SON POSTA Akifin son günleri Üstad ölümünden birkaç gün evvel “Şu cennet gibi yurddaki insanların canını almıya Azrail bile kıyamaz!,, demişti Mehmet Akifin en yakın bir akrabası: — 5000 den faz- la ziyaretçil.. diyor. Ve ilâve ediyor: — Düşünün ki, tistad, bir kaç keli- me söz söylemeği bile, çok güç katla- nilir bir zahmet sa- yacak vaziyette idi. Tâkatten © derece kesilmiş bir hasta- nın, bir kaç ay içine de 5000 ziyaret ka- bul etmeye mecbur kalması ne demek. tir? Diyebilirim — ki, üstadı ziyarete ge- len dostları, hiç bi meden, hiç farkına varmadan onün ö- lüm günlerini yak- laştırdılar, Bence dünyada, bunun kadar hüsnü niyetle yapılmış bir fenalık daha tasav- vur olunamaz! — Son söylediği t#özleri hatırlıyabiliyor musunuz? Muhatabım;: bu sorgamuni cevabi: |idi- ni, üstadın ölümünü anlatmakla Ve. TiyYoOr: — Evvelki gece, saât 19,30 beraberdik. Yanında kım — ve :e=.ı’ıı vardı. Daima olduğu gibi, memleket ve dünya siyaseti hakkında izahat i- tedi. Hatayın vaziyeti, İspanyanın hâr li, Almanyanın silâhlanması etrafında bir çok sualler sordu. Kendisine, dili- min döndüğü kadar izahat verdim. Gayet neş'eliydi. Ve her zamân- kinden daha — sıhhatli görünüyordu. Benim ayrılışımdan sonra, bir müd- det de kızi ve refikası ile görüşmüş. Ve saat yirmiyi tam on geçe, müthiş bir buhran gelmiş, Vâkım eskiden de buhranlar geçirmemiş değildi. Hattâ kendisini kıvrandıran müthiş wtıraba dayanamıyarak bağırdığı bile oluyor- du. Fakat bu sonuncu buhran hepsin- den mütbişmiş, ve-beş dakikadan fuz. la sürmüş. Acıdan kıvranan, bağıran biçare Akife, berbad bir nefes dârlıği gelmiş. Ve üstadın hayatma mal olan bu nefes darlığı, onun #on sözlerini söyleyebilmesine bile meydan bırak- mamış! — Hastalığı neydi? — Siros... Bildiğiniz gibi, İstanbula altı ay önce gelmişti. Evvelâ Alemda- ğında bir çiftliğe misafir oldu. Ora- dan on, on beş günde bir sedye ile ve araba vapurile İstanbula getiriliyor, doktöruna gösteriliyordu. Fakat İstan- bula son inişinde, çok fena bir halde idi. Olanca iştihası kesilmişti. Fevka- Tâde halsizdi. Bir bardak suyu kaldıra- bilecek dermanı kalmamıştı. Hiç bir şey yiyemiyordu. Bu vaziyette çiftli- ğe dönmek istemedi. Ve Mısır apartır manina misafir edildi. Fakat o halin-| de bile, hayattan ümidini kesmiş de- | ğildi. Arada sıradâ, ziyaretçilerine, i- yileşince yapmak — istediği yazmak istediği yordu. — Neler yazmak istiyardu? — İstiklâl — hazbinin bir destanin; yazmak istediğini söylüyordu. Sonra işlerden, mevzuu islâm tarihinden alınmış biı;viyeıini. bütün eserlerinden — çıkart-| yetçi, — ve eserlerden — bahsedi« | Akifin eski bir resmi iki manzum piyes yazmak niyetinde| — Ben ayrılmaya hazırlanırken o: Haccetül Veda adındaki başlanmış eserini de tamamlamak istiyor, ikide birde, onu yarıda bwakmıya mecbur kalmanın azabından şikâyet ediyordu. — Haccetül Veda mı? Akifin son resimlerinden biri — Evet... Yani, Veda Hacer... Peygamberin son Mehmet Akif, sadece bu eseri lâyık | olduğu mükemmeliyette — yazabilmek maksadile tâ Hicaza, Medineye, ve Mekkeye kadar gitti. Oralarda topla- dığı notlar, bir kaç kalın defteri dol- durmaktadır. «Gölgelern i de burada bastırmak için hazırlamıştı. Bu eserine, gayri münteşir beş altı şiirini de ilâve et- mişti. İkide birde bize: — Hani Gölgeler? Daha basılmaya |başlanmadı mı? diyordu. Ona azap veren hâdiselerden biri- si de, Tevfik Fikretle giriştiği bir mü- nakaşa idi. « Vicdamım — tebdili -tâbut ettil» diyerek, Türk mekteplerini bı- rakan, ve Robert Koleje muallim olan Tevlik Fikrete manzum bir cevap yaz- mış, ve son derece ağır bir lisan kul: lanmış. Fikretin ölümünden sonra, bu hie- mıştı. Fakat o ağır | kisanı kullanmaktan duyduğu pişmanlı- | ğın azabını, meza- rına kadar — içinde götürdü! — Memlkeketten | uzak kalmaktan da | çok azap duyduğu- nu söylermiş? — Öyle... Onu biraz da memleket * hasreti, ve memle- kete kavuşmak he- yecanı öldürdü di yebilirim | Kim bu cennet va- | tanın uğruna olmaz | ki feda, Şüheda fışkıracak toprağı — sıksan şü- heda. Mısralarını — ya ratan Mehmet Akif, geçenlerde bir gün acı acı gülerek: — Şu, demişti, cennet gibi yurdda yaşayan insanın ca- -mi almıya Azarail bile kıyamaz! — Hâlâ, diyordu, daha hâlâ hayret ediyorum. Dağ gibi Mehmet Akif na- sıl yıkıldı? Onu tanıyanlar bilirler ki, Mehmet Akif, bir peklivandi. Hemi de, şampiyonluk kazanabilecek kadar mü- kemmel güreşen zorlu bir pehlivan... Ne içki içerdi, ne sigara, ne de kâhve. Bir zarmnanlar yalnız enfiyeye müptelâ idi. Sonraları, bu yeğâne iptilâsından da vazgeçmişti. Harap edici bütün iptilâlardan uzak yaşamış demir gibi bir insanın 63 ya- şında ölmesine şaşılmaz mı? Naci Sadullah Mehmet Akif, 1673 te İstanbulda doğdu. Babası Arnavutluğun İpek kas sabasından ve ülemadan Mehmet Ta- hir, anası da Buharalı bir kadındır. | Babası Fatih medresesi müderrislerin- dendi. Arapçayı ve dini dersleri bizzat babasından okudu. Babasının vefatin- milende ve medreselerde etii. Şark ilimlerini, bilhassa Farisiyi güyet iyi öğrendi. Bi- naenaleyh bu fimjer bakımından son 'Türk âlimi sayılabilir. Fakat Mehmet Akif sade medrese ile İktifa etmedi. Mehmet Akifin münev- ver bir adam olan- babası -oğluna bir diğer taraftan onu idadi mektebinde de tahsil ettirmişti. İdadiyi bitiren Mehmet Akif yüksek tahsilini Baytar Mektebinde yaptı ve bu müesseseden birincilikle şahadetname aldı. Fakat Mehmet Akif tahsilini sade bizim mekteplere de münhasır bırak- madı, Fransızcayı da öğrendi. En çok sevdiği Fransız şairinin Lâmartin oldu | ğunu söylerler. Mehmet Akif üslübile lisanda Türk- gçü, hayati görüşü ve mâşeri dertleri ve kabramanlıkları ifade kudretile cemi- ayai zamanda aldı- bütün temiz Türkçe taraftan medrese ilimleri - öğretirken, | ği — gedikli ailevi vaziyetiyle islâmcı idi. Bu üç ay Şü Böğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? - En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, - Tepeden yol bularak geçmek için Marenaraya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı! Nerde - göslerdiği vahşetle «bu: bir Avrupalı» Dedirir - yırtıcı, his yoksullu, sırtlan kümesi çılıp mahbesi, yahut kafesi! i dünya, bütün akvamı:beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer, Yedi iklimi cihanın duruyor karşına da, Avustralyayla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sade bir hâdise var ortada: Vahşeiler denk. Kimi, Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmemi ne belâ, Hani; tâune de züldür bu rezil â! Ah o yinminci asır yok mu, o mah'ük asil, Ne kadâr gözdesi mevcut ise, hakkiyle sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup k a Döktü karnındaki esrarı hayasızcasın! Maske yırlılmasa hâlâ bize üfetti '0 yüz. Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz, Sonra mel'undaki tahribe müvekkil esbab, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harap. Öteden salkalar parçalıyor âfakı; Beriden zelzeleler kaldırıyor âmakı; Bamba şimşekleri beyninden inip her si Sönüyor göğsünün üstünde © aslan nefi Yerin altında cehennem gibi günlerce Atılan her Ölüm ind O ne müthiş tipidir: savrulur ankazı beşer.. Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, "panmak, el. ayak, Soşanır sırtlara, vâdilere, sağnı nak. Saçıyor zırha bürünmüş de o erd eller, Yıldırım. yaylımı tüfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş ta açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız tayyare, Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kehraman orduyu seyret ki, bu tehdide güler! Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir- hölâl uğuruna, Yarab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gükten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer, Me büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi.. Bedirin aslanları ancak bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? «Gömelim gel seni tarihe.» desem, sığmazsın. Hercümerç ettiğin edvara da yetmez o kitap. Seni ancak ebediyetler eder istiap. «Bu, taşındır.» diyerek Kâbeyi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecramile; Mor bulu a açıp türbeye çatsam da tavan, Yedi kandilli süreyyayi uzatsam oradari; Sen bu avizenin altında, bürünmüş kantna, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedarın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; 'Tüllenen mağrıbı akşamları sarsam yarana... Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana, Varsa ge Hayatı ve eserleri KI Cenaze merasimin den bir intıba Sayfa 9 Şiirlerinden biri - Çanakkale şiirinden parçalar - Za O yedi ciltlik Safahat adlı eserinde bütün şiir kudreti, sile daima dimdik ayakta duracak medrese — tahsili — ve|bir zümreye ımrhsus olan ve zamanı- na kadar çok güç anlaşılan mevzu rıstaraf Mehmet Akifin şahsiyetinde üç mühim köşe olarak yükseldi. Onu büyük bir Türk şairi, kuvvetli ve mil- M bir yazıcı ve müslümanlığın müdaflüi halinde mem!ekete tamttı. Mehmet Akif Baytar Mektebi mü- dürlüğünde bulunmuş, sonra istifa e- derek kendini büsbütün edebiyata ver miştir, 7 Gililik Safahat adındaki ese- rinde Mehmet Akif, bütün şiir kudreti, bütün felsefesi, bütün türkçesile dim dik ayakta durmmaktadır. Maamafih ©- nun en karakteristik işi, çok mümtaz, yorta sınıfa, orta sınıfın konuştuğu (i- sanla anlatmış, anlatabilmiş olmasıdır. Mehmet Akif, bundan on beş, y sene evvel en çok ve en geniş bir ol yucu kitlesi tarafından okunuları şairdi. O zamanlar memlekette y yan muhtelif jdeolojiler arasınc münteşir bir ideolojiyi kitle içir gazip şekilde ifade etmiş olmasından gelen bu okuyucu bolluğu yavaş yavaş azaldı. Hayat yürüyor ve insanlar de- kişiyordu. Bu itibarla eserlerinin bü: yük bir kısmı sade edebiyat tarihlerin: de yaşayacaktır vi