üyesi (Akropol) a yaklaşıyordu. Saçlarını başınm arkasında toplamış, bir şeridle çepeçevre bağlamiştı. Geniş - çe alnı, çekme burnu, güzel ağzı ve kuv- vetli çenesile tam bir Yunan güzeliydi. Ketenden büyük bir bez parçasını sir- tına almış, sol koltuğunun altından do - laştırıp sağ ömuzunun üstünde bağla - mıştı. Belindeki ucu işlemeli kuşak vü - tudünün güzel ve düzgün çizgilerini be- yaz kumaşın dalgalı kıvrımları altından belirtiyordu. Ayaklarında sandallar vardı. Onun yalnız yüzünden değil, bütün varlığından derin bir yeis dağılıyor, ağır bir yosun kokusu gibi görenleri de sarı- yordu. Sol kolunda bir sepet vardı. Genç ka - dının sağa doğru azıcık eğilmesi bu se » petin boş olmadığını anlatıyordu. (Akropol) un önüne geldiği zaman ba- Şını kaldırdı, sağa baktı: (Prikles) in yaptırdığı saltanat ka - pısı göz kamaştırıyordu. İki taraflı mer - “Mer merdivenleri yavaş yavaş çıkan bir Akaç adam, sanki beyaz bulutlara bürüne- rek, beyaz bulutlardan bir merdivenle göklere yükseliyorlardı. /Yukarıda (Par- tenon) un oluklu mermer sütunları gök kübbesinin ayakları gibiydi. (Erehteon), ondan aşağı olmadığını haykırıyordu. Da- ha geride ve yüksek bir sütun üzerinde (Atene) nin heykeli duruyordu. (Faler) açıklarından bile pırıl pırıl görünen bu ilâhenin yüzü ve elleri fildişinden, ken - disi som altından yapılmıştı. (Fidyas) ın eğşsiz dehâsı orada parlıyor; güneşle ya - rış ediyordu. Genç kadın bü (Tanrılar tepesi) ne, boynu bükük, gözleri yaşlı, dalıp gitti: — Benim sevgili minimini kızımi ni - gin aldınız? Mademki alacaktınız, niçin onu tanıttımız? diye söylendi. Kalbinde onlara karşı istemeksizin bir kin uyanıyordu. Durmaktan korktu ve gene başını önü- he eğerek uzaklaştı. Arlık (Akropol) gittikçe küçülüyordu. Kırlarda yılın son çiçekleri açmıştı. Genç kadın oralarda sevgili yavrusile yaptığı gezintileri hatırladı. Her tarafta onu giz- lenmiş sanıyor, fakat bulamıyordu. Se - petini yere bıraktı, sağa sola giderek kır giçeklerini, hâreli yaprakları topladı. Bü- yücek bir demet yaptı. Onları da sepetin içine koydu; küçük bir Gâvta, pişmiş top- — Taktan nakışlı bardak, istridye kabukları, #enkli bez parçaları, bir çift sandal ve renkli çakıllar çiçek demetinin altında kalmıştı. Bunların hepsi minimini yavrunun sev- diği şeylerdi. Genç kadın geç kalmış:gibi hızlı hızlı yürüdü. Söğüdlerin, bir su akıntısının kenarından geçti. Büyük bir mezarlığa girdi. Tâ uçta küçük ve taze bir mozar “ Son P!ı.nııı edebi romanı: 64 ir G_enç KORENT SÜTU | vardı. Sepeti mezarın başucuna ,koydu. Dizüstü çöktü. Yüzünü toprağa sürüyor; hıçkıra hıçkıra ağlıyor; toprak kokusunü ruhuna sindirdikçe daha çok sarsılıyor - du. Arasıra bir şeyler mırıldanıyor; san- ki mezarın içine sesleniyordu. Böylece saatler geçti. Genç kadın ba- şını kaldırdı: Güneş (Egaleos) tepelerin- de kızarıyordu. Son defa mezara yüzünü sürdü, öptü. Doğruldu ve geri geri uzaklaştı. Bir ara. hk gene mezara doğru yürüdü. Sepetin yıkılıp yıkılamıyacağına baktı. Güvene - memiş olacak ki etrafa göz attı. Duvar dibindeki büyük bir tuğla parçasını onun üstüne koydu. Böylelikle en sert rüzgâr- lar'bile onu yerinden kımıldatamıya - caktı. Gölgeler, gökle yerin arasını dolduru - yor, koyulaşıyordu, Genç kadın, kalbini orada bırakmış gi- bi, sürüklenircesine uzaklaştı. * Mimar (Kalimahos) aylardanberi dü - şünüyordu. (Korent) de (Zeüs) mabedini yapa « caktı. Onun da (Partenon) dan aşağı 0l- masını istemiyordu. Hattâ istiyordu ki büyüklük noktasından olan geriliğini gü- zelliğile tamamlasın, hattâ ileri gitsin! Onun en çok üzerinde durduğu nokta sütun başlıklarıydı. Çünkü çatı başka türlü olamazdı. Cepheyi kabartma te - simlerle süslemek güzel bir usuldü; mer- divenlerde değişiklik yapamazdı. Sütun - ların ince oluklarla süslenmesi o kadar göz alıcı buluştu ki hiç bir diyeceği yok- tu, Fakat sütun başlıklarının daha güzel olabileceğine sarsılmaz bir inancı var - di. (Dori) biçimindeki şu başlıkları hoş bülmuyordu: Bir küreyi bir defa orta - sından sonra da onun bir karış kadar aşa- Bısından biçmişler, mermer direkle çatı arasına koymuşlardı. (İyoni) başlıklarını da şuna benzeti - yordu: Kalın bir hamur tabakasını orta- dan ezerek iki taraftan taşırmışlar, sonra bu taşkın tarafları aşağıdan içeriye doğ- ru kıvırıp bırakmışlardı. Bunlar bep sade, hattâ basit şeylerdi. O bu başlıkları, dalga dalga saçlarını başının etrafında toplıyan bir genç ka - dın başı haline koymak istiyor; fakat bu- LA SÖON POSTA Yazan: Kadircan Kaflı nun da tekniğini bir türlü kafasında ol - gunlaştıramıyor, farmunu veremiyordu. Düşünmekten yorulunca şehre gidi - yor; her tarafa, her şeye bakıyor, uçan Kuşta bile ilham arıyordu. Bu ilham ar- dında Atinaya kadar geldi. Baharın ilk günleriydi. Atinada gör - mediği şey kalmamıştı. Şehirden — çıktı, kırlara açıldı. Rastgele yürüyordu. Me- zarlığa saptı. Orada bir şey bulabilir miydi? Kenarda bir çocuk mezarı gördü. Ayak- ucu biraz çökmüş, etrafını yeni çıkan ot- lar bürümüştü. Başucunda bir yeşillik yı- ğinı vardı. Bunlar bir sepetin dibinden biten çoşiğli çiçekler ve otlardı. Örgüle- rin arslarından fışkırmış, çevresinden saçak saçak sarkmıştı. Zira üstündeki tuğla parçası onların yukarıya doğru yük selmesine engel oluyordu. Kalimahosun kafasında bir kış gece - sinin sabahındaki aydınlık belirdi. Göz. leri parladı. Karşısında bir sepet değil, sanki bir sütun başlığı vardı. Böyle bir başlığı o zamana kadar ne görmüş, ne de düşünmüştü, Aylardanbeti asık duran yüzü gülüm- sedi, çatık kaşları ayrıldı. — Düzene sokar da mermere işlersem bu bir şaheser olacaktır. Dedi. Sepeti âalacak oldu. Sonra vaz geçti. Onun karşısına, yeşil ve nemli otların üstüne oturdu. Saatlerce baktı, baktı ve gördüklerini kafasının de- rinliğine, derin derin işledi. Artık (Zeüs) mabedini yapabilirdi. (Korent) e döndü. Mabed bittiği zaman bütün gözler sü « tun başlıklarına saplanıp kalmıştı. Çatı- lar bir Çiçek vazosuna oturtulmuş gibiy- di. Bembeyaz mermerin, ea güzel kır çİ- | çekleri, irili ufaklı taze yapraklar halin- de kıvrılışı aslından daha güzeldi. (Kalimahos) defne dalından zafer ta- cını giymişti. Adı dillerde dolaşıyor, öl - mezler arasına, bir daha silinmemek üze- ( te, yazılıyordu. YARINKİ NÜSHAMIZDA: 0 Zaten Aramamış ki!. Yazan: V. Karlovskoya Rusçadan çeviren: H. Alaz OZİN Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütün ağrılarınızı derhal keser, icabında günde üç kaşe alınabilir. Kızın Romanı Otomobilde yalnız kalınca göğsün- den hıçkırığa benziyen bir ses çıktı. Bu gülmek mi, yoksa ağlamak mı idi? Bel- ki ikisi de... Onun haline gülüyor, ken- dininkine ağliyordu. Başını kanapenin Jastığına dayıyarak gözlerini kapadı ve — bilâihtiyar gene onu düşündü: — Şapkasını çıkararak yanıma yak- dZaşması ne güzeldi! Konuşurken gözle- ; Fİ buğulanıyor gibiydi. Sesinin tath ahengi iliklerime kadar 1lik biz zevk ulaştırdı. Keşki onunla yürüseydim! Keşki kaçmasaydım! Beraber olacağı- Miz yarım saat içinde bana kimbilir ne güzel sözler söyliyecekti! Benim ken- di sırrını keşfettiğimi bilmediği için, şahsi şeyler kanuşmağa cesaret edeme- Gen kimbilir bana neler anlatacakti! Kendini bu avutucu şeyleri düşün- Meğe bıraktığı için pişman olmuş gibi birdenbire gözlerini açtı. — Fakat bu adam kimdir? Bir ya - baner, alelâde geçici bir adam değil mi? Onunla piçin beraber olmaktan mem- nun oluyorum? Bana karşı yaptığı ha- | bildiğim halde Muazzez Tahsin Berkand çin gene ona ehemmiyet veriyorum? İsmini bilmediğim bu adam benim için yoktur artık... Belki de bir kaç gün sonra Muzafferle nişanlanacağım ve ©- nu tamamile unutacağım. «İsmini bilmediğim adam» diye dü- şünürken Selmanın içinde yeni bir is- tek, bir kıvılcım gibi parlamıştı. — Niçin bu adamın adın: öğrenmiyo- rum? Ona ehemmiyet vermediğimden mi, yoksa anun böyle bir muamma gibi kalması hoşuma gittiğinden mi? Bu ikinci ihtimalin daha doğru oldu- ğunu kendi kendisine itiraf etmemek i- çin , kütüphaneye varır varmaz Fikri efendiden bunu sorup öğrenmesini ri- ca etmeğe karar verdi, Buna sıra kalmamıştı. Mağazanın ka- pısında postacıya rastladı. — Sizin için bir mektup bıraktım ha- nımefendi. — Nereden? — Trabzondan. Kalbi çarparak kasaya koştu ve za: fı, halasmın kararını bir an evyel öğ- renmek telâşile titriyerek açtı. — «Sevgili kızım, Selmacığım, «Uzun mektubun beni sevindirecek yerde pek üzdü. Hattâ bazı satırlarını okurken göz yaşlarımı tutamadım. «Benden hayatın hakkında bir karar vermemi istiyorsun, Uzaktan bu nasil olur kizım? Mektuplarından senin hu- yunu, görüş ve hislerini tanıdığımı ve öğrendiğimi farzetsem bile, hiç — bil- mediğim, görmediğim, ailesi hakkında hiç bir fikir edinemediğim Muzafferle seni nasıl evlendiririm? Buna nasıl ra- zi olurum? Birbirinize uygun bir çift olup olamıyacağınızı bile bilemiyorum, Darılma bana Selma; senin Muzaffe- ri istediğinden de pek emin değilim ben... Eğer onu sevdiğine kani olsay- dım hastalığıma bakmadan hemen ©- raya koşar, onu görür, ailesile konuşur ve seni onunla birleştirirdim. Fakat kızımı sevmediği bir adamla bağlama- ğa gönlüm nasıl razi olsun! Sen yorulmuş, biraz da sinirlenmiş- sin kızım... Bunlar ehemmiyetsiz ve geçici şeyler! Doğru olan bir şey varsa © da senin yalnızlıktan üzüldüğün ve beanım seni çok çok görmek istediğim- dir. Romatizmalarım bu sırada beni ye- rimden kaldırmıyacak kadar şiddetli... Binaenaleyh, geçen yazdan beri has- retle yanar: beklec tim gı BEALILĞA -İrını derhal N — S AT oNOi Bursa Merinos fabrikasındı tiftik ve kıl da işleniyor Sümerbank, Bürsa Merinos fabrikâasının /yapılan kundura satışlarımı ,l Kuruluşunda Üfük imalâtı mesolesini de|arttığı görülmektedir. İstanballi İf gi themmiyetle gözününde bulundurmuş ve bu | len, kadın ve erkek, senevi şelil sistemin Jcabettirdiği makinelerle fabrikas | yakkabının iki milyon çifti T ya tftk kısmını ilâve etmiştir. hu şehirlerine satılmaktadır. Memleketimizde yüksek numarada sâf tif- - #k İpliği yapıması Merinos