& Bayta Tarihten sayfalar: Kazananı dünyanın hn büyük' tahtına götüren İmtihan * x İmparatoriçe vasiyeti anlattı: “Kublây Han dedi ki kim Cengiz yasasını en iyi bilirse o imparator olmalıdır. Zira imparatorluğu hakkile yapabilmek için yasayı iyi bilmek lâzımdır ., Yazan : Kublây Hanın sarayı o zamana kadar Hörülmiyen ve andan sonra da görülme- sine imkân bulunmayan bir ihtişam gös- teriyordu. Bu ihtişamı bilhassa saraydaki kız ve kadın bolluğu artırıyordu. Saraya bütün Asyanın en güzel kızları alınıyordu. Bunların bir kısmı harplerde esir edilmiş olanlardı. Bir kısmı da bil- hassa saray için satın alınmışlardı. BSaray zabitleri imparatora güzel kız- lar takdim etmek için diyar diyar gezer- Jer ve kız ararlardı. Ungut kabilesinin kızları çok güzeld! ve bunları babaların- dan para ile alırlardı. Baba ve anneleri ge kızlarını: — Sarayda daha mes'ud olur! Diyerek seve seve verirlerdi. İmparatorun karılarından dördü impa- Tatoriçe unvanını almıştı. Bunlardan bi- Tincinin adı (Canım) dı. Her birinin hiz- metinde üç yüz kız bulunuyordu. Ayrıca hadımağaları da vardı, dört imparatori- genin saray halkı on bin kişiyi bulurdu. Müverrih Raşide göre Kublây Hanın ©n iki oğlu vardı. Fakat bu işde daha sa- Mhiyetli olan Venedikli meşhur seyyah Markopolo bunların sayısını kırk dokuza gıkarır ve yirmi iki tanesinin karıların- dan, yirmi yedi tanesinin de cariyelerin- Gen doğduğunu ilâve eder, Kublây Hanın yerine geçecek olan im-« parator şüphesiz dünyanın en kuvvetli ve bahtiyar adamı olacaktı. Oğulları ara- sında bu reevkii elde etmek - istiyenler çoktu. Fakat Imparator kendi yerine di-| Tediğini tayın etmekte serbestti. Bunun için de dördüncü oğlu Nomoganı velisht yaptı. Fakat biraz sonra isyan etmiş olan Prens Kaydu'ya karşı yolladı ve orada düşmana esir düştü. Bir esirin veliahtlikta kalmasını mu- vafık görmiyen ve kurtulması da şüpheli olan Kublây Han onun yerine ikinci oğ- lu Prens (Cin-Kin) i geçirdi. Cin-Kin'in birçok yüksek meziyetleri vardı. Biraz sonra Nomogan esaretten serbest bırakıldı. Belki prens Kaydu ile gizlice anlaşmış bulunuyordu. Nomogan Çine geldi. Babasının huzu- Yuna çıktı ve ona karşı bir nuluk söyle- di. Bu nutukla veliahtlığı geri istiyor; bir takım fikirler söylüyor; âdeta baba- sına akıl öğretmeğe kalkışıyordu. Kublây Han kızdı. Ayağını yere vura- rak oğlunun üstüne yürüdü: — O kadar cesür ve akıllı olaydın düş- mana esir düşmezdin. Bu senin için ebe- Gi bir lekedir. Defol karşımdan, bir daha Bözüme görünme! Diye haykırdı. Nomogan biraz sonra öldü ve onu da (Cin-Kin) in ölümü takip etti. Kublây çok mlüteessirdi. Veliahtlığa bu sefer biraz önce (Karakurum) umumi valiliğine tayin ettiği oğlu Timuru ge- çirdi ve veziri (Bayan) a şu emri verdi: — Mogolistana git ve Timura haber ver. Onu âdet olan merasimle veliahtlık tahtına çıkar, Kublây otuz beş sene saltanat sürdük- ten sonra seksen yaşında olduğu halde (1294) senesinde öldü. Ölmeden evvel veliahdi tayin etmişti, fakat bunu tanımayanlar vardı. Bunun için işin kurultaya verilmesi, orada mü- zakere edildikten sonra reye mümacaat edilmesi gerekti. Kurultayın intihap et- tiği imparstora hiç kimse İtiraz ede- mezdi Han ölünce zevcesi prenses Gökçin na- ib oldu. Kaydu ile harpte olan oğlu Ti- muru çağırdı. Ayni zamanda kurultayı topladı. Kurultay Cengiz Han usulünde top- landı. Bunların arâsında Kora ve Kan- tondan Hazer denizi kıyılarına, hattâ Tuna boylarına kadar bütün memleket- lerden gelenler vardı. Cengiz Hanın ku- Tultayından farkı, ondan çok —kalabalık ve âyni samanda görenlerin gözlerini ka- maştıracak derecede muhteşem — oluşuy- du. Yoksa yasa it/barile farkları yoktu. Turan Can Gene en esaslı disiplin iki kelime ;le an- latiliyordu: Sıra ve saygı... Timura rakip olarak kim vardı? Evvelâ bu tesbit edildi ve bunun Ti- murun büyük kardeşi Kulama olduğu anlaşıldı. Kulamanır da kurultay azaları arasın- da taraftarları çoktu. Prenses Gökçin ek- seriyetle onu intihap ettirse bile memle- kette kargaşalık çıkmasına engel olamı- yacağını düşündü. Çünkü azlıkta kalan- lar yeni irfiparatoru candan sevemiye- ceklerdi. Bunun için evvelden hazırlanmıştı. Herkes toplandıktan sonra dünyanın en büyük ve değerli elmaslarile pırlan- taları ve mücevherlerini ihtiva eden taht | Üzerinde şöyle biraz kımıldadı, öksürdü ve sesine bir sertlik vererek şunları söy- ledi: — Kublây Han Timuru veliaht yaptı. |Buna rağmen Kulama saltanat iddia edi- yur. O da ölen hanın oğludur ve az çok hakkı vardır. Fakat iki tane imparator olamaz ve imparatorluk parçalanamaz. Bunun için gene Kublây Hanın bir vasi- yetine göre hareket edeceğiz Esasen bu vasiyet göyet yolundadır. Sanmam ki kimse itiraz etsin! İmparatoriçe vasiyeti de anlattı: — Kublây Han dedi ki, kim Ceogiz ya- sasını en iyi bilirse o imparator olmalı- dır. Zira imparatorluğu bakkile yapabil- mek için yasayı iyi bilmek lâzımdır. Buna kimse bir şey diyemedi. Cengiz yasasına itiraz edecek babayi- ğit he anasından doğmamıştı. Hepsi de: — Hayhay! Elbet doğrudur. Hanm vasiyeti yapılsın! Dediler. İmparatoriçe yeniden söze başladı: — Hepiniz iyi dinleyiniz. Kimin daha iyi anlottığını siz tayin edeceksiniz. On- dan sonra kimse itiraz edemiyecek, Kim itiraz ederse hepimizin kılıçları onun en- sesine jnecektir. Kabul mü? — Kabul... Kabul... Hayhay Sesleri büyük bir uğultu seldi. İmparatoriçe sessiz duran sordu: — Sen de söyle! — Kabul ediyorum! Dedi. İmparatoriçe Timura baktı. — Haydi, yasayı anlat! Timur zaten buna önceden hazırlan- miştı Bundan başka dili de güzel söyle- meye müsaiddi. Ayağa kalktı. Cengizin meşhur yasası- ni birer birer ve yüksek bir belâgatle anlatlı. Herkes: — Aferin! Dedi. İmparatoriçe Gökçin şimdi Kulamaya Göndü: - Sıra senindir; dinliyoruz. Kulama da ayağa kalktı. Birkaç daki- kanım içinde göstereceği bir muvaffaki- yet ona Kublây Hanın muazzam ve muh- teşem imparatorluğunu, saraylarını, or- du ve memleketlerini kazandıracaktı. Şüphesiz dünyada bu kadar büyük mü- kâfatlı bir jmtihan hiçbir zaman olma- mMiş ve olmayacaktır. Kulama da yasayı söyledi. Fakat sö- nük ve tereddüdlü bir sesle söyledi. Ti- mur kadar mutaffak olamadı. Kurultay not verdi: — Tünur imtihanı kazanmıştır. Ve prens Timur Asya — imparatorluğu tahtına oturdu. Kimse buna bir şey söy- liyemedi; kimse baş kaldıramadı; mem- leket te karışmadı. Kublây nde yük- Turan Can Sıhhat vekili Fransaya gitti Sıhhiye Vekili Retik Saydam bir müddet mezuniyet almıştır. Refik Say damın mezuüniyeti bitinceye kadar Sıh- hiye Vekâletine, Gümrük ve İnhisar - Jar Vekili Ali Rana Tarhan vekâlet e- decektir. Sıhhiye Vekili dün saat 10. BON POSTA “HÂDİSELER, .KARŞISINDA Şoför haklıdır Kendisini tanırdım.. bir taksi otomo- bilinin sahibi idi. Otomobilin şoförlü- ğünü de kendi yapar, bununla geçinir- di. Dün tesadüfen onun otomobiline bin- dim. — Bay, dedi, elbette haberin vardır. Taksiler ucuzladı. — Haberim var. — Zavallı bizler... Güldüm: — Niye zavallı ölasınız? Bakın hayat günden güne ucuzluyor. Yiyecek ucuz, Biyecek ucuz, her şey ucuz, diğer esnaf satlıkları malın ucuz olmasından Şi- kâyet etmiyorlar, Siz şikâyet etmekle haksızlık ediyorsunuz. Melül melül yüzüme baktı: — Şikâyette haklıyız, ve hâk vere- coksiniz! — Asla! — Kesip atmayın bay.. beni dinle- yin. Dikiz aynasında bir yandan beni di- kiz ediyor, bir yandan da anlatıyordu: — Kasab eti ucuz verir. &* ucuzla- dıkca kasab daha fazla mikdarda keçi eti sürer, Sütçü südü ucuz verir. Basit bir şey.. süt ucuzladıkca sütteki su mik- darın: artırır. Kumaşcının kumaşı ü- cuzlatmasının yolu vardı. Yün kumaş- taki pamüuğun mikdarı arttıkca fiat da ucuzlar. Yağın kilosunu yüz kuruşa satan yağcıya: b şarkı, — Altmış kuruşa sat! Diyebilirsiniz; o da satar. mahlütu da satılabilir.. palım?.. Yağ bu: ya biz ne ya- — Biz ne yapabiliriz? Bu işin hilesi- ne kaçamayız ki... Benzin biraz ucuz- ladı.. kârımız da biraz artacak, diye se- vinmiştik, Fakat boşuna — sevinmiş derhal taksi fiatlarını da indirdiler. E- limiz böğrümüzde kaldı. Tekerlekte lâstik vardır, si yök ki takabile- Bm. Benzine su karışmaz ki karıştıra- Kulamaya ü hm, — Şişliye elli kuruş! Diyen müşteriyi, Şişlinin yakında bir benzeri yok ki oraya bırakalım da: li! Geldik, yarım papeli imdi anladın ya!, Esnafın içinde en dürüst hareket eden biz değil miyiz?.. Allah için söyle... — Evet, sizsiniz... — Mademki biziz, hileli kazanmamı- za imkân yok.. bari ne olur hilesiz ka- zancımızı azaltmasalar. — Başta şaföre: — Sana hak vermem! Demiştim ama, sonradan: — Haklhısın! Demekten kendimi alamadım. 64 yaşındaki— eski Mısır Başvekili evleniyor Mari Hubner Göl ve deniz edebi Yazan: Halid Fahri Ozanso yatı y Fikret Dıvmuleünnm“.mdılu-mdgm'k_upmlhdılknlnll vennüm edebildi. Sadece havuz pı nıltısı, şadırvan çağıltısı ve biraz da dere şırıl- tısı ile bir şeyler fısıldadı. Nalli'de leğen 'çi kadar suyu görür, kenarını göremezsi- niz. «Cuy>» e «Cuybar», kupkuru, mü- cerred bir mefhumun ifadesidir, tablo de- [ğı ldir. Nedim bile: Eyvah o üç çifte kayık aldı kararım Sarki okuyup geçti bir âfet var içinde Derken kayığın üç çifte ve âfetin şarkı okuyan cinslen olduğunu söylüyor da suyun rengini değil, adını bile ağzına al- miyor. Halbuki divyanının kaside, gazel, hâsılı her hangi bir kısmında Sâdabad'ın yeni kasırlarındaki şadırvan- lardan bahsederken öyle coşuyor ki... Görelim âlıhayat aktığın ejderhadan Diye seslenirken hissediyorsunuz. ki bütün benliği ile bu kasra ve bu ağzın- dan sular akıtan mermer ejderhalı havu- |za bağlıdır. Çünkü orada bezm-i safa ku- yulur ve ellerde billür piyaleler. döner. Divancılar ne yazık ki Çemşidi bile engin denize karşı değil, bu dar su karikatürü önünde şâdedegelmişlerdir. Denize arka- sını dönen edebiyatır gölü gürmiyeceği 'se pek tabüdir. Tanzimat'tan sonraki edebiyatımıza ge- Hnce, bereket versin ki Namık Kemal ve Abdülhak Hâmid başta olmak Üzere Çamlıca tepesinden Marmarayı görebil « miştir. Fakat «Kürsi-i istiğrak» taki Hâ- m'd, bu devir edebiyatında denizin To - Mmantik hülyasını ve Finten'deki Davala- €iro'nun dalgalara hitabında Okyanusun kudurmuş ahengini de kudretle yarata- bilmiştir. Bilhassa: Çıkıyor karlı yüzü karşıma Ummanda bile, Sönmüyor meş'ale-i lâneti tufanda bile. Deşt-ü deryayı aşıp tâ iki aylık yoldan, Geliyor nâleleri güzşuma sağdan soldan. Mıisralarında çılgın Okyanusüun tam levhasını görernesek bile sonsuz ufuklara ve göklere sığmıyan dehşet uğultusunu muhakkak ki işidiyor gibi oluyoruz. Edebiyatsı Cedidede isge deniz en ziya- de bir semboldür. Meselâ Tevfik Fikretin Seza, Şehitlikte gibi biraz Lamartine naostaljisini taşıyan ince bir kaç şiirini Lir tarala buakırsak, Sis'te olsun ve: — Sen derin derin, Başlarsın ihtizazına bir ergânun gibi. Misralarını havi şu anda ismini iyi ha- f f r zuülmüne haykırmak istemiştir. Hattâ: Bir çocuk ruhu kadar pürnisyan Uzuüyor mavi deniz. Diye denizi sâf ve berrak gösterdiği, «Mavi Den!z» şiirinin sonunda bile bede binleşiyor ve nazarlarının o ayna gibi su« yu bulandırmasını istemiyor. Vüksü der« hal gene fikrinden rücu ediyor amma.. İşte hep böyledir ve Fikretin «Fenerr şiirinde bile hep ayni bedbinliği ve te- felsüfü Lulursunuz. Fecri Âti'de deniz, bilhassa Tahsin Na- hidn <«Ruh-u Bikayd» ında Büyükada ke yılarında suların ve çamların mehtap a- kislerini hayali Afroditler ve peri kızla« rile çizmeğe kalkan bir acemi ressam tablosudur. Nasıl ki bugün ne o şiirler « den, ne de o koca kitaptan bir iz kalma- mıiştir. Fecri Âtinin büyük şairi Ahmet Tâşim'de ise göl tablolarını ve harikulâ- de nefis gö' saatlerini buluyoruz. Yalnız bu göller © Anadolu gölleri değil, fransızca şiir yazar. Belçikalı şairlerin, bil Vi en'in, Rodenbah'ın göl « leridir. Hâşim o edebiyatın levhalarını gok güzel adapte edebilmişlir. Pakat ne çare ki bugün bile edebiyatımızda meselâ bir Van gölü yoktur! Maamafih son devirde Yahya Kemal'le Faruk Nafiz'in denize ve tablo halinde) dereye çok yaklaştıklarını inkâr edeme- yiz. «Şarkın Sultanlarır ile «Suda Hal: kalar> şalri Faruk bunun için yarın da okunacaktır. Hele deniz levhasında Yah. ya Kemal muhakkak ki başta geliyor. Bir gün deniz ölgündü, bir oltayla balikta, yapayalnızdım açıkta Mısralarile başlıyan «Deniz> ve — çok verin memieket duygusunu terennüm &« den «Açık Deniz» manzumeleri bu sebep« ten dalma hatırıanacak iki mükemmel e- serdir. Burada Orhar. Seyfinin geçen yıl itişar eden <Kıyır ini de hatırlatmak isterim, Yo'nız nc yazık ki, romanda ol sun, şiirde olsun, Byron gibi, bizim ede biyatımızda da henüz büyük bir deniz $ gağı ruh doğmamıştır 'Onun doğuşu ise modern Türk edebiyatına hiç şüphesla en coşkun sesi ve en kudretli levhayı ge tirecektir. Suların ve engin ufukların tam san'at. kâzını bek)'yoruz. AsSa Kuşlar pibi yalnız, tırhyamadığım (Galiba Büyük Gece) ——— —— Halid Fahti Ozansoy olan Mari Hubner ile evlenecektir. Mari 17 yaşındadır. * Bundan ixi ay evvel, Viyanaya gelen Tevfik Nesim Paşa, Viyanaya bakan Co- benzel'de Hubne oteline gitmiş ve ©- telin barına girmişlir. Fröylayn Hubner barda çalışmaktadır. Sabık başvekil, cidden göz çekici, kes- tane saçlı, elâ gözlü ve en usta makyaj sanatkârlarını kıskandıracak bir meha- retle inçeltilmiş kaşh, mevzun endamlı genç kızı görür görmez hemen - vurul- Mmüştür. Babasının Viyanadaki açık hava kah- vesinin bir köşesinde gazetecileri kabul eden büyüleyici ve işveli genç kız hikâ- yesini gayet fasih bir ingilizce ile şöyle anlatmıştır: — Bir mektep talebesiydim. Bratyon civarında Micklefield mektebinde oku- da Galata rıhtımından kalkan — Çelyo| Mısirm eski başvekili 64 yaşında Tevfik | yordum. Yaz tatili münasebetile Viyana- vapuru ile Fransaya gitmiştir. Nesim Paşa, Viyanada bir otelcinin kızı ya dörmüş, ve barda babama yardım e- l ı — ekmzeüee e diyordum. Viyanaya tedaviyo gelen ni şanlım ile ilk defa burada tanıştım, O günden sonra sık sık buluşmaya başla- dık ve bir akşam de kendisile evlenerek Mızira gidip gidemiyeceğimi sordu. Düşüneyim, dedim. Bi an duraklayarak, utancından kıza- ran genç kız gayet güç işitilir bir sesle şunları ilâve elmiştir: — Evet, düşündüm.. Ve kocamın 64 ya- şında olduğunu bir an için olsun aklıma Retirmiyerek, evet.. dedim. Düğünül birinciteşrinde — olacak, medeni üâh yapacağız... Ben katoli- Zim, evlenince de kocamın dinini (müs- lümanlığı) kabul edecek değilim. * Mari Hubnerin, nişan yüzüğü tek taşlı bir pırlanta yüzüktür. Ve Tevfik Nesim Paşa, Mısırdan 70 bin lira değerinde olan ecdan ları kalma mücevherlerini istet- miştir. Bunları, genç nişanlısına düğün hediyesi olarak verecektir,