16 Ekim 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

16 Birincileşrin , BAA Ai e L ö K ADAAR aei Sayta: — Ak e « Son Posta ,, nın siyasi tefrikası : 1 | «Son Posta,, nn tefriKasi: |— K 2A SYARLIK ÜLKESİNDE V BiR TÜRK ZABiTi ; nn Ateşl.. Ses duyulur duyulmaz genç adam yüksekten atılmış bir külçe halinde,söğüt ağacının dibine yuvarlandı cam", kimdir ? te"şimdi burada da (198) inci alayq."- Cemil, eski (üçüntü ordüu) nun ye- kumanda ediyorum. Hayatta, bir'th '__ tiştirdiği bir zabittir. Rumeli Balkanla- | dikili ağacım kalmadı. Yek başına, yek — e ŞNU AT Ca aa aĞ rında, eşkiya ” takiplerinde, emsalsiz |mızrak... Dünyada, bundan büyük ııı a i kahramanlıklarile temayüz etmiştir. adet olur mu?.. rnüğ Cemil, Genç ve güzel olduğu için,| — Anlamadım.. hani senin o Ardğ kadınlar tarafından daima çılgınca se- |kızı2.. Pa y vunuş, biı:ı çok macera geçirmiştir. : Dğürtlkki Dert rüzgür, Tamdüki ça“ Bir müsademede, yaralanarak İs-| 10 kazini daba kuvvetl d tanbula gelmiş; bu aşk maceraları, Dü- | | « — ..mı e uv_w_ete üwr Ş Bıta eĞi aa. Gevain TI küçücük kazmatın içinde, billürlaşmış — Bu sırada, Cemil bir saraylıyı sev- kar parçaları uçuştu. I miştir. Ayni zamanda, bir sultanla da Cemil; başımı, acı acı- tüten ocağğ j karşı karş$ıya gelmiştir. Fakat Cemil, sa- çevirdi. Parmaklarının ucu ile gözlerini raylıyı sultana tercih etmiştir. Ve bu oğuştururken, söylendi; B yüzden de, sultanın husümetini celbey-| —— Şimdilik, sen de o bahsi açmaâ..s — lemiştir. : Ocak, fena halde tütüyor. Bir taraftami - Cemil, (Yemen) e sürgün gitmiştir. |bu mel'un kasırga.. bir taraftan da, çır- —© Orada da bir çok kahramanca işlere gi-|pılar yaş.. insanın gözlerini 'yakıyor..._î;“ rişmiştir. Lükin bu sırada bir yanlışlığa (Hay Allah.. sevinçten, sana çay söy B . kürban olmuştur. Tam kurşuna dizile- l . « a : emey ttüum. Hele, yak ceği zaman, bir mucize ile kurtulmuş- bakaiı;nunu uma. Heb, bir Seara a 4 Binbaşı Cemil, kaymakam Aliye ) sigara verdi. Sonra, başını kapıdan tasr — rafa çevirerek; âmir ve mütehakkim — | bir sesle, seslendi: F HAD. TARAKKİDEONSENE Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen İttihat ve Tarakki neydi? Telât Paşa, tailı ve zeki bakışlı gözlerile gözlerime bakarak “İttihat ve Tarakki ne midir? Şimdi bunu da nereden çıkardın. Ne olduğunu ben de pek iyi bilmiyorum ama idaresi pek müşkül bir şey! ,, dedi Sade yaşayışlı, sade tabiatlı bir a- dam, Talât paşa, o gün de, ekseriya yaptığı gibi, merkezi umüumide, ek - mek, peynir, kavundan ibaret olan öğ- le yemeğini yiyordu. 917 senesinin ya- zında idik; ben de ekseriya o saatler- de merkezi umuümiye giderdim. Bü -| tün Osmanlı imparatorluğunun, bi - zim, hepimizin mukadderatımız büyük Alman karargâhı umüumisine bağlan- mış, sürüklenip gidiyorduk. İçeri girdiğim zaman bir yandan ka- vunu bitirmekle meşgul olan - Talât paşa, bir yandan düşünceli gözlerini bana çevirerek: — Gel bakalım, Muhittin, dedi. Karşısında oturdum. Şundan bun - dan sualler sordu. Biraz konuştuk. Sonra bir lâhza süküt oldu. Ben, o sı- rada konuşulan günlük şeylerden büs- bütün uzak, sadrâzamın zihninden © | KB 5 Li P ğ — tur, Cemilin bu fedakârlıkları takdir e- dilmiş, meşrutiyetin İIlânından — sonra, Tütbesi terfi edilerek İstanbula getlr- tilmiştir. Ve, Yemende başlayan son aş- " £ ' 7 vi v ĞN sırada geçen şeylere büsbütün yaban- kı da, İstanbulda mes'ut bir izdivaçla| — Postal.. cı, damdan düşer gibi, bir sual sor - neticelenmiştir. Ve.. bu izbenin kapısından başıni — düum: Fakat sonra., Beraber okuyalım. — |uzatan, nefere emir verdi: R. — Paşam, dedim,. «İttihat ve Te - Wi — Çabuk oğlum.. bize iki'çaği iîl * Tak Hizmetci neferi, iki büklüm — içeri (girdi. Elindeki buğulanmış çay bar « — daklarını, ocağın yanındaki bomba sandığının üzerine koyarken, muztarih — bir sesle, söylendi: K rakki» nedir? Bu sual benim zihnimde mütemadi- yen kıvrılıp duran, gittikce beynime batan müz'iç bir burgunun tesiri al - tında sorulmuştu. Ben bu suali kendi — Vay, Cemill.. —A a a.. olur şey, değil.. sen misin Ali?.. Diye bağırdılar. Birbirlerine sarıl » dılar. Öpüşmeye başladılar. kendime kaç yüz defa sormuş, gene kendi kendime türlü türlü — cevablar vermiş, fakat, zihnimdeki düğümü çö- zememiştim. Çoktandır, bunu bir ke- re de İttihat Terakkinin en eski ve en yüksek adamına sormak - istiyordum. Sorma fikri, bu anlama ihtiyacı zih - nimde o Kadar yer etmişti ki bugün böyle bir lâhzalık fırsat bulunca, hiç bir münasebet yokken, hakikaten damdan düşercesine, ağzımdan bu &u- al dökülüverdi. Talât paşa, tatlı ve zeki bakışlı göz- lerile gözlerime bakarak tebessümle : — İttihat ve Terakki ne midir? Şim- di bunu da nerden çıkardın? dedi ve sonra, bir lâhza düşünerek, ukalaâlığı hiç sevmiyen sade tavrile ilâve etti: — Ne olduğunu ben de pek bilmi- yorum... Ama, dedi, idaresi pek müş- kül bir şey! Sonra bana niçin sorduğumu sor - du. Bunu Talât Paşaya izah etmek u- zun olacaktı, sıkıldım. Bereket versin ki bu sırada Ziya Gök Alp içeri girdi. Talât Paşa, onu görünce, benden ce- vap beklemeğe İüzum görmiyerek: — Hah, işte bizim hoca geldi, ona sor, böyle şeylerden ben anlamam, o anlar | Dedi. Sonra benim sorduğum suali Gök Alpa o tekrar etti. Gök Alp ta yakın bir koltuğa yerleşti ve boynu- nu bir tarafa eğerek, bir müddet dü - şündükten sonra: — İttihat ve Terakki Türk milleti- nin ruhundan kopmuüş bir Mmefküre hamlesidir. Cevabını verdi. Sonra bu defa da suali niçin sorduğumu sordu. Derdi- mi tarih ve içtimaiyata ilim gözile ba- kan bir adama anlatmak daha kolay - dı. Bir kaç kelime ile izahat verdim; o da sustu ve, şüphesiz, o da benim gi- bi zihninde tahliller yapmıya başlıya- rak düşünmeğe daldı. * Hasta ve mahküm bir imparatorlu - ğun son ve talihsiz doktoru olan İt - tihat ve Terakki» nin, tarihi bir âmil ve içtimaf bir teşekkül olmak bakımın- dan ne olduğunu anlamak hissi bende daha ilk günlerden itibaren harekete gelmiş bir merak halinde idi. Benim gibi bir fikir adamı için gençliğinin tarihi teşekkülün siyasi ve içtimal ma- nasını tam anlamak arzusu kadar ta- bit bir şey olamaz. Bu asırda belki de buüdalalık sayılacak dereceye kadar idealist bir ruh ile, cemiyetin defterde kaydi, mihrapta yemini olmıyan, fise- bilillâh gayretli bir tarafdarı oldum ve bir gün gelip alnımıza kara bir «tti - hatecıl» damgası vurulacağını pek iyi ! |bildiğim halde, gene vazifemi tama - men ifaya çalıştım. Bir işe bu kadar idealist bir hisle bağlanmış her düşü - nen adam onun ne olduğunu anlamayı elbet merak eder ve bu merak ile tah- lilden terkibe ve terkipten tahlile ge- çerek mütemadiyen zihnini yorar. Bu- nun için bu sual senelerce zihnimi işgal etmişti. Tarihi anlamak, iyi veya fena, yaptığımız işlerin manasını bilmek i- çin, her şeyden evvel, bu sualin ceva - 'bıni vermek lâzımdı. Bir imparator - luğun yıkılışı, bünun yerine bin müş- külât ile, bin emekle bir Türk Cum - huriyeti kuruluşu, küçük bir şey de - gildir; 908 den 922 ye kadar tam on beş sene mütemadi bir mücadele ile geçen bir tarih devri, yüz binlerce in - sanın kanına, canın'a, servetine mal ol- du. Bu devri yaşamış, içinde amelelik etmiş olan bizler eğer bütün vukuâtın ince bir tahlilini ve bu tahlil üzerine kurulmuş umumi ve sağlam bir ter - kibini yapamazsak nerden gelip nereye gitmekte olduğumuzu tamam anlıya- mayız. «İttihat ve Terakki» bugün siyasi ve içtimat tarihimizin müzesine nakledil- miş bir varlıktır. İnsan bir şeyin ne ol- duğunu iyi anlamak için evvelâ onun içinden çıkmıya muhtaçtır. Bundan dolayı, İttihat ve Terakki'yi o zaman anlamak daha müşküldü. — Sonradan daha iyi anlar oldum. Şimdi ise, siya- si ihtiraslardan, senelerle uzaklaşıl - miş olduğu için onu hem anlamak ve hem anlatmak daha kolay, hem de bir vazifedir. - Birisi hareket lideri, diğeri nazari- yeci başısı olan bu iki ittihatcıya o gün Sadrâzam Talât Paşa sormam için son zamanlarda benim i- çin ayrıca mühim bir sebeb de hâsıl olmuştu. İttihat ve Terakki —namına dört senedir başmuharrir sıfatile siya- st faaliyetini idare ettiğim «Tanin» o sıralarda sönük bir gazete olmuştu. Harbin uzamasının ve ortaya bir de a- ğızdan ağıza dolaşan yarı haklı, yarı haksız swistimal hikâyelerinin yavaş yavaş İttihat ve Terakki'ye karşı uyan- dırdığı antipati'nin ve nihayet herke- sin daha ziyade tasarrufkâr olmak mec buriyetini hissetmesinin satışlarında 1000 - 1500 nüsha kadar azalmak suretile kendisini göstermişti. Bunun o sıralarda merkezi umumide konuşul- muş olduğunu bana bazılarının söyle- dikleri sözlerden anlıyordum. O sırada «Milli Mecmuap ile İttihat ve Terakki için bir mana ve bir renk icadına çalışan Ziya Gök Alp, bir gün bana uşu gazeteye bir renk vermemi» tavsiye etmişti. Kendisi ile münakaşa etmek istemediğim için, kısaca, «han- gi renk?» diye sormakla iktifa etmiş, o da renk vermenin ne demek olduğu- nu bildiği ve bana muayyen bir renk tavsiye edebilecek bir vaziyette bulun- madığı için bu mesele üzerinde israr e- dememişti. Aynı kelimelerle aynı tav- siyeleri bana kısa fasılalarla doktor Resuhi, doktor Nâzım gibi merkezi u- mumi azaları da tekrarlamış oldukları için, kendi kendimi kontrol mecburi - yetini hissediyordum. İttihat ve Terak- kinin bâriz bir rengi ve bâriz bir ma - nası vardı da ben bunu bilmediğim yahud anlayamadığım için gazeteyi o renge boyayıp daha câzib yapamıyor mu idim? Düşünme tarzlarında sekter ve ekseriya, hâdiseleri yalnız bir ta - raflı görmeğe mütemayil olan merkezi umumi âzaları arasında «Tanin» in renksizliği fikrinin bilâhara yayıla - cağını tahmin ettiğim için şimdi uİtti- hat ve Terakki» nin manasını tetkik meselesine biraz da bu noktadan hu- ı da?.. Başları, kazmat (1) 1n alçak tava « nına dokunuyordu. Dışarıda, sert bir rüzgârın sesi, kudurmuş kurt gibi u - gulduyordu. Tipinin savurduğu kar parçaları, kazmatın çadır bezinden iba- 'et olan kapısından içeri giriyordu. O- cakta; eğri büğrü yaş çırpılardan müz'iç bir duman tütüyor; cıliz bir a- teş kıvılcımlanıyordu. Cemil, bağıra bağıra söyleniyordu: — Hay, Allah... Öleceğim aklıma gelirdi de.. sana buralarda rastgelece » ğim, rüzgâr gibi bile zihnimden geç » mezdi...E, otur bakalım şuraya., am- ma da üşümüşsün. Ali, Cemilin gösterdiği portatif kar- yolaya otururken, dişleri çarpa çarpa cevab veriyordu: — Üşümek de, söz mün.. Dondum. Geberdim . — Pekâlâ.. ne arıyorsun buralar -| — Sen, ne arıyorsan, ben de onu a- yıyorum... Ne yaparsın, birader?.. Ka- der.. kısmet. — Canım!.. Kader, kısmet; bizim gibi kimi kimsesi olmıyanlar içindir... Halbuki, senin gibi ordu dairesi müdü- — Ay, haberin yok mu?. — Neden?.. — Biz, işi berbad ettik... Aramız fena halde açıldı. Şimdi birbirimize kurşun atıyoruz. — Deme, yahu. — Evet. — Şimdi beni, sürüm sürüm sürün- dürüyorlar. İki ayda, üç karargâh de- ğiştirttiler. — Yok canım. Aman anlat, şu me- seleyi?.. — Uzun hikâyes şimdi dursun... Nasil olsa, bir iki gün buradayım, An- latırım. E, sen söyle bakalım?.. Ne hal- desin?.. Ah, kâfir oğlan.. vallahi, daha hâlâ eski Cemilsin.. gençliğin, güzel - liğin, bütün taravetin üstünde... Her halde, hayatından memnunsun. — Hayattan memnun olabilmek i - İçin, bir hayli idman yapmak.. teessür ve ıztırab veren şeylere ehemmiyet vermemeye çalışmak, kâfi... Bilirsin ki, bu da benim âdetimdir... Evet, Ha- yattan memnunum. Binbaşı oldum. İş- — Efendim!.. Hani, © adamı geti: — riyorlar. ç — Hangi adamı, Mehmet?.. — Hani, o.. kurşuna dizilecek adax T Dü Ali ,yerinden fırladı: _ -— Kurşuna dizilecek adam mi?., Bu da nesi?.. a — Bü da, başkumandanlık zafer marşının aranağmesi. — Vallahi anlamadım. ; — Acele etme. Buraya düştün mü, düşmedin mi?.. Daha, çok şeyler & ai larsın... Hadi, çabuk çayıni iç de, "' _ delim. ; e İkisi de susmuşlardı. İkisi de, baş « larını önlerine eğmiş; düşünüyorlar « dı. Sadece, mihanikt bir hareketle x ' sık çay bardaklarını dudaklarına gö « — türüyorlar.. bakışları, derin derin yer- lere saplanarak, uzün yuüdumlarla bars daklarındaki çayı içiyorlardı. * Bi Cemil, kin ile parlıyan gözleri kazmatın loş duvarlarında gezdirdi. — — Aaaah,.. ah... Cephede.. düş- man karşısında olmasaydık. v S Dedi. | ' Kaymakam Ali, dalgın ve düşün -« celi bir tavırla, Cemilin düşünce: _'fîî:_ öğrenmek istemişti. aŞ — Ne yapardın?.. Cemil, acı bir gülüşle başını sallıy y rak cevab verdi: Tnt ümağil — Ne mi yapardım?.. KK ç Hizmet neferi, kapıdaki pcrde_v,âı ralıyarak korkak bir sesle: ŞB — Geldiler, efendim. e Dedi. Cemil, elindeki çay bardağını © ile bomba sandığının üzerine kox söylendi: Ça — Ne mi yapardım?,. Bn_'g_un.w ( bile düşünecek vaziyette değiliz. ... di. kalk. Çıkalım. Şu faciaya biz şâhid olalım. , Sür'atle göcuğunu “:iı;; k uüretle gocuğünü kayıı îğ," ;]îye yardım etti. İki büklüm © KA babırı geşderir T” İ s']Rüzgâr. aynı sertlikle esiyordu. zerreleri havalanıyor. Böz kamaşt! pırtltılarla uçuşuynrd ..| üz & kadar ilerde; kör bir derenin kena daki cılız söğütlüğün önünde, kü 3, ğ . £ r_ b (1) Kış harplerinde barınmak için, en taze küvvetlerini içinde sarfettiği bu İttihat ve Terakki'nin ne olduğunu sust bir alâkadarlık gösteriyordum. : (Arkası var) bir kalabalık görünüyoîdu. m e çe İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: