya karşı derin bir minnet ve hür- met besliyen babam, bu telgrafı, büyük bir sevinçle bana uzattı: — Haydi Hazım, dedi... Artık bahtı- nın yolu açıktır!.. Ve ben, ön dokuz yaşımda, Niğdeden m, | sene süren memuriyet ha- atmış ob yatımın ilk büyük adımını dum! Bu sayfayı kapatırken, itiraf edeyim ki, hayatımda kavuştuğum bütün ni- metleri, o teftiş gecesi yanaklarımı ya- kan iki üç damla göz yaşına. borclu- yum! Bana rüşdiyeyi birincilikle bitirmek hızını, babamın © gete döktüğü göz yaşlarından duyduğum teessür vermiş- ti! Babamın o geceki ıztırabı, benim bü- tün ömrümün saadetini kurdu! e ÇOCUKLUK HATIRALARI Memuriyet hayatımdan bahsetmiye başlamadan evvel, çocukluğumun çok acı, ve çok şayanı dikkat bir iki hatıra- n anmaktan kendimi alamıyacağım, Çünkü bu masum hatırala: yüreğim- de ve dıimağınıda bıraktığı izler, tesir- ler, bütün ömrümce silinmiyecek kadar derindir, Çocukluğumun birkaç senesini, İs- partada geçirdiğimi yazmıştım. İspartada, çok fakir bir muhitte ya- şıyorduk. İçinde bulunduğumuz kosko- (*) İngilterede tahsi ve terbiye gördüğü için İngiliz lâkabile meşhur olan zat, ca mahallede, müreffeh sayılabilecek yalnız iki alle vardı: Kiracisi olduğu-| muz evin sahibleri ve açıkgöz mahalle bakkalının ailesi... Bunların haricinde kalanlar, dilenmek zilletinden, sadece hududsuz kanaatkârlıkları, ve son de- rece müktesid yaşayışları sayesinde kurtuluyorlardı. İ (Arkası var) ( Yazısız karikatür ] «Vak'a 2001 senesinde geçer.» Evin erkeği çantasından bir kutu çı - katır; — Karıcığım bak ne getirdim. — Bu ne bu? — Yeni keşfedilmiş bir âlet, bu âleti kurup bir yere bırakırsak, orada bulu - nan bütün eşya insanlar gibi konuşmu - ya başlıyacaklar. — Döğrusu bu yirmi birinci asırda me- deniyet çok ilerledi, — Ne demezsin.. bir an için ben de bu- nun bir hakikat olabileceğine inanma - mıştım ama.. mağazada tecrübesini göz- lerimle gördüm. — Bu makineyi kurunca bütün eşya hep bir ağızdan konuşmıya başlarlarsa.. — Hayır eşya o tarzda konuşmuya - caklar, meselâ insanlar konuşurlarken yanlış bir şey süylerlerse o zaman eşya F MUZAMH I Eşya konuşuyor Yazan: İsmet Hulüsi Sayfa 7 beride söylerler.. İş böylece meydana çı- kıyor. Bayan İclâlin canı sıkılmıştır. — Benim dişim ağrıyor, fazla duramı - yacağım, müsaadenizle gidiyorum. Bayan İclâlin ağzı oynamadan, ağzın- dan ses çıkar: — Ben ağırmıyorum. Takma diş hiç ağırır mı? Hiddetle dışarı çıkar, salonda kalanlar kahkaha ile gülerler. Erkeklerden biri keyifli keyifli söyler: — Bu ülete sahib olmak çok iyi bir şey.. cebimdeki bütün parayı hiç acıma- dan böyle bir âlet için veririm. Erkeğin cebinden paranın sesi gelir: — Biz burada top yekün üç otuz para- yız. Erkek utanır, susar; kadınlardan biri: — Doğrusu korkumdan saçlarım diken da söze karışacak, ve yanlışı doğrulta - diken oldu. caklar. Mağazada bana anlattılar, bu âleti keşfeden âlim çok dalgın, çok unutkan - miş. Âleti bilhassa unuttuklarını kendi- sine hatırlatması için icad etmiş, fakat sonra bir sermayedar koşfini satın al - mış, çoğaltmış.. Ne iyi, ne iyi, bu akşamki toplan - kurarız. Misafirlerimize güzel — bir sürpriz olur. * Misafirler büyük bir salonda toplan - mışlardır. Ev sahibi bayan uyağa kalkar. — Size güzel bir sürpriz hazırladım. Bakın şimdi ne kadar eğleneceğiz. Salondan çıkar, biraz sonra elinde ko - casının getirdiği kutuyla içeri girer: — Bu kutuyu gördünüz mü, kutunun içinde âlet var, Şimdi o aleti kura - cağım.. Salondaki eşya bizim gibi konuş- miya başlıyacaklar, — Ne diyorsunuz? — Evet.. göreceksiniz. Âlet kurulur, Bir kenara bırakılır. — Hani konuşmuyorlar. || — Şimdi konuşurlar. Biz eşya hakkın- da yanlış bir şey söyledik mi, eşya kendi hakkında söylenilen yanlışı düzeltecek- ler. Ev sahibi bayan bir koltuğu işaret e « derek: — İşte bu bir piyanodur. Koltuktan ses çıkar: — Hayır, ben piyano değilim, koltu - Bun — Ne hoş, ne güzel! — Bir başka tecrübe yapalım. — Bizim perdeler çok yeni değil mi? Salondaki bütün perdeler bir ağızdan söylerler: — Hayır, biz buraya konulalı üç sene oluyo yeni sayılmayız. — Vallahi güzel. Âletin tecrübesi yapılmıştır. Onu ora- da unuturlar, başka şeyler bahsetmiye başlarlar: — Bayan İclâl bu robunuz ne kadar güzel — Evet, yeni yaptırdım. — Her halde size epey pahalıya mal - olmuştur?. — Dört yüz lira! Bayan İclâlin robu bağırır: — Ne münasebet canım, dört yüz lira olur mu? Kırk lira.. — A a, bu da ne? Gülüşürler. Bayan İclâli çekemiyen bir sarışın kadın bunu fırsat bilir, Kadın sözünü bitirmeden sarı saçları arasından bir kahkaha yükselir: — Takma saç diken diken olmaz ba- yan! — Vallahi mükemmel. şaheser! Her- kesin kirli çamaşırları meydana çıka « cak. Orada bulunanların bir çoğunun ça « maşırlarının sesleri duyulur: — Çıkmayız, çıkmayız. Üzerimizde el- biseler varken görülmemize imkân yok- tur. Biri yanındakine: — Ses sizin çamaşırınızın sesi idi de- ğil mi? — Hayır! Çamaşır tekzib eder:. — Doğru, doğru benim sesimdi. — Çok şükür benimki değil! — Demek iyi anlaşılmadı. Ben de ba- iurmuştım. Ev sahibi bay utanmıştır: — Atffedersiniz misafirlerim; ben büyle olacağını bilmiyordum. Bilseydim, bu kutuyu kat'iyyen buraya getirmezdim. Bu sefer kutu lâfa karışır: (Devamı 13 üncü sayfada) 10,000,000 lira Serveti olan Genç kız Dünyanın en zengin elçisi son zaman- lara kadar Amerikanın Moskova sefirli« ğini yapan, şimdi de Brüksele tayin olu- nan Mister Davies Deyvistir. Sefirin 21 yaşlarındaki kızı, anne cihetinden de mil- yoönerdir ve şahsi serveti 10 milyon Türk lirasına varmaktadır. Rusyada bulundu- ğu sırada, hukuk tahsiline devam eden - Bayan İclâl mütcessir — olmasınlar, | genç kız, şimdi tahsilini yarıda bırakmak daima benden iyi giyindiklerini ötede | mecburiyetinde kalmıştır.