S S Adanalılar e& Sıkıntısırlciah ve | kiralardan şikâyet ediyorlar Toprak damlarda ot bitmesin diye damları tuzluyorlar - Adananın arabacıları - Sivaslı köylü ile Atatürk heykeli önünde bir konuşma - Adanalılar da Holandalılar kadar bisiklete meraklı Sivaslı m.ql , topral n Adanaya tarlalarda amelelik etmeğe| ları her sene bir tamir görürmüş, yağ- Adana gecesinin çok güzel olduğu - nu Devlet Demiryolları İdaresi de tak- dir etmiş olacak kı, posta saat dokuzu biraz geçirdikten sonra gara vüsı| yor. Cenuba doğra indikçe sema parlak-| y laşıyor, İstanbulüun mayis ayında ak - n hafif bir rüzgâr, sizi ilk aştıktan sonra karşılı - yor... Adanaya yaklaştığınızı Size ilk defa Yenice istasyonundaki — satıcılar hâber veriyorlar... Sonra ufuklarda toplu bir halde bulunan ışıklar, sey 1 Tekleşiyor, lokamotif uzun bir yarış - tan sonra yorgun düşmüş bir beygir Bibi soluyarak ve yavaşlıyarak istas - Yyona giriyor. İstanbuldan çıkarak nisbeten uzak bir yer olan Adanaya gelen yolcu, ge—ı cenin karanlığında kendisine yöl gös- terecek bir ahbap arıyor.. Kimsenin beni karşılamağa gelmiyeceğini bildi - ğim halde gözlerim etrafı yokladı, son- Tâ,; yeraltı merdivenlerinden - geçerek Meydana çıktım. Adananın mezhür arabaları —Bir kaç sene evvel tatil günlerini ge- çirmek üzere Köstenceye gitmiştim, rıhtıma çıkar çıkmaz ilk defa nazarı dikkatimi celheden şey çıngıraklı fay- tonlar olmuştu. Adanaya da ilk defa ayak basar bas- Mmaz ayni sesleri çıkaran ârabalar gür- düm, onlarla bunların arasındaki fark, oradaki arabacıların fesli, bunların da kasketli olması idi. Şehir istasyondan araba ile on daki- kalık bir Mesafede, yoöl asfalt, yolün sağında Ve solunda kübik evler var, kuvvetli lâmbalar Adananın bu güzel yolunu tenvir ediyor. Belli ki belediye Adanaya ilk gelen kimsenin gözünü almak için gayret sarfetmiş, — atları nalları asfaltı döverlerken, kendinızi Feneryolu ile Göztepe arasında zanne- diyorsunuz.. ları çeken yolu ve asri evlerini sı retmek için arabacıyı savdım ve sı fiye yerlerinde dolaşır gibi insanın yü- züne gülen, kaynana dilli, geniş bahçe- L villâların arasından yürümeğe baş - Tadım Atalürk ve köylü Sağ tarafta Atatürk parkı var, bü _viı_k projektörler, kurtarıcının he kelini, karanlığın' içinde bütün h metile gösteriyor, ben heykelin üze - rindeki yazıları okumak isterken fakir bir köylü yanıma sokuldu; — Ne de güze) yapmışlar efendi, de- di, ayakkabı, pelerin hepsi tamam, he- le şu kadına bak... Entarisinin kıvrım- ları bile gözüküyor. Anlaşılan o da benim gibi Adanaya yabancı idi. — Buraya yeni mi geldin hemşerim dedim — Yeni geldim diye cevap verdi. Ölümsü li ÖĞÜ ee GAĞLİLAĞLAI Kü & Konuşmağa başladık, | gelmiş... Memleketi çok çorak olduğu için bir şeyler kazanamıyormuş, Si - n Adanaya fakir olduğu için yaya ümüş... Gıdasızlığın ve mihnetin yoğurduğu çelimsiz bir vücut, Türk köylüsünün ruhunda meknuz olan büyük bir te - vekkülle ve yüzünde hiç bir toessür alâmeti belirtmeden sözüne devam et- ti. ralarda dolaşıyorum, iş bulamadıım. Şimdi geri gitlmek istiyorum amma harçlığım yok. Bir taraftan üç Jira bu- |labilsem yola çıkacağım, | Ölüme yaklaşan anasına rahat et - |tirmek için Sivastan dere tepe aşarak Adanaya kadar gelen bu adama sör - dum. — ÖOn gündür buralarda hne yedin, | nerede kaldın? — Bir pide, biraz da peynir hem if- tara, hem sahura yetişiyor, kırk para - hk ta tuz alıyorum, Buranın - pideleri çok lezzetli, geceleri de handa kalı - yorum. — Hana kaç para veriyorsun? — Beş kuruş. — Beş kuruş mu? Beş kuruşa bir insanın bir gece sa - baha kadar yatabileceğini hiç tasavvur etmediğim için hayret edince: — Ne olacak, dedi, bizim gibisine çok bile, sekiz on kişi bir odada kalı - #oruz, hancı da dört mecidiyeyi alıyor. Bu muhavere beni Adanada evvelâ toprak ve amele meselesi- üzerinde meşgul sevketti. Düşünüyordum. O kuvvetli projek: töre ve Alatürk heykeline bakıyordu. Yaradana kurban dedi.. Ne a- dam... Bu cümleyi duyunca ben biraz da ahvali ruhiyesini kurcalamak istedim. — Onu niçin seviyorsun? dedim. Şu sorduğu şeye bak der gibi yüzü- ma baktı. — Memleketten gâvuru sürdü, çı - kardı, dedi, sonra bak ben hiç kimse - den korkmadan Sivastan buralara ka- dar gelebiliyorum, eskiden olsaydı, kırk kere yolumu çevirirlerdi. Adananın içi Adananın içi dışı kadar güzel değil. .. İki ana caddesi edilirşe yan s0- | kaklar, eskiliğin, bütün işaretlerini ü - | zerl de taşıyorlar, bunu tenkit ma- | kamında söylemiyorum, koca bir şehri temelinden değiştirmek hiç şüphe yok ki mümkün değildir. içine girmiş olması, sokakların dar 'ol- damların yassı, ve toprak olması şehre aytı bir hususiyet veriyor. Şehrin yüksek bir tarafında yük - sek bir yere çıkar da, etrafınıza şöy bir bakarsanız, zütün damalarda birer taş merdane görürsünüz... O merdane He damlar âktarılır. u Adanadaki evlerin düz, toprak dam- murlardan sonra ot bilmesin diye top- rağı iyice döverler, hattâ biraz da tuüz- larlarmış, üzerinde ot biten dam a - karmış, nebatın kökleri, suyu odaların içine kadar indirirmiş, bu toprak dam- lar yazın Adanalıların ayni zamanda yatak odalarıdır. İçlerinden bir tanesine sordum: — Adanada kaç göç var.. Gündüzle- ri kadinlar evlerinde otururlarken, ge- — Ne yapayım, dedi, on gündür bu- | celeri nasıl oluyor da dama çıkıp yatı- yorlar, evler birbirine bitişik olduğu için, herkes Banki bir'odada imiş gibi oluyor, bu nasıl şey? Adanalı güldü: — Evvelâ karanlıkta kimse kimseyi içine gireriz. Öyle olunca artık tama- mile mahfuz demektir. Adanalı muhatabım ilâve etti: — Gazeteci efendi, kuzum şu derdi- mi de yaz... Adanada, ev buhranı var. Burada kiralar yüksek, sonra Adana - nın teamülünde aylık kira yok... Ev sahipleri paraları peşin istiyorlar, şe- hir beş on sene zarfında bir misline ya- kın kalabalıklaştı. Gazetende yaz — ve Adanalı ev sahiplerine söyle de kira - ları evvelâ mahbemah alsınlar, sonra zenginleri de bir kaç apartıman yap - sınlar, birisi apartıman yapsa, arkası çorap söküğü gibi gidecek, amma daha bu iş kimsenin aklına gelmedi. Adanada bisiklet bolluğu Bir tarihte meşhur, seyyar sergi ile Avrupa limanlarını dolaştanlar, Hollân- dadan babsottikleri zaman bilhassa o - radaki halkın hep bisiklete bindikle - rinden, her yere kadın erkek bisikletle iklerinden bahsetmişler ve bu hâ- yi Holândanın hususiyeti olarak tebarüz ettirmişlerdi. Holândadaki husüsiyet Adanada da var, 100 bin nüfuslu Adanada 700 bin nüfuslu İstanbuldan fazla bisiklet var. Lişenin bahçesinde bisikletler sıralan- miş, çünkü talebeler mekteplerine bi- sikletlerle gidiyorlar, fabrikaların an- trelerinde bisikletleri bağlıyacak yer - ler var, çÇünkü ameleler fabrikalara bi- sikletle gidiyorlar, memurlar dairele - rine, postacılar evlerine, hep bisikletle gelip gidiyorlar, Adanada bisiklet, bir spor ve eğlence vasıtası olmaktan çık - miş, tramvayın yoksulluğunu gideri - yör, ne kadar ucuz olsa gene h: Mas- raf kapısı olan arabalarla rekabet e - diyor, Adana yalnız tarihi bir dir, cenubun incisi, Türkiyenin bu en güzel ve en zengin vilâyeti, ayni za - manda tarihe de uymasını bilmiştir. Düz, toprak danilarına, dar sokakla - rına, taşan Seyhanına rağmen, Adana İstanbullu misafirin canıni sıkmıyor, onu orada oturduğu müddetçe dalma güler yüzle karşılıyor. Onun cenupta- ki mevkit kanına da sıcaklık vermiş, Mustafa Fuat şehir değil - Yeni tramvaylarda: Utancından sararmış gibi görünen ara balara işi olan da biniyor, olmıyan da! Kapılar kapanınca yaşlı bir hatuncağız: — Bu kapıları üstüme ne diyt kaparsınız?. Afakanlar boğacak! Vazgeçtim ben.. durdur"in da inip canım! halâs edeyim! diye feryada başladı. İstanbulda yenilikler yeniden aldı yürüdü. Esvap, şapka, kürk modaları yenilendi. Bayram vesilesile, gırtlak- larına değin borç içinde yüzenler bile kılıklarını kıyafetlerini — yenilediler. Gazetelerin, mecmuaların yenileri çık- tı. Sinemaların, tiyatroların yenileri a- çıldı. Şirketi Hayriye bile bu yenilik ya « rışından geri kalmadı, tarifelerini ye- niledi. Radyomuz programlarını, plâk- larını, Bayan Safiye meşhur talimlik otomobilini, Denizkızı Eftalya apar- tırmanını yenilediler. Dilenci duaları, ahbap selâmları bile yenilendi. «Yeni- cami» miz, «Yenikapı» mız, hattâ nü- munelik te olsa, bir tane yeni iskele - miz bile var. Diyorum ya... İstanbulda yenilikler aldı yürüdü. Ve biz yeni şeyler gör - miye o kadar alıştık ki ,değil yeni bir sokak açılsa, hattâ Yahya Kemal yeni bir mısra yazsa, edebiyatımızda bir ye- nilik olsa bile şaşmıyacağız sanırdık. Fakat bu zannımıza rağmen, son günlerde İstanbulda hepimizi hayrete düşüren bir yeni nesne gördük. Ga - zeteler resimlerini bastılar, Kahveler- de günlerce ondan bahsolundu. Ve a - hali hâlâ, hayran hayran onu seyredi- yor. Çünkü şimdiye kadar hiç bir yeni- Tiğini görmediğimiz tramvay şirketi, ortaya iki tane yeni araba çıkarttı. * Binlerce kişi tarafından hayretle seyredilmenin utancımdan — sararmış gibi görünen bu iki araba için bazı kimseler: - Yerlidir! diyorlar, Bazı kimseler dudak büküp: — Neresi yerli onların? cevabını ve- riyorlar. Vâkıâ bu arabaların tekerlekleri Londradan, dingilleri Almanyadan, demirleri Fransadan getirilmiş. Fakat bu nesnelerin burada bir araya geti - rilip te bir araba haline sokuluşları, en azından çeyrek asır sürmüş. Çey « rek asır bu... Yirmi beş senedenberi Türk tabiiyetinde bulunan tekerlekle . ri, dingilleri, demirleri «cenebilr say - mak yaraşır mı bize? Onların ecnebilikleri elbette çoktan müruru zamana uğramıştır. Elbette artık hepsi de yerli sayılırlar. Binacn- aleyh, vatmanları da, kondüktörleri de, biletçileri, hattâ yolcuları da bu - rada doğup büyüme olan bu arabalara Yeni tramvay ara balarının içi ve dışı eyerli!'» dememek yersiz kaçar! Binaenaleyh böyle: «Yerli malı #0 «yerli mali giyl>, eyerli malı ı)':; «yerli malı iç!'» kabilinden propaği cümlelerine bir de: ' — Yerli malına bin! ibaresini ekit mek |âzımdır! * Yerli ve yeni arabalarımız, bu bilden, daha nice lâtifelere vesîl’. dular, daha nice nükteler ilham etti p ler, Ben dün Beyazıttan Taksime dar onlardan birile gittim. * Durak yerlerinde, eski arabalard men kim ? Herkes bu yeni arat , beklediği için, içleri her sefer mlu re dönüyor. M Yalnız bu iki fıkara, bir günde Iyl den fazla yolcu tışımaktıymııl.ırw li diye mi, yeni diye mi, herkes binmek istiyormuş. Tramvay rından birisi, bu rakamı işitince: — Yahu, diyor, Insan, iki apa! , sahibi olacağına, bir tek tramvay İ hibi olsa kâfi, Şirket ahaliye tekt? 4f ker araba imitiyazı verse de, biref ') ba satın alarak, işi rekabete bindi! ucuz ucuz yolcü taşısak! Yolculardan birisi de: — Birader, diyor, herkes bu & lara ne yeni diye, ne de yerli diy€ miyor. Mübarek arabaların en lit Marifeti, alacaklıdan mahfuz olmt , İçine bindin mi, alacaklı görür dö layıp yakama sarılır diye hiç , Çünkü mübaseklerin kapıları, h:;;- makları, sade durak yerlerinde wl yor. Eskisi gibi, rastgele yerde #” yd mak, sıçramak yok. Geçen [î:y tramvayda gidiyordum. Kaldi gel geçen, bir alacaklı ile göz göze Bt yi yelim mi? Herif aylardır pqundâıf şar, Tramyayda değil, otomobilde se, basamağa atlıyasak. M Çelkti Fakat hu tank gibi arabaya den girs'n? Ben keyifli keyifli ç'l çaktım. O, içini ümitsiz ümitsiz $ p rek, dişlerini gic<irdatarak ıellm“:ı' mıya mecbur oldu. Mübarekler, " vay değil, alacaklı hücumuna yarş deta birer seyyar kale! Biletçi kanter içinde: — Medir bu çektiğimiz? diy0l ı kadar görmemiş varsa, bu arü' saldırıyor. İşi olan da biniyor, O”'ğm da! Rereket, yolculardan bazılafi kapılar üzerlerine kapanıyor d9 mekten korkuyorlar. (Devamı 12 inci sayfada) — e hK bi