SON POSTA PAŞA VE SURİYE Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Yemende âsilere karşı gösterilen yumuşak siyaset tesirini gösterdi Yerren vilâyeti merkezden Hicaza nisbetle daha uzak olduğu için Seyit İdris ile İmam Yahya biri Yemenin Şimal tarafında, öteki de Cenubunda kendileri için tesis etmiş oldukları hâkimiyet sabalarında devlete karşı isyan ediyorlardı. Babıâli, bunların hiç birini yapmamış- tı. Harici vaziyet nezaket kesbedince Cemal paşanın olsun bunu yapması lâ- zımgelir ve o da bu işi pek güzel bece- rebilirken, kuvvetini iyi -ölçmemek, Suriyede hâkim olunca birdenbire da- ha büyük bir gurura düşmek yüzün - den, o da aksi istikamete gitti ve bir taraftan «cihad» ilân eden halifeler im-| paratorluğu, öbür taraftan Mekkenin elinden kaçmış olduğunu gördü. Bunlar olmasaydı, Mekke emiri ge- ne isyan etmez miydi? Yemen emirle- rinin son dakikaya kadar sadakat gös- terdiklerine bakılırsa belki isyan da ol- mazdı; fakat, olsa bile bunun çok te- ehhür etmesi muhakkak mümkündü. Hicazın İngilizlere geçmesi Hicazın İngilizler tarafına geçmesi bizim için Hicazın ziyaı itibarile mü - him bir şey değildi. Fakat, bunun as- keri avâkibi, hayli mühim olmuş - tur: Medinenin müdafaası için küçük bir cephe yapıldı. Sonra da Hicaz hat- tının uzun bir saha üzerinde müdafaa- 81 zarureti ayrıca koskoca bir askeri kuvvetin bekcilik vazifesine terkedil- belki mesini mücib oldu ki eğer bu kuvvetler müdafaa için elde bulunsaydı bilâhara İngilizlerin Suriyeye taarruzları sırasın- da onları çok kuvvetli olarak karşılaya- Hicazın isyanına yumuşak bir siya- setle mani olmak imkânından bahse - derken Yemendeki vaziyede de bir göz stmak iyi olur. Yemen vilâyeti Hicaza nisbetle merkezden daha uzak ve ora- ya asker göndermek merkezce pek müşkül olduğu için ötedenberi Seyid Ldris ile İmam Yahya biri Yemenin şi- mal tarafından, öteki de cenubunda kendilerine tesis etmiş oldukları hâki » miyet sahalarında devlete karşı isyan ederler ve ikide birde bunların üzerine koca bir askert kuvvet gönderilerek te'dibleri uğrunda hesabsız insan ve para sarfedilirdi. İnkılâbdan bir müd- det sonra burada gene isyan çıkmış ol- duğu cihetle İzzet paşanın kumandası altında mühim bir kuvvet gönderil - #mişti. İzzet paşa askerini Yemene çı- kardıktan sonra âsilere karşı hiddet ve şiddet gösterecek yerde yumuşaklık ve dostluk siyaseti gösterdi. Ve gerek İ - mam Yahya, gerek Seyid İdris ile ko - nuşarak bunlara nasihat etti ve istedik- lerinden bir kısmını da kabul ederek onlarla bir sulh ve dostluk muahedesi yaptı. İşte, Yemende İzzet paşanın ilk defa olarak tecrübe etmiş olduğu bu si- yaset gayet iyi bir netice vermiş ve Ye- menin bu iki emiri, Cihan Harbi bi - tip de bizim kuvvetimiz Yemeni terke- dinceye kadar bizimle dost oldular. Hat tâ, İngiliz veya İtalyanlara uyarak bi- ze karşı isyan etmek şöyle dursun, bi- lâkis Yemende mevcud kuvvetlerimiz- le birlikte Yemenin müdafaasına ve bizimle beraber Aden üzerine taarruza iştirâk etmişlerdi. Suriye ve Hicazda dahi tatbiki mümkün ve hattâ bence, yukarda izah ettiğim sebeblerden dola- yı elzem olan böyle bir siyasetin tâ- kib edilmemiş olması, izah edegeldi- ğim fenalıklara sebep olmuştur. Bu fenalıkların ehemmiyetini kü- çük de görmemelidir. Medinenin mü- dafaası, Hicaz hattının muhafazası bü- yük masraflara ve külfetlere ve bilhas- sa Küçük Cemal paşanın kumandası altında mühim bir askerf kuvvetin â- tıl bir halde bırakılarak tedrici surette bilir miydi? Değişebileceğini zannet- miyorum. Yalnız bizim her husustaki zayiatımız çok daha az ve buna muka- bil İngilizlerin zararları da çok daha fazla olurdu. Denilebilir ki Cemal paşa acaba böyle bir siyaseti hiç tecrübe etme- miş midir? Hiç tecrübe etmeden bu- nun aksine bir siyasete gitmesi için bir sebep olmadığına göre belki böyle bir tecrübede de bulunmuştur. Ben buna dair hiç bir şey bilmiyorum. Büsbütün tecrübe etmemiş olduğunu da iddia e- $ |demem, fakat, bir siyasetle ciddi evret- te meşgul olmuş bulunduğuna dair hiç bir malümatım yoktur. n Halbuki bu işlerle uzaktan ve ya- kından alâkadar olan bir çok insanlar- dan bunun aksine mütalealar dinle- dim. Yani Cemal paşayı bu noktada tenkit eden yalnız ben değilim. Fikir- lerine itimad ettiğim bir hayli insan- dan da bu tarzda tenkitler dinledim. Esasen alelâde usullerle, biraz para ve iltifatla kabile reislerini kazanmaya ça- lışmak bir siyaset değildi. Asıl yapıla- <cak şey, büyük, yüksek bir siyaset idi: Hicazın muhtariyetini takviye ve Su- riyeye de kendi nezareti ve kontrolü altında geniş bir muhtariyet vermek ddi. Cemal paşa böyle bir siyasete el sürmek şöyle dursun, bu tarzdaki fi kirlere iltifat bile etmemiştir. (Arkası var) Ahmet İzzet Paşa erimesine sebep olmuştur. Cemal paşa- nın gösterebileceği en mühim maha- ret, sade büyük kısmı Anadoluya ge- tirilmiş olan bu kuvvetleri, yabancı bir iklimde mütemadi zayiata uğraya- rak erimekten — sıyanet etmek değil, de yerli halkı ele alarak orada yardımcı bir kuvvet vücuda getirmek- ti. Önun yapması mümkün olup da yapamadığı şey budur. Kendisine at- fedilecek en haklı kusur da budür, Bu:siyastt tekip >edilbe - acaba-bü cephedeki harbin mukadderatı değişe- Yirminci ÂAsrın en büyük aşkı İttihad ve Terakkide on seı;_]———— — Yedinci kısım No. 8 L—_ Yazan: Ahmet Ağa öksürükten omuzları sar- sılarak ocağa yaklaştı. Solan alevler üzerine bir kucak çalı çırpı attı. Gözlerim bir kaç saat içinde bana daha çok #htiyarlamış Ve çökmüş gibi görünen ihtiyara takılmış kalmıştı. — Bana söyliyeceği şey nedir acaba? İkindi vakti, çocuklar mektepten çıkdtığı sırada Ahmet ağa yanıma yak- Jaşmış ve boğuk öksürüklerle tıkanarak yavaşça : «Oğul, işin bittikten sonra bize kadbr geliver, sana anlatacakla - rım var» demişti. Harmanlar köyü mektebine hoca ©- larak geldiğim gündenberi, işte Üç se- ne oluyor, köy mubtarı Ahmet ağa ile aramızda güzel bir ahbaplık başlamış- tı. Çok defa, mektep kapandıktan sonra yalnızlıktan sıkıldığım, yapacak bir şey bulamadığım geceler onun evine gider, ocağın karşısındaki sedire yaslanarak seksenlik ihtiyarın savaş hikâyelerini tatlı tatlı dinlerim; fakat şimdiye kadar adamcağızın mektebe kadar gelip beni çağırdığı vüki değildi. — Anlat bakalım Ahmet ağal. Başını benden tarala çevirdi. Ocağın alevderi yüzünün bir tarafını kınıl bir ışıkla yakmaş gibiydi. Bir gözü karan- YHikta kalmıştı fakat kızıl ışıkla yanan öteki gözü korkuya benzeyen İsimsiz bir duygu ile titreyordu. Boğazında tıkanan sesile cevap ver di: — Hele dur bakalım oğu?; sana her vakitki gibi elimle bir kahve pişire - yim... Bizim kaşık düşmanı (*) öleli dört sene oluyor, ben hâlâ doğru dü - rüst bir kahve pişinmesini bile öğrene- medim; lâfa dalarsam köpüğü taşırı- rarn, Üç senedenberi ilik defa olarak ihti- yar köy muhtarı bana karısından bah- sediyordu. Bu fevkalâde bir vak'a idi. Çünkü Ahmet ağa ile hemen her gece santlar saati karşı karşıya kalıp ko - nuştuğumuz halde, bir defa olsun, ne karısının, ne de elli sene evvel ölen kı- zımn edlarını andığını duymamıştım. Vaktile yıllarca İstanbulda bulunmuş Ve okumak yazmak öğrenmiş olan bu sevimli ihtiyarın yalnız hayatı bende merak uyandırdığı için köy kahvesinde rasiladığım adamlara ona ait sual - Yazan; Muazzez Tahsin Berkand cesiydi. Rüzgârlı bir kış gecesi... Ak - Şam yatarken karıma kapıyı bacayi iyice kapamasını, kızımızın yorganla » rın: sıkıca örünesini tembih — eltiğim halde gece yarısı kapının vürmasile uyandım ve tabancamı alarak yala * gumdan fırladım. Fakat dışarıya çi « kınca şaşkınlıktan dona kaldım: Kızım rüzgârla çekişerek kapıyı kapamağa çabalıyordu. Beni görünce korkarak 0« dasına kaçtı. Peşinden gittim. — Kız Fatma, dedim, kapıyı rüzgâr mı açtı? Korkudan irileşen gözlerile yüzüme baktı. Yanakları nar gibi kızıldı, 31 » nında ter damlaları pırildiyordu. ÖDi Hnde, dağ başında yolunu şaşırarak sürüsünü kaybeden bir kuzunun do - kunaklı şaşkınlığı vardı. — Söylesene kız! Korkudan kısılan sesile: — Evet baba, dodi, rüzgâr açmıştı, ben kapamağa çalışıyordum. Kapıyı kapadıktan sonra odaya gir diğim vakit karım da yatağının üstün- de oturmuş, tiril tiril titriyordu. O * nunla alay etfim: — Sen de, kızın da bir tavşan gibi korkaksınız. Bir Kapının çarpmasile bediniz benziniz atıyor, kanınız donu- yor. Haydi yat uyu! Fakat o geceden sonra karıma, şe hirli karılar gibi, bir korku ha ğ gelmişti. Geceleyin vakitli vakitsiz u- yanıyor ve yatağından fırlıyordu. — Ne oldun karı. Neden korktun gene? — Dışarıda bir ayak sesi duyar gibi oldum da... — Haydi yat kuzum, deli mi oldun sen? Aradan bir kaç ay geçti. Bizim ku günden güne soluyor, bir fidan gibi Snceliyordu. Bir sabah karımı karşıma aldım. — Bana bak, dedim, bizim kıza bir şeyler oluyor, günden güne eti ve eanı gidiyor, yemek yediği yok, bir yu- dum suyu bile midesi geri veriyor. Buna bir çare bulalım, kız fena bin dert kapmadan evvel onu kasabaya' götürelim. Bir doktora gösterel!m Doktor sözile karım bir deli gibi yes Tinden sıçradı. ' ( Baştarafı |linci sayfada ) — Sizin söylediklerinize çok mem - mun oldum, Amerikanın büyük bir hay ranı olan ben, bütün matbuatın müt- tefikan bu işin lehinde yazmalarını te- menni ederdim. Amerikan gazetelerin de okuduklarımı da hiç beğenmediğimi açıkça söylemeliyim. Mis Merrymann mükâlemeye hemen hemen iştirak etmiyor, yeğeninin ko- nuşmalarına kulak kabartıyordu. Simp son ise dddi mevzulara temas eden ko nuşmalarında uşaklar mülâkata vukuf peyda etmesinler diye Almanca söyle- Sarışın bir baş, siyah saçlar, çıtırda- yan bir ateş... Yarı karanlık bir yemek odası ve mükemmel bir sofra, yumu: şak ve nâzik hareketler, aşık... zevk... garam ve şu manzara emin olunuz bu ler sormü: ve — Sakın ha a- ga gee 've ga. | Yarınki nushamızda : p eka a zel kızının - bir lrim. Öyle dok « sabah yatağında Yaslı kaya tor filân iste « ölü olarak bu « . mem. Tunduğunu ve © Yazan : Peride Celâl | — Fakat aradan günden sonra da bir ay geçince karı kocanın ben işi anla - yalnızca yaşadıklarını öğrenmiştim. |dım. Kızın derdi filân yoktu, kah - Köyün en okumuş, en namuslu ve | pe gebe idi. İşte o zaman karımın kor- adamı olan Ahmet ağa, işte|kusunu, kızımın telâşını hep anladım çift hakkanda yazılan sütunlarca yazı- dan, söylenen ciltlerce sözden daha mâ nidardı. Sekizinci Edvard ve Mis Simpson! açık yüzlü Fort Belvedere'in içine yu- va kurmuş bir çift âşık... Bir çift sev- gili idiler. HASAN (Arkası yarm) Ameriha mektupları ( Baştarafı 6 ıncı sayfada ) «Bizi bir toplıyan ölsa, hepimiz se- nede birer dolar versek burada her se- ne iki üç talebe okutabiliriz. Bizim de böyüelikle memdekete fuydamız doku - nur diyorlar ve dört gözle ken- dilenile ana yurd arasında bir köprü kuracak olan bu adamı bekliyorlar, Öz vatanın özlüklerini kaybetmiyen ev - lâtlarının bu yabancı diyarda hasret kakdıkları alâkayı bulamamaları, ge- lip gidenlerin onlarla meşgul olma - maları yüreklerine dert oluyor. Bu - radaki talebeler burada iken bizimle iyi ahbaplık ediyorlar. Fakat memle - kete döndükleri zaman bizi bir daha hiç hatırlamıyorlar.» diye şikâyet e - diyorlar. Onlara cevap verenler biraz sitemli sitemli konuşuyorlar; «Bize yazıp ne yapsınlar diyorlar, biz onların dilinden bile anlamıyoruz. Biz cahil insanlarız, onlara bu gur - bet ilinde yardım edebiliyorsak yeti - şir, bu memnuniyet bizim için kâfi.. Kadınların ve güzellerin ve gençlerin hayati istekleridir. Sabit, açık, orta ve koyu renkleri vardır. Ruj 60, Allık 35 kuruştur. Hasan deposu: İstanbul, Ankara, Beyoğlu, Beşiktaş, Eskişehir, şimdi kanşımda korkuyormuş gibi tit- reyordu. — Ahmet ağa, bana diyeceğin ne idi? Seni dinliyorum. Kahve fincanımı ocağın yanıtda du- ran ve masa hizmetini gören yuvarlak ağaç gövdesinin üstüne dayadım, göz- lerimi ihtiyara çevirdim. O, bir elile beyaz sakalımı okşuyarak dalgm dal - gın seyrediyordu. Göğsünden, can çe- kişen bir adam gibi, hırıltılı bir nefes çıkıyordu. Zavallı adamcağızı şim - diye kadar hiç böyle telişli ve sıkın « tılhı görmemiştim. Öksürüğü de bu ge- €e büsbülün artmıştı. Aradan kaç dakika geçtiğini bilemi « yorum, Ocakta yanan ıslak odunların kaynamasından başka bir ses duyul - muyordu. Ahmet Ağa birdenbire başını kal - dirdı ve sesinde ilk defa duyduğum bir ateşle anlattı: — Elli senedenberi taşıdığım bir yü- kün ağırlığından kurtulmak istiyorum oğlum. Sana, dünyada kimsenin bil - mediği bir şeyi söyliyeceğim, çünkü bu sır benimle beraber mezara gömü- Türse kemiklerim rahat etmiyecek... Bir de, iştediğim günahın cezasız kal - mamasını istiyorum artık.. Yıllar geç - tkçe bu istek içimde daha derin bir kök salıyor. 'Tam elli sene evvel böyle bir kış ge- * İbi rahatsız ediyor. — —- amıma iş işten geçmişti. Ahmet Ağa bir maşraba dolusu suyu bir hamlede içerek derin bir nefes ab. dı. Sönra, durürsa cesareti - kırılacak we söytiyemiyecekmiş gibi — alelâcele tâfına devam etti: — Buüu hale bir ay daha tahammül ettim; fakat bir gece namusumu te « mizlemek kararını verdim ve yavaş yavaş kızımın odasına girerek onu öl- dürdüm. İhitiyarın nefesi kesilmişti.. Boğazın- 'da bir hırıltı ile kesik kesik söylüyor. du artık. öldürdük.. Anası ve ben... İlk günden daha anası bana olanı biteni söylesey- di her şey başka türlü olacaktı, ben de sar saçlı, mavi gözlü kızcağızıma kıy- mıyacaktım. Onu öldürdükten sonra elli sene bir korkak gibi yaşadım, eli kanlı bir adam olduğumu kimseye söyliyemedim amma bugün artık kuv vetim kalmadı, her şeyi söyliyeceğim.. Herkese söyüiyeceğim.. Benim — evlât katili olduğumu bütün köy halkı bile- cek ve ben kasabanın hapishanesinde gebereceğim. İhtiyar Ahmet Ağa iki gün, iki gece yatağında ateşler içinde yanarak sa - yıkladı. Üçüncü günü onu köyün me - zarlığına götürdük. Fakat onun haya- tının sırrı bugün beni ağır bir yük gi« — Beni polise ver şimdi.. Onu biz'