tabtikastle bir- | — Klovland pamuğu Ti lkte başlamıştır. Merinos fabrilşısı, diğer olmuyor imalâtı hariç, senede (50000) kilo kadar tif- yol tik İpliği verecektir. Tiftiğe mühim bir mah- Adana (Hususi) — Bu sene F reç olan kadife endüstrisi memleketimiede | tazla yağması yüzünden YçLtGI Cü hentiz kurulamadığı için, fabrika kendi tif- | mahsullerinin yerlerini lâyıkıle BN tik imalâtını standardize edilmiş tipler ha- mamışlardır. Kış yağmurlarınıf linde deği, piyasanın bugünkü htiyacı olan | ması hububatın tam arsu edildiği mühtelif çeşidlere göre tanzim — edecektir. Tamıyacağını göstermektedir. Fabrika, zamanla yapaceğı varyasyonlara, Klevland pamuk cinsinden de B ği tiftiğin #af veya Kkarışık bir halde sarfiyat çiftçileri şikâyet etmektedirler. Bt Ö sahsaanı genişletmeğe çalışacak ve bu gü- muk her toprakta olmamakta VW Üj r:ı&mımnı bir kaç misti kuyvet Vere - v nculü vermemektedir. Geçet Tn © 'e Dokuma endüstrisinde tiftik, dünya pı- | Hevland pamuğunun tohumlari yasasında yerini dolduracak ikinci bir cinsi |*ttt siyah yerll tohumu ç olmadığından, döğerli bir sâha işgal etmiş. |Hi itibarlle bir kaç sene sonur Ö fir, Türkler tarafından bundan (2400) sene | YeFİl malı hükmünü alacağı evvel yetiştirilmesine başlanan Ankara tif- | tedir. tik keçileri zamanla Orla Asyaya ve oradan | Gine, Fadar: yeğümüçle "Düpüa otürmee v | AD ORUN . ÖÜr YU bakikattir Ki Türkler tiftiği yün endüstrisi-| Karabürun (Hususi) — on.' ne bediye etmekle insenlığa büyük bir hiz- İ le Karaburunda 222250 ton arpik “ğ mette bulunmuşlardır. bakla, 182200 ton buğday, 2500 106 ğ Tiftikler, mensucat endüstrisinder bilhas- | 7600 ton misır, 6073 ton soğaf, li sa mobilya kadifelerile bir kısım halılar, el- züm, 1040 ton zeytin, 360 bin KÜ0 bise astarlıkları, sollar ve pek az da yünle ton badem, 1250 kilo bal, 35 Ki0 Karıştırılarak müayyen HUp kadın kümaş -| istihsa! edilmiştir. Karabuarun zeytin, zeytin yaği V? leri Ne tütünleri dünyanın hef j büyük bir rağbetle müşteri bu nun için de iyi flatlarla satılı dları imalinde kullanılır. Türk tiftiklerinden rada yumurta ile yoğurt taranımış iplik sisteminde (58-609) numaraya kâadar tplik yapılabilmektedir. Tiftikler yüne nazaran daha yağsız ve ter- siz olduklarından yıkandıkları zaman kirli afırlıklarının # bir mikdarmı ve ancak | İzmirden getirilmektedir. (yüzde 10 - yüzde 20) kadarını kaybetmek- | cılığa çok müzaid olmakla ve balık bulunmakla beraber balıkdi tein du mahsulden pek az istifade (ÜL y barbunyanın kilosu 70 kuruştafı, lıkların da kilosu 35 - 40 kuruştanı tedir. Tiftiklerden maada kıl ipliği imalâtını da memektedir. BU muhit gerek p gerek yumurtacılığın İnkişafına 005 7 | yapan Bursa Merinos fabrikası görülüyor ki taranmış yün ipliği endüstrisinin bütün im- ittir, 2 İznikliler pamuklarıli — satamadılar kâin ve imalât sistemlerine maliktir. Bursa (Hususi) — Geçeti şeneyt nikte yalnız yerli pamuk ekitmekti * yıl Ziraat Vekâletinin İzniki de 5 v muk mintakasına alması oıırl:d Akala pamuğundan da ekilmiş, fA y fetihsa) edilen pamuklar sa! lünün elinde kalmıştır. Köylü b teessirdir. Pamukların satılması bulunması temennlsindedirler, Koyulhisarda fındık yetişti? , Koyulhisar (Hususi) — Yapılafi netlcesinde bu havalide fındık leceği anlaşılmış, Giresundan Ve dık cinsinden $ bin' fidan gı git vyadisinin muhtelif yerlerine © Dikimde ziraat müdürü Bahtiyaf zat nezarette bulunmuştur. Sıvasta deri piyasas! | Sıvas (Hususi) — Piyasaya bol Hilki, tavşan, potsuk ve sansar gerisi ye büşlamıştır. Av derisi piyasası Pök gitmektedir. Yapağı ve hâm V düşüklük devam etmektedir. ZiraAf köylüden buğday mübayaasına d imektedir. İngültere, memleketimizin iyi tiftik alıcıla- rındandır. Tütkiye, Cenub! Afrikadan sonra, İngiltereye en fazla tiftik Ihrae eden memle- kettir. İngilterenin 936 yılında idhal ettiği 8.522.000 libre tiftikten 6.063.000 lbresini Ce- nubi Afrika, 2.168.000 libresini de Türkiye ih- rae etmiiştir. 987 yılında da, İngiltere 6.349.000 Hbre pa- mük fdhal etmiştir. Bunun 4.231.000 llbresi Cenubi Afrikadan, 1.916.000 libresi memle- ketimizden, mütebaki 202.000 übresi de muh- telif memleketlerden alınmıştır. Bir libre, 500 gramlık İngiliz ağırlık ölçüsü- dür. Memleketimizden mal almak isteyenler Hamburgda bir firma — memleketimizden karbolöl ve emsali maden kömürü müştekka- tı; Seylânda bir müessese muhtelif einsler- de kürü meayva; İtalyada bir miessese de paçavra ve döküntü almak istediklerini bil- dirmişlerdir. Bir İtalyan firmasi da ham sığir ve keçi derisi istediğini bildirmiş, kendisine, bazı ih- racatcılarımızın adrezleri verilmiştir. Diğer talebleri de, 'Türkofla, alâkadarlara tâmim etmiştir. Anadoluya kundura ihracatı artıyor İstanbuldan muhtelif Anadolu şehirlerine ne geri kalıyor... Dün bunu düşünür- ken içime büyük bir adı düştü: — BSeni daha ne kadar zaman gör- memeğe mahküm kalacağım kızım? Diye gaiplere hitap ederek sana sor- dum. Güözlerimde yaşlarla sorduğum bu sualin cevabı o kadar ferah ve se- vinç verici oldu ki bilsen... Birdenbire karşımda seni gördüm; iri gözlerini yü- züme kaldırarak: — Sen gelemiyorsan ben gelirim halacığım, dedin. Bu sözlerin beni o kadar mes'ud et- ti ki, bütün gece helecandan uyku uyu- yamadım ve bu sabah erkenden sanâ yazmağa koyuldum, Bir kaç gün piyanonu ve kütüpha- neni benim için feda ederek ilk vapur- le gel yavrum. Geleceksin değil mi? Sana açık denizlere bakan babanın odasını hazırlatıyorum. Burasını çok seveceğine eminim, Esasen bülün . evi seveceksin, her köşede onun izlerini, onun çocukluk ve gençlik hatıralarını bulacaksın. İhtiyar halanı çok bekletmeden gel kızım... Seni sabırsızlıkla bekler, göz- lerini. yanaklarını öperim.» ” — Trabzon postası ne zamdlfi yor elendim? b Yarın akşam sekizde... — Birinci mevkide bir kişilik ğ mara ayırınız., bir saate kadâf aldıracağım. —- Emredersiniz efendim. Onun bu ani kararı karşısın şaşkın yüzüne bakan Fikri döndü: ; — Bir şey deği! Fikri efendi; $ lâşla yüzüme bakmayın... H g Trabzona çağırıyor, ben de meğe karar verdim.. geliniz, of ç içinde yapılacak işler hakkında © biraz konuşalım, çünkü fazlâ yok, hemen eve gidip hazi yam, * Vapur Galata rıhtımından Selma, kendisine şapkasın! ' Sadeddin beye, mendil sallıyâfi Nezahate ellerile selâm verdik! ra, birisini arıyormuş gibi göz rafta uzun uzun gezdirdi. İçif yamadığı bir his, onu görecef yakınlarda olduğunu ve kendistiy tığını söylüyordu. Böyle ikefi şapkasile kendisini selâmladiğ' rünce, hiç beklemediği büyük VE Mektubu bitirir bitirmez, şapkasını | karşısında kalmış gibi kalbinifi bile çıkarmadan telefona sarıldı. Kara-|le çarptığını duydu. -