yeli Sıdkı Bey ve diğer iki refiki ile birlikte Gülhane parkında ge- zerken kolu çantalı, eli bastonlu üç hanım kızın tecavüzüne maruz kalmıştır. Mumsileyhin birkaç gün evvel &on kadınlık cereyanları aleyhinde yeni bir silsilei makalât neşrine başladığı malümdur. Bu tecavüzün mezkür neşriyat. iile alâkadar ol- duğu zannedilmektedir.> Salâhaddin Enis bir gün evvel mezun olduğu için vazifesine git- memiş ve bittâbi gazetesinin bir nisan sabahı için hazırlanan nü&- İhasında da çalışmamıştı. - O sabah sokağa çıkınca ilk rağ- geldiği abbabı daha on adım öte, den haykırdı : — Yahu, geçmiş olsun, Salâ- haddin ! — Hayrola, ne varf — Dayak yemişsin. — Ne göylüyorsun. Kimden — Canım Allahallah bu mâna- sız guale de mahal var mı yaf Si- zin gazete yazıyor azizim, Selâhaddin Enis biraz sonra (Payitaht) ı eline alınca o günkü tarihin 1 nisan olduğunu hatırlı- yarak arkadaşlarının muzipliğini anladi ama bu anlayış ne (geçmiş olsun) « gelen eş ve dostun mik. tannı azalttı, ne de onları hâdi- senin vukubulmadığına ikna için işe yaradı. Aradan seneler geçmiş olması- ba rağmen (Zaniyeler) muharriri- nin Sultanahmet parkında kadın- lardan dayak yediği haberi bir şa- yia halinde hâlâ Babiâli yokuşun- da ağızdan ağıza dolaşır. Balâhaddin Enis gazeteciliğe nasıl başlamıştır, hayatının en he- yecanlı vakası hangisidir, hususi hayatındaki itiyadları vesairesi ne- lerden ibarettir? Bunları kendi lisanından dinliyelim : Neşriyat hayatına 325 de yani on bir yaşında iken atıldım. İlk yazımı Konyada bulunduğum za- man orada intişar etmekte olan (Anadolu) gazetesinde neşrettirdim. İlk romanımı on yedi yaşın- dayken yazmış, yirmi yaşında iken kitap helinde neşrettirmiştim, Adı (Neriman) idi. Mamafih buns bir eser demekten fazla bir kalem tec- rübesi demek daha doğru olur. Küçük hikyelerim iki üç sene Imukaddem (Bataklık çiçeği) ismi altında toplanarak kitap halinde çıkmıştır. (İleri) de neşredilen ro- mânımın adı (Fitnatın sergüzeşti) olup bilâhire birçok ilâve ve tas- hihlerle (Zanliyeler) namı altında kitap halinde intşar etmiştir. (Sâra) ve (Cehennem yolduları) (İkdam) da tefrika edilmiş ve bi- lâhire kitap halinde çıkmıştır. (Or- ta Malı) ve (Ayarı bozuklar) Son. Saatte neşredilmiştir. Bunlardan başka (Endam aynası) namındaki romanım vardır kı bu günlerde Son Gantte tefrika edilmektedir. Beni ilk tanıtan yazım, (Nevsali milli) de çıkan (Bir kadının &on mektubu) unvanlı küçük hikâyem- dir. Bu hikâyemin yegâne husu- siyeti şudur: Levsi beşer sert hat- larla ve heyecanlı bir ifade ile tesbit edilmiştir; bu bir orospunnn hastanede ölürken yazdığı bir mek- tuptur. Bu eserin ilk neşri etrafta .müthiş bir infial hasıl etti, Bsere gayri ahlaki dendi, Böyle bir esere gayri ahlâhi demek bir bühtanı mutlaktı. Sonra (Serveti Fünun) da neşrettirmek istediğim (Hufre) isimli yazım şahsi infialleri reami infial haline kalbetti. O zamanlar Harbi Umumi sansürü eserinin neşrine mani oldu. Mamafih san- sürün Hufrenin neşrine karşı gös- terdiği muhalefet, bilâkis ona da- ha vâsi bir sahai intişar hazırla- mıştı. O derecede ki harbi Umu- mide etir olup İngilizler tarafın» dan Hindistan kamplarına sürülen bir arkadaşım onun bir suretini orada esir olan bir arkudaşının mahfuzatından yazmıştı. Yalnız elden ele geçerek intişar eden bu eseri arkadaşım bana okuduğu za- manh şaşırmıştım. Çünkü elden ele geçerken o kadar ilâveler görmüş o kadar kelime zayiatına uğramış- tı ki kendi eserimi tanımakta müş- külât çekmiştim. Maamafih (Hufre) nin neşrine Bablâli sansürü mümanaat ettiği gibi kendi mecımuam olan (Kaplan) da neşredilmmesine mütareke sansü- rü mani oldu. Nihayet onu müt&- rekenin ref'inden sonra küçük hi- kâyelerimi (Bataklık çiçeği) unvs- nı sltıuda neşrederken onun ön nihayetine ilâve etmek suretile çı karabildim. (Çingeneler) unvanile (Fağfur) da neşredilerek «Bataklık çiçeği» nde çikan hikâyem de aleyhim- fdeki infialleri azam! haddine çı- karmış hattâ müddeiumumilik ete- ri gayri ahlâki addederek mahke- meye vermişti. O gün hayatımın en heyecanlı bir günüydü. İkume edilen davanın hangi eserim üzeri- ne ikâme edilmiş alduğunu bilmi- yordum, Sormamıştım da... Celse küşad edilerek zabıt kâtibi iddia- nameyi okumağa başladığı zamau birden hayret ettim ve ayağa kal- karak dedim ki: — İddiansmeden, havgi hikâ- yem üzerine ikamei dava edilmiş olduğunu şimdi anladım, Halbuki son günlerde (Bağırsak) unvanlı bir yazım neşredilmiştir ki, ben bunun üzerine makamı iddiaca ikamei dava edilmiş olduğunu zan- nederek müdafaamı ona göre ha- zırlamıştım. Binaenaleyh müdafaa- mı bu esere göre yapabilmek üze- re davanın tehirini rica ederim, Ben kaş yapayım derken koca bir göz çıkarmış olduğumun far- kında değildim. Sözümü ikmal et- memiştim ki müddöilumumi ayağa kalkarak :. — Muharririn mevzubahş ettiği yazıyı henüz okumadım, maamafih okuyacağım; eğer mubhilli ahlâk görürsem ayrıca o eser hakkında da ikamei dava eyliyeceğim. Ertesi hafta müdafaamı yaptım. Nihayet şu suretle iki celse devam eden muhakememden sonra heyeti hâkime, eserimin gayri ahlâki ol- duğu bakkında vâki olan iddiayı — müttefikan beraetime karar ver- mek suretile — gayri varid addet- mişti. Aynı mütalâaya makamı id- dia da iştirâk etmiş olacak ki (Ba- gırsak) aleyhine takibat icrasına lüzum görmemişti. O zamanki ne- sil arasında “realizm, in en sami- mi âşıkı olduğum cihetle bu va- dide sadır olan infial ve husumet» ler, hemen sureti umumiyede be- nim üstümde toplanmaktaydılar. Halbuki ben, şahsan ahlâki kayıt- ları her türlü kayıtların fevkinde tutar bir insanım. Hattâ bu husus- ta bana emniyetle «fazla mutaas- sıb da..» diyebilirsiniz. Böyle bir adamın gayri ahlâki eserlerin mu- harriri olarak tanınması... Düşünü- müz bu ne acı bir mazhariyettir. 56 -- Servetifünun — 2391