22 Aralık 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

”SON POSTA. İttihad ve Terakkide on sene Yedinci kısım No. 1 CEWAL PAŞA VE SURİYE Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — Cemal Paşa, İttihat ve Terakki rüesası arasında Talât ve Enverin arasında yer alır, ütevassıt bir rol oynardı Paşa, Tifliste Enverin son hareketlerini tenkit ediyordu: “ — Bizim elimizden düşürdüğümüz bayrağı bir lâhza bile yerde bırakmıyarak hemen kaldırmış ve omuzuna yüklenmiş olan Mustafa Kemal Paşaya elimizden gelen yardımı yapmak Türk, asker, ittihatcı sıfatile borcumuzdur. Bu yardımda küçük hizmetleri de kabul ve ifa ile mükellefiz. İcap ederse bir kenara çekilerek ona dua etmeği bile vazife telâkki etmeliyiz. ,, demişti. Zarif, çelebi tavrı, çehresine yakışan sakalı, siyah gözlerinin canlı ve zeki bakışlarile, Cemal paşayı ne zaman — hatıramda canlandırsam onu, İttihat ve Terakki inkılâbının Talât paşasile En- Ver paşası arasında mutavassıt bir ye - Te oturturum. Talât paşa gibi, dün - Yanın her nevi debdebe ve alâyişine karşı toptan bir lâkaydlık ilân etmiş bir tarikat adamı, siyast bir derviş de- Bil; fakat, Enver paşa gibi askeri de - ına inanmış, o dehâ ile devrinin en büyük kumandanı olmıya ve nihayet Memleketi eline alıp onu istediği tara- fa götürmeğe azmetmiş bir ihtiras ada- | mı da asla değildi. Oportünist ve ari- Vist bir ittihatcı, evet; fakat, oportü - hnistliğini mesleksizliğe ve meşrebsiz- İğe, arivist 'liği de büyük hâkimiyet ihtiraslarına kadar götüren bir adam da olmadı. Askeri kabiliyetleri hakkında kendisinin hiç bir mühim iddiası yok- tu; o, daha ziyade siyast bir adamdı. Onun için meşrutiyet inkılâbında Ce- | Mal paşa, askerden ziyade siyasi bir adam rolü oynadı ve asker olarak ne Zaman bir kumanda mevkiine geldiy- 8e orada siyast bir vazife ile birlikte âskerlik yaptı. Zaten onun yalnız iki defa askerliği vardı: İstanbul muhafızı olduğu zaman, Suriyede resmen ku - Mandan ve gayri resmi olarak da sul- fan nâibi vazifesini gördüğü sırada... Her iki vazifesi de yarı askeri, yarı si- Yasi idi. O Telât paşa ile Enver paşa Brasında oynıyan siyasi bir rakkas gi- biydi ve galiba onun bütün oportüniz- Mi de burada idi: Bir taraftan kuvvet tlır, kendisini ötekine «sevdirir»; öte taraftan kuvvet alır, kendisini beriki- he «saydırır» dı. Talât paşa, ona, ica- da Enver paşa karşısında kendisi ile birlikte söz söyliyebilecek zeki, kuvvetli ve nâfiz bir adam olarak ba- dı. Enver paşa da ona Talât paşa- hin yanında nüfuzu olan bir adam gibi — Muamele ederdi. İhtiras sahibi değil miydi? Evet, o- hun da ihtirasları vardı. Mevki, rütbe, hisan, Cemal paşanın hoşuna gitmez teyler değildi. Enver paşanın, şimdi iyi lnitıı'lı;,raı.ı:nıyorum. galiba Sultan Re - fadın bir arzusile, nişan almış bulun - dugu bir zamanda idi. Bizim Tanin'in Huhbirleri bu iki paşadan birinin rütbe tldığı zaman diğerinin de rütbe alma- Sinı, birine nişan verildiği zaman di - €rine de nişan verilmesini, her ne - hse gayet tabif telâkkt etmiş olacak- ki iki gün sonra, Cemal paşaya da bir nişan verildiği havadisini getirmiş- ler ve bu da gazetede neşredilmişti. Bu lıW—ııdıı yanlış olduğu halde Cemal pa- fa da nişan aldı. Çünkü bu iki paşadan lı'îl!ıı.e yapılan muamelenin, mümkün old uğu nisbette ötekine de yapılması hzl.ln gelirdi. Yapılmadığı zaman öte- ki chmrdı. Bilhassa, Enver paşa da- Mad, Enver paşa hürriyet kahramanı, îâlbıye nazırı, erkânıharbiye reisi, baş- “înandan olduktan sonra daima Ce- İ)“l paşanın da hatırının hoş edilmesi isbütün zaruret kesbetmişti. Bunun k'“î hiç bir münasebeti yoökken o da Nişan aldı. t şeyle iftihar etmeği düşünmez, id- “Talât paşa, fedakâr, feragatkâr, hiç | — — ——— —— — — Cemal Paşanın Umumi Harp esnasında yapılmış bir karikatürü diasız ve derya dil bir adamdı. Enver paşa, büyük iddialar ve ihtiraslarla kendi âlemine gizlenmiş, kendisine mu- hit yapan, kendisi için bir teşkilât vü- cuda getirmekle meşgul olan, hesab ve kitabı kapalı ,hattâ vicdanı gizli, ihti- ras Mmuhayyilesinin hududu geniş, tam Talât paşanın zıddı bir insandı. Cemal paşa, bu iki kutub ve bu iki münteha arasında mutavassıt bir a « dam oldu: İnsan içine girmeğe iştiha- h, herkesin kendisinden bahsetmesine meraklı, gösteriş sever, debdebe ve tan- tana meraklısı, büyük ihtirasa hattâ bel ki de tamamen lâkayt, fakat günün, is- tikbalin mühim bir siması olmıya he- veskâr, bugün iyi ve yüksek durmak, HASAN -Losyonları Hakiki çiçeklerden alınmış halis esanslarla yapılmıştır. Yasemin, Leylâk, Origan, Beş çiçek, Revdor, Nergis, Milflör gibi kokularile insana hayat ve ruh verir. yarın da kabilse biraz daha yükselmek, ancak bütün bunlarda ölçüyü de unut- mamıya çalışmak... İşte, Cemal paşanın manevi siması budur. Bu üç simanın içinde en saf ve te - miz ruhlu insan Talâttı. Hiç bir şey düşünmiyerek, yalnız vatan için için- den geldiği gibi çalışmak onun şiârı idi. Enver paşa ise en kuvvetli, en kör bir hırsın ve en dar bir zekânın nümu- nesi oldu. O, çalışırken yalnız kendisi için çalıştı, hattâ orduyu kendisi için yapmak istedi. Ordü kadrosu içinde kendisine kuvvetli bir mevki yapmak için zabiti milletten ayıracak ve kendi- sine bağlıyacak bir ruh yaratmıya ka- dar giden bir takım teşebbüslerde bile bulunduğuna kaniim ,Cemal paşa, mü- tedil iddialarile, başka bir yoldan gi - derdi: Ordu Enver paşanın elinde ol- duğu için o da daima münevverleri e- linde tutmıya ehemmiyet verdi. Nazır, İstanbul muhafızı, ordu kumanda - nı, Suriye nâibi, nerede olursa olsun, kendisine münevverlerden bir muhit yapmıya çalışırdı. Ondan lütuf gör - müş, hediye almış bir hayli münevver vardır. Bunlar, ekseriyetle muhalefete meyyal insanlardan seçilirdi. Samimi ittihatcılarla yalnız dostluk yapması kâfi idi. Fakat, ötekilerin kalblerini kendisine çekmek, sempatilerini ka - zanmak için biraz fazla gayret lâzım- dı: Siyasi yardımlar, hediyeler, izzet- ler, ikramlar,.. Eski zaman büyükleri- nin câize ile etraflarına şair toplama - larını andıran bu usülde hakikaten mu- vaffak da olurdu; İttihat ve Terakkiyi bir türlü sevmeğe meyledememiş mu- halif veya yarı muhalif hayli münevver tanırım ki Cemal paşayı ayırırlar ve methederlerdi, (Arkası var) Kolonyası 90 derecedir. Hakikt limon ve turunç çiçeklerinden — yapılmış dünyada misli bulunmıyan ve ec- nebilerin ve bütün ıtriyat müte- hassıslarının tasdikında bulunan hakiki kolonyadır. Hastalara şifa sinirlere devadır. Çarpıntı, halecan, heyecan ve bütün âlâmı asabiyede bir hayat arkadaşıdır. HASAN Lâvantaları Yasemin, Leylak, Menekşe, Şipr, Karyoka, Nergis, Fulyalar, Bahar g.çelerı, La Rumba, Pompadur, çiçekleri, Kukaraca, Nad ı, Suıır de Paris, Lâle, Revdor, dıneli, Amber, Pupi, Şanel, Zam- bak, Origan, Nerolik kokuları. 25 - 50 - 100 kuruşa NESRİN Kolonya ve Losyonları Hasan kolonya ve losyonlarının yavrusudur. Ucuzluğu ve nefaseti sayesinde bütün piyasayı tutmuştur. Hasan çicek suyu ile Hasan gül suları ve gül lâvanta ve gül yağlarını unutmayınız. Deposu: Istanbul, Ankara, Beyoğlu, Boıllıtış. l.ıklşolılı'. Sayfa [Hikâye Hurrıyet istiyoruz |.. Kapoa sokaklarında panik vardı. Yarı çıplak hamallar, kirli ve beyaz gömlekli satıcılar, tugalarını omuzla - rına atarak birer boğa gururile geçen Romalılar çilyavrusu gibi dağılıyor - lardı. Bir çok iri yarı ve dinç adamlar ka- feslerini kıran aslanlar gibi kükriye - rek çarşıya saldırmışlardı: — Hürriyet istiyoruz... Romalılara ölüm!.. Diyorlardı. Başlarını dimdik tutarak yürüyen Romalılardan bir kaçı bu yarı çıplak ve kinden gözleri kararmış olan ada_n_ı- ların ayakları altında, yahut pençeleri arasında can veriyorlardı. Bunlar Romaya baş kaldırmışlardı. Fakat ellerinde en küçük bir silâh bile yoktu. Romanın çelikten birer du- var gibi ilerliyen saflarına böyle mi saldıracaklardı? — Bu tarafa!. silâh var!.. Silâhın var olduğunu söyledikleri yer bir kebapçı dükkânıydı. Kebapçı Oryanüs ancak tavan arası- na kaçabildi ve Glâdyatörler oradaki şişleri, bıçakları, satır ve baltayı kap- tıkları gibi Romalıların kışlalarına sal- dırdılar. Kimisi sarı, kimisi kumral ve kimisi kara saçlıydı. Fakat hepsi de tam ma- nasile erkek yaratılmış, erkek olarak büyütülmüş ve sanki ısmarlanarak bu- raya getirilmişlerdi. Şurada uzun bı - yıklı bir Golva köylüsü, orada sarı sa - Bu tarafa!.. Burada yüzlü ve Trakyalı bir çoban, berideyse İspanyadan getirilmiş olan süzgün yüzlü bir delikanlı... Bunlar Romanın esirleriydi. Avrupanın her tarafından getirilmiş olan yüz binlerce esirin arasından se- çilmiş, Kapoadaki Glâdyatör kışlasına kapatılmışlardı. Orada kırbaç ve kılıç altında sıkı bir hayat sürüyorlar; kı - lıç, mızrak, ağ, kalkan, hançer kullan- masmı, ölesiye dövüşmesini öğreni - yorlardı. Bugün beraber yaşıyan'ar ve yurdlarının ayrılık derdini birbirleri- ne açarak paylaşanlar yarın Romanın bir (ÂAren) inde canavar Roma halkını eğlendirmek için birbirlerini boğazlı- kallı bir Cermen çiftçisi, ötede yağız| Yazan: Kadircan Kaflı var. Bizim açlığımız hürriyet içindir. Sizi İtalyadan çıkaracağım ve yurd « larımıza döneceğiz!.. — Yaşasın hürriyet!.. Bu gür sesler Kapoa şehrinin üze « rinde bir kasırga gibi yükseliyor, ya - yılıyor ve toplanmakta olan Roma âs- kerlerinin boru seslerini bastırıyordu. Bunlar milâdın yetmiş birinci yılın- da olüyordu ve o sirada İtalyada bir kaç bin Romalı ve milyonlarca esir vardı. Milyonlarca esir bir kaç bin Ro- malının zevki ve rahatı için yoruluyor, can veriyordu. * Kapoadaki Roma askerleri coştun bir sele kapılan çömlekler gibi parça « lanmışlardı. Glâdyatörler nereye gi « deceklerini bilemiyorlardı. Spartaküs bağırdı: — Dağlara!.. En genç olanlar en önde gidiyor « lardı, Spartaküsün gözlerinde - bir ihtiyar baba, bir ihtiyar ana, gözü yaşlı kar « deşler, kara gözlü köy kızları gülüm- süyorlardı. Yüklü bir araba son hızla kaçıyordu — Silâh götürüyor!.. — Arabada silâh var!.. f Diye bağırdılar. Silâhlar yağma edildi ve Glâdya « törlerin ayaklandıklarını duyan bütün