29 Ocak 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

29 Ocak 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ğ | Vei defa A ç VÜ T— SON POSTA İttihad ve Terakkide on sene On birinci kısım RAKKİ DEVRİNDE FİKİR HAREKETLERİ Ve TE No. Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Gökalp İttihat ve Terakkiye ine inana- ş'*!!au)ık la 'i seyreden .P"ııı.î“'““ da ona b 'i Ü timal a nin sağ tarafında idi. İttihatcılar zamanında sağ fikirler Önceleri Siratı Müstakim ve son - raları da Sebil-ür-Reşât isimlerile neş- redilen bir mecmuanın, inkılâbı, şeria- te, eski zamana, eski ruha g gayesile yaptığı neşriyattan — ibaretti. Önceleri, — fikren — bir — islâmiyatcı olan Baban zade Ahmet Naimin, son- raları da şair Akifin tesiri altında kal « miş olan bu mecmua, inkılâbı Türke değil, islâma mal etmek için uğraşırdı. Bütün Avrupanın ilmi ve fenni hare - ketini islâm gözile gören, Müslüman- ların hayatlarını, islâm gözile yapıla - cak bir islâhat ruhu içinde düzeltmek gayesini güden bir zümrenin neşir vâ- sıtası idi. İçinde Mustafa Sab- gibi eski medrese kültürünün mümessilleri bulunurdu. En liberal un- suru şair Akifti. Fakat, o da halk dema- gojisini tutan, yenileşme hareketinin ancak bazı noktalarına taraftar olan bir insandı. Tevfik Fikret nazmımı biraz dahe sâdeleştiren ve ona kendisinc mahsus bir tarz veren şair Akif, şiir - den ziyade fikir yapıyordu. O zamanki mecmualara nazaran, yüksek bir tabı adedine mâlik olan Sebil-ür-Reşât, İt- tihat ve Terakki inkılâbcılarının hoş görmedikleri, hattâ tehlikeli saydıkları bir organdı.. Fakat, buna karşı, Ziya| Gökalp hareketi başlayıncaya kadar hiç bir şey yapamıyorlar, yalnız onun siya- si bir irtica âleti olmamasına siyaseten - |dikkat ediyorlardı. Sebil-ür-Reşât İtti- , hat ve Terakki çerçevesi içinde dura - tak rahat rahat neşriyat yapmayı ter - için, bilhassa şair Akifin nü . |fuzu şltına girdiği zamandan itibaren, e | Siyasi bir gülle teşkil etmemiş, fakat, Y T âlemin- VAY Yavı Ve 'aş, ve üyı.:'lkkiy: N %:'Xi.ı, S H Unsur, Yar, Sok Uzaktı. O * Sistema- B Ttnku. fikirleri mütemadiyen geriye götür - meğe çalışmak işinde muntazaman devam etmişti. Sebilürreşadın rolü Sebil-ür-Reşât'ın, bir mekteb, bir kürsü mâhiyetini alan bu neşriyatı karşısında Ziya Gökalp'e kadar İttihat ve Terakkinin temsil ettiği bütün inkı- lâb fikirleri sistemsiz ve gelişi güze neşredilen fikirler halinde kalmıştı, Av- -—-AMrrmr—-oPr'U Srkarak Pu | öksürük, Nezle, Boğaz ve Göğüs has- | Bunun için, sistemli va talıklariyle sesi - kısılanlara şifai te- sirleri çoktur. 30 Kuruş. Hasan deposu: İstanbul, Ankara, Beyoğlu, Beşiktaş, Eskişehir. kide veren ruh oldu Vrupayı Türke göre okumuş, Türk gözüyle tetkik etmiş ve ruhile anlamış insan olark meydana çıkıyordu ĞI arasında H*di nin dudak- Mdı:ne ile ün eeei? rupa ile fazla münasebette bulunmuş olan bir takım Garb tarafdarları - ki iç- lerinde biz de vardık - mütemadiyen Avrupalılaşma ve hattâ cumhuriyet tarafdarlığı ederler, fakat, bu husustaki fikirlerini sistemli bir şekilde ifadeye muvaffak olamazlardı. Düşünmekten ziyade yapmakla, yahud yapmıya ça - lışmak veyahud da yapmıya çalışanlar- la beraber bulunmakla meşgul olan bu unsurun ifadeye muvaffak olamadık- ları şeyleri, nihayet, Ziya Gökalp yap- tı. O tarihte Avrupanın içtimat ilim - lerini en iyi anlıyan bu kafa, bugün dahi o kadar kuvvetli ve sistematik bir ilim adamı yetiştirmemiş olan Türki- yede, el'an taze br kafadır. Onun hisst ve idealist ruhuna, feragatkârlığına ge- lince, bunun bir millet içinde her za - man kolaylıkla bulunur bir kuvvet ol- madığı muhakkaktır. İttihat ve Terakki umumisi, — önceleri JZiya pe, biraz yabancılık 've biraz da şüphe — ve — tereddütle — bakmıştı; fakat, sonraları, Ziya Gökalp merkezi umumiyi birer birer kazandığı için İt - tihat ve Terakki bir taraftan onun fi- kirlerini hayata geçirmeğe ve diğer ta- raftan da onun etrafında bir gençlik hareketi uyandırmıya karar verdi. İşte Yeni Mecmua bu hareketin merkezi - dir. 'Yeni Mecmua, Türkiyeye yeni bir hayat, yeni bir hayat anlayışı vermek isteyen yeni bir hareketti: Sıratı Müs- takim ve Sebil-ür-Reşadın aksine bir hareket... İttihat ve Terakki kültür yapıyor Bu devir, harb seneleri ve hattâ har- bin orta zamanı devridir. Artık İttihat ve Terakki asetten ziyade — hara « setle, yani ür yapmakla meşgul - merkezi Gökal- İdür. Merkezi umuminin siyasi kuvve- ti azalmış, hattâ, merkezi umuminin üstünde bir kuvvet olan Meclisi Umu- mi'nin bile kuvveti kalmamış, her şey askeri zümrenin eline geçmiştir. Mer- kezi umumi, ancak umumi hareketi tâ- kib ve kabil olduğu kadar fenalıkları tâdil ile meşguldür. Bundaki muvaffa- kiyeti de basittir. Fransa inkılâbından sonra olduğu gibi, Talât-Enver-Cemal- den mürekkeb Triumvira, Napolyon'- un, yani Enverin eline geçmiştir. Her şeyi sürükleyip götüren odur. Bunün için, İttihat ve lerakki de yakasını o - nun eline teslim ederek kendisi istik - bali hazırlama yoluna gitmeğe mah - küm kaldığını hisseder ve gittikce daha kuvvetli olarak Ziya Gökalp'e sarı - hır. N Harp mecmuası O tarihte askeri zümre henüz Türk- cü değildir; islâmcıdır, emperyalisttir, halifecidir; Ziya Gökalpin fikirlerini sevmez; vardır: Harp Mecmuası. Bu mecmua- da ,daha ziyade, militarizm, emperya- lizm, islâmcılık hâkimdir. Militarist bir islâmcılık, militarist bir halifecilik ru- hu neşreder. Ancak, bunların kuvvetli bir başları bulunmadığı için fikirler, bu mecmuada kuvvetle neşredilemez; o - nun fikirlerinde ne Sebiür-Reşâtta ol- duğu gibi, ne de Yeni Mecmua'daki tarzda bir sistemleşme yoktur. ÖOnu başında' muayyen bir felsefesi, muay - yen bir hayat akidesi bulunmıyan bir büro neşteder: Erkânıharb Seyfi beyin idare ettiği karargâh istihbarat şubesi. bir akidesi ola - maz. Sebil-ür-Reşat ile Yeni Mecmua nın arasında s&llanır ve daha ziyade ev- velkinden ruh alır. (Arkası var) Ben ne bir edebiyat adamı, ne de bir hikâyeciyim. Çünkü, yazılarımda dü- şündüklerimi, hissettiklerimi gizliye miyecek kadar acemiyim; başkaların - dan dinlediğim vak'aları, bir çok hi - kâyeciler gibi, şişirerek güzelleştir - mek te elimden gelmez. Anlatacağım vak'a, şimali Afrikada yaptığım bir se- yahat esnasında başımdan geçmişlir. Sıcağın, güzel Barselananın açık ma- vi semasında bir buğu hâlinde tüttüğü bir yaz günü akşamı idi; eve yorgün, terden vücudum kokmuş, içimde sebe bin! bilmediğim bir sıkıntıyla döndüm. Karım beni kapıda yorgun bir gülüş ve bakışla * çünkü, İspanyada yazın gü - lüşler ve bakışlar bile yorgunlaşır - karşıladı. Juanitayı kendime rağmen dudaklarından öptükten sonra, ceketi- mi ve şapkamı verdim: — Sen şunları al, dedim. Bu akşam yemeğini bahçede havuz başında yiye- lim; sıcak beni bayiltıyor. Sofrayı ha - zırlayıncıya kadar, ben de Alfonsonun meyhanesinde buzlu bir bira içeyim. Karım, bira içmemi hiç doğru bul - maz, bu yüzden banâ: «Sen İspanyola benzem'iyorsun, jdamarında kim bülir hangi cansız insanların kanı yar'» der- di. Bira içeceğimi söyleyince, gene ca - nı sıkıldı ve: — Eğer, evde kalmaktan korkmıyan bir kız olsaydım, dedi, bu bira iptilân yüzünden seninle evlenmezdim. Ne ya- payım ki... Buzlu birayı içtikçe, karımın söyle * diklerinin aksine, kanımda beni ya - kan alev gittikçe büyüyordu. Soğuk şey içtiğim halde, içim sıcak, ellerim sı: cak eve döndüm. Kaşının, gözünün ve saçlarının — karalığı, insanda — âr * zuları kamçılıyan kıvraklığile tam bir İspanyol kızı olan karım fıskiyeli ha - vuz başına sofrayı kurmuş, yemekleri hazırlamış, tuvaletini de yapmış beni bekliyordu. Dudaklarının korkunç, fa- Kat ılık kızıllığı bu akşam bende - hiç bir yeni arzu uyandırmıyordu. Ko - nuşmadan yemek yedik. Güzel karı - ma, saçlarını her günkünden daha baş- ka bir ihtimamla tarayışı hakkında il- tifatta bile bulunmadım. Hattâ, ona pek az baktım. İçine daldığım âlemin füsununa doku - nulmasını -iste » miyordum. — Bir an başımı çevir » dim, Karımın, şimdiye kadar şa- | hit olmadığım en- dişeli bir yüzü wvardı. — Masanın üstüne elini koydu ve elini tutmamnı is- temişti. Tutmadım. — Endişeli yüzüne bakıyordum. Birden içimde bir hırpa- lama ihtiyacı hissettim. Karşımdakine çatmak, hattâ daha ileri giderek külür etmek istedim. — Juanita, dedim, ben kolayca ve küvvetle seven, fakat çabuk bıkan bir adamım. Kadınlar gibi, sevilinde yeni sevgi arıyan bir insan.. Hâlâ anlarna - dın mı? Artık, bana yeten, beni doyu - rabilen bir kadın değilsin. Evvelce, her şeye rağmen, neşeliydin. Halbuki, şim- di, bak, yüzün ne halde.. — Bunu biliyordum; benden kolayca bıkacağını düşünüyordum. — Evvelce neşeliydim: Çünkü, bunda yanılacağı - mı kabul ediyordum. Bugün endişeli - yim: Çünkü yanıldığımı kabul etmi - yorum. İki ilkbahar bile ömrü olmı - ::nn sevgimize * yahut sevgime - acı » ;.*m'um. Bu akşamki tuvaletime ihti - Çevirel ım var, büy ve sonu olmıyan bir sergüzeşt. Şimdi: ye kadarki sevgilerimi tanımış olan in: sanlardan uzakta yeni bir hayata atıl- mak, bir başka insan olmak istiyorum. Yarın sen, ve en kötüsü ben, artık eski Gormezi göremiyeceğiz. Etimi başka .—Şkı limlerin güneşi yakacak; ve bir gün, açık mavi semasında sıcağın bir buğu halinde tüttüğü Barselonaya dönersem, ip bi ah gibi bakacaksı - m, ve değişmie- ğe o kadar ihtiyacım v Haklıydım. İçimde beni sıkan bir şey dı: Sıkıntılarımı, ötedenberi, haşla - dığı anda söndürmek ihtiyacını hisse - derdim. Halim, beni, yaşadığım hay: t renksiz addetmeğe sürüklüyordu. Eğlenceli bir hayat her halde arzu et- tiğim bir şeydi. Önündeki paslayı ye - Yarınki nushamızda : Karar olmazki! Yazan: Maurice Darin E Ş mam edişim, eski sevginle alay etmek | onun da elinde bir mecmmnal içi Çeviren: Şerif Hulüsi mekte hâlâ tereddüt gösteren karımın, demin okşamak istemediğim — ellerini n bir eda ile: — Beni affet, dedim. Güzelliğin ve kıvraklığın bir çok erkekleri sarhoş e- decek kadar harikulâde,, Beni burada, bu evde, bu yıldızları parlıyan mavi gök altında sıkan bir şey var, senden uzaklaşacağım. Beni hiç « getirme! Başka bir erkeğin sevgisi