Hikâye | TABANCA neşinin üst kat salonunda bir kadın dostumu bekliyorum, İnsanın muayyen bir saat içinde Arzu ettiği kimseyi beklemesi ka- dar üzüntülü ne olabilir? Saat üç- te buluşğacağımız halde o, işte gö- zükmedi. Salon boştu, Bir delinin donuk ve hareketsiz bakışları gibi, gözlerim karanlık merdivene di- kllmiş bir vaziyette ve kulaklarım kirişte, çok iyi tanıdığım zarif ayakların telâşlı sesini işitmek için sabırsızlanıyorum. Birkaç dakika sonra iki genç salonun kuytu bir köşesine yerleştiler. Ve yavaş sesle konuşmsağa başladılar. Arkasından güzel ve çık bir kadıula, Çınar ağa- olnın gövdesi kadar kalın ve iri yapılı bir erkek tam benim kar- şımdaki masaya oturdular. Artık canım sıkılmğa başlamıştı. Yarım saat geçtiği halde küskün küskün bekliyordum. Sonra yalnız olmadı- ğımı düşünerek biraz müsterih ol. dum. Yeni gelen kadınla erkek gürültülü bir bahsin münakaşasına koyulmuşlardı. Üzüntüme rağmen bu çift; alâkamı celbetmekte hali kalmadı. Gözlerimi ve kulaklarımı merdivenden ayırarak onları tetkik ve tecessüse hasrettim. Bu ayib bir şeydir! Biliyorum. Fakat can- şıkıntısı ve boğluk insana, etrafta eğlence mevzuu aratır. Bunda hiç te kast yoktur. Kadın başını ha- fifçe mermer masaya iğerek yavaş sesle konuşuyor. Erkek te onun bu itirazından o sinirleniyormuş gibi gürültü bır tonla cevap veriyordu. Yüzünü lâyıkıyla göremiyorum. Fakat ensesinde ve kafa teşekülâ- tında bedeni işlerle uğraşanların kalın yapısı-vardı. Kabarık boynu üzerinde bilârdo taşı gibi tekerlek küçük bir baş, onun etrafında da yeni biçilmiş çayır kadar kısa, sert saçlar.. Geniş, düşük omuzlar in- sana heybet veriyordu. Ağır spor- larla irileşen insanlarda görülen bu B ir gün “Siyah gül, pastaha- 16 — Servetifünun — 2388; Hüseyin Hdiki sert ve azılı vücut ortasında bu yüsyuvarlak kafa küçük ve cılız gözüküyordu. Onlar simdi dahs yüksek sesle konuşuyorlar, etrafla hemen hiç meşgul olmuyorlardı. Adam sertleştikçe kadın daha ya- vaş söylüyor ses titrek ve muhte- riz bir ahenkle çıkıyordu. Erkek gençti. Fakat kaba ve yeri tipler- dendi. Kadın 30 yaşında kadar görünüyor, beyaz bir şarpla sıktığı siyah saçları alnında, yanaklarında yumuşak kıvrımlar yapıyordu. Yü- zünde tatlı bir neğ'e vardı, Fakat bu meserret çabuk değişiyor, du- dakları çocukca kıvrılıyordu. İri yeşil gözleri parlak ve korkusuzdu. Sağ göz kapağının altında tazyik- ten mütevellit bir leke gözükü- yordu. Garşona dondurma 1smar- ladılar. Erkek maceraperest adam- larda görülen zoraki ve kaba gü- künetile dondurmayı bir hamlede bitirdi. Ve kadının yemesine meydan bırakmadan yeniden sürekli Obir mücadeleye başladı. Etrafta kimse mevcut değilmiş gibi lâkaydane konuşuyorlardı. Aramızdaki mesafe bir buçuk met- re kadar vardı. Ve kelimelerin bir kısmını işidebiliyordum. Erkek iç- mişti. Masada arasıra sallanıyor, kolunu gayri muntazam hareket- lerle oynatarak iskemle arkalığına sarkıtıveriyordu. Birdenbire: «Sen dedi, ona tutkunsun biliyorum, pa- ra da yediriyotsun ) Fakat gunu bil ki elimden ucuz kurtulmıya- cak o herif.» Kadın elini ağzı hizasına getirerek: “Haydi hay. di diye cevap veriyordu. Böyle saçma şeylerle kafamı şiçirme. Be- ni bunun için mi buraya getirdin. Ben serbest yaşıyan bir kadınım., Bu basit, her yerde eşine mebzu- len tesadüf edilen münakaşa bü- yümüş, kadın gitmek üzere bir, iki defa ayağa kalkmıştı. Erkek oturmağa icbar etti. Gelen garson- lardan, gençlerin gülüşmesinden çekinerek bir müddet şustular. Er- kek onu kollarından sıkıca tuta- rak iskemleye yerleştirdiği zamsn sallanıyor, düşecek gibi oluyordu. Gözlernde geri ve kötü insanlarda görülen vahşi bir parıltı vardı. Dar alnı, basık yüzü, geniş ve kuvvetli çenesile beyağı ruhunun bütün kirli evsafını taşıyordu, Biraz sü- künet buldular. Herif soluyordu. Şimdi sanki; deminki münakağala- rını unutmuşlar, neğ'eli ve imalı kelimelerle konuşuyorlardı. İçim- den: «Anlagtılar, dedim mesele kalmadı.» Zaten beklediğim kadın- da gelmişti. Ona kırgınlığımı belli etmedim. Meşgul olacak mevzu o kadar çoktu ki, canımın sıkıntısını gidermiştim. Kaba erkekle şik ve güzel kadını unutmuş, onunla dost- ça konuşuyordum. Aradan nekadar zaman geçti hatırlamıyorum. Bir- denbire bir ses, âşinssı olmadığım müthiş bir ses boşlukta beynimi çınlattı. Bu bir tabanca sesiydi. Komşu masadan geliyordu. Yanım- daki kadın bir çığlık kopararak merdivene doğru kaçmıştı. Ben hayret ve dehşetle karşımdakilere bakıyordum, Şahne cidden korkunç ve tüyler ürperticiydi. Dev cüsseli adam bir cellâd azamet ve kayıt- sızlığı içinde elinde tuttuğu küçük çapta bir tabanca ile muttasıl gteğ ediyordu. Aramızdaki mesafe o ka- dar yakındı ki ufacık namludan çıkan kurşunun keskin sür'ati be- yaz bir duman ve şerare biraka- rak gürlüyor, her patlayışta yan- mış barut kokusu duyuluyordu. Hayatımda ilk defa tesadüf etti- ğim bu manzara karşısında ilk ak- lıma gelen şey; evdeki ablamın küçük çocuğu olmuştur. İnsan ba- zan en müthiş anlarda âbdalca mülâhazalar yürütür. Bu fikirler zihne bir çaşkınlık anında hücüm ederler. Ve birkaç dakika sonra hakikat karşısında sönerler. Dü- şündüm ki, geçen gün bu küçük yavruya bir mantar tabancası he- diye etmiştim. Tıpkı böyle gürül- tülü bir sesle patlıyordu. Taban- cayı eve ilk getirdiğim zaman yâal- dızlı kutu içinde, munis parıltıla- rile gözleri kamaştıran bu s8kin demiri.çocuk nekadar sevinçle kar- şılamıştı. Sonra namluya ilk ba- rutlu mantarı yerleştirdiğim vakit tetiği zevkle çekerek onun korku. dan kanepe altına saklandığı gö- zümün önüne geldi. Seg onu ne kadar yıldırmıştı! Ve biz nep'e-