H Bıyfı Son Posta'nın !ınhl tefrikası: 2. İki genç noyanın vücudları, tepele- zinden trnaklarına kadar titredi. Kısa bir tereddüd devresi geçti. Evvelâ, A- di! Şah cevab verdi: — Hakan!. Gördünüz.. arkasından, koştum. Yakalıyacaktım, Fakat, mü - barezeye girişti. Hattâ; Adil Şah ile i- kimize, saldırmaktan bile çekinmedi. Bu çarpışma esnasında kılıçım kırıldı. Artık ona, bir şey yapamazdım. Öyle olmakla beraber, gene arkasından altıl- dım. Belki Ce, yakalıyacaktım. Fakat ıu arkamdan emir verdiniz. Ve beni, ğuüm yerde tevakkufa mecbur et- tiniz. — Evet.. bütün bunlar, doğru... Yal- Diz, bt nokta var... Herhangi bir düş- mana saldır n clımekı kılıcı kırılan bir noyan, y ela geri mi döner? Koca bir kaley elindeki kırık kı- hıçla hücum eden zabitleri görmedin mi? %n söyle Adil Şah!.. Vuruşurken ren niçin birdenbire duruverdin? — Biliyorsunuz, Hakanım.. om" * yaralanmıştım. O andan itibaren, Fo ç kullanamadım. — E.. o anda, karşındaki bir düş - man olsaydı; ve sana da teslim olmayı teklif etseydi; teslim mi olacaktın?. — Kiılıcını, son elinle kullanamaz mı idin? -- Evet.. belki., fakat, yaramın ıztı- rabından bunu düşünemedim. — Pekâlâ, bunu da kabul edelim. Şimdi, şu sualime cevab veriniz. Bu günden itibaren, tam iki ay ve on üç gün evvel. bir gece.. Taptepe kervan- sarayında yatlınız mı?. İki noyan, fena halde sarsılmışlardı. | Artık Timurun her şeyi bildiğini ve öğ- mı_ rendiğini anlamışlardı. Başlarını önle- rine eğerek: — Evet. Demiye mecbur kalmışlardı. Timur, gittikçe ciddi bir vaziyet al- mıştı. Sesi ağırlaşarak suallerine de - vam etti: — O gece.. 6 Kervansarayda ne işiniz | vardı? Hiç beklenmiyen bu suale bir cevab hazırlamamışlardı. Onun için ikisi de şaşalamışlardı. Adil Şah, adetâ kekeli-| yerek cevab verdi: — O tarafa.. ava gitmiştik, Hakanım, — Fakat. o0 Kervansaray, bizim ül- kemiz dahilinde değildir ki. Kâşgar hâkiminin akları içindedir... Ül-| kemiz dahilinde, bu kadar av yerleri| varken, Toplepe civarında avlanmanı- Za sebeb ne idi? Hatay Bahadır, cevab verdi: — Yolumuzu şaşırmıştık, Hakan. — Pekâlâ.. bunu da kabul ediyorum. | Şimidi, bir sıral daha soracağım. Fakat düşününüz ki, hayatınız bu suale bağlı- dır. Doğru söylerseniz, siz kârl: çıkar- smız. Fakat inkâr ederseniz, çok piş- man olursunuz... Söyleyiniz, bakalım.. © gece orada Sarıboğa ile birleştiniz, değil mi? İkisi birden, titriye titriye cevab ver- diler. — Evet. görüştük, Fakat bu, bir te- Badüften başka bir şey değil. Timur acı atı gülümsedi: — Dikkat edin. Hakikati tamamile söylemiyorsunuz. Orada, Sarıboğa ile! birleşmeniz, bir tesadüf eseri değildi. Çünkü; Sarıboğa, Kervansarayın kapı- tını güçlükle açtırıp içeri girdiği za-| man, en evvel sizin oraya gelip ııelme—: | Giğinizi sua) etti. Geldiğinizi haber alın- ca, sevindi. Ve Kervansarayın bir kapı- | cısı onu doğruca sizin odanıza getirdi. a verdiniz. Uzun bir mü- zakereye giriştiniz. Tabildir ki, bunları| fnkâr edemezsiniz. Şimdi, doğruca söy-' Jeyiniz, bakalım. Bu müzakere netice- | sinde, neye karar verditiz?.. Bana ya-| pılan bu suikasda mı? Adil Şah, büyük bir cür'etle atıldı: — Hakan'. Görüyorum ki, artık | kelleyi kurtarmak imkânı yok. Size her şeyi açık bir surette söyliyeceğim... E- vet.. bunların, hepsi doğru,.. Sarıboğa bızln— mühim bir - şey goruşeceğlnı ——— —— — Bir Doktorun | ÜÇ BO «Sarıboğa sizi öldürmeyi söyliyerek bizi, oraya davet etti. Git- tik. Bize kendisi ile birleşmeyi ve bera- berce sizi öldürmeyi teklif eyledi. Biz onuün bu teklifini, şiddetle reddettik. Timur, acı acı gülümsedi: — Pekâlâ.. 9 dakikada Sarıboğayı ni- çin tevkif etmediniz? — Yabancı bir memlekette, bunu na- sil yapabilirdik? — Şu halde, yolunu bekleyip öldür- meli idiniz. — Bu da, kahpelik olurdu. — Eh.. oradan avdet ettiğiniz zaman, bana niçin haber vermediniz? — Veremezdik... Çünkü Sarıbağa, bu fikrini söylemeden evvel, bize no- yanlık namusu Üzerine yemin ettirmiş- ti. lâ.. Sarıboğa, beni niçin öldür- stiyordu? — Kendisine yaptığınız muamele - den dolayı, intikam almak için. — Hepsi bu kadar mı?.. Başka sebeb yok mu?, — Bize söylemedi, Hakanım, İstintak, bitmişti. Herkesin kalbi, acı SON POSTA Z ATLI Ziya Şakir Yazan: Herkes Timurlenk'in yerinden fırlamasını ve daima dizleri üstünde tuttuğu kılıcını havada bir şimşek gibi parlatarak iki noyanın üzerine saldırmasını ve iki kellenin bir anda yere yuvarlanmasını bekliyordu. Fakat Hakan yerinden bile kımıldamadı teklif etti hakamım!n (acı çarparak bütün gözler, Timurun ü- zerine çevrilmişti.. İşte şimdi Timur, yerinden fırlıyacak.. daima dizlerinin üzerinde duran kılıcı, bir şimşek gibi parlıyacaktı.. bir anda, iki kelle yere yuvarlanacaktı... Hayır.. böyle olmadı. Timur, sükü- netini kat'iyen bozmadı. Yerinden kı- mıldamadı. Sadece; ezici, öldürücü, kahredici bir tavırla gözlerini Adil Şah ile Hatay Ba- hadırın yüzüne çevirdi: — Noyanlar!., Sizi, öldürmüyorum. Hayatınızı, bağışlıyorum. Şimdi, zincir- lerinizi de çözdüreceğim, Ve hattâ sizi, hizmetimde de ipka edeceğim. Fakat yaknız sizden kılıç taşımak hakkını kaldırıyorum, Bundan sonra da, gene noyanlarım arasında — bulunacaksınız. |Fakat, ebediyen kılıç taşıyamıyacaksı- nız. Dedi. ©O anda, boğuk birer hıçkırık işitildi. Zincir şakırlıları arasında, iki noyan, ölü gibi yere kapanrvermişlerdi. a Günlük Notlarından Giyim Meselelerirden: Ayakkabları İnsanların gerek iliyad ve gerekse gö- renek neticesi başlarını açık bulundur- maları, şapka veya kasketsiz gezmeleri mümkündür. Hattâ ban elild mütehaesis- larının nokdal nazarınca umumil hifzu- sıha bakımından saçların havalandıri- ması muvafıktır. Kasket veyahüud . şapka altında saatlerce dolaşanların saçlarının havasız kalması ve bu yüzden saçlârın dökülmeleri vükl olacağı iddla edilmek- tedir. Fakat ayakkablarına gelince in- sanların yaz ve kış ayaklarını iyice mu- hafaza edecek kundurulur giymeleri za- rurldir. Bühassa kış ve rutübetli mev- simlerde buna çok ehemmiyet vermek || lâzımdır. Ayakkablarının kösele kısımla- | | Tının ubeti çekmiyecek kuvvet v safı halz olması şarttir. gayet iyi cinsten köseleden veyahud yal- nız aft kısımları kauçuktan — yapılınış ayakkabları giymek lâzımdır. Fakat bü- tün ayakkablarının lüstikten — olmasını || hıfzassıhha kaldeleri kabul etmez. Ayak teneffüs etmelidir. Hava almalıdır. Lâs- $ik ayakkablarında bt mahzur vardır. Teneffüs lâyiklle vaki olamaz. Ve ayağın ber! tebahhur edemiyerek parmaklar - SW C RADYO Bugünkü program İSTANBUL 15 Şubat 1938 Salı Öğle neşriyatı: 12.30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Hava- dis, 13,05: Plâkla Türk müsikisi, 1380 Muh- telif plâk neçriyatı. Akşam neşriyat 18.:30: Plâkla dans musikisi. 19: Nebll oğlu İ Hakkı ve iki arkadaşı refakatile 19.30 Kon- jferans: Beyoğlu Halkevi namına Operatör Fahri Arel (Cerrahinin hudut ve imkânları), 1958: Borsa haberleri, 20: Klâsik Türk mu- sİkisi: Okuyan Nuri Halil, keman Reşnd, ke- mençe Kemal Niyazi, tambur Düzrü Turan, ney Tevfik, kanun Vecike, ut Sedat, nisfiye Salâhaddin Candan, 20,30: Hava raporu. D,33: Ömer Rira tarafından arabca söylev, 20,445“ Radife ve arkadaşları larafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat âyarı), 21,15: Tahsin ve arkaduşları tarafından Türk mu- sikisi ve hâlk şarkıları, 21,50: Orkestra, 22,45: Ajans haberleri, 23: Plâkla sololar, opera ve öperet parçaları, 23,20: Son haberler ve er- tesi günün programı. ANKARA 15 Şubat 1938 -Salı Öğle meşriyatı: 1230: Muhtelif plâk neştiyatı, 1250; Plâk: Türk musikisi ve balk şarkıları. 13.15: Dahi- K ve harici haberler, Akşam neşriyatı: ras'ında ve ayağın aksamı salresinde bir takım tahrişler ve bunun neticesi yara- Jar ve kokular hasıl olur, Ayakkabları ne kadar muküvim ve iyi cinsten olursa olsun ayakların içine ge- ne gündüzün muhtelif sebeblerle yürü- met mecburiyeti dolayısile tozlar nüfuz edez Bu sebeble her gece ayakları sıcak suya sokmak Vâzımdır. Bu çok lâzım olan bir temizlik olduktan başka rahat uyu- mak ve dinlenmek için en İyt bir vasita ve çaredir. Taysiye edertr (*) Bu netları kesip saklayınız, yahud bir albürme yapıştırıp koleksiyon yapınız. Bıkıntı ramanınızda bu notlar bir doktor gibi imdadınıza yetişebilir. 18,30: Muhtelif plâk neşriyatı, 19; Türk (rausikisi ve halk şarkıları (Servet Adnan ve arkadaşları»), 19,90: Saat Gyarı ve araben eli betela ŞAĞ ĞAA ll ŞG ee LA GA GAST eei SĞi aai aai üü düke ai Tenkidlerden çabuk müteesir olan bir !ıp zımdır. İçlen gelen duyguları, umumi te- lâkkilerle ölçüp aksaklıklara mahal ver- memek isabetli hareketlere delâiet ede. bilir, Neş ılı bir tip ruluyor: — Muvafjfak ola- cak mıyım? Muhafaza edilen neş'e İe, haş din bicyok — müşkülle- mas karşı koymak imkânını elde et. mek mümkün ola- bilir. Bu da, kendi sahasında bir muvaf- fakiyettir. #vererreLALAAAA Dünyanın en büyük operatö harikulâde (Baştarafı 7 nci sayjada) Sanki anadan doğma garsondum. İşimi öyle bir kavrayış kavramıştım ki, her xö-ı rene parmak ısırtıyordum. Patronun bile gözüne girmiştim. Sava diyor, bir daha demiyordu. En itibarlı müşterilerin otur. duğu masalara ben bakıyor, on, on iki ki- şiyi birden idare ediyordum. Basma kalıb Rgarsonluk etmiyordum. Müşterilerin e - mirlerini bir daha tekrar ettirmeden şıp- padak anlıyor, daha hâlâ bir çok garson- ların yaptığı gibi ısmarladıkları yemek - TJeri deftere yazmıyor, bir bir aklıma hâkkediyor, tabakları her gözü okşıya- cak bir incelikle düzdüğüm tepside geti- riyor, her müşterinin mizacına göre şer- bet vererek, ve hiç de kaba kaçmıyan nükteler yaparal yemeğini veriyordum. Velhasıl sizin anlıyacağınız, — çalıştığım lokantanın gözbebeği olmuştum. Patron benden memnum ya, ikinciteşrinde Tsbbi- ye mektebi açıhınca, fırsatı ganimet bil- dim ve kendisinden izin istedim. Hiç mı- rın, kırın etmeden «peki oğlum, dedi. Git, oku, ve her gün saat an bir buçukta burada ol da başka bir şey istemem..» Allah razı olsun babacan adamdan... Desturu aldım ama, bu yandan da gün- düz iznini gece çalışmaları ile ödedim. Ve gece saat on birden sonra Kokteyl ba- rında hizmet ettim. Her sabah asaat se - kizde üniversiteye gidiyor, 11 e kadar derslere gitiyordum. Fakat dünyada han- Ki saadet vardır ki ebedidir. Bana da ay- ni nasib geldi çattı. Bir kaç ay sonra da garsonluğu bıraktım. Babacan patronun safiyet damarı mt tutmuş nedir, kim ol- duğumu, ne işler yaptığımı ağzından ka- çırmış. Benim hâlis çekirdekten yetişme bir garson olmadığımı anlıyan — garson arkadaşlar fena halde içerlediler. Vay, hanım evlâdı, gelmiş bizi tonpaya bas - tarmış, diye ilk önceleri içten içe, son - raları açıktan açığa hoşnudsuzluklarını belli ettiler. Kemali hürmetle frağı çıkardım. Pat- rona teslim ettim. Hayatta tam muvaffak olduğum sırada, bir kere daha kaderin sil- lesini yemiştim. Ve türlü türlü emek ve üzüntülerle tırmandığım huzur tepesin- den bir kere daha tepetaklak yere düş- müştüm. Ama, aldırmadım. Artık dün - yanın ikbal ve idbarı vız geliyordu bana.. neşriyat, 19,45: Türk musikisi ve balk şarkı- ' Feylesof kesilmiştim. Yahu, ben ne güç- lazı (Cemal Kümll ve arkadaşları), 20:15: Sıhıhi konuşma: Operatör Şevket Pek, 20,30: Plâkla dans musikisi, 21: Ajana haberleri, (2L15: Stüdyo salon orkestrası, 21,55: Yarın- Ki ptogram ve İstiklâl marşı Kütalıyada bir temsil heyeli Kütahya (Hususl) — Tamburacı Osman Pehliranın da içinde bulunduğu bir temsil heyeti şehrimize gelmiş, Halkevi salonunda konser ve temalllere başlamıştır. Halkevlerinin yudönümünü daha parlak olarak kutlulamak için Halkevi eüstarit kolu şimdiden faaliyete geçmlatir. lüklerle karşılaştım, pençeleştim. Bu da bir şey mi?.. diye kendimi avuttum. Ve bavulumun ancak bir köşesini dolduran bir kaç parça eşyamla: Pilâvdan dönenin kaşığı kırilem.. iddiasile tekrar Paris sokaklarına daldım ve nasibimi aramıya koyuldum. Üstüste hesablasam tarihteki —meşhur serseri Yahudi benim kadar taban tep - memiştir. Üç gün üç gece baş vurmadı - Bim oetel, ipini çekmediğim kahve kapası sur olmak lâzımdır, Heyecanlı bir Üf N Ankaradan —(. mail imzaşile s0- ruluyor: b — Muvaffak ola- bt cak mıyım? - Ancak buhranlı ve fevkalâde za- manlarda ve işin ameline göre acele etmek ve bir ka- rar vermek lâzun gelir. Yoksa esaslı maydana gelmesi için ciddi * ve bir plânla harekete ihtiyâf ğ vanam maceraları — | Kalmüdlir Yoi yok.. Sanki iş kıran girmiş, Nihayet yüzü güldü. Ve garib bir ıl baltaya sahib oldum. mak için bir otele ' dansör olduklarını üğrw kanlı ile, her nedense tum’ bir ağız dalaşı yaptık. Hidâ tışınca, hele sinirlerimiz & medeni insan gibi, WW çevrelendik. Ahbablığı koy # nizin derdini deştiler. Ben Yahu ne düşünüyorsun, man buluruz buna, ve da müdürlerine takdim ettiler: nabları, her patron gibi blf’ gülümsiye gülümsiye beni bir süzdü. Kaç numara mem ama, herifçioğlunun merhum Lord Gürzonun kıpırdamadı. Kendi kendim€ avucunu yala oğlum Sava, © n kahvesinden dışarıya çı** müdürün: — Hey bana bak delikanl, yahu!.. Hele gel bir kahve İf " diğini duydum. İstemiye gittim. Ismarladığı kahveyi * ladım. Lâf arasında, gene )ıl' adamlarından şikâyet eN— içini çekerek, hele ışıkları İ cuktan hiç memnun değilifik hiç bir zaman başkasının fi / yen bir insan değilim. Hiç ekmeğinde gözüm yoktur. du, bilemem. Ona, ben bu & kasını çakarım.Hem fenni, h mını pek iyi becerebilirim, € dum. Adam da sözüme in-'l"u kahvelerin parasını verdiği # dırdı ve doğru Trocadero tiY*İğİ türdü. Ve hemen imtihana $" Tüba muvafık» bulunca a! Bir kaç gün sonra da, on Biuette bale kumpanyasınâ "f pıilandım. Kumpanyanın | olmuştum. Bir gece gene P başına geçmiş, sahnedeki tine, oyunun yerine göre ltl' Ş ları tevcih ediyordum ki, b dan birinin hasta olduğun! f Yüzü boyalı olduğu için, di zaktan bir şey anlaşılamaı seri bir hareket yapışında kıvrandığını düpedüz gördü'lş hiş ıztırab çekiyor, muhak” gi Tam bu sırada, baş rakkasf kıp tek başına raksedincü: kulise çekildiler. Aralarındi g dettir gözden ayırmadığım fi di. Kızcağız makyaj oda: kuliste bir köşeye çekildi kapıyarak durdu. Yanına * sik kesik ve zorlukla nefes ta soluduğunu gördüm. -