16 Birinciteşrin SON POSTA “ Son Posta ;; nın zabıta römanı : K Yazan : Hugh Austin İngilizceden çeviren : Hasnun Uşaklıgil “ Bir kameriyede burnu kesilmiş bir kadın cesedi ,, -|- Makine harekete geçiyor (Suat 4 dakikm 9 - saat d dakika 14) Telefon çıngırağı ağustos öğleden sonrasının ağır uyuşukluğu içinde çın- ladığı zaman nöbetçi polig memuru ta- vanda helezonlar çizerek dolaşan si - — neği seyrediyordu. | İleriye doğru eğilerek reseptörü al- dı, yorgun eda ile: — Burası 9 uncu mıntaka! söylendi. Dinlerken masanın üzerinden bir |kalem almıştı, söylenen şeyleri yeşil renkte matbu bir formül üzerine yaz- mıya koyuldu. Bir taraftan da yazdık- larını tekrar ediyordu. — Valley caddesi Mister John Ar - noldun evi... Numarası yok. İsim de- mir parmaklığa tesbit edilmiş bir plâk “üzerinde yazılı.. Pekâlâ... Telefonu kapatmayınız! Reseptörü ters çevirerek masanın ü- zerine koydu, sonra mıntakayı doğru- dan doğruya polis merkez binası ile temasa getiren telefonu aldı: — Allal dedi. Bana radyoyu veri - — niz! Radyo mu orası ? Otomobil müfrezelerine bir tebliğ: Valley caddesi, John Arnoldun evi. Numarası yok. İsim demir parmaklığa tesbit edilmiş bir plâk üzerinde yazılı.. Bu evde bir insan öldürülmüş.. Bura- 81:9 uncu mıntaka... Parmağını bir düğmeye bosti, tek. — Tar reseptöre söyledi: — Allo, bana umumt istihbarat dai- /| resini veriniz! Mersi. Allo? Sen misin Sam? Hayır vaktim yok.. Masalını başka vakit söylersin.. Valleyde John Aînoldun evinde bir insan öldürül - Müş... lî.'.vin numarası yok.. Sahibinin —adı demir parmaklığa asılı bir levhada diye ber verildi.. Pekâlâ, pekâlâ.. — İhtiyar dostum, bunu bana başka zaman ha - | vtırlatırsın.. Reseptörü yerine taktı, masanın ü- . :leîne bırakmış olduğu ilk reseptörü şeye dokunulmasın!.. Anlaşıldı ya? Nasıl bir doktor mu çağırdınız? Pekâ- lâ! Eğer otomobilli polislerden evvel gelirse ihtiyatla hareket etsin! Evet, evet iki üç dakikaya kadar oradadır. A- dınız nedir sizin! Patton mu? Pekâlâ! Birx şeye dokunmayınız, bekleyiniz. V * . Polisin merkez binasının radyo sa- lonunda bir adam mikrofonun önün - — de tebliği takrar ediyordu: - —AAllo, 18 numaralı - âraba mı? (Valley) e gideceksiniz. e - - Umumi istihbarat dairesinde Sam söylüyordu: — Allo, cinayet masası mı? Âlâ, #en misin Bill> Dokuzuncu mıntaka — Valleyde bir insan öldürüldüğünü ha - ber verdi. Komisere söylemek için te- Bill bu cümleyi söyledikten sonra yerinden kalktı, John Hendriks ça - vuşun odasına geçti John Hendriks çavuş da hâdiseyi öğrenir öğrenmez hafif bir küfür savurdu. Tevekkül ile bir omuz silkti ve ayağa kalkarak bi - tişik odanın kapısını açtı: — Çocuklar yakında bir müşteri çıkacak.. belki yanılıyorum amma ne olur ne olmaz otomobilleri harekete hazır tutunuz. Radyonun hâdiseyi te- yid etmesini bekliyoruz. John Hendriks çavuş kapıyı kapa - yazılmış. Otomobil müfrezelerine ha- z Muhaırir sizden rica ediyor Bir polis romanı ancak: Okuyucu, meseleyi takibe girişen po - lis ile bir buluş müsabakasına başlıya - bildiği takdirde zevk verir. Fakat okuyucunun böyle bir müsaba- kaya girişebilmesi için polis memuru ile müsavi silâhlara malik olması şarttır. Binaenaleyh ben taahhüt — ediyorum ki: — Bu hâdisenin bütün emare ve delil- leri okuyucuya, polis memuru ile ayni za- manda güösterilecektir. — Hâdiselerden hiç birinin izah veya tefsiri, hususi bilgilere bağlı değildir. — Hâdisenin geçtiği yerlerde gizli o - || da, mucize fapıcak makine mevcut de- ğildir ; — Katilin cürüm şeriki yoktur. — Muadelenin yalnız bir tarzı halli vardır. — Bu tarzı hal, mümkün olan yegâne tarzı haldil. dı. Revolver mahfazasını taşıyan pa - laskasını takındı, istemiye istemiye ca- ketini de sırtına geçirdi, daha sonra da hasır şapkasını başının üzerine otur - tarak şefinin odasına açılan kapıya teveccüh etti. * Teğmen Peter Kent cenubu garbiye balgan balkonlu bir odayı işgal ediyor- d!_ı Bu odada, hu ağustos gününün ?gîe sonrasında, dayanılmaz bo - Bucu bir sıcak hüküm sürüyordu. Şuro'nun köşesinde, yeşil bir per- ı_:!e ile saklanmış bir küvet, küvetin üstünde de bir soğuk su deposu vardı. Teğmen Peter Kent caketsiz, göm- leğinin kolları sıvalı bu küvetin üzeri- ne eğilmişti. Soğuk su deposunun al - tına bir bardak tutuyor, bardak dol - dukca içindekini başına döküyordu. Hendriks kapının eşiğinde durdu: — B&hhze girişirim ki bu yaptığınız şey kalbiniz için iyi değildir; dedi. Peter Kent sü bardağını yavaş ya - tu ile mukabele etti: - Hendriks de bir iç çekmeyi müteâ- ip: ettiler. Valley'de bir insan öldürmüş- ler. Radyo ile teyid edilmesini bekli - yoruz, dedi, : Su bardağını tutan el bir saniye ha- reketsiz kaldı, sonra bardağın içinde ne kaldıysa bir hamlede başının üzeri- ne döktü*'ve bir eliyle de bir havlu ya- kaladı, yüzünü kuruladı, aynada saç- larını taradı. Hatları epeyce buruşuk, güneşten yanarak esmerleşmiş bir yü- zü vardı. Düşünceyle: — Tafsilât yok mu? diye sordu. — Fazla bir şey yok. Ölüm vak'ası John Arnold isminde bir adamın evin- de olmuş. Kent gri caketini sırtına taktı: — John Arnold mu? Tanımıyorum. Sen? — Ben de öyle! Teğmen yazı masasına döndü, Te- lefon rehberini açtı ,bir hâdise karşı « sında, suçlunun tutulacağı dakikaya kadar yorulmak bilmez bir - faaliyet gösteren bir adam olmakla tanınmıştı. Yaprakları karıştırdı. Bir nokta ü- zerinde parmağını durdurarak: — İştel diye söylendi. ARNOLD (John) ikametgâh Val- ley caddesi, Hilldale telefon 67 - 43 ARNOLD (John) Büro Chestnut vaş boşaltmakla meşguldü, bir homur- | — Dokuzuncu mıntakadan telefon | Polis merkezine bir telefon - radyolu karakol otomobillerine bir tebliğ - hâdise yerinde bir muhavere - Amerika zabıtası nasıl çalışır ? N caddesi 181 telefon: 28 - 28 Hem okuyor, hem de; — Bunlardan bir şey öğrendiğimiz i3r'0k| diye söyleniyordu. Birden: — Hah, işte! diye söylendi. Arnold Merit ve ortakları, maliye acentesi 181, Chestnut caddesi Telefon: 28 - 28 — Sen bunu taniyor musun John? — Hayır! Kapı tıkırdadı, Çavuşa ilk tebliği ge- tirmiş olan adamdı: — Radyao teyid etti. Gerçekten ö - lüm vak'ası imiş. Ölenin adı Madam Valantin Merit'dir. İKİNCİ KISIM Madam (Valantin Merit) in burnu ( Sant 4 ddkika 14 - anat 4 dakika 26 ) #tomobillerin düdükleri fasılasız çınlıyorlardı. Hudson şehrinin sokak- ları içinde bir yarış var gibiydi. Cad - de kenarında oynıyan çocuklardan da- layi merkez mahallelerinde yavaşladı - lar. Sonra gelip geçen azaldıkca sokak- lar genişledi, otomobiller Hilldal adını taşıyan zengin mahalleye gidince sür'- ati arttırdılar. Valley caddesinde can kurtaran 0- İtomobillerine mahsus sirenlerin iniltisi yaz gününün ağır sükünunu yırttı. A- ra sıra sağda, solda bir demir parmak- hğın ortasından ışıklı bir saha, ağaç, güneşli bir çayır görünüyordu. Sert bir dönemeci müteâkip üç o- tomobil birdenbire hareketsiz kaldılar. Tekerlekler şosenin kenarındaki taşlar üzerinde sürtündü, frenler gıcırdadı, a- çılıp kapanan kapılar birer tabanca se- si gibi şakladılar. Peter Kent arabasından inince, oto- mobil kapılarının kapanırken çıkardık- ları ses haricinde, bütün çevrede de- rin bir sessizliğin hüküm sürdüğüne dikkat etti. Polis memurları caddede emre muntazır duruyorlardı. (Arkası var) Hasan Tıraş Bıçağı Bir dakikada tıraş eder, Ne sa- bun, ne de fırçaya ihtiyaç vardır. Katiyen paslanmaz, Alâmeti fa - rika ile ihtira beratı vardır. Ne r, ne Fransızlar, ne de Amerikalılar, ne de bütün dünya aynını yapamaz. Hasan tıraş ma- kinasile Hasan tıiıraş sabunu ve tıraş kremi, tıraş kolonyası, tıraş pudrası birer şaheserdir. Mutlaka Hasan markasını arayınız; israr ediniz. Hasan deposu ; Ankara, İstanbul, Beyoğlu. Sayfa 13 Hikâye Harbin cilveleri | J Yazan: J. - H. Rosny ain& Jacgues Arnold şöyle anlattı: — Saatlerden beri Sierra'da dolaşı - yordum, Bir yolu dönerken kurşun yağ murunaâ tutulmuştuk, arkadaşım öl - müştü; az kaldı ben de ölecektim. Ele düşmemek için çabalıyordum; herhangi bir kimseye rasgelmek, benim için öl- mek demekti: Hüviyetimi isbat edecek kâğıtları kaybetmiştim! Her iki taraf ta tavşan doğrar gibi adam kesiyordu. Benim kurtulabilmem ihtimali o kadar azdı ki kendimi artık ölmüş farzetmem daha doğru olurdu. Fakat dört tarafı ku şatılmış hayvan bile ümidini kesmez; ben de onun gibi hâlâ ümit ediyordum. Ama artık takatim de kalmıyordu; o ateğ gibi güneşin altında öyle saatler- 'e koşmuş olmak beni bitirmişti; niha- | yet dayanamayıp bir kayanın sıcak göl- gesine uzandım... Kendimden geçmi - şim, | Korkunç rüyalar gördüm, ikide bir sıçrayarak uyandım ama, uyku, ne de olsa, insana kuvvet veriyor. Gene yo- la düzüldüm, kaçmağa başladım. En sonunda bir kilise kulesi, sonra gıra sıra evler gözüktü.. Hemcinsime, insana kavuşmuştum!... Demek ki ar - tık susuzluğumu gidermek, bir parça - cık olsun yemek kabil olacaktı. Fakat daha evvel birtakım adamların karşı - sına çıkmak lâzımdı! Halbuki en vahşi hayvanlardan bile daha hunhar, daha korkulacak mahlüklar olmuşlardı. Bittabi bütün insanlar, her yerdeki insanlar, değil. Fakat zararsız olanlarla tehlikeli olanları biribirlerinden ayı - ran hiç bir alâmet yoktu. * Evleri gördüğümden beri bittabi giz- lenmiş, kayaların arasında daracık bir Çeviren: Nurullah Ataç — Ya! kayıp mı ettiniz. Gülmeğe başladı: Kuru ve zalimane bir gülme... Sonra : — Belli, dedi, siz bir casussunuz; kay bedilecek vaktimiz yok... Juan! Juan diye çağırdığı adam geldi. İri yarı bir herif, Bana soğuk soğuk baktı Amiri : — Mezarlıkta yeni kazılmış bir cu - kur var, dedi. Oraya götürürsünüz, iki adam yeter. — Benim hiç bir kabahatim yok, ma- sumum! diye bağırdım. Birtakım izahat vermeğe başladım a- ma beni pek alâkasızca dinliyorlardı, Nihayet sarı suratlı adam: — Hele bir üstünü arayın, dedi. a; Juan ceplerimi birer birer boşalttı. Peçata desteleri meydana çıktıkça he « riflerin de alâkası uyanıyor gibi olu « yordu: Onlara muhabbetle bakıyorlar- dı. Cebimden birkaç da mektup çıktı; bunları reis bir tarafa koydu ve: — Haydi götürün, dedi. İki asker kolumdan tuttular; doğrüsu öyle pek şiddet göstermiyorlardı, Juan da sesini yükseltmeden : — Haydi, yürüyelim, dedi. Dışarıda birkaç kadınla birkaç çocuk toplanmış, merakla bakıyorlardı, birka çı peşimize düştü, fakat Juan onları kovdu. Mezarlığa vardık; bir köy mezarlığı.. Demin bahsi geçen çukurun başına gel- dik; işte oraya gömülecektim. Juan bü- yük bir lütufta bulunur gibi : — Dua falan etmek istiyorsanız, bu- yurun, dedi. Halim selim bir hali vardı. Kimbilir, hergünkü hayatında belki iyi bir baba, iyi bir arkadaş, hattâ belki de kılıbık yoldan yürüme - ge başlamıştım... Kimbilir kaç a - sırlık bir yol; bel - ki daha dünyada insan yokken açıl- mış bir yol. . Fa - kat arasıra gene Yarınki nushamızda : Adamın kıymeti - Çeviren: İsmet Hulüsi bir koca idi.. — Beş dakika, dedi. Fazla bekli- yemeyiz.. ! Başını kaldı « rıp gözlerini kili - senin saatine dik- ti: kiliseyi görebili - yordum. - İçimden: «Kimbilir? diyordum, belki bu köyün adamları kendi hallerinde, sakin insanlardır. Yanımda oldukça pa- ra var; karnımı doyurur, kendime ba- rınacak bir yer bulabilirim...» - Ben helecan ve tereddüt içinde yü- rüyüp dururken birdenbire yukarıdan doğru bir ses geldi. Başımı kaldırdım., ince uzun, avurtları çökmüş, gözleri mosmor bir adam gördüm. Elinde bir gün evvel rastgeldiğim milis as_kerleri- ninkine benzer bir Mauser tüfeği vardı. Bana doğru bağırdı: — Orada ne yapıyorsunuz ? — Barınacak bir yer, ekmek ve su arıyorum, diye cevap verdim. Omuzlarını silkti ve sordu : — Faşist misiniz, Halk cephesinden mi? — Fransızım... | — Ya! Hele bir bakalım; arkam sıra gelin! Beraberce gittiğimiz evin içinde ve etrafında silâhlı yirmi kadar adam var dı; birkaçı oturmuş, kâğıt oynuyorlar- dı. Burası herhalde bir posada, yani ya- rı otel, yarı kahve ve lokanta olan bir yerdi. Fakat gayetle pis ve korkunçtu. İri iri taş döşeli salon insanlara mı, yok sa hayvanlara mı mahsus bir yerdi? Bunu kestirmek pek kabil değildi. Beni içeri aldılar. Yüzü kükürt gibi sarı bir adam beni isticvaba başladı: — Nereden geliyorsunuz? — Lerida'dan. — Kâğıtlarınızı gösterin. Artık ölüm saati gelmişti... Bir cevap vermek lâzımdı. — Kaybettim, dedim. # — Saat altıyı çalar çalmaz... Beni öldürecek olan üç adam da baş- larını yola çevirdiler. Dakikalar müthiş bir sür'atle akıp geçiyordu. ** Saat çaldı. Beni çukurun başına dikip kollarımı bağladılar. Üçü de uzaklaştı. Juan ku- manda ediyordu. Tüfekler bana doğru çevrildi. Tam o sırada: «Durun! durün!» diye bir ses duyuldu. Üç asker döndüler; beni isticvap e - den sarı yüzlü adam geldi. Hızlı hızlı konuşuyordu. Elinde bir kâğıt vardı, Onu bana uzatıp : — Bu sizin mi? diye sordu. Baktım, dostum Benito Alvares'ten gelmiş bir mektuptu: : — Evet, benim, dedim, sınız, dedi. — Evet, çoktan beri tanışırız. — Sarı yüzde gazap değil, âdeta bir mu- habbet gözüküyordu. — Talihiniz varmış, dedi. Benito. Al: vares benim de dostumdur! Kendisini mı söyleyin ! Bana elini uzattı. Juan reisle beraber koşup gelmiş altı kadar milis askeri, birer çocuk başlamışlardı. Posadaya döndük; raretle karşılarıdım. higabe ae öldürülmemi gayet tab A SOR Ğ lar, şimdi beni kurtulmuş gördükleri için bayram mısaklı bir yem fakat bu sefer ha- Erzurum Tîrğ,i, _;_3 belki üç günde geçmedi. anıdları ve kitabeleri Öğretmen bu eserini tarih ve asarı atika meraklılarına — ) | b Merhemini kullanan Frengi ve Belsoğukluğuna tutulmaz. Her eczanede ulunur. — Demek ki siz onun ahbaplarından- UB görürseniz sizin hayatınızı kurtardığı- j ile iki neferi, gibi gülmeğe__v_, Birâz evvel benim | * --.