hi ben el Son Posta'nın tarihi tefrikası: 54 Yazan: Ziya Şakir Noger, Adil Şahla konuşurken uşak Durcan ” yavaş yavaş onun arkasına sokuldu, belindeki hançeri yıldırım sür'atile çekerek bütün kuvvetile Nogerin iki küreği arasına indirdi. Noger boğuk bir sesle: “ Ah! ,, diye haykırdı Adil Şah, bir bahane ile Durcanı o- daya çağırdı. Bir köşeye çekti: — BSenden, nc dereceye kadar bir|cekseniz, bana söyleyin. Ben Adil Şah! hizmet ve fedakârlık bekliyebilirim.. dedi. bakarak hiç tereddüd etmeden cevab verdi: — Elimden gelen ne mümkünse.. her şey... — Ya, yapacağın bu hizmet, senin hayatını tehdid ederse?.. Durcan güldü: — Noyan!. Arkamda ağlıyacak ki- mim var? İnsanlar, madem ki ölecek- ölümleri işe yaramalıdır. — Söz almıya hacet yok, noyan. Si- zin bana şimdi söyliyeceklerinizi, ben sizden daha evve) düşünmüştüm. Hat- tâ siz beni çağırmasaydınız, ben bir fırsat bulup odaya girecek ve size söyliyecektim. — Ne diyecektin?.. — Bu gece mutlaka size bir şey ya- pacaklar.. derhal kaçmız; diyecektim. nedersem, si> de bu fikirdesiniz. — Tabit.. tabit... Kaçmamız için sen ne düşündün?.. — Ben mi?.. Anlatayım. Durcan tasarladığı firar plânını bir- kaç kelime ile izah etti. Bu plân, biraz tehlikeli ve kendi düşündüklerinden daha cür'etkârane olmakla beraber, muvaffakiyet ibtimali daha kuvvetli idi. Onun için, iki noyam tarafından da derhal kabul edildi” © Saatler, derin bir sükünet içinde geç- &, Hiç bir hâdise olmadan, ikindi zama- n geldi. Kapçak hükümdarının küçük idare merkezinde, sarayına yakın camiin tek minaresinde, yavaş yavaş ikindi ezanı okunuyordu. Hatay Bahadır ile Adil Şah, dalgın ve düşünceli bir halde, bi- rer pencerenin önünde oturuyorlar; kararlaştırılan zamanı bekliyorlardı. Adil Şah birdenbire hafifce titredi. Başını Hatay Bahadıra doğru uzatarak Adeta fısıldar gibi: — İşte, latları sulamıya çıkardılar.. dedi. Hatay Bahadır, bir yayla harekete yelmiş gibi, oturduğu yerden sıçradı. Dirseklerini pencerenin kenarjna da- yıyarak heyecanla dışari baktı. At uşakları, saravın atlarının yularla- nadan tutmuşlar; hayvanları biraz İle- ;idekî ırmağa, sülamıya götürüyorlar- k. Götürülen atlar, yüzden fazla Idi Bunlar pencerenin 'önünden geçerken, iki noyan da, derin bir heyecana kapı- farak gözlerile bunları takib etmekte- lerdi. Gene Adil Şahın titriyen boğuk sesi işltildi: — İşte.. en arkada.. bizim boz atlar. Hatay Bahadırın gözlerinde, âdeta birer damla y lirmişti. Çünkü; at- ların en arkas . bir af uşağının yu- farlarından çektiği iki boz sanki o- radan geçerken sahiblerinin kokuları- t almış da, on'ara bir şeyler söylemek İstiyorlarmış gibi, uzun uzun kişnemiş- lerdi. O anda odalarının kapısı sür'atle açı- larak içeri Durcan girdi. Elindeki boh- çayı odanın arfasına fırlatırken: — Bir dakika bile geçirecek vakit yok. Arkadaşları, birer bahane ile birer tarafa saldırdım... Çabuk şu çarşafla- rı giyininiz. Atların arkasından yetişi- niz. Dedi dil Şah ile Hatay Bahadır, bohça- Durcan, Adil Şahın gözlerinin içine Durcan: — Biraz işleri var, noger. Ne söyliye- Noyan'a söylerim. Diyordu. Halbuki zabit, elindeki kır- bacı, çizmelerine vurarak: — Hayır. Bizzat Adil Şahı görece- | ğim. Saray nazırının emri, böyle, Diye ısrar ediyordu. Hatay Bahadır: — Eyvah!. Mahvolduk. Diye ,homurdanarak kılıcına davran- dı Adil Şah, Hatay Bahadırı bir el işa- reti ile durdurarak kapıyı açtı. Sert bir sesle: — Ne oluyor, Durcan?.. Arkadaşla- irınla yaptığın bu gürültü nedir?. Zabit, Durcan'ı bırakarak, Adil Şa- hin önüne doğru ilerledi, Elini, göğsü- nün üzerine koyarak selâm verdi: — Arkadaşlarile değil.. benimle ko- nuşuyor, noyan.. dedi. Adil Şah, sanki orada bir zabit bu- lbı;nduğunun henüz farkına varmış gi- — Yaa, sizinle mi konuşuyordu, no- Harikulâde bir maceranın hikâyesî (Baş tarafı 7 inci sayfada) le abdalca hareketlerde bulundun ki ha- kikaten mücrim olan bir insân bu kadar budalalık yapmaz. — Teşekkür ederim, teveccühünüz. — Vadassıy, teşekkürlerile zerrece ih- tiyacım olmadığını bil. Masum olabilir « sin, fakat kodese tıkılsan da gene üzül - mem. Burnumun direği bile sızlamaz. — Buna da eminim. — Fakat bence mühim olan nokta, bu resimleri kimin çektiğidir. — Bütün bildiklerimi söyledim, mon- sieur.. Fakat daha fazla devam edemedim. Boğazıma bir yumak tıkandı sanki, konu- şamadım. Şişman adam, bunu başka bir şeye, ismini söylemesini beklediğime hamlederek, kısaca: — Michel Beghin, dedi. Sonra, bekledi ve göbeğine baktı. Hücre cehennem gibi yanıypordu. Beghin de testi gibi sızarak terliyor ve terleri yüzünden akarak, boy- nundan süzülüyor, ve zaten sırsıklam öl- muş gömleğine damlıyordu. — Ne olursa olsun, sen bizim işimize yararsın, diye mırıldandı. Ve ayağa kal- karak kapıya yaklaştı. Bir yumruk in - dirdi. Kapı açıldı. Eşikte üniformalı bir adam göründü. Beghin bir şeyler söyle- di. Ve kapı tekrar kilidlendi. Beghin bir sigara yakarak beklemeğe başladı. Bir dakika sonra kapı gene açıldı. Polis bir şeyler uzattı. Kilid bir kere daha üzeri - mize dönünce, Beghin bana doğru döndü. Elinde fotoğraf makinesi vardı. — Bunu tanıdın mı?.. — Elbette!.. — Al, dikkatle muayene et. Bakalım; bir hususiyet bulacak mısın bunda" Fotoğraf makinemi aldım. Evirdim, çe- vizdim, etrafını yokladım, diyalramı, te- İJemetreyi çıkardım. Adeseyi yerinden &Ö- |kerek muayene ettim, Fevkalâde bir şey göremedim. Ve fotoğrafı, çantasına koy- dum. — Fevkalâde bir şey göremedim. Çan- tama yerleştirdiğim gibi.. dedim, Beghin, elini cebine attı, ve bükülü bir kâğıd çı- kardı. — Bunu, muhtıra defterinde — bulduk, Vadassy... diye gösterdi. Kâğıdı aldım, açtım, ve min yüzü. ne bakarak âdeta kendimi müdafâaa eder- cesine: dılar. İçindeki kadın! — Ne olacak? Bir kâğıd parçası. Po -« blar. Kılıçlarını kol- altına uldılar. Çarşafları da için hazırlandılar. Fakat o anda, o dar ve karanlık deh- Jizde işittikleri bir ses üzerine, ikisi de Gdonakaldılar. Dışarıda dik sesli bir zabit, Durcan Ne konuşuyor: Ad'1 Sahın hangi oda- da olduğunu soruyordu. toğrafımın sigorta poliçesi.. Bana hatır- lattığınız gibi, makinem pahalı bir ma - Hava Yolları Umu HAVA S |ger? Galiba, ona söz anlatamıyordunuz. |Zaten, biraz kalm kafalıdır. — Fakat ben, onunla konuşmak için değil. sizi alıp götürmek için geldim. Adil Şah, metanetini güç muhafaza edebildi. Âdeta, titriyen bir sesle sor- du: l — Celâletlü, Han hazretlerinin daire- sine... Misafiriniz de beraber olduğu halde, bu akşam yemeğini orada yiye- ceksiniz. — Evet. haberim var, noger, Zaten, biz de onun için hazırlanıyorduk. Sen, git. Beş, on dakikaya kadar, biz de ge- diriz. « — Fakat.. saray nazırı Sanji Noyan'ın emri mucibince, beraber gideceğiz. — Evet.. âlâ.. çok iyi olur ama.. ma- lüm ya.. bizim arkadağ, uzun yoldan geldi. Yıkanıyor.. temizleniyor.. çama- şır değiştiriyor. — Aldığım emir kat'idir, noyan., be- raber gideceğiz. — Noger!. Han hazretlerinin misa- firlerine karşı kat't emirlerden bahset- mek doğru olmaz zannederim. — Noyan!.. Bilirsiniz ki, bir noger, aldığı emri aynen ifa etmiye mecbur- dur. Onun için....... — Arkan var — kine.. Bir kaç frank vererek, kaybolması veya ehirsız» lığa karşı sigorta ettirdim. Beğghin başını sallıyarak klğıdı elim - den aldı: — Allaha şükret ki, Fransız mahkeme- si oanileri kolladığı gibi senin gibi abdal-| ları da korur, Hele şu kâğıdı bir okuya -| yım, dinle: «Bu sigorta poliçesi Mösyö Josef Va -| dassy'ya aid olan Zeiss İkon contax mar « kalı ve F. 64523/2 numaralı fotoğrafla her ne suretle olursa olsun ziyamda tese bit ve tevsik edilmek şartile, ödemeğe hazırdır» Ha!.. Şimdi de elindeki maki « nenin numarasına bak bakalım: Baktım, vay canına.. Kalbim durdu sandım. Bambaşka bir numarâ idi bu. Ab-| dal abdal şişkonun yüzüne baktım. Beg- hin istifini bozmamıştı. Gene ayni alay- |cı, hattâ biraz da tahkir edici bir sesle: — Şimdi âyağın suya erdi mi? dedi. Değişen filmler değil, fotoğraf makine « sidir. Bu elindeki fotoğraf çok satılan bir maldır. Ayni boy, ayni şekil.. Her neden- se halk pek tutmuş. Sen, işte bu makine | ile, içinde 0 mahud 10 resmin çekildiği film ile Allahım belâsı kertenkeleleri - nin resmini almışgın. Hattâ, kaç tane jfilm kullandığını gösteren numara sayı- |larında bile bir başkalık olduğunu anla- 'ılın. film biter bitmez de çıkardın ve fo - toğrafçıya verdin. O filmi yıkayıp da bu 10 resmi gördü ve şaşırdı kaldı. Ama ak- lını başına topladı. Doğru bize geldi, ha - ver verdi. İşte mesele bu... Hakikaten budala gibi bu kadar basit bir şeyi düşünememiştim. Beghin devam etti: — Bu sigorta poliçesini görür görmez, |bakkında lâzım gelen kararı verdik. Ve j casus olmadığını kabul eitik. Yalnız bir |suçun kalmıştı. | — Nedir?.. — Fransız cumhuriyetinin emniyet ve Jasayişini ihlâl edecek ve kanundaki mad- dei mahsusasına istinaden, mevcudiyeti bir suç telâkki edilen yanlış bir hareke- tin var. O da bu fotoğrafların üzerinde bulunması.. Bu çok ağır bir suçtur. Ve e- | ğer, bir yolu bulunmazsa, akibetin de o kadar iyi olmaz. Bittabi komisere şefaat. te bulunmıuyacak değilim. Ama elinıfie“W kavi bir delil olmadıkça bir şey yapa -| mam. Sanunda, en hafifinden olmak şar- tile, hududdan ihraç cezası var. dostum.. Nakleden: — Briç Ambler (Arkası var) m Müdürlüğünden; tAA) S P OR &55 Bu hafta Galatasarayla or Güneş karşılaşıy Geçen Gatatasaray - Gü Müilli küme maçlarının fazla alâka uyan- dırıcı maçlarından- biri olan Galatasaray - Cüneş maçı yarın Taksim stadında yapıla » caktır. Bu maçım bearkesce malüm ölan e - hemmiyeti son günlerde, ağızdan ağıza, ku- laktan kulağa dolaşan gaylalar — kargısında her zamandan daha — Yazla bir ahemmiyet kesbelmiş olmaktadır. Ortada dolaşan şaylalara İnanmak lâzım geltese Calatasaray takımıni yarın sahada yepyeni bir şekilde görmek icab etmektedir. Şayfalara inanmak Jâzım gelirse dedim, yira durup dururken de gelişi güzel bir sö - gün ortaya atılmasını pek aklım almıyor. 1933 denberi içerden dışardan darbe yi - yen Galatasaraya bu defa çarpan kuyruklu yıldız. otuz Üç zenedir, — memleket aporuna hismet eden şampiyon, rekordmen yetişti - ren bu ocağa gelen felâketlerin belki! en bü- yüğü değildiz ama, ne de olsa gene onuü sar- san bir hareket olacaktır. Haftalardanberi için için yanan bu ateş Galatasarayın son oyunlarında o kadar his- sedilir bir şekli aldı ki, şild maçlarında Top- kapı Galatasarayı yenebilecek fırsatları bi- de buldu. O maçtaki fırtınayı şöyle böyle sa- wuşturan Galatasaray, son şild maçında bı #ira bağıra Beykoza yenildi. Yarınki oyun, Işte böyle bir havanın or. | tasında bulunduğumuz bir zamana rastgel - diği için pek büyük bir ehemmiyet kazan - mış oldu. Müli kümede hiç puvan kaybetmemiş bir vaziyette bulunan Güneş takımı pek az yap- | tığı oyunlara rağmen elde etmiş olduğu bu | avantajı kaybetmemek maksadile pek hak - h olarak bü maça da her oyunu kadar & hemmiyet vermeğe ve lig maçında Galata soraya karşı kazandığı yüksek gayı farkını unutarak hasmının — kendisi için pek fazla tehlikeli olduğunu gözönünde bulundurma - a mecburdur. Galatasaray için Güneş ne kadar kell ke, Güneş için de Calatasaray her klüp- den fazla tehlikeli, sıki ve kuvvetli bir ra - kibtir. Her Iki takımın son ön beş gün zarfında yaplıkları oyunlar, onların bugünkü form- farı hakkında vek esaslı olmasa bile aşağı (Baştarafı 6 incı sayjada) hafif hafif kayarak, güzel dönüşler ya - parak yaklaşıyor. Bize kadar geliyor ve en güzel müzik parçalarını pek ustaca ça- larak aramızda dolaşıyor. Bir taraftan kayak terarinleri yapıyoruz, öbür taral - tan da onu dinliyoruz. Öğleye kadar böy- le sürdü, Profesör Daynas Uludağın le - pesinde yapılan bu güzel sporu ve kır eğ- lencesini filme almaktan kendini alamı- yor. Öğleden sonra rüzgâr hızlandı, fırtına halini aldıu. Bayanlardan bazıları daya - namadılar ve döndüler. Fakat keşki biz de dönseydik! Fırtına gittikçe hızını arttırıyordu. Yü- zümüze buzdan kamçılar inip kalkıyor gibiydi. Sağ kulağımızla yanağımız do - nunca solumuzu çeviriyoruz. Fakat o da bir iki dakika içinde buz kesiliyor. Belkı de yolumuzu şaşıracağız. Adım başında sendeliyor ve kendimizi güçlükle tutu * yoruz. Fırtınanın korkunç uğultusunu yaran bir insan sesi duyuyoruz. Bu ses 'Tarzanı hatırlatıyor. Birbirimize müjde veriyoruz. — Nusret geliyor! Nusret yirmi dört yaşında bir genç'ir. Dağcılık klübünün mümessilidir. Dağa ilk geldiğimiz sırada onunla Kirazhı yay. lâda karşılaşmış; yıldırım gibi kayışları- EFERLERİ ANKARA - ISTANBUL arasında 1/Nisan/938 den ilibaren başlıyacaktır. “733,, *1500,, na, bazan kayakları yerden kesilerek u * çuşlarını, yılankavi çizgiler ve zikzaklar yapışını hayretle seyretmiştik. Biz gelmeden iki gün evvel Ziraat Ens- titüsü kayakçılarından yirmi kişi otele lğ neş maçından bir sahne yukarı bize bir fiktr verecek kadar mânidi dır. Galiba oyun tarzları biraz İngiliz Si mine benzetilen Güneş takımı bugün vi tinden evvel çıkmış olduğu en yüksek for dan aşağıya doğru inmektedir. On beş gün evvel Şeref stadında — ildi Bgde bulunan Beyterbeyi ile karşılaşan O neş, hasmını güçlükle mağlüp ettiği zam bu işe aklı erenlerin bütün nazarlarını d rine çekmişti, Bir hafta evrel kendisini İl mir Alsancak takımı karşısında gördük. O neş maçından bir gün evvel dokuz gol yi yen, yorgun ve maneviyatı pek tabil olaf sarsılan Alsancağın fena bir hâleti ruhiye çinde Güneşe karşı oldukça hâkim oyut bu kuvvetli takımın form bakımından sat tılmakta olduğu etrafında haklı endişelel mizi doğurdu. Sporda dalma göz önünde bulundurm! ve hele hiç bir vakit unutmamak lâzımi ki şampiyonlar nâmağlüp değillerdir. Onl da fena bir günlerinde — hiç beklemedikli bir sırada yerlerini o gün için kendinden di| ha iyi olanlara kolaytıkla bırakırlar. İki Carafın da yekdiğerinden pek farl olmıyan bugünkü vaziyetleri, son yaptıkla n oyunlardan anlaşılacağı üzere, sahada bi birlerine karşı elde edecekleri hükimiyet, ©| hâleti ruhtye müendelesi olarak geçecektir. Güneş takımını son zamanlarda — tale götüren hücum hattı olduğu kadar müda taa hatları da Idi Ligde az gol yemiş olmaları bunun Pti açık bir mizalidir. Güneş takımının galibi yetinde en at birsesi olan muavin hattı B gün daha açık bir şekilde sırıtmaktadır. Müdafaa hattında; yukarıda dediğim bi önüne geçilmez bir form işinin — sakuti başlamış bulunması, Güneş takımının bö zulmasında belli başlı bir rol oynamaktar Galatasarayın da, Güneşin de birbirin pek farklı olmıyan bu vaziyeti içinde cere yan edecek oyun, kabul etmek lâzım ki b enertfi mücadelesi halinde geçecektir. İki tarafın hücum hatti takımların sağlam yerlerini teşkil eder. Müdafanlı 'vukua gelecek en küçük falsolar takımlarda birinin zafere ulaşmasında en büyük dd olacaktır. İki takımın da talihi açık olsun!... ULUDAĞ MEKTUBLARI ıncak yüz metre uzakta fırtınaya tuti müş, göz gözü görmez olmuş, saatlerci çırpındıkları halde o kısa mesafeyi otele girememişler. Düdük öttürmek tiyorlar, fakat cepten çıkarıp da ağza türülünciye kadar içi kar ve buzla döl! yor. O sırada (dağların kurdu Nusr! imdada koşuyor, kayakçıları ümldsiz bil halde ölümle pençeleşirken kurtarıyor. Biz de onun sesini duyduğumuz za! sarsılmağa başlıyan ümidlerimizin eski sinden daha canlı olarak dirildiğini; his settik. Nüsret sert rüzgârın ve savrulan ların arasından göründü. Her tarafı ka karış biliyor. Dizi halinde ve her dakil büşinda: — Hop.« Hap!.. Diye bağırarak ilerledik. Böyleli birbirimize mevkilerimizi anlatmış olu yorduk. Böylece otele vardık. Kendim içeri attık ve sobaya sokulduk. Ötedenberi hangi sparün daha fayd olduğunu münakaşa ederler. Bir zamâ! lar gülle kaldırmak, cambazlık yapma' olmuştu. Daha sonra İsveç jimn n en iyl spor olduğu İleri sürüldü Fakat en doğru tarif şudur: Sporun yesi, insanı hayatta ve tabiatte karşıla: cağı zarlııkları yenecek hale getirmektiri Bu itibarla en iyi spor, yüzmek, koşmâ gibi tabif hareketlerin tekrarile yapı landır. Kayakçılık ve dağcılık - tabintifi güçlüklerine karşı en yakından mücadi le ettiği için hiç şüphesiz sporun da €f faydalı olanlarından | irldir. v