29 Aralık 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ka a Akifin son günleri ar e a L 3SON P Üstad ölümünden birkaç gün evvel “Şu cennet gibi yurddaki insanların canını almıya Azrail bile kıyamaz!,, demişti. Mehmet Akifin en yakın bir akrabası: — 5000 den faz- la ziyaretçil.. diyor. Ve ilâve ediyor: — Düşünün - ki, üstad, bir kaç keli- Mme söz söylemeği bile, çok güç katla- nılır bir zahmet sa- yacak vaziyette idi. Tâkatten ©o derece kesilmiş bir hastar nın, bir kaç ay için- * de 5000 ziyaret ka- bul etmeye mecbur kalması ne demek- tir? Diyebilirim — ki, üstadı ziyarete ge- len dostları, hiç bil« meden, hiç farkına varmadan onün ö- lüm günlerini yak- laştırdılar. Bence dünyada, bunun kadar hüsnü niyetle yapılmış bir fenalık daha tasav- Vvur olunamaz! —— Son. söylediği 3 sözleri hatırlıyabiliyor mMusunuz? * Muhatabım;: bu sorgumun cevabhı- nı, üstadın ölümünü anlatmakla ve- riyor: — Evvelki gece, saât 1 beraberdik. Yanında kıza 9'î2 :el;?kîî vardı. Daima olduğu — gibi, memleket ve dünya siyaseti hakkında izahat iş- tedi. Hatayın vaziyeti, İspanyanın ha- li, Almanyanın silâhlanması etrafında bir çok sualler sordu. Kendisine, dili- min döndüğü kadar izahat verdim. Gayet neş'eliydi. Ve her zamân- kinden daha sıhhatli görünüyordu. Benim ayrılışımdan sonra, bir müd- det de kızi ve refikası ile görüşmüş. Ve saat yirmiyi tam on geçe, müthiş bir buhran gelmiş. Vâkıa eskiden de buhranlar geçirmemiş değildi. Hattâ kendisini kıvrandıran müthiş istıraba dayanamıyarak bağırdığı bile. oluyor- du. Fakat bu sonuncu bühran kepsin- den müthişmiş, ve beş dakikadan fazL- zela sürmüş; Acıdan . kırvranan, bağıran : biçar&' Akife, berbad-bir nefes dârlığı - gelmiş. Ve üstadın hayatıma mal ölan * bu nefes darlığı, onun son sözlerini söyleyebilmesine bile meydan bırak- mamış! — Hastalığı neydi? — Siros... Bildiğiniz gibi, İstanbula altı ay önce gelmişti. Evvelâ Alemda- ğında bir çiftlize misafir oldu. Ora- dan on, on beş günde bir sedye ile ve araba vapurile İstanbula getiriliyor; doktoruna gösteriliyordu. Fakat İstan- bula son inişinde, çok fena bir halde idi. Olanca iştihası kesilmişti. Fevka- İâde halsizdi. Bir bardak suyu kaldıra: bilecek dermanı kalmamıştı, Hiç bir şey yiyemiyordu. Bu vaziyette çiftli- ğe dönmek_ istemedi. Ve Misır apartı- manına misafir edildi. Fakat o halin: de bile, hayattan ümidini kesmiş de- gildi. Arada sırada, ziyaretçilerine, i- yileşince- yapmak - istediği — işlerden, yazmak istediği eserlerden bahsedi- yordu. — Neler yazmak istiyordu? — lstikl_âl harbinin bir destanını yazmak istediğini söylüyordu. Sonra mevzuu islâm tarihinden-alınmış bir “ Akifin eski bir resmi iki manzum piyes yazmak niyetinde Balkç S AOA KA aa Tn PÜT Haccetül Veda adındaki başlanmış eserini de tamamlamak istiyor, ikide birde, öonu yarıda- bırakmıya mecbur kalmanın azabından şikâyet ediyordu. — Haccetül Veda mı? -Akifin son resimvlerind'eh biri — Evet... Yani, Veda Haccı... Mehmet Akif, sadece bu eseri lâyık olduğu mükemmeliyette — yazabilmek Peygamberin son maksadile tâ Hicaza, Medineye, ve Mekkeye kadar gitti. Oralarda topla- dığı notlar, bir kaç kalın defteri dol- durmaktadır. «Gölgelern i de burada bastırmak için hazırlamıştı. Bu eserine, gayri münteşir beş altı şiirini de ilâve et- mişti. İkide birde bize: Nİ — Hani Gölgeler? Daha basılmaya başlanmadı mı? diyordu. Ona azap veren hâdiselerden biri- si de, Tevfik Fikretle giriştiği bir mü- nakaşa idi. «Vicdamm tebdili tâbut ettil» diyerek, Türk mekteplerini bı- rakan, ve Robert Koleje muallim olan Tevfik Fikrete manzum bir cevap yaz- mış, ve son derece ağır bir lisan kul- lanmış. Fikretin ölümünden sonra, bu hic- viyesini, bütün — eserlerinden — çıkart- KD İ » " Sayfa 9 ' — ybettiğimiz Büyük Şair E?_'" r En kesif orduların yükleniyor - Tepeden yöl bularak geçmek mıştı. Fakat ©o ağır! lisanı kullanmaktan duyduğu pişmanlı- | ğın azabını, meza- rına kadar içinde götürdü| — Memleketten uzak kalmaktan da çok azap duyduğu- nu söylermiş? — Öyle... biraz da memleket hasreti, ve memle- kete kavuşmak he- yecanı öldürdü di yebilirim ! İ Kim bu cennet va- tanın uğruna olmaz ki feda, Şüheda fışkıracak toprağı — sıksan şü- heda. Mısralarını — ya- ratan Mehmet Akif, geçenlerde bir gün acı acı gülerek: — Şu, demişti, cennet gibi yurdda yaşayan insanın ca- ni almıya Âzarail bile kıyamaz! Ben ayrılmaya hazırlanırken o: | © e- Haâlâ, diyordu, daha hâlâ hayretl edi';'ş_'örıuımı." Dağ gibi Mehmet Akif na- sıl yıkıldı? Onu tanıyanlar bilirler ki, Mehmet Akif, bir pehlivandı. Hem' de, şampiyonluk kazanabilecek kadar mü- kemmel güreşen zorlu bir pehlivan... Ne içki içerdi, ne sigara, ne de kahve. Bir zamanlar yalnız enfiyeye müptelâ idi. Sonraları, bu yegâne iptilâsından da vazgeçmişti. Harap edici bütün iptilâlardan uzak yaşamış demir gibi bir insanın 63 ya- şında ölmesine şaşılmaz mi? Naci Sadullah Onu || Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, Sürü halinde gezerken sayısız ÇAR I # k M e iirlerinden biri | _'—”'Çına-kk_a“le şiirinden parçalar - Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? -. Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, N& hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı! Nerde - gösterdiği vahşetle «bu: bir Avrupalı» Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi Eski dünya; yeni dünya, bütün .akvamı 'beşer, “Kayhiyor kum, gibi, tufan gibi, mahşer mahşer. Yedi iktimi cihanın duruyor karşına da, Avustralyayla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sade bir hâdise var ortada: Vahşeiler denk. Kimi, Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ;, Hani; tâunesde züldür bu rezil istilâ! Ah ö yinminci asır yok mu, © mahlük asil, Ne kadâar gözdesi mevcut ise, hakkiyle sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına, Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına, - Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz.. Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkil esbab, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harap. Öteden saikalar parçalıyor âfakı; Beriden zelzeleler kaldırıyor âmakı; Bamba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin. Yerin altında cehenmem gibi günlerce lâğım, Atılan her lâğımın yaktığı: yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: sâavrulur ankazı beşer.. Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, "parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de 0 nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tüfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş ta açık sinelere; Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman örduyu seyret ki, bu tehdide güler! Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir- hilâl uğuruna, Yarab, ne güneşler batıyor! Ey, bu''topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gükten eecdad inerek öpse o pâk alnı değer, Ne büyüksün ki kanın kurtariyor tevhidi.. — — — Bedirin aslanları ancak bu kadar şanlı idi. —- Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? «Gömelim gel seni tarihe,» desem, sığmazsın. Hercümerç ettiğin edvara da yetmez o kitap.. Seni ancak ebediyetler eder istiap. «Bu, taşındır.» diyerek Kâbeyi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına Sonra gök kubbeyi alsam da, nida namiyle, Kenayan lâhdine çeksem bütün ecramile; Mor bulutlarla açıp türbeye çatsam da tavan, Yedi kandilli süreyyayi uzatsam oradan; Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbi getirsem yanına, Türbedarın gibi tâ fecre kadar bek'lletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağrıbı akşamları sarsam yarana... Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana. dördü beşi, için Marmaraya yahut kafesi! tayyare; Mehmet Akif, 1873 te İstanbulda doğdu. Babası Arnavutluğun İpek ka- sabasından ve ülemadan Mehmet Ta- hir, anası da Buharalı bir kadındır. Babası Fatih medresesi müderrislerin- dendi. Arapçayı ve dini dersleri bizzat babasından okudu. Babasının vefatın- dan sonra camilende ve medreselerde tahsiline devam etti. Şark ilimlerini, bilhassa Farisiyi gayet iyi öğrendi. Bi- naenaleyh bu ilimler bakımından son Türk âlimi sayılabilir. : Fakat Mehmet Akif sade medrese ile iktifa etmedi. Mehmet Akifin münev- ver bir adam olan- babası oğluna bir |taraftan medrese ilimleri - öğretirken, diğer taraftan onu idadi mektebinde | de tahsil ettirmişti. İdadiyi bitiren Mehmet Akif yüksek - tahsilini Baytar Mektebinde yaptı ve bu müesseseden pirincilikle şahadetname aldı, Fakat Mehmet Akif tahsilini sade bizim mekteplere de münhasır bırak- madı. Fransızcayı da öğrendi. En çok sevdiği Fransız şairinin Lâmartin oldu ğunu söytlerler. Mehmet Akif üslübile lisanda Türk- gçü, hayati görüşü ve mâşeri dertleri ve kahramanlıkları ifade kudretile cemi- bütün temiz Türkçesile Hayatı ve eserleri ği — gedikli medrese - tahsili —ve ailevi vaziyetiyle islâmcı idi. Bu üç ay rıstaraf Mehmet Akifin şahsiyetinde lüç mühim köşe olarak yükseldi. Onu büyük bir Türk şairi, kuvvetli ve mil- M bir yazıcı ve müslümanlığın müdafii halinde memlekete tanıttı. Mehmet Akif Baytar Mektebi mü- dürlüğünde bulunmuş, sonra istifa e- derek kendini büsbütün edebiyata ver miştir. 7 ciltlik Safahat adındaki ese- rinde Mehmet Akif, bütün şiir kudreti, bütün felsefesi, bütün türkçesile dim dik ayakta durmaktadır. Maamafih o- yetçi, ve aynmi —zamanda — âldi- nüm en karakteristik işi, çok mümtaz, !O yedi ciltlik Safahat adlı eserinde bütün şiir kudreti, daima dimdik ayakta du raca Cenaze merasimin den bir intıba bir zümreye mrhsus olan ve zamanı- na kadar çök güç anlaşılan mevzuları şorta sınıfa, orta sınıfın konuştuğu li- sanla anlatmış, anlatabilmiş olmasıdır. Mehmet Akif, bundan on beş, yirmi sene evvel en çok ve en geniş bir oku- yucu kitlesi tarafından okunulan bir gairdi. O zamanlar memlekette yaça- yan muhtelif ideolojiler arasında en ,münteşir bir ideolojiyi kitle için en ,cazip şekilde ifade etmiş olmasından gelen bu okuyucu bolluğu yavaş yavaş azaldı. Hayat yürüyor ve insanlar de- ğişiyordu. Bu itibarla eserlerinin bü: yük bir kısmı sade edebiyat tarihlerin- de yaşayacaktır hoyet ei

Bu sayıdan diğer sayfalar: