——>—.—>şş— Stefan ZWEİG «— PERİŞAN HİSLER Ziya YAMAÇ e e Gençliğin daima uyanık bulu- nan muhayyelesi, başıboş dolaşır- ken, birdenbire bir hedef bulur ve takibin verdiği hazla, onun peginden hırala avlanmağa başlar. Bugünler içinde sanki bende yeni bir takım hassalar teşekkül ediyor; işitme kabiliyetim artıyor, daima tetikte olan kulaklarım seslerin her türlü müanslarını kavrıyor ; şüpheci ve keskin bakışlarım, karanlıkları de- şiyordu. Hiç bir vakit bir kanaatle sakinleşmeyen, daimi bir şüphe ile gerilen asabım nihayet istirap do- Buracak derecede harap olmaktaydı Banunla beraber bitmek bilme- yen tecessüsüm tertemiz olduğun- dan, hiç bir vakit, azap duymadım. Hislerimi bu derece karıştıran şey, kendisinden üstün olan insan- da, bir noksanlık keşfetmeğe çalı- şan Beyircinin fena niyetli duygu- sunun syni değildi. Bilâkis içimde gizli bir iztirap yer etmişti. Bu, müthiş bir sükünete gömülen o iki insanın çektiklerini gezmekten ileri gelen acı bir şüphe hissiydi, Ho- camın güzel yüzünü kaplayan o dert dolu gölge, kendisine yaklaş- tağım nispette içime işliyordu. Bu, öyle bir melankoli izi taşımaktay- dı ki asia delice hiddetlerle teza- hür etmiyordu. Ben, yabancılığıma rağmen, daha ilk görüşümde onun alev taşıyan sözlerile meâtolduğum halde, en samimi arkadaşı olan ka- rım, dâimi süküneti ve mükedder halile karşılıyordu. Bir genein ruhunu, bir erkeğin ciddi ve soğuk melankolisi kadar bir şey bulan- dıramaz. Kendi ruhundaki uçuru- mu seyre dalmış olan Michel An- gelo'nun “Düşünen adamı“, veya Beethoven'in acı bir takallüsle bur- kulmuş ağzı genç ruhlara, Mozart'ın gümüş sesli melodilerinden ve Le- onardo da, Vinci'nin ışıklı tablola- nndan daha fazla tesir ediyor, 286 — Servetifünun — 2384 Gençliğin tehlikelere karşı ebedi meyli veya kalıramanlıkla kardeş- çe kucaklaşması bundan ileri gel- se gerek. . .. Hayatımda ilk defa olarak bu çeşit bir dertli ile karşılaşmaktay- dım. Mütevazi bir taşra ailesinin çocuğu ve burjuva sükünetinin bir ferdi olmakla hayatta derdi daima en basit manâda tanımıştım: Ha- setle çevrili gündelik faaliyetlerin verdiği endişeler. Fakat şimdi mu- kaddes bir ilhamın tegirile iztirabın başka bir çeşidini tanımıştım, Bu vaktinden evvel solan çehreye, iç aleminden koparılan insafsız bir kalem, çizgiler ve gölgeler restmet- mişti. Odasına girdiğim perili bir eve yaklaşan bir çocuğun endişe- sini taşımaktaydım. Düşüncelere dalmış olan bu adamın karşısında mahcup ve şaşkın olarak kalıyor- dum. Sanki karşımda Wagner'i ve- ya Faust'un hortlayan vücudunu görüyordum. Bu anlarında bütün hassaları körleşmiş olduğundan ne ayak seslerimi işitiyor, nede selâm verdiğimi farkediyordu, Sonra bir- denbire kendine gelerek bir kelime ile, veyâ& odayı katetmeğe başlaya- rak, bakışlarımdan kurtulma çare- lerine ariyordu. Bununla beraber alnıni ayni karaltı kaplamakta de- vam ediyor ve ancak konuşmanın verdiği hararetle içindeki bulutlar dağılıyordu. Acaba bu halinin be- na nekadar dokunduğunu âezdimi ? Yoksa gözlerimdeki endişe, elle- rimdeki asabi titremeler ona hali- mi ifşa ettimi * Herhalde içimi yi- yen gizli ve sıcak arzuyu seziyor ; İztiraplarını paylaşmak için can attığımı farkediyordu. Muhakkak ki bunu enlıyordu, zira, hararetli konuşmasını ara sıra kesiyor ve ba- na biraz bulanık olmakla beraber sıcak bir nazarla bakıyordu. Ve elimi avucuna alıp yüzüme bakı» yordu. Böyle zamanlarda: Şimdi artık sırlarını dökmeğe başlaya- cak, deye düşünürdüm. Fakat bu ümitlerimi ekseriya bir jestle veya, soğuk ve müstehzi bir kelimeyle altüst ediverirdi. Benim içimde bir slevin parlamasına sebep olan o, bir vazifede yaptığım herhangi bir hatayı yüzüme vurur gibi muame- le ederek, kederlenmeme sebep o- laveriyordu: İtimadına teşneliğim arttıkça beni şu kelimelerle kam- çılamakta israr ederdi: «Filân me- seleyi gen anlayamazsın... veyâ«Bu gibi mübalagalardan vazgeç» Bu halleri, üzerime buz gibi tesirler yapar, beni ümitsizlik içine atardı. Bu şimşek kadar canlı adamın yü- zünden neler çekmedim? Bazen soğuk davranır ; bazen hüsnüniyet göstererek, gayri ihtiyarı coşmama sebep olur ve nihayet müthiş bir lâkaydi: göstererek içimi altüst e- derdi. Kendi coşkuluklarile beni bu hele getirdikten sonra kamçılar gibi alay ederdi. Öyle kanaat ed- meğe başlamıştım ki ona yaklaş- mağa cân attığım nispette insafsız- laşıyor ve büyük bir itimatsızlıkla beni kendisinden uzaklaştırıyordu. Kimse, ve hiç bir suretle, sırrına yaklaşmamalıydı. Çünkü büyük bir sır-bunun böy- ie olduğuna gitgide aklım eriyor- du- bir mucize kadar harikulâde bir sır onun kalbine yer etmiş, du- ruyordu. Üzerime dikilen ateşli ba- kışları, başımı aşağıya eğip itaati- mi belti eder etmez mahcup ala- rak başka tarafa çevriliyordu Bu nazarların taşıdığı sırrı, karısının endişeli hallerinden, dudaklarının takallüsünden ; hocamın binbir hususiyetini mevzubahs ederök met- hini yaptığım zamanlar kasaba halkının adeta isyankâr tavırların- dan geziyordum. — Devamı var —