16 Birincileşrin Sre — 4 Son Posta ,, nın siyasi tefrikası : ”7 TARAKKİDE ON Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen GEŞ N e Tarakki neydi? “Son Posta,, nın tefriKasi : İttihat v Telât Paşa, tatlı ve zeki bıln;]ı gözlerile gözlerime bakarak midir? Şimdi bunu da nereden çıkardın. Ne olduğunu ben de pek iyi bilmiyorum ama idaresi pek müşkül bir şey! ,, dedi Ateşl... .Seıf duyulur duyulmaz genç adam yüksekten “lttihat ve Tarakki ne |atılmış bir külçe halinde,söğüt ağacının dibine yuvarlandı Cemil, kimdir ? te”şimdi burada da (198) inci alaya Cemil, eşki Cüçüncü ordu) nun ye- |kumanda ediyorum. Hayatta, bir 4 tiştirdiği Dir zabittir. Rumeli Balkanla- | dikili ağacım kalmadı. Yek başına, yek * rında, eşkiya — takiplerinde, emsalsiz| mızrak... Dünyada, bundan büyük ses kahramanlıklarile temayüz etmiştir. — |adet olur mu?.. y Cemil, Genç ve güzel olduğu için,| — Anlamadım.. hani senin o ÂArı ._ kadinlar tarafından datlma çılgınca 2€- | kızı?.. ç yilmiş, bir çok macera geçi Bir müsademede, yaralanarak — İs- tanbula gelmiş; bu aşk maçeraları, bu- rada da devam eylemiştir Bu sırada, Cemil bir saraylıyı sev- miştir. Ayni zamanda, bir sultanla da karşı karşıya gelmiştir. Pakat Cemil, sa- raylıyı sultana tercih etmiştir. Ve bu yüzden de, sultanın husumetini celbey- lemiştir. | Cemil, (Yemen) e sütgün gitmiştir. Orada da bir çok kahramanca işlere gi- rişmiştir. Lâkin bu sırada bir yanlışlığa kuzban olmuştur. Tam kurşuna — dizile- ceği zaman, bir mucise ile kurtulmuş- tur, Cemilin bu fedakârlıkları takdir e- Gilmiş, meşrutiyetin Dünından gonra, Tütbesi terfi edilerek İstanbula — getir- tilmiştir. Ve, Yemende başlayan son âş- ki da, İştanbulda mes'ut bir Izdivaçla neticelenmiştir. Pakat sonra... Beraber okuyalım. Ar Sade yaşayışlı, sade tabiatlı bir a- dam, Talât paşa, o gün de, ekseriya yaptığı gibi, merkezi umumide, ek - mek, peynir, kavundan ibaret olan öğ- le yemeğini yiyordu. 917 senesinin ya- zında idik; ben de ekseriya o saatler- de merkezi umümiye giderdim. Bü - tün Osmanlı imparatorluğunun, bi - zim, hepimizin mukadderatımız büyük Alman karargâhı umumisine bağlan- mış, sürüklenip gidiyorduk. İçeri girdiğim zaman bir yandan ka- vunu bitirmekle meşgul olan - Talât paşa, bir yandan düşünceli gözlerini bana çevirerek: — Gel bakalım, Muhittin, dedi. Karşısında oturdum. Şundan bun - dan sualler sordu. Biraz konuştuk. Sonra bir lâhza süküt oldu. Ben, o #- rada konuşulan günlük şeylerden büs- bütün uzak, sadrâzamın zihninden o sırada geçen şeylere büsbütün yaban- cı, damdan düşer gibi, bir sual sor - dum: rmiştir. Dışardaki sert rüzgâr, kapıdaki ça « dır bezini daha kuvvetle savurdu. B küçücük kazmatın içinde, billürlaşmış kar parçaları uçuştu. ç Cemil; başını, acı acı- tüten ocağll | gçevirdi. Parmaklarının ucu ile gözlerini — oğuşturuürken, söylendi: $ — Şimdilik, sen de o bahsi açma... — Ocak, fena halde tütüyor. Bir taraftazi - bu mel'un kasırga.. bir taraftan da, çur- — pılar yaş.. insanın gözlerini yakıyorsse — Hay Allah.. sevinçten, sana çay söy « — lemeyi unuttum. Hele, bir sigara yak bakalım. Binbaşı Cemil, kaymakam Aliye sigara verdi. Sonra, başımı kapıdan tâs rtafa çevirerek; âmir ve mütehakkim bir sesle, seslendi: — Postal.. Ve.. bu izbenin kapısından başın! uzatan, nefere emir verdi: İ b — Paşam, dedim, «İttihat ve Te - ... — Çabuk oğhıı:;. bize iki çay. rakki» nedir? — Vay, Cemili ğ y, Cemill.. . : ı ai kakle, T Bu sual benim zihnimde mütemadi- A ’ı.. ai şeği T seri aelalin H.ınjclcı neferi, iki büklüm içeri ö girdi. Elindeki buğulanmış çay bar » l')'.. ” AU İdaklarını, ocağın yanındaki bomba - iye bağırdılar. Birbirlerine sarıl “İsandığının Üzrelina koyarken, muztarili — dilar. Öpüşmeye başladılar. bir-scele, söylendiz -Ö Başları, kazmat (1) n alçak tava - K : ü nına dokumuyordu. Dışarıda, sert bir ,;)mhî.frndıml.. ae l İ.u: 4 Tüzgârın sesi, kudurmuş kurt gibi u -| —— H.angi n Mühbati 3 gulduyordu. Tipinin savurduğu kar| — Hani k ğ D parçaları, kazmatın çadır bezinden iba-| ,,, aP0 Kurtaa A 'Yet olan kapısından içeri giriyordu. O- lMi yerinden fırladı! cakta; eğri büğrü yaş çırpılardan| —. l.(uııunı izilönek — yelem zaRHİ yen kıvrılp duran, gittikce beynime batan müz'iç bir burgunun tesiri al - tında sorulmuştu. Ben bu suali kendi kendime kaç yüz defa sormuş, gene kendi kendime türlü türlü cevablar wermiş, fakat, zihnimdeki düğümü çö- zememiştim. Çoktandır, bunu bir ke- re de İttihat Terakkinin en caki ve en yüksek adamına sormak — istiyordum. Sorma fikri, bu anlama ihtiyacı zih - nimde o Kadar yer etmişti ki bugün eftA y S t içir ö KEYÜY PN ğ Sadrâzamı Talât Paşa tarihi teşekkülün siyasi ve içtimai ma-|sormam için son zamanlarda benim i- nasını tam anlamak arzusu kadar ta-|çin aytıca mühim bir sebeb de hâsıl bi bir şey olamaz. Bu asırda belki de| olmuştu. İttihat ve Terakkâ namına budalalık sayılacak dereceye kadar|dört senedir başmuharrir #sifatile siya- böyle bir lâhzalık fırsat bulunca, hiç bir. münasebet yokken, hakikaten damdan düşercesine, ağzımdan bu su- al dökülüverdi. Talât paşa, tatlı ve zeki bakışlı göz- lerile gözlerime bakarak tebessümle : — İttihat ve Terakki ne midir? Şim- di bunu da nerden çıkardın? dedi ve sonra, bir lâhza düşünerek, ukalâlığı hiç sevmiyen sade tavrile ilâve etti: — Ne olduğunu ben de pek bilmi- yorum... Ama, dedi, idaresi pek müş- kül bir şey! Sonra bana niçin sorduğumu sor - du. Bunu Talât Paşaya izah etmek u- zun olacaktı, sıkıldım. Bereket versin ki bu sırada Ziya Gök Alp içeri girdi. "Talât Paşa, onu görünce, benden ce- idealist bir ruh ile, cemiyetin defterde kaydi, mihrapta yemini olmıyan, fise- bilillâh gayretli bir tarafdarı oldum ve bir gün gelip alnımıza kara bir «İtti - hatcıl» damgası vurulacağını pek iyi bildiğim halde, gene vazifemi tama - men ifaya çalıştım. Bir işe bu kadar idealist bir hisle bağlanmış her düşü - nen adam onun ne olduğunu anlamayı elbet merak eder ve bu merak ile tah- lilden terkibe ve terkipten tahlile ge- çerek mütemadiyen zihnini yorar. Bu- nun için bu sual senelerce zihnimi işgal etmişti. Tarihi anlamak, iyi veya fena, yaptığımız işlerin manasını bilmek i- çin, her şeyden evvel, bu sualin ceva - nt vermek lâzımdı. Bir imparator - p ğ luğun yıkılışı, bunun yerine bin mü: & Ğİ Yi BAA AU P. Vaç 2 wap beklemeğe İüzum görmiyerek: e d he Ye *“İbana «şu gazeteye bir renk vermemin» |gibi kimi kimsesi olmuyanlar içindir... | — Dedi. ' STT Hüm boca SĞ y l dlar bin ertükla Bir TüdkiCafa İ evsiye aai Kendisi ile sataemea |Halboki, eecin Tibi ordu daizesi müdü-| “ Kaymakamı SA l Na B sor, böyle şeylerden ben anlamam, o f;:l."';m;"'ı“ş“' küçük bir şey de -| | Oy istemediğim için, kısaca, «han- |rünün.... celi bir tavırla, Cemilin düşünci anlar ! :'q N* ıîeıı 922 yı_kıd:r Y gi renk?» diye sormakla iktifa etmiş, | — Ay, haberin yok mu?. öğrenmek istemişti. N Dedi. Sonra benim sorduğum suali gVÖi di bir mücadele ile © da renk vermenin ne demek olduğu-| — Neden?.. — Ne yapardın?.. geçen bir tarih devri, yüz binlerce in - sanın kanına, canına, servetine mal ol- du. Bu devri yaşamış, içinde amelelik etmiş olan bizler eğer bütün vukuğtın ince bir tahlilini ve bu tahlil üzerine kurulmuş umumi ve sağlam bir ter - kibini yapamazsak nerden gelip nereye gitmekte olduğumuzu tamam anlıya- mayız. «İttihat ve Terakki» bugün siyasi ve içtimal tarihimizin müzesine nakledil- miş bir varlıktır. İnsan bir şeyin ne ol- duğunu iyi anlamak için evvelâ onun içinden çıkmıya muhtaçtır. Bundan dolayı, İttihat ve Terakki'yi o zaman anlamak daha müşküldü. Sonradan daha iyi anlar oldum. Şimdi ise, siya- si ihtiraslardan, senelerle uzaklaşıl - miş olduğu için onu hem anlamak ve hem anlatmak daha kolay, hem de bir vazifedir. v Gök Alpa o tekrar etti. Gök Alp ta yakın bir koltuğa yerleşti ve boynu- nu bir tarafa eğerek, bir müddet dü - şündükten sonra: — İttihat ve Terakki Türk milleti- nin ruhundan kopmüuş bir Mefküre hamlesidir. Cevabını verdi. Sonra bu defa da suali niçin sorduğumu sordu. Derdi- mi tarih ve içtimaiyata ilim gözile ba- kan bir adama anlatmak daha kolay - dı. Bir kaç kelime ile izahat verdim; © da sustu ve, şüphesiz, o da benim gi- bi zihninde tahliller yapmıya başlıya- rak düşünmeğe daldı. * Hasta ve mahküm bir imparatorlu « ğun son ve talihsiz doktoru olan ht - tihat ve Terakki» nin, tarihi bir âmil ve içtimaf bir teşekkül olmak bakımın- dan ne olduğunu anlamak hissi bende daha ilk günlerden itibaren harekete gelmiş bir merak halinde idi. Benim gibi bir fikir adamı için gençliğinin €n taze kuvvetlerini içinde sarfettiği bu Birisi hareket lideri, diğeri nazari- yeci başısı olan bu iki ittihatcıya o gün llnîbıı ve Terakki'nin ne olduğunu teş kıvılcımlanıyordu. Cemil, bağıra bağıra söyleniyordu: — Hay, Allah... Öleceğim aklıma gelirdi de.. sana buralarda Tastgelece - si faaliyetini idare ettiğim «Tanin» o sıralarda sönük bir gazete olmuştu. Harbin uzamasının ve ortaya bir de a- jazdan ağıza dolaşan yarı haklı, yarı haksız swistimal hikâyelerinin yavaş yavaş İttihat ve Terakki'ye karşı uyan- dırdığı antipati'nin ve nihayet herke- sin daha ziyade tasarrufkâr olmak mec buriyetini hissetmesinin — satışlarında 1000 * 1500 nüsha kadar azalmak suretile kendisini göstermişti. Bunun o sıralarda merkezi umumide konuşul- muş olduğunu bana bazılarının söyle- dikleri sözlerden anlıyordum. O sırada «Milli Mecmuan ile İttihat we Terakki için bir mana ve bir renk icadına çalışan Ziya Gök Alp, bir gün mezdi...E, ma da üş ün. Ali, Cemilin gösterdiği portatif kar- cevab veriyordu: Geberdim . da?.. — Sen, ne arıyorsan, ben de onu a- der.. kısmet. YÜK dank ateyyen birleü |e a AD b p tavsiye edebilecek bir vaziyette bulun- madığı için bu mesele üzerinde israr e- dememişti. Aynı kelimelerle aynı tav- siyeleri bana kısa fasılalarla — doktor Resuhi, doktor Nâzım gibi merkezi u- mumi azaları da tekrarlamış oldukları | ğiştirttiler. için, kendi kendimi kontrol mecburi -| — Yeok cantm. Aman anlat, şu me- yetini hissediyordum. İttihat ve Terak- | seleyi?.. kinin bâüriz bir rengi ve bâriz bir ma -| — Uzun hikâyer şimdi dursun... mast vardı da ben bunu bilmediğim Nasıl olsa, bir iki gün buradayım, An- yahud anlayamadığım için gazeteyi o | İatırım. E, sen ıöy[ı_bıkaııııı).. Ne h= renge boyayıp daha câzib yapamıyor desin?.. Ah Hfîr oğlan.. ıvı.llıhı ı'lııı mu idim? Düşünme tarzlarında sekter hâlâ eski _Çmılıın.._.eı“ıç ıinıııüu - Ve ekseriya, hüdiseleti yalnız bir ta -| HEin: ":“'* ::î:_'ı:î_ z yalk görmeğe maüleshayil olan mçekezi ınıîu.l'lıyy::ılııı memnun olabilmek i - umumi âzaları arasında «Tanin» in İÇin, bir hayli idman yapmak.. teessür kebliği Akrisin bilhera yeykle - 1 tahmin ettiğim için şi idtti- :ı!hvı Terakki» nin ::ı::awk ki, bu da benim ldetin_ulir.. meselesine biraz da bu noktadan hu- yattan memnunum. Binbaşı susi bir alâkadarlık gösteriyordum. ) Kaş harplerinde barınmak İçin, kurşun atıyoruz. — Demc, yahu, — Evet. — Şimdi beni, sürüm sürüm sürün- dürüyorlar. İki ayda, üç karargâh de- . Evet. Ha: müz'iç bir duman tütüyor; cıliz bir a-|Ry da nesi?.. ğim, rüzgâr gibi bile zihnimden geç -| düşmedin mi?.. Daha, çok şeyler - ar bakalım şuraya.. am-İJarsın... Hadi, çabuk çayını iç de, yolaya otururken, dişleri çarpa çarpa (Y rını önlerine eğmiş; düşünüyorlar « — Üşümek de, söz mü?.. Dondum. | .x Çay bardaklarını dudaklarına gö türüyorlar.. bakışları, derin derin ver —— Pekâlâ. ne arıyorsun buralar - lere saplanarak, uzün yudumlarla ti riyorum... Ne yaparsın, birader?.. Ka-| ) zmatın loş duvarlarında gezdirdi — Canımt.. Kader, kısmet; bizim | x n karşısında olmıııyâı'k. fena halde açıldı. Şimdi birbirimize rak cevab verdi: ıbile düşünecek vaziyette |di; kalk. ü Aynı suretle ve ıztırab veren şeylere ehe:n!niyex Türtüleri hai vermemeye çalışmak, kâfi... Bilirsin | pp ” İkadar ilerde; okdum İ |daki cılız söğütlüğün — B . k ü a ıbu kalabalık görün ç — Bu da, başkumandanlık marşının aranağmesi. — Vallahi anlamadım. — Acele etme. Buraya düştün mü delim. Ğ İkisi de susmuşlardı. İkisi de, baş'a dı. Sadece, mihaniki bir hareketle V4 ge daklarındaki çayı içiyorlardı. Cemil, kin ile parlıyan — Aaaah,.. ah... Cephede.. Cemil, acı bir gülüşle başını sall — Ne mi yapardım?.. ğ Ğ Hizmet neferi, kapıdaki perdeyi ae ralıyarak korkak bir sesle: N — Geldiler, efendim. Dedi. ğ Cemil, elindeki çay bgrdıuını ile bomba sandığının üzerine koy söylendi: â â 2, Bugün, onu — Ne mi yapardım' " değilz B Çikalım. Şu faciaya b id olalım. B Sür'atle göcuğunu sırtına - geçie'! uğunu giyen kayma ö etti. İki büklüm, © YA a Mıı'e geçti, ilerek kapıyı e Rüzgâr, aynı sertlikle e wyoıd'u... kör bir derenin keı önünde,