mezi çabucak unutturur. Bi için bu kadar ıztırap çekmene | yok. — BSöylediklerini hiç anlamıyorum. Sana, kal! demiyeceğim. Fakat, seni çok seviyorum. Bundan evvelki serse- riliklerinde olduğu gibi, bu sergüzx3- |mıde de beni beraber götür: Yalnız ya- şıyamıyacak kadar korkuyorum yar! diye ısrar ettim. Sergüzeşt kadınların tasavvur ettikleri bir ha « yattır, onu yaşamalarını doğru bul - mam, Beni unutman daha iyi. Ben öy- le istiyorum. Ertesi gün, rıhtımda acı göz yaşla - rile birbirimizi öptük. Juanita hâlâ 1s- rar ediyordu: «Gitme! Yalvarırım» di- yordu. Vapur, köpüklerile mesafeleri denize indirirken, rüzgârile göz yaş * larımı, göz yaşlarımla beraber azupla- rım: alıp götürdü. Geçmişi unuluyor, yarını düşünüyordum. Bir gün, bir ge- ce süren deniz yolculuğu sonunda Af rikanın küçük bir limanına geldik.. İs- panyadan son hatıra olarak benimle ge- len bir iki kamara arkadaşımın elle « rini sıktıktan sonra, İspanyolluğum yalnız adımdan ibaret kaldı. Ertesi gün, üstü kapalı bir yaylıya bindim; kızgın yollardan, güneşte sırtlarını 151- tan kayalıklar arasından geçerek İs - panyol Fasının bir kasabasına geldim. Küçük bir otele indim, Vakit geçti. Bir. şey yemeğe, gördüklerim üzerinde dü- şünmeğe vakit bile bulamadan odama çıktım, ve uyudum. Ertesi gün, yüzümü okşıyan s- cak bir güneşle uyandım. Bir mücdet yatakta gerindikten sanra, odamın pencerelerini açtım. Ne yapacağımı, bugünden itibaren başlıyacak olan - kendimce - yepyeni hayatımın plânını düşünüyordum. Fellâhın biri kahve ve bir dilim ekmek- ten ibaret kah- 1 getirdi, bir lma Go- anlamadığım şeyler — miril dandıktan — son « ra gitti. O güne kadar dolaştığım memleket- lerin dilini bilirdim. Halbuki, bugün- den itibareln dilini bilmediğim ve öğ- renmek / istemediğim —memleketlerde dolaşacaktım. Giyindim, sokağa çıktım. Gözüme ilk ilişen Arap kadınları oldu. Sıcak ik- limlerde her an tahrik edilmiş halde olan insanın alâkası bu hali söndüre « cek insanda, kadında toplânıyor. Arap kadınları; belki İspanyol kâ *« dınları kadar güzel değildirler. Fakat, onların kıyrak vücutlarına dünyanın hiç bir tarafında rastgelinmez: Arka- larına giydikleri siyah çarşafın biraz arkaya düşerek meydana çıka muzlar, insanda en tatlı arzuları u: dırır; kaldırımlarda sürükledikleri &- yaklarının âltına incinmemeleri - için elime koymak istediğim zamanlar ol - du. Yüzlerinde yalnız siyah ve iri göz- lerini ifşa eden beyaz peçe, Arap ka - dınının en füsunlu örtüsüdür. Bir çok |kadınlar gördüm; erkekler beni hiç |meşgul etmedi. Bu küçük Fas şehrinde |ne aramağa gelmiştim? Kendimde ol« | muıyan bir şeyi, yahut sahip olmadığım bir kıymeti mi? Hayır.. O halde.. Kıvrak kadınlarına rağmen, burası da beni sıktı. Bir haftalık ikametim es- pnasında, şehrin yeğâne güzellikleri lan hurma bahçelerini, kadımlarını gör- müştüm: Bu kadınların en inceleri ba- na şehvetim için misafirliğe geldiler. Sarhoş geceler geçi im olda. Bun- lar kâfi değildi Gene üstü örtülü bir yaylı sıcağında beni bu kasa ma bahçeleri arasından Gün - ki rehber, bana çölün kıpl grubu - ” ki rehber, bana çölün kıpkızıl grupu- n: Nurullah Ataç bir öğle ldı, hüre .fnu müjdeledi. Kızgın kumları develer üstünde geçtik. Nereye gidiyordum. buralara niçin gelmiştim; bilmiyorum. (Devamı 15 inci sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: