KİLİ olan Müsteceb şişeyi gürültüyle maşanın Üzerine koydu, Portos'un gaşkınlığı daha çok arttı. Müstecep Gözleri yerinden fırlamış ve sanki başka bir dünyadan gelen bir sesle sordu; — Hafız, nerede * Hafız Ferat? Portos, hayretini yenmeğe çalışır- ken cevap verdi: — İki gündür yok! Nereye git- tiğini de kimseye söylemedi... Ocak tarafındaki ufak kapı açıl- dı ve Hasan efendi için girdi. Bir dakika kayışlarla dnvara ta- kılı kirlenmiş beyaz kapunun ö- nünde durup içerdeki manzarayı seyretti. Sonra, yeşille mâvi karışığı gözlerindeki tebeşs#üm yüzüne in- di ve kahkaha hâlini aldı. Altın dişlerini göstererek güldü. — Hay Allah mustahakınızı versin! Bu ne hâl be! Ne oluyor. sunuz Portos ve Müsteceb, biri şaşkın diğeri de perişan gözlerle, Hasan efendiye yarım nazar attılar, fakat cevap vermediler. Hasan efendinin gülüşünü, iri, siyah bıyıkları örttü. Balın, kaşlarını çattı, ellerini diz- lerine kadar uzayan, kuzu derili paltosunun cebine sokarak, &inirli adımlarla ilerledi ve bir, duvara dayanmış rakı dolu fincan elinde gözleri fırlayan Portos'a, birde, bağ- dag kurmuş başını avuçları arasına almış Müsteceb'e baktı. Masanın üzerinde yarıya inmiş rakı şişesini aldı ve dikti. Bir iki dakika kâh Müsbteceb'e kâh Por- tos'ağbaktıktan sonra o kasvetli ba- vanın içine daldı ve .şuğarak kaldı. 5» Akşam, pencerelerin tozlu cam- larını kurşuni bir ışıkla yalayarak indi. Yandaki kahvehaneden köy üler, tereddüt ve düşünceler taşıyan adımlarla ağır ağır evlerine doğru yürüdüler, Bütün köy akşa- © — Servetifünun — 2413 KADI v —— Yazan: Cavit YAMAÇ mı karşılamaya hazırlandı: buca- lardan havaya ve sokaklara kesif bir duman yayıldı. Bazı evlerden, tavaların yağ cızırtısı kapı önlerin- den geçenlerin kutaklarına kadar geliyordu. Müstecep, şişeyi aldı ve anla- şılmayan bir takım şeyler söyleyen gözleriyle karşısındaki her iki ada- ma baktı; ve «lık! lık»; bütün şi- geyi bir solukta boşaltıverdi. Hasan efendi, başını merhamet ve tasviple karışık bir jestle salladı. Portos iri bıyıklarına nezâret edon kırmızı slkolik burnunu karıştır- maktan başka bir jest yapamadı. Sükünet her üçünü de bir hay- li yordu. Hasan efendi, sabırsızla- narak, ufak kapuyu araladı ve: — İdris... diye seşlendi. Al şu şişeyi de doldurtuver. Değirmende hademelik eden sarı-sapsarı adam adam adamın dekoru ve adamlarını bir göz imtihanından geçirdikten sonra cevap vermeden çıktı. Portos bir türkü mırıldanmayı muvafık buldu fakat derhal vaz- geçti, Müstecep, bir sigara sarmaya koyuldu. Sigara kâğıdına almıya- cak kadar tütün doldurdu. Kıvır- makta inad ederken birden kah- venin kapusu ve sonra ufak ode- uınki yerinden fırlatılırcasına açıl- dı ve içeri gözleri yerlerinden fır- lamış büyük oğlu İbrahim girdi. Sesi ve elleri titriyordu. Hasan efendi ve Portos'a aldırmayarak Müsteceb'e doğru seslendi ; — Haççeyi kavradılar... (*) Haç- geyi... 18) kaçırdılar Müsteceb'in gözleri birden aley- lendijve yerinden fırlayarak yeme» nilerini giydi. İbrahim yorgun-yor- gun soluyordn, Kolunu tutup sil- ken Hasan efendinin sualine Por- tos'u, değirmenciyi ve Müsteceb'i elektrikleyen bir isimle cevap ver- di; — Ferat! Müsteceb, ufak atın üstünde ümit- sizlik içinde kızı Haççeyi, ve onu kaçıran Feratı düşünüyordu. 'Tam Haççe veya Ferat'ın hayali gözleri önüne geliyor fakat birden başka bir düşüncenin geli altında kalıve- riyordu; gitmek, hicret etmek, Mu. haceret, Haççe ve Ferat düşünce- leri kafasında biribirine karışıyor ve ayni süratle koğuşuyorlardı. A- tın yeknasak adımları ;ve nefesi bunlara kavuşuyor ve Müstecep ken dini bir düğün kervanının en önünde görüyordu. Köyün ve çi- varın en büyük düğünü. Kırk al- tı köyden davetliler ve hediyeler. Dört köy boyunca biribirini takip eden düğün arabaları kulaklarına beyaz işlemeli çevreler (9) bağlan- mış yüzlerce at. Pehlivan güreşleri, at yarışları. Heeey! Kendi düğünündeki gi- bi... Sonra yolculuk... Yine düğün kervanı gibi sırayla arabalar, arg- ların en başında da kendi ki... Son- ra, oğulu İbrahimin, sonra Âdem'- in ve sonra... Düğün hayalini tek- melemek ister gıbi, altındaki hay- vana ökçeleriyle vurdu: — Hayır... Ferat benim güve- yim olamaz. Hınzır! Kızı benden istiyebilirdi... Ve bütün bu fikirler- den uzaklaşmak ister gibi atı dört nala ileri sürdü... Civar köylere, Haççeyi ve onu kaçıran Feratı aramaya çıkmıştı... Gün meçhül bir taraftan doğ- maya çalışıyordu... Müsteceb, yalnız, gitmeyi düşün- meye karar verdi. Yollar, yollar... Alfatarlı «Kolay gele» Petre bir gün ona: — Kilikadılı, gidececekmisin iyi yapıyorsun, güle, güle! demişti. Fakat şunu unutma: Bu toprak- larda, Allah bize acıyor da ekmek veriyor, yoksa çalıştığımızdan değil ha! Biz, rakı aramak girnatecı bulmak istediğimiz zamanlar çalı- şıyoruz. Yoksa, toprak, mahsulü kendi veriyor. — Devamı gelecek sayıda — İ*J işlenmiş bezler