esirler, zincirlerini kırarak, efendileri- ni birer yumrukta yere sererek Spar « taküsün ardına takıldılar. Hürriyet yolunda ilerliyen hu insan kalabalığı, yuvarlanan bir kar topu gi- bi şaşılacak bir hızla büyüyordu. Rüzgâr hizile Romaya koşan atlılar Senatoya haber verdiler: — Eşirler ayaklandılar; Roma üze rine geliyorlar. Bir Roma ordusu onları dağda ku « şattı. Orada yabani asmalar vardı. Spar « taküs asma dallarından ipler yaptırdı ve bir gece yalçın kayalıklardan inerek Roma ordusunu geriden vurdu. Esir çobanlar da onlara katıldılar, Pek çoğu öldürülen Romalıların si « lâhlarını almışlar, atlara binmişlerdi. İki Roma ordusu daha darmadağın oldu. & larının portakal bahçelerini, Cer- manyanın — altın Yazan: Peride Celâl yacaklardı. . Spartaküs hür. Onlar bunu 4 i riyet uğrunda ö* yapmak istemi - Yarınki nushamızda : len arkadaşları « yorlardı: D 4 na bakıyor: ” İspanya kıyı - | Değişen hayal.. — Hepsi da göğsünden — vu - rulmuşlar! Hep - si de yiğit adam; saçlı kırlarını, Trakyanın yeşil ve yalçın dağla - rını, Galyanın zümrüt gibi ovalarını istiyorlardı. İşte bunun için, kendilerine öldüre- siye kırbaç vuran kışla kumandanı Seryüsü yumrukla öldürmüşler. Gar - kapıları kırmışlar ve dışarı fırlamış - lardı... - Birbirlerinin dillerinden anlamıyan binlerce esir birbirlerine bakıştılar. Ve bir bakışta anlaştılar. Uzun boylu, karakaşlı ve gözlerin - den kıvılcımlar saçılan genç bir Trak - yalı yolun kenarındaki taşın üstüne fırladı: — Hürriyet istiyoruz... Bunu bize vermiyorlar. Biz onu alacağız. — Alacağız!.. Kapoanın sokaklarında — onlardan başka hiç kimse kalmamış, çarşılar kapanmıştı. Evlere sığınanlar korku - dan titriyorlardı. Şurada ve burada beyaz tuğalı mağrur Romalıların ölü- leri yatıyor, bunlardan çıplak olanlar birer kadın gibi kılsız yüzlerinden he- men anlaşılıyordu. Golvalı Marsalüs gür bir sesle ba - ğirdı: nün hiç bir değeri yoktur. Kalabalığın arasından bır kaç kişi birden cevap verdi: — Spartaküs, sen bize baş ol!.. Yüzlerce ses haykırdı: — Bize baş ol!.. Bize kumanda et!., Spartaküs söz aldı: — Kabul ediyorum. Bizim ne Roma- diyanları ve askerleri yere sermişler, | larmış!.. Diyordu. Kıyıya geldiler. Her milletten olan- lar ayrı ayrı yerlere kondular. Spar « taküse gemiler verileceğini söylemiş « lerdi. Fakat vermediler. Romanın en zengini olan Kra süs bü- yük bir ordu ile yetişti. Esirlerle €fendiler göğüs göğse dö « vüştüler. Bütün gün ve bütün gece, yatafatlı, zengin ve düzgün bir ordu ile yarı çıp- lak hürriyet ordusu amansızcı çar « pıştı. Spartaküs etrafındaki — yoldaşlar m birer birer vurulup düştüklerini gör'is yordu. Hançerini çekti ve atının kalbine sapladı: — Yenersem başka at bulmak çol! kolay... Fakat yenilirsem atı ne yapa« yım? Dedi. Kaçıp kurtulabilirdi. , Fakat kaçmadı. ç4 Yalın kılıç Roma saflarına saldırdı.' Dosdoğru' başkumandan Krasüsün ça« dırına gidiyordu. Roma ordusunu kale binden vurmak istiyordu. Bu onun son kurtuluş çaresiydi. İ Spartaküs önüne geleni deviriyor - du. Lâkin demir kalkanlardan, sivri ve uzun mızraklardan örülmüş olan bu canlı kaleyi nasil aşabilirdi? Vurulup öldü. Gözlerinde Trakyanın bir dağ ya - macındaki ihtiyar bir baba, ihtiyar bir ana, gözü yaşlı kardeşler ve kara göz- lü köy kızlarının öksüz kalan rüyası vardı.

Bu sayıdan diğer sayfalar: