a m am ii D Nisin kimse dedikodudan hoş- lanmaz, yahut hoşlanır da saklar, saklamayı, dedikodudan hoş- Isnmıyan bir ipsan görünmeyi bir büyüklük bilir. Hayata ait dediko- dulardan değil, daha ziyade san'at ve fikir işlerine ait dedikoduları söylüyorum. Meselâ üç beş arka- daşın, rastgele, sudan bir bahisten konuşulan oda ile, hiç bir müspet delil göstermeden, &on çıkan bir yazıdan, bir kitaptan bahsetmeleri, önün sleyhinde bulunup, berikini yükseltmeleri oldukça mesuliyetsir bir iştir. Öyle ya evvelâ yazı de- gil sözdür. Sonra daima inkârı, in- kârı olmasa bile tevili kabildir. Ve herhalde, mes'uityeti kabul edil meden kolayca yapılan işler gibi slelâdedir. Dedikodu.. Adı üstünde, Gelişi güzel, bir fikir bildirmek, bir vaziyet almak, bir tesir yap- mak için değil desrf vakit geşir- mek için söylenilen sözler, bir öğ- le yemeğinden sonra tatlı bir yor- gunluk içinde rahat ve kolay sözler.. Yukarda hem de hiç bir delil göstermeden dedim, sonra da şöyle düşündüm: Edebiyatta müspet de- lil var mıdırf Olsa bile ancak ede- biyatı bir ikinoi meslek olarak ya- panların inanacağı şeyler.. Çünkü bir zaman için bir tenkit miyarı olarak kullanılan bir delilin bir zaman 8onra, başka bir şahsın elin- de gahibinin ahmaklığına ait, hem de bu sefer daha kuvvetli bir delil olduğu çok görülmüştür. Dedikodudan bahsediyordum : Dedikodu umumiyetle sevilmez. Hayır, öyle dememeli! Dedikodu- nun umumiyetle sevilmemesi eaiz- dir. Çünkü ciddi değildir. Kitaptan, kaideden, formülden çok uzak bir şeydir. Havaya, sinirlere bağlıdır. Böyle olunca, hiç şüphesiz, hayat» larının kendilerini çektiği için de- gil, fakat onu da ihtisaslarının bu dudu içinde bulduğundan edebiyat- la meşgul olan kitap sever, ciddi kimseler daima keyfi ve samimi bir karakter taşıyan dedikodudan hoşlanmazlar, Fakst bu içlerinden gelen bir gey değildir. Hoşlanılma. ması lâzım geldiği için hoşlanmaz- “Kitap #ever, kitabi kimseler da- ima çok okuyanlar olmasa gerek! 174 — Servetifünun — 2401 E D İ KODU Geçen gün bir tanıdığıma «Ne ka- dar kitap gibi konuşuyorsun» de- dim. İtiraz etti: «Ben çok kitap okumuş bir insan değilimki, dedi, kitaplar bana tesir etsin ve kitap gibi konuşayım» Bu karşılığını pek hakh bulmadım. Belki daha çok kitap okumuş olsaydı kitaplara bağlı kalmamak lâzım geldiğini, onlardan nasıl dışarıya çıkılabile- ceğini öğrenirdi! Bilhassa kitapların kullandığı umumi ve müşterek mef- humlardan bir az korkmaşını baj- kalarının lisanıyla düşünülemiye- ceğini, bunun ancak bir düşünce tekrarı olduğunu, her yeni düşün- cenin mutlaka yeni bir dil isteğini, daha ileri giderek söyliyeyim, eski, başkalarının kelimelerinin bile yeni düştincelere engel olduğunu öğren- seydi ne iyi olurdu! Dedikoduyu, dedikodudan hoş- Iananı, bunu olduğu gibi söyliyeni severim: Çünkü o san'stın zamani olmadığını, ber yer ve zamanda, öğleden sonra veya yatmadan ev- vel, kahvede ve sokakta konuşu- labileceğini bilir. San'at onun için artık bir vazife, bir ihtisas, ancak yerinde ve erbabıyle hasbihal ede- bilecek bir yapma bir ciddiyet de- ğildir. Bilâkis! Onda hayatın ber Ânının kendine has ciddiliği vardır. Boş vaktini san'atin dedikodusuyle olsun geçirenin düşüncesinde me#'- eleler daima tazyik halinde demek- tir, san'atini hayatın dışında olarak düşünmüyor, onu hayatıyle birleğ- tirmiş, san'atle her hangi bir sebep- le lâzım olduğu için değil, kendi- liğinden meşgul demektir. Dedikodu için ne düşündüğümü anlatmıya çalıştım, Şimdi de biraz dedikodu yapmak istiyorum: on gün önce Samim Kocagöz'ün bir kaç arkadaşıyle bir bahçede oturu- yorduk. Ben, Samim Kocagöz'ün hikâyelerini pek sevmem. Şunun şurası şöyle olmamalı, bu parça fazla, usülen pek alelâde diye dü- şünmeden önce onun bir hikâyesi- ni bitirir bitirmez kendi kendime göyle derim: «İyi ama bunu niye yazmış? Bütün bu olanlardan bana nef» Samim Kocagöz'ün insanları- nın drami kimseyi alâkadar etmi- yor. Daha doğrusu dramı yok, Fa- kat hangi insanların dramı yok! e Yazan: Sabahattin Kudret O hikâyelerin bir çoğunda insanda yoktur. İşte «Dalyan», işte «Yarın- tı> içinde insan, insan topluluğu olmıyan bir yerin coğrufyasından bahseden sıkıcı, masal gibi röpor- tajdan başka bir şey midir! Bana öyle geliyorki Samim Ko- cagöz hikâye yazmak için hikâye yazıyor. İnsanlarla, onların yaşa- yışları, aşkları, kavgaları daha bir şeyleri ile alâkadar olmadığı gibi onları seymiyor da, Kendini bul- mıya uğraşan, hikâyelerinde daha gok bir «essai» yapan'dil meraklısı, güzel yazmak isteyen bir muharrir, bir şair, dikkatli bir müşahedeci de değil! Bütün bunlar onun için mes'elemi? onnn yalnız bir düğün- düğü var: Hikâye tekniği. Kimbi- lir, belki hikâyelerini kaleme al- madan önce esas ve yardımcı fikir- leri de ayırıyordur. Bir lâtin şairinin meşhur mısr&ını hatırlıyorum, «Ne seninle ne de sensiz yaşayabilirim» Bu mısraın endişesini san'eti için duymıyan her muharrir gibi Samim Kocagöz'ün yazıları da lüzumsüz- dur. İçinde beşeri olarak hiç bir şey bulunmıyan o yazıların nagıl yazılabildiğini merak ediyorum. Samim Kocagöz igin bu sözleri arkadaşlarına da göyledim. Bana «Bunları niye yazacaksın? dediler. Samim Kocagöz'den önce aleyhin- de bulunacak daha neler vardır.» Ne demek istediklerini anladım; «O bizi beğenmiş, orda, burda met- heder, yarın öbürgün bir makalede yazar. Öylece geçinir gideriz. Son- ra dostluk t8 var» Dostluğun ayrı san'atin ayrı olduğunu her tenkit yazısında tek- rarlamak lâzım değildir. Samim Kocagöz de insanı bu yolda bir izahata mecbur bırakmıyacak ka- dar iyi düşünür. Fakat düşünceler dostluktan öncedir. Samim Koca- göz'le yemek yediğimiz, bira içti- gimiz saatleri daima hatırlarım. Esasen sözüm onlara değildir. — Deomı 179 uncu sayfade —