Gâvur Mehmedin Feni Maceraları GİBALİ ZİNDANLARI Son Posta'nın zabıta romanı: 19 — Gayet kolay... Ben, her gün ko- tana uğrıyacağım. Tütün alacağım. ÂAyni zamanda, Maryonganın işi daha bitmedi mi diye soracağım... Beni gör- — Talih., kader... Demişti. Ve sonra, dalgın dalgın zihninden şunlar geçmişti: — Bitlis'de doğacağım.. on iki yaşı- mek istediğin zaman, derhal kocana|na kadar, büyüyeceğim.. orada, horoz geleceksin; sefarethanede artık işim dövüşüne heves edeceğim... Sonra, bitti. Hırvat Petriye haber ver; diye -| günün birinde horoz dövüştürürken, ceksin... Kocan, bana bu haberi ve -|dev gibi bir Ermeniden haksız yere bir Fir vermez, ben derhal seni bulur, ko-|tokat yiyeceğim. Fakat bu tokatı bir nuşurum. türlü hazmedemiyerek o Ermeniyi bir — Olur. t bıçakta yere sereceğim... Oradan ka- — Dur.. Daha bitmedi... Şayet bu|çıp İstanbula geleceğim.. parmak ka - kadınla erkeği; ya beraber, ve ayahut|dar çocukken, Galata sokaklarına dü- ayrı ayrı sefarethanede görürsen, ev -| şeceğim.. ve o kaldırımlar üzerinde bin voelâ kendilerin& hissettirmeden kimler-|bir mihnet ve meşekkat içinde çile çe - le konuştuğunu tarassut edeceksin.. ve|kerek helva gibi kavrula kavrula pişe- Bonra da, sefarethaneden çıkıp gider- lerken de usullacık peşlerine düşerek nerelere girip çıktıklarını öğrenecek - sin, — Bu da kolay. — Tabii kolay... Sana sırtında taş taşıtacak değilim ya?.. Söyle bakalım, bu işlerde muvaffak olduğun takdirde, benden ne istiyeceksin?.. — Aman, ben senden bir şey iste- mem, Tek, şu öteki belâlı işi unut., be- hi, işimden gücümden etme de... — Yok, yok ...Seni, bedava yor - imak istemem. Hele, hele bir şey iste bakalım?.. — Canim, gönlünden ne kaparsa.. Bir fistan yapıverirsin, vesselâm... — Sana.. tam on beş İlira var... İster, sırtına fistan yap.. istersen faize ver. Tek gözünü aç, bana işime yarar bir haber getir. — Sen, hiç merak etme... Eğer bi - rinden biri, şöylece -gözüme ilişirse, a- Timallah ıcığını, cıcığını çıkarır, sana haber getiririm... Yalnız, kusura bak- ma.. bir şey soracağım, — Sor bakalım?.. — Sen kimsin?, — Yoooo.. Bak, bu iş olmadı, Mar- ” yonga... Eğer, bir daha bana bu suali görar.. ve bunu merak ederek başka suüretle de anlamıya kalkarsan; mar - mara çırası gibi yanarsın... Ben, kim olursam, olayım... Senin için, yalnız bir şeyim... O da, vaktile sana iyilik e- den bir adam... Eğer o zaman, sana a- timasaydım; hem hapisaneye alılacak- tın. Hem de işinden gücünden olarak, belki de bugün aç kalacaktın. " — Doğru.. Allah razı olsun. — Sen, beni.. iyi bir adam diye, ta- nt.. benden daima iyilik bekle... Yalnız, tenbihlerimi unutma, Bir de çeneni sıkı tut. İşte, o kadar. Hadi bakalım. Artık ben gidiyorum. Vakitler, hayırolsun. — Hayıra karşı. * Gâvur Mehmet, Tarlabaşından Ga- Tatasarayına doğru gelirken, şöylece düşünüyordu: — Zannederim ki, bu meselede en işime yarıyacak vasıta; bu kadın ola - Caktır. Zira; prens Nikoladan intikam almak için onun karısını kaçıran ke - mancı Fernandez; nasıl olsa sefarete baş vuracak., ya sefirle veyahut baş - kalarile prense haber yollıyacaktır... Fakat, bunu yapması için, evvelâ elin- deki paranın bitmesi lâzımdır. Pren - sesin aşırarak kendisine teslim ettiği para ve mücevherat; bu adamın atı - Tacağı sefahat hayatına, bilmem ki ne kadar dayanacaktır... Bana kalırsa; bu para bittikten sonra kemancı Fernan - dez, artık prensi tehdit etmeye başlı - yacaktır. Ve bu tehditlerle de para çek- meye başlıyacaktır. Gâvur Mehmet, Galatasaray bina - sının önünü çabuk geçmişti. Yan gözle baktığı zaman ellerindeki finester tü - feklerine dayanmış olan zaptiye nö - betçilerini görünce gülümsemişti. İlk zaptiyeye yazıldığı zaman, kendisinin da bu kapıda on beş yirmi gün kadar nöbet beklediği -hatırına gelmişti. Bu hatıra, onu biraz daha ilerilere sürüklemişti. Calatasarayın yanındaki - aokaktan “#şağıya doğru saparken, derli in derin E-Jdı. Hem de, senin evde, ceğim... Ve nihayet.... Birdenbire vücudu sarsılmıştı. Ku- lağınin dibinde öfkeli bir ses: — Kör müsün, be herif . Diye bağırmıştı. Gâvur Mehmet, çarçabuk kendini toparlamış; bağıran adamın yakasını kavramış.. suratına zorlu bir tokat aş- ketmeye hazırlanmıştı. Fakat eli, ha- vada kalmış! usullacık: — A.. Hüsnü bey... Sen misin, ho- cam?., Diye mırıldanmıştı. $imdi, iki zabıta memuru arasında, alçak sesle bir konuşma başlamıştı: — Hocam, kıyafetini o kadar gü - zel tebdil etmişsin ki.. seni, bu sırık ha- malı kıyafetinde, benden başka hiç kim *|senin tanıyamıyacağına yemin ede - rim... E, söyle bakalım, hocam.. ga - Liba, mühim bir iz üzerindesin.. — Hayır, canım... Gece yarısından- beri seni arıyorum, Ayaklarıma kara su indi. — Hayırola?.. — Pek hayırlı bir şey değil ...Dün akşamdanberi, mühim bir vak'a karşı- sındayız. — Ne gibi?.. — Ne gibi olacak?.. Mühim bir ci- nayet.., İçinden çıkmak mümkün de- |ğil, | —E, burada durup konuşmıyalım... sapalım. Kestirme yollardan inerek Kı- heali camisinin avlusunda buluşalım. — Olur. — Yalnız., ben şurada bir yere uğ- rıyacak.. ve mahüt mesele için kısa bir tahkikatta bulunacaktım. — Aman Gâyur Mehmet!.. O iş, o kadar müstacel değil.. bir iki gün, o i- şin peşini bırakabilirsin. Hele evvelâ, şu cinayetin failini meydana çıkarma- ya çalışalım. — Pekâlâ, hocam.. sen git, Ben şimdi sana yetişirim, Derhal ayrılmışlar. Yan sokaklara sapmışlar, Kestirme yollardan sür'atle inerek; hemen hemen ayni dakikada, Kılıcali camisinin avlusunda buluşmuş- lardı. Vakit, akşama yaklaştığı için; ca - minin, caddeye açılan kapısının karşı- sındaki tesbihciler camekânlarını ka- derin bir sükünet vardı, İki zabıta memuru, mezarlıklar ta- rafındaki köşeye çekilmişler; parmak- lıkların dibine oturmuşlar; konuşmaya başlamışlardı. — E, söyle bakalım Hüsnü bey., bu cinayet nerede oldu?.. — Şeyde,. canım, neresi idi, o.. ha- ni şu.. Firuzağada, Hüsnü beyin halinde, bir durgun - luk ve çekingenlik vardı. Câvur Meh- met, dik dik Hüsnü beyin yüzüne bak- miş; kaşlarını çatarak: — Firuzağada mı?.. Diye mırıldanmıştı. Hüsnü bey, başını eğmişti. Birkaç saniye süküt ettikten sonra: — Gâvur Mehmet!.. Artık işin doğ- rusunu söyliyeyim... Evet.. Firuzağa- ” (Arkası var. Şimdi derhal ayrılalım. Yan sokaklara | pamışlar ve dağılmışlardı... Avluda, | İzete namına gelen makaleleri, hava - SON POSTA İttihatçılar Devrinde / MUHALEFET Nasıl doğdu, Nasıl yaşadı,Nasıl öldü? Son Posta'nın siyasi tefrikası 1 ZE Yazan: Ziya Şakir Murat Bey, fAhmet Riza Beyi hırpalamağa karar vermiş, fakat onu vücudünü. gererek: - Artık ben, cemiyet filân tanımıyorum, sözleriyle karşısında bulmuştu Hattâ aktedilen umumit bir ictimada|disleri vesaireyi teker teker tetkik e -|zılmiş olan ağır yazıları aynen Ahmet Rıza Beyin; (Bütün fenalıkları, (Hodbinlikleri, (İnadı cahilânesi, (Ve.. cehli anudanesi, (İktidarsızlığı, (Hissizliği, (Nizamnamei mahsus ahkâmina a - demi riayet ve itaati.| Ayrı ayrı ve an'anesile ortaya konu- larak: (Şube riyasetinden azlile, (yedi vahit) ten kurtarılması). İleri sürüldüğü halde, Murat Bey hükmünü vermekte acele etmemiş: — Bütün bunları, bir türlü havsala- ma sığdıramıyorum... Geliniz; Ahmet Rıza Beyi kolundan tutup atmıyalım. Onun (Çıslâhı hal ettirilmesi çaresi) ni arıyalım. Demişti. a Murat Bey, çok yüksek bir ulüvvü cenap manası ihtiva eden bu sözlerin- de, acaba ne dereceye kadar samimi idi... Bunu, ancak zaman ve hâdisat gösterecekti... Fakat, o anda malüm o- lan bir şey varsa, o da; mağrur ve dim- dik başının üzerine bu ağır darbeyi yi - yen Ahmet Rıza Bey, fena halde ser - semlemiş.. Muhaliflerinin hücumları karşısında sendelediği bir zamanda, Murat Beyin böyle yüksek bir poz ta- kınarak kendisini kolundan — tutması, nefsine çok ağır gelmişti. Fakat, kendisi de anlamıştı ki; kar- şısına dikilen kuvvet karşısında, âciz ve kudretsizdi. Mukabil taarruza geç- tiği takdirde, sırtüstü yuvarlanıp gi- decekti. Buna binaen bu ağır vaziyeti hazmedip, süküta karar vermişti. Murad beye gelince.. o, gösterdiği bu âlicenabâne hareketle, Ahmet Rıza beyi kendisine minnettar — bıraktığını zannetmişti. Halbuki bu, pek acı bir Rafletti... Ahmet Rıza bey, Murad be- ye karşı kalbinde bir minettarlık his - setmek şu tarafa dursun; bilâkis gu - rurunu rencide eden bu lütükkârlık, onda derin bir kin ve kıskançlık hu - sule getirmişti. Nitekim; Ahmet Rıza beyin, umumi içtimada verilen karar- lara süküt ile riayeti, pek uzun devam etmemişti. Teşkil edilen idare heyeti- nin bir kaç içtimamndan sonra, iş değiş- mişti, Ahmet Rıza bey, (ekseriyeti ârâ) ile verilen kararlara kat'iyyen ehemmiyet vermiyordu. Müzakerelerde zabıtna - melerle tesbit edilen bu kararları tat- bik etmiyordu. İcrası lâzım gelen işle- ri, (leyte, lâ'ale) ile geçiştiriyordu. Yapmayı kafasma koyduğu bir işe itiraz ve muhalefet gösterilse bile, o, yine yapmaktan çekinmiyordu. Bil - hassa, şahıslara hiç bir kıymet vermi- yordu. Meselâ, Paris'e tahsil için ge - len ve kendisinden manevi yardım ve müzaheret bekleyen gençlere idareha- |nede gazete ve kâğıt büktürüyor; iki franklık bir amelenin yapabileceği bu işleri o gençlere tahmil ederek onların kıymetli vakitlerini israf ediyordu... Ayni zamanda, (Matbuata, sefirlere, ve bazı zevatı siyasiyeye, cemiyetin mühürü basılmaksızın hiç bir beyan -« name gönderilmemesi) umumi içtima- da kararlaştırılmış olduğu halde Ahmet Rıza bey bu karara ehemmiyet vermi- yor; icabeden beyanname vesaireyi sadece kendisi imza ederek gönderiyor- |du. Daha sonra.. muayyen zamanlarda (idarehaneye gelen kâtiplere iş veril- miyor. Tamar tomar cevapsız kalmış mektuplar - Ahmet Rıza - beyin çek- mecelerinde birikip kalıyordu.) Umumt içtimada verilen karar mu- cibince; (heyeti tahririye ve temyizi- ye) haftada bir gün içtima ediyor; ga- işlerin aait derek, neşredilmesi muvafık olanları ayırıyor; eğer gazetenin yazısı eksik gelirse, bu heyet tarafından ikmal edi- liyordu... Halbuki; bütün bu zahmet- ler, boşuna gidiyordu. (Yine Meşveret gazetesi, heyetin tensip etmediği, ve bazan hiç görmediği makalelerle do - luyor. Heyetin matbaaya gönderdiği evrak bastırılmayıp, veya bir çok yer- leri tây ve bâ, iptal olunarak bırakılı - yordu.)... (Halbuki bu heyetin azası, ilmen, fazlen, kemalen Rıza beyi yüz kerre ceplerinden çıkaracak zevatı muktedireden olup gazetecilik husus- sunda bir vukufu tâm sahipleri) oldu- ğu âşikâr bulunuyordu. (İki üç ay da, bu suretle geçmişti. Lâkin bu müddet zarfında da cemiyet, ne tazmin olunmaz zarar ve ziyanla - ra) girmişti. Bütün bu hâdisat arasında Ahmet Rıza beyle mücadeleye girişmiş olan (Doktor Şerafeddin Mağmumt bey), bundan sonra cereyan eden vekayili şu suretle tesbit ve nakletmekte idi: İNice mesaili mühimme, Ahmet Rıza beyin mesleki cahilâne ve keyfi müstebidanesi uğruna feda olup git- ti. Bunlar, cemiyetin esrarı dahiliyesi- ne ait olmayıp ta izhar ve izahı kabil olmuş olsa, her işiden, hüngür hüngür ağlar. (Evvelâ, heyeti tahririye, bu reza « letkârâne muameleye tahammül ede - meyip, azabı vicdani ve —mes'uliyeti maneviyeden kendilerini kurtarmak i- çin istifa ettiler, Ve esbabını. Ahmet Rıza bey mevcut olduğu halde, şerh ve izah eylediler... Heyeti idare azala- n da, bu şikâyete iştirak etmişler; tah- rir heyetine hak vermişlerdi. (Ahmet Rıza bey, bu iddia ve şi - kâyetler karşısında: — Ben, öyle ekseriyetin.. heyetin kararile prensibimi değiştiremem. (U- sulü meşveret); görüşüp, konuşmak - tan ibarettir. Konuşulan şeylerin hep- sini kabul etmek, şart değildir. Verilen kararlardan, dilediğimi kabul ve icra ederim. Hoşuma gitmiyenleri da red eylerim. Demişti.) Ahmet Rıza beyin muhalifleri, tek- rar herekete gelmişlerdi. Evvelâ, Ah- met Riıza beye ricalar ve niyazlar et - mişlerdi. Ve sonra da, yine tahkirlere, tekdirlere, tehditlere girişmişlerdi... Fakat Ahmet Rıza bey, bütün bunlara karşı, sarsılmaz bir inat ile mükave - met göstermişti. Bunun üzerine Ahmet Rıza bey, tekrar divana çekilmişti. Riyaset makamını, yine Murad bey işgal eyle- mekte idi. Murad bey, artık bu sefer Ahmet Rıza beyi bir parça hırpalamaya karar vermişti. Onun için - n ini mu - hafaza etmekle beraber - tok ve bârid bir lisanla: — Ahmet Rıza beyefendi!.. Artık, bu şikâyetlere bir nihayet vermek lâ- zım. Takip buyurulan hattı hareket, cemiyetin programına ve nizamatına külliyyen mubaliftir. Demişti... Fakat Ahmet Rıza bey, bu sefer süküt etmemişti. Gürbüz ve çok mütenasip vücudunu Murad be - yin karşısında gererek: — Artık ben.. cemiyet, filân tanı - miyorum... İsteyen, benimle - çalışır. İstemiyenler ise, derhal benden ayrı - lır. Ben, meslek ve prensibimden hiç bir şey feda edemem, Hattâ, bu yüz - den, (mülk ve milletin mahvü perişan olacağını bilse) m bile... (1) Bu muhavereyi mütcâkip; me'hezi- mizde, Ahmet Riza bey hakkında ya- (1) (Hakikati Hal) — Doktor Şera - feddin Mağınumi, Sayfa 23 satır 11. mekten içtinap ediyoruz; — ve ti bunlara inanmamak için vicd ı bir ihtiyaç hisseyliyerek hâdisatın Hine geçiyoruz. İ Ahmet Rıza bey, bu sözleri söyle mekle iktifa etmemişti. Sözüne ederek: 4 — Ben.. (heyeti tahririye) Ti verdiğiniz zevatı, kendime yardımcı #i fatile kabul ettim. Gazeteme c yazılardan; beğendiğimi kabul beğenmediğimi reddeylemek, bana af bir meseledir... Meşveret banim ma lımdır. Gazetemi, istediğim şekilde Ç karmak, hakkımdır... Gazetenin üs tündeki, (Cemiyetin vasıtai n dır) cümlesine gelince.. Ben bu cüm ” leyi, mahzâ doktor Nâzım efendinin İ ca ve israrı üzerine koydum, 4 Dedi. ğ (Arkası var) d Bürem ee ee ven bamee sanan — BULMACA HE NEHNEN | EREN HHRSE Soldan sağa: 1 — Tavukları boğan bir hayvan, caklarda suyu soğutur. 2 — Heykel, saiti nakliyeden biri. 3 — Üzerinde ye mek yeyip yazı yazdığımız şey, ekmek pılan yer. 4 — Adaleli, kolay değil. $ © Firenkçe hayır, balık tutmak için kı örme file, nota. 6 — Eşeğin En kıymetli bir hayvan derisi, 7 — 8 4 emri hazır, fevkalâde şey. 8 — Üçüsd şahis, zekâ, 9 — Kapının arapçası, 10 — Sakat, başımizı tararız. Yukarıdan aşağıya: | — Hayvanlara arpa ile verilen eef kışın içinde odun yakarız. 2 — Küçk| Asya denilen yurdumuzun büyük kırmızı. 3 — Kadın, sinirli. 4 — Sovyeli Ter kâtibi umumisi. 5 — Bir şey 6 — Mutfaklarda olur, aşillik. 9 — Y uzağı gösteririz. B — Avukatların iye buğdayın eşi. 9 — Çok yemek, sız na gelir. 10 — Şüphe, aramaktan ecri b zır. f Dünkü Bulmacanın Halli Soldan sağa: 1 — Makaş, - kara, 2 — Ayak, zar, 3 — Ziraj, saka. 4 — İka, | 5 — Nasip, 6 — Sal, ita. 7 — Ayı, #Fi 8 — Takılmak. 9 — Er, fiat, ta. 10 Saklan. | Yukarıdan aşağıya: | 1 — Mazi, seten. 2 — Ayık, âyar. $£ Karanlık. 4 — Aka, ifa. 5 — 6 — Ai mal ? — Kamba, aa 60 AÂzam, ak. 9 — Rakit. 10 — Arat, çeti TAKViİM