ge ili 1 md —— ; | iu | | “Dede,,nin Ziyâreti — Geçen sayıdan devam — Onu içerek dinleyen içerdeki kalabalık, elektriklenmiş gibiydi. Bn anda «Dede» onlara : — Karşıki köyü yıkacaksınız; Memin aşiret reisini diri diri yu- kâcaksınız. Deyiverse, -hiç birisi tereddüt etmez, emredilen işi yapardı. Ve «Seyyid», bütün ses kudre- tini sarfederek karlı dağlardan dö- külen deli bir çay gibi çağıltılı akışla ruhlara girmekte devam ediyordu ; Müminler işine munafık, şaşa Münekkirler, başını ko vursun taşa; Kanaat tacını giyince başa, Ne sultana, ne hana minnet... Uesuz bucaksız yaylâlarda ve çağıldıyan çay kenarlarında aşkın heyecanını, kuru otlar üzerinde şehvetin bayıltıcı zevkini, yalçın tepelerde meşakkatin acışını tat- miş ve vahşi dekorlu sert tabiatın sinesinde içtimai bunağının zinci- riyle gösteklenmeden gelişmiş olan bu başı boş insanlar, hiç kimseye minnet etmenin verdiği hazzı, bu sesten kanasıya içiyorlardı. Dinç Seyyit, biran sustu; göz- bebeklerine ipnotize edilmiş gibi bakan genç kadına, gülümseyerek; — “Dem, getir bacım. Dedi. Besi, bir dağ keçisi çevik- liğiyle yerinden sıçrayarak, dut rakısı ile dolu kupayı ihtiyara sundu. Yine bir hamlede gökremesi rakıyı yutmuş olan «Dede»; — Hunu; gerçeğin demine, ya- lancının ervahına huuu... Diye söylenerek başındaki keçe külâhı çıkardı ve ellerini iki tara- fına açip kapamak suretiyle bu külâhı tekrar çıplak başına koydu. Ve davudi sesi, dahs taşkın, daha gürültülü akıyor, ruhlara oluk oluk dökülüyordu. : i e 176 — Servetifünun — 2401 a A Yazan; Tuğrul DELIORMAN Sen ne korkarsın Hacı Bektaş, Hünkâr, Hacı Bektaş Veli oldukça Mademki Cennetin kapısı açık, Cömertlerin Piri Ali oldukça... >» “Dede,, , susarak saz çalan ada- ma kesmesi için işaret verdi ve duvara doğru irkildi. Horoz se8- leri... Hayret, sabah ne çabuk yak- laşmış, dinliyenler, onun buirkili- şinden birşey oanlıyamamışlardı. Dikkatle Seyyid'in hareketlerini, çevikliklerini takip ediyorlardı, — Horozlar ötüşüyor. Diye içinin telâşını dışarı vur- du ve ilâve etti: — Sabah. Ne de çabuk! Dizi dibine bir kedi sokulgan- lığı ve lânbaliliğiyle kıvrılmış olan Besi'ye gözlerini çevirerek gülüm- sedi : — Hazreti Ali sirrini getir, bacım, Besi, söyleneni, anlıyamamış gibi «Dede»nin ıslak bir söğüt yaprağını andıran ışıltılı gözlerine bakarak olduğu yerden kımılda- mıyordu. Sarhoş gibiydi. Halbuki, bu akşam, hiç içmemişti. Fakat, gönlü doluydu. Bu gönül. Bu gö- nül, şiirli birkaç saat içinde, önâ, söyleneni ve vücudünü unuttura- racak kadar dolmuştu. Duruşunda, bu sarboşluğun ebe- diyete kadar sürmesini istiyen bir hâl vardı, Gençti; çok güzeldi; fakat, bir. gok güzeller gibi, muhakkakki gön- lü, bu geceye kadar dolmamış, doymamıştı. — Hazreti Ali Sırrını getir, Am. Kımıldadı. Yorgun vücudünü ayakları üzerinde güçlükle taşıya- rak kapıya doğru yürüdü. İçerden bir kıpırdama, bir kay- naşma başlamıştı. Akşamdanberi ruhlarında başka dünyalara kapı- lar açmış, onlara, bilmedikleri cen- netlerin bilmedikleri lezzetini bol bol vermiş olan ses, ovücutle- rini uyuşturmuştu. Halbuki, şimdi bu vücutler, dinleniyor, dalgın ba- kışlar ocanlanıyordu. Kadınların gözleri, erkek saflarında birer nok- taya saplanıyordu. Ve karşılıklı bakışmalarla," insan hayatının en canlı, en heyecanlı konuşması baş- lamıştı, Sanki, basık tavanlı odaya, bir dakika içinde bambaşka bir hava doluvermişti. Bu hava, gök gür- lemesiyle gelen yıldırımlı, şimşekli bir havaydı. Çok geçmeden Besi kapıda gö- ründü. Fesinin etrafındaki eltın- ları, pırıl piril yanıyorda. Bu defer, iki elinin onparmağ! arasında rakı kupası yoktu, Bu kınalı elliler, şimdi, ayakları kırmızı bir bezle bağlı iri horozu tutuyorlardı. İçerideki elektrikli hava, ka- sırgaya çevrilmişti. Güzel Besinin heyecanı, dik göğsünün hızlı hızlı inip çıkışından belli oluyordu. Ve o, “Dede,nin kıllı elini ö- perken bu damarları sertleşmiş elde şehevi bir tat buluyor gibi tütriyordu. Horozu, «Dede» ye, yine postu, dizi öpmek suretiyle teslim ettik- ten sonra, eski yerine, kıvrıldı. Başka bir adam, çiçekliğe yü- rüdü. Bu, Besinin kocasıydı, Üş çıraya uzanan eller, içerde- kilerin kalblerine, ginirlerine uzan- mış gibiydi. Kadınların ışıldıyan gözlerindeki fırtına, son hadde var- muşta. Ve gözler, çıraları alan ellerin hareketlerini takip ediyordu. Gölgeler, kapıya doğru geniş- liyor, odanın içini yapışkan bir karanlak istilâ ediyor. «Dede», çırları önüne dizmiğş, horozu kocağına almıştı. Bir da- kika sonra bu oda, yapışkan ka. ranlığın... Fakat, bir kadın çığlığı: — Damda yabancı var!.. — İşi berbat ettik, müdür, diye söylenerek upuzun yattığım yer- den doğruldum. © da kalktı; ga- yet sakindi, — Şimdi dedim. Omuz silkerek cevap verdi: — Hiç. İçeri, onların yanına gireceğiz. — Devamı 179 ncu sayfada -—