nım) Gülter (Hulya hanım) Dilru- ba (Neclâ hanım) Cazibe (Muallâ hanım). Arapça değil mi uydur uydur uydur söyle — Komedi 1 Perde muhârriri «Yıldızböceği> İkbal kü- tüphanesi (1929) bu komedi Reşad Nuzi Beyindir. Kelebek mecmu- asında «Yızböceğir imzası ile Re- şad Nuri Beyin mektep piyesleri de çıkmıştır Sonradan bunlardan bir kısmı kitap halinde «Yıldızbö- eeğip imzası altında çıkmıştır. Hanımlar terzihaneşi — Maruf mubarrirlerin asârını cami temaşa külliyatı adet (6) İkbal kütüphs- nesi 1925 - 1345 (Hanımlar terzi- hanesi) Gakili Yesarizade Mahmut Esad (G. Feydeau) nun Talleur Po- ür Domes unvanlı eserinden Mah- mut Yesari tarafından tatbiken nakledilmiştir. İlk defa olarak (1312 - 1340) Ramazanda Şehzade başında Darülbedayi san'atkârları tarafından temsil edilmiştir. Oynıyanlar: İhsan Siret (Nu- rettin Şefkati) Süreyya Namık (Vat- fı Rıza) Şakir Mesut (Behzad) Şe- rife kadın (Hazım) İkbal (Kınar hanım) Belkis (Bedia hanım) Râna (Mina Müzeyyen hanım) Nazan (Neyirenir hanım) Matmazel Nili (Jütin Atuş hanım) Pakize hanım (Nermin hanıma) kıymetli san'atkâr Nurettin Şefkati bu komedi de bü- yük bir muvaffakıyet göstermiş ve eser tekrar, tekrar Darülbedayi'de oynamiştır. G.D'ANNUNZİO'nun Saheseri ŞEHVET ÇOCUĞU Avni İnsebin Kudretli kale. miyle Türkçeye çevrildi Bu Kiymetli Eser İNSEL KİTABEVİNİN “Cihan e- debiyatı Serisi. nde Zinci kitabı teşkil etmektedir. —— Yeni çıktı — Salâhaddin Enis için — 55 inci 'sahifedan devam — duk. Nasıl ki, son senelerde, pek nadir fırsatlarla Salâbattini «Son Posta» da gördüğüm günler içimin şenlendiğini, aydınlandığını hisse- diyordum. Onun bakışlarında da ayni dost parıltıyı görüyordum. Yazık ki şimdi, bu gençlik ve san'- at arkadaşım da, diğer bir çokları gibi, bu mihnet çölünden göçüp gitti. Hayatında hiç kimseyi in- cittiğini tasavvur edemem, Yalnız roman ve hikâyelerindeki muhây- yel kadın kahramanlarını pek keğ- kin satırlarla hievetmişti. Bu in- safsız hicvinde haklı mı Idi$ Onu burada tahlile ve tenkide kalka- cak değilim. Fakat bazı yazıların- da, Zola'yı bile hayrete dügürebi- lecek bir ifrata, bir natüralizm if- ratına düştüğünü sanıyorum, Fa- kat ne de olsa büyük muharrirdi ve vakitsiz ölümü, dostları kadar Türk edebiyatını ağlatacak bir hâ- dise oldu, Yazılarındaki dehşetli realizmi düşünürsek, ölümünü bir kasırga, bir fırtına halinde tasav- vur edebilirdik. Fakat o, yazıları dışındaki hayat sessizliği ile ilkba- harda bir sonbahar yaprağı gibi düştü. Bu da talihinin bir tezad cilvesi midir bilmem. Yalnız bildi- ğim ve şu anda hissettiğim, içimin derin &izısmdır. Bunda, san'atkâr kadar ve belki san'atkârdan ziya- de, ebediyen kapanan dost ve se- vimli gözlerin bıraktığı bir hasre- tin izi var, Öyle sanıyorum ki, ba- yatımda ışıklı bir pencere daha kapandı, tâ gençeliğimdenberi her açılışında derin bir ferahlık duy- duğum bir pencere daha... Bunun için Salâhattin Enis, ölümü ile, benden de kıymetli bir şeyleri be- beraberinde götürdü. Zavallı kar- deşim ! Halid Fahri OZANSOY o İnsan Selâhaddin Enis — 53 üncü sahifeden devam — Senelerce gündüze hasret kalmıştı. Ahmet Cevdetin «İkdam»ın da gece sekreterliği yapdığı zaman gün biterken işe başlamış, gün bâşlarken yatağına gir- miştir. Bir gün köprü üstünde nasılsa güneşin batışını görmüş, gözleri yaşararak anlatırdı, Gayri ihtiyari: — «Ne güzeli diye bağırmış. Hayatı geceleri çok, gündüzleri az olarak geçti Ona bedbaht demeğe dilim varmıyor. Ölünce insanları zavallılaştır- mamalı... Nasıl bazı insanlarda cürüm işlemeğe iflidad varsa, onda da cürüm değil, bir kpsur bile işlemeğe muktedir olamayan bir istidad vardı. Bir insanı kırmış mi- dır; bir insan, ondan küçük bir fenalık görmüş müdür? Hiç zannetmem! Mihneti yalnız kendine idi. Amma zevk ederek yüklenirdi bu mihneti. Der- beder olduğu zamand,a kendini bazan sebebsiz bedbinliklerin kucağına birakdı- ğı zamanda gene asil, gene yüksek, ge- ne şayanı hürmetti, Benim yaşım kadar bir meslek ömrü var. Hiç huzur vermemiş, büyük istik- ballerin merdivenlerinden tutup aşağı in- dirimiş onu.. Buna rağmen ne taze, ne canlı bir meslek aşkı yaşıyordu içinde. Meşale sönmemişti. Bu meşale, hiç şüphe yok, dün sabah, gözlerindeki son ışıkla bera- ber sönmüş, bu meslek heyecanı, kalbile beraber durmuştur. Bütün edebiyat âleminin romantizmin bulutları arasında, hayal #leminde uç- tuğu zamanlar en realist eserlerini verdi. Hikâyelerinin adedini Allah bilir. Ro- manları keyfiyet itibarile düzünelerle eser veren meşhur <İ> ların çoğuna fa- iktir. Amma o, ne <Zaniyeler», ne «Sa- ra», me “Endam aynası» müellifi, ne hikâyeci, ne gazeteci, ne muharrir Sa- lâhattin Enisti. Tek mısra yazanın bü- yök şairlik payesine yükseldiği bir de- virde, eserlerinden bahsedildiği zaman kızarır, samimi olduğuna asla şüphe ol- mayan bir tevazula, başını yana sarkıtır- dı, Bir devri kapamış, yeni bir çağı açmış gibi, mazi ile irtibatını kesmiş, istikbale hiç bir ümid oltası atmadan «gün bugün» felsefesile yaşıyordu. Onun bize, benim gibi genç ona nisbetle matbuat ve edebiyat &leminde bir emekleme çağında #lanlara, verdiği güzel tecrübe örnekleri, istifadeli nasi- hatler vardı. Bunun için <hoca» derdik. O da bize seslenirken, sesine en müşfik bir baba alâkasının katıksız samimiyetini koyardı. Hayır, ben ne romancı, ne hikâyeci, me gazeteci Salâhattin Enise yanmıyorum. Bir tane daha yçtişir. Benim gözlerim insan Salâhattin E- nis için yaşlı... Nusret Safa COŞKUN 59 — Servetifünun — 2591 ' A > B